20
EXE RANK
OttoMaNs* ;яeiz
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 20 Şub 2011
- Mesajlar
- 32,869
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
Bir Dönem Türkçe Kur'an Tartışmaları
A.Metin Bedri /YENİÜMİT DERGİSİ
"Entelijansiyanın yabancılaşması"
İkinci Meşrutiyet'in ilânının ilk dönemlerinde Kur'ân'ın Türkçe tercüme ve tefsiriyle alâkalı olarak gazete ve dergilerde ciddi bir münakaşa başlayınca, Mustafa Sabri Efendi ile Ahmed Midhat Efendi arasında önemli bir kalem mücadelesi baş göstermişti. Daha sonra, bu konuda bir çok makale ve kitaplar yazıldı. Seyyid Süleyman Tevfik el-Hüseynî (v. 1939), II. Abdülhamit dönenimde Kur'ân'ı Türkçe'ye çevirmiş ve fakat yayımlayamamış, Cumhuriyet'in ilânından sonra yayımlamıştır. Ubeydullah Efendi: "Biz Türkler örgün eğitimi yaygınlaştırmak için, öğretim metotlarını kendimize mahsus yolda düzenlemeye muhtacız. Fakat dini öğretmek ve anlamak için her halde Kur'ân ve hadisleri tamamıyla Türkçe'ye tercüme etmek mecburiyetindeyiz. İçimizde, dini Arapça öğrenmek isteyenlere kimse mani olamaz. Fakat dinin Arapça'ya inhisarını kesinlikle kabul edemeyiz. Dinin yalnız Arapça'ya inhisar edilmesinden dolayı, Arapça bilmeyip dinin hakikatlerini öğrenmek isteyenler Kur'ân'ı Fransızca'dan, İngilizce'den okuyup anlamaya çalışıyorlar." diyerek, bu konudaki hedef ve arzularını dile getirmiştir.2
Cemil Meriç'in, Volney ve Baron de Tott gibi "müseccel İslâm ve Türk düşmanlarının şâkirdi" olarak tanıttığı Münif Paşa, İmam-ı A'zam'a atıfla, Kur'ân'ın, her milletin kendi dilinde okunabileceğini savunur.3
Kur'ân'ın Türkçe'ye çevirisi ile ulusalcılık düşüncesi arasında sıkı bir irtibat kurmak isteyen çok kimse olmuş ve bu konuda kitaplar yazmışlardır. "Türkçe Ezan, Türkçe Namaz Farzdır." iddiaları da yine bu tip kitapların iddiaları içerisindedir. Kur'ân'daki sûre isimlerini dahi Türkçe'ye çevirme çevirme garabetine girilmiştir.
Cemil Meriç, yukarıda da geçtiği üzere, harflerimizin değiştirilmesi fikrinin batı kaynaklı olduğunu anlatır: "Harflerimizi değiştirmemizi ilk defa teklif eden İslâm düşmanı Volney'dir. Münif Paşa'nın hocasıdır. Dil davası yoktur; entelijansiyanın yabancılaşması, başkalaşması, düşmanlaşması vardır."4 Cemil Meriç'e göre Türkiye'de halk kendi kitaplarını, aydın ise Batı'nın kitaplarını okur ve Batılı Kur'ân'daki kelimelere tahammül edememiştir.5
Ziya Gökalp (1876-1924), türkçülüğü savunurken, din kitaplarının, hutbelerin, vaazların Türkçe olmasını istiyordu. Bunu da şu gerekçeye dayandırıyordu: "Bir millet dinî kitaplarını okuyup anlamazsa, dinin hakikî mahiyetini öğrenemez. İbadetten alınacak vecd de, ancak okunan duaların tamamıyla anlaşılmasına bağlıdır."6 Ziya Gökalp bu isteğini şiirle de dile getirir:
Bir ülke ki, câmiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manâsını namazdaki duanın...
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'ân okunur,
Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!7
Buna rağmen Ziya Gökalp, namazda okunan sûreleri, "Türkçe Kur'ân" talebinin dışında tutuyor, onların aslından okunması gerektiğini söylüