Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
BEYÂN:
Açık olmak, açıklamak, bildirmek. Konuşma, yazma, anlama, anlatma, ifâde etme.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Allahü teâlâ) insanı yarattı. Ona beyânı öğretti. (Rahmân sûresi: 3-4)
Beyânın öylesi vardır ki büyüleyici bir tesire sâhiptir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Beyândan bilmediklerimizle bizleri nîmetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun. ( Ahmed Mekkî Efendi)
 
Beyân İlmi:
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim. (Bkz. İlm-i Beyân)
 
BEYT-İ MA'MÛR:
Meleklerin kıblesi. Göklerde meleklerin devâmlı tavâf ettikleri yer, makam.
Beyt-ül-ma'mûrda her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Bir kere namaz kılana bir daha sıra gelmez. Meleklerin büyüklerinden Kerûbîyân melekleri gece ve gündüz tesbih ederler, hiç usanmaz ve yorulmazlar. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Münzir)
Beyt-i ma'mûr üçüncü, altıncı veya yedinci kat semâdadır. Onun gökyüzündeki kıymeti, Kâbe-i Muazzamanın yeryüzünde kıymeti gibidir. (Sa'lebî)
Beyt-i ma'mûr, Beyt-i Harâm'ın (Kâbe'nin) üst tarafına düşmektedir. Yere düşecek olsa, onun üstüne düşer. Orayı her gün daha önce hiç görmemiş yetmiş bin melek ziyâret eder. (Ezrâkî)
 
BEYTÜ'L-MUKADDES (Beyt-ül-Makdis):
Kudüs'deki Mescid-i Aksâ. (Bkz. Mescid-i Aksâ)
 
BEYTULLAH:
1. Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
Rivâyet edildiğine göre, Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma buyurdu ki:
Ey Âdem! Sen sağ oldukça Beytullah'ı tâmir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tâmir edecekler. En son peygambere kadar bu böyle sürüp gidecek. (Ezrâkî)
2. Câmi, mescid.
Beytullah olan câmi ve mescidlerde ibâdet etmeyip, dünyâ kelâmı ile meşgul olmak tahrîmen mekruhtur. Yâni harama yakın günahtır. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi câmide dünyâ kelâmı konuşmak da, insanın sevâblarını giderir. (Tahtâvî)
 
BEYTÜLMÂL:
İslâm devleti hazînesi, mâliye teşkîlâtı.
Beytülmâl, devlet gelirlerini muhâfaza eder, gerekli yerlere sarfeder, devletin gelirleri ile giderleri arasında dengeyi sağlamaya çalışır ve bütçenin bütün vazîfelerini görürdü. (İsmâil Nablüsî)
Beytülmâlın gelirleri dört yoldan sağlanırdı: 1) Zekât malları, 2) Ganîmetin, çıkarılan mâden ve defînelerin beşte biri, 3) Gayr-i müslimlerden haraç ve cizye olarak alınan mallar, 4) Vârisi olmayan zenginlerin bıraktığı mal ve yerde bulunup sâhibi b ulunmayan mallar. (Îmâm-ı Serahsî)
Beytülmâlden, ayırım yapmadan bütün fakirler, zekât me'murları, âlimler, öğretmenler, vâizler, din dersi öğrenen talebeler, borçlular, seyyidlerle şerîfler yâni Peygamber efendimizin soyundan gelenler ve askerlerin hepsi haklarını alırlardı. (Abdülganî Nablüsî)
İmâm-ı Ebû Yûsuf bir suâle bilmiyorum deyince; "Hem Beytülmâlden maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun" dediler. Bunun üzerine İmâm-ı Ebû Yûsuf; "Beytülmâlden, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beytülmâlde bulunanların hiç biri yetişmezdi" dedi. (Taşköprüzâde, İbn-i Hacer)
 
BEYYİNE:
Açık delîl. 1. Kur'ân-ı kerîm.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Ey Mekkeliler! Bu kitâbı, Kur'ân-ı kerîmi) "Bizden evvel kitap yalnız iki taifeye (yahûdî ve hıristiyanlara) indirildi. Biz ise (konuştuğumuz dilde olmadığından) onu okumaktan gâfilleriz" dememeniz için yâhut; "Bize de kitab indirilseydi, muhakkak onlardan daha fazla hidâyete ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbinizden (konuştuğunuz dilde) apaçık bir beyyine, bir hidâyet ve bir rahmet gelmiştir. Artık Allahü teâlânın âyetlerini inkâr eden ve onlardan yüz çevirenlerden daha zâlim kimdir?Elbette biz âyetlerimizden yüz çevirenleri, bu kabahatleri sebebiyle şiddetli bir azâb ile cezâlandıracağız. (En'âm sûresi: 156-157)
2. Mûcize.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Semûd (Kavmine) de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik) . O, dedi ki: "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. Sizin O'ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur. İşte size, Rabbinizden (benim peygamberliğimi ve sözümün doğruluğunu gösteren) bir beyyine geldi (ki, Allahü teâlânın kudretiyle vâr olan) işte bu devedir. Onu (kendi hâline) bırakın, Allahü teâlânın arzında otlasın. Ona bir fenâlıkla dokunmayın ki, sonra acıklı bir azâba uğrarsınız." (A'râf sûresi: 73)
3. Delil, şâhid.
Tevâtür (yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun verdikleri haber) ile bildirilenlere uymıyan beyyine kabûl olunmaz. (Ali Haydar Efendi)
4. Âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şâhid.
Beyyine müddeî (dâvâcı) içindir Yemin ise dâvâlıya âittir. (Hadîs-i şerîf-Câmi'us-Sagîr)
Allahü teâlânın hakkı bulunan bir günâhı işliyeni gören kimsenin, bir şâhid yanında ta'zîr (suçluyu sözle azarlama) yapması lâzımdır. Bir müslümana fâsık diyen kimsenin ta'zîr edilmesi; o müslümanın hakkının korunması içindir. Bir kimse, kendini, ta' zîrden kurtarması için beyyine ile sözünü isbât etmesi lâzımdır. (İbni- Âbidîn)
5. Peygamber efendimizin isimlerinden. (Bkz. Beyyine Sûresi)
 
Beyyine Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin doksan sekizinci sûresi.
Beyyine sûresi Medîne'de nâzil olmuştur (inmiştir). Sekiz âyettir. Birinci âyet-i kerîmede açık delîl mânâsına olan el-Beyyine kelimesi sûreye ad olmuştur. Bahsedilen beyyine, Peygamber efendimizdir. Sûrede; inanmayanların îmân etmeleri için istedikl eri en açık delil olan Peygamber efendimiz gözleri önünde olduğu hâlde, yine inançsızlıklarında devâm ettikleri bildirilmektedir. (Senâullah Dehlevî, Vâiz-i Kâşifî)
Beyyine sûresinde buyruldu ki:
Muhakkak ki, îmân edib de sâlih ameller işliyenler işte bunlar yaratılanların en hayırlılarıdırlar. Onların mükâfâtı, Rableri katında (ağaçları altından) ırmaklar akan Adn Cennetleridir; içlerinde ebedî olarak kalacaklardır. Allahü teâlâ onlardan râzı, onlar da Allah'tan râzı olmuştur. (Ayet: 7,8)
Kim, "Lem yekünillezîne Keferû" (Beyyine) sûresini okursa, kıyâmet günü, hayrın (iyiliğin) kaynağı ile berâber olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)
 
BÎ'A:
Hıristiyanların mâbedi, tapınak, kilise.
Bî'adaki küfür alâmetleri boşaltılırsa, namaz kılmak mekruh olmaz. (Alâüddîn Haskefî)
Bî'aya gidip hazret-i Îsâ'dan, Meryem anadan bir şey isteyenin îmânı gider. (İbn-i Âbi
 
BÎ'AT (Bey'at):
1. Sözleşme, söz verme, teslimiyet.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey Resûlüm! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, kız çocuklarını öldürmemek, herhangi bir iyilik husûsunda sana isyân etmemek üzere, seninle bî'atleşmeye geldikleri zaman bî'atlerini kabûl et. Onlar için Allah'tan mağfiret (günahlarının affını) dile. Muhakkak ki Allahü teâlâ tövbe edeni affedici, tâatle, beğendiği işleri yapanlara pek merhametlidir. (Mümtehine sûresi: 12)
2. Devlet başkanı durumunda olan kimseye, senin başkanlığını, idâreciliğini kabûl ettim, iyi ve faydalı her sözüne itâat edeceğim, şeklinde söz vermek, bağlılığını bildirmek.
Bu çeşit bî'at, Peygamber efendimizin vefâtından sonra Benî Sakîfe denilen yerde hazret-i Ebû Bekr halîfe seçilirken görülür. Burada Ebû Bekr'e ilk bî'atı, hazret-i Ömer yaptı. Bundan sonra İslâm devletlerinde devlet başkanına itâat edilmesi ve sözün ün dinlenmesi için bî'at esas oldu. Zamanla bî'at için merâsimler yapıldı. Bu, çeşitli devirlere ve devletlere göre farklılık gösterir. Osmanlı Devletinde de, bî'atın önemli bir yeri vardı. Her pâdişâhın tahta çıkışında merâsimler yapılırdı. Resmî bî'at, Topkapı Saray-ı Hümâyûnunda Bâbüssaâde önünde icrâ olunması eskiden beri âdetti. Bî'at sırasında el tutuşmak âdeti, zamanla kaldırılmış, yerine etek öpmek usûlü getirilmiştir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
3. Tasavvufta bir terim.
Bî'at tâbiri tasavvufta üç mânâyı ifâde eder: Birincisi, büyük bir zâtın yanında, günah işlememek için söz vermektir. Buna tövbe bî'atı denir. Büyük günâhlardan biri işlenince, bu bî'at bozulur. Yeniden bîat etmek lâzımdır. İkincisi, intisâb etmek, b ağlanmak, bereketlenmek için bir velîye veya onun hakîkî mensuplarına bîat etmektir. Onlar için bildirilen müjdelere ve şefâatlarına kavuşulur. Bî'atin üçüncü mânâsı, evliyâ zâtlardan gelen feyizlere, mânevî bilgilere kavuşmak, onlardan faydalanmak için yapılır. (Abdullah-ı Dehlevî)
 
Bî'at-ı Rıdvân:
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
Kur'ân-ı kerîmde Bî'at-ı Rıdvân yapanlar hakkında meâlen buyruldu ki:
Andolsun ki, Allahü teâlâ, seninle o ağacın altında bî'at ettikleri vakit mü'minlerden râzı olmuştur. (Feth sûresi: 18)
Ağaç altında gerçekten bî'at edenlerden hiç biri, Cehennem'e girmeyecektir. (Hadîs-i şerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt).
 
BÎ-ÇÛN VEBÎ-ÇİGÛNE:
Hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlaşılamayan. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden bir terim.
Allahü teâlâ bî-çûn ve bî-çîgûnedir. Akıl neyi düşünür neyi tasavvur (hayâl) ederse etsin, O değildir. Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâyı anlatan en iyi kelime, en geniş ibâre, Şûrâ sûresi on birinci âyetindeki: "Onun benzeri gibi hiç bir şey yoktur." sözüdür ki, buna Fârisî dilinde "bîçûn ve bî-çîgûne" denir. (İmâm-ı Rabbânî)
 
BİD'AT:
Sonradan ortaya çıkan şey, ilk defâ benzersiz bir şey ortaya koymak.
Peygamberimizin ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan söz, yazı, usûl ve işler, reformlar.
Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir. Yoldan çıkmaktır. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Bir millet, dîninde bir bid'at yaparsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kıyâmete kadar bir daha geri getirmez. (Hadîs-i şerîf-Dârimî)
Sünnete giden yol; bid'atten kaçmak, Eshâb-ı kirâmın icmâ'ına (söz birliğine) uymak, bozuk din adamlarından uzaklaşmak, bir Allah ad***** tanımak ve eserlerini okumaktır. (Ebû Ali Hasen Cürcânî)
Değiştiremeyeceğim bir bid'atı görmektense, mescidde söndüremiyeceğim bir ateşi görmeyi tercih ederim. (Ebû İdrîs Havlânî)
Bid'atin terki, sünneti yerine getirmekten iyidir. Bid'atin yaygın olduğu, sünnetin terk edildiği bu karanlık zamanda, ilim öğrenmek, öğretmek ve yaymak en önemli iştir. Resûlullah'ın sünnetini ihyâ etmek maksadların en büyüğüdür. Bu dünyâ amel, iş, ibâdet yeridir. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Bid'at Ehli:
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.
Allahü teâlâ, bid'at ehlinin orucunu, haccını, ömresini, cihâdını, adâletini kabûl etmez. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Bid'at ehli, bid'atinden vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ tövbesini kabul etmez. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Bid'at ehli ile oturup kalkmayınız. Çünkü o, kalbi hasta yapar. (Hasan-ı Basrî)
Yabancı kadın, bid'at ehli ve fâsıkla berâber olmaktan çok sakının. (Ebü'l-Hüseyin Nûri)
Bid'at ehli ile oturmayınız. Onlarla sohbet etmeyiniz. Çünkü sizi dalâlete (yanlış yola, sapıklığa) düşürebilirler. (Abdullah bin Zeyd)
 
Bid'at Fırkası:
Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmının yolundan ayrılanlar. Hadîs-i şerîfte Cehennem'e gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkadan her biri.
 
Bid'at-ı Hasene:
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler. (Bkz. Sünnet)
 
Bid'at sâhibi:
Bid'at ehli.
Bid'at sâhiplerinin en kötüsü, Resûlullah'ın Eshâbına buğz ve düşmanlık edenlerdir. Bid'at ehline hürmet etmek İslâm'ın yıkılmasına yardım etmek olup, amellerin sevâbını giderir. Bid'at ehline Resûlullah lânet edip; "Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun" buyurdular. Bid'at ehliyle arkadaşlığın zarârı, kâfirle arkadaşlığın zarârından çoktur. Bid'at sâhibine buğz ile ondan yüz çevirenin kalbini, Allahü teâlâ emniyet ve güven ile doldurur. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Bid'at-ı Seyyie:
Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.
 
BİLLÂHİ:
"Allahü teâlâya yemîn ederim" mânâsına, yemîn sözlerinden biri. (Bkz. Yemîn)
 
BİRR:
Hayır, iyilik, Allahü teâlânın emirlerine uymak.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Birr ve takvâ (haramlardan, günâhlardan kaçınmak) da birbirinize yardım edin. (Mâide sûresi: 2)
Bİ'SET:
Gönderme, gönderilme. Bir peygambere peygamber olduğunun bildirilmesi.
Peygamber efendimiz kırk yaşında iken mîlâdî 610 senesi Ramazan ayının on yedinci Pazartesi günü Cebrâil ismindeki melek tarafından Peygamber olduğu kendisine bildirildi. Bu seneye Bi'set senesi denir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Beş vakit namaz, bi'setin on ikinci senesinde ve hicretten bir sene ve bir kaç ay önce Mîrâc gecesinde farz oldu. (Muhammed Rebhâmî)
 
Geri
Üst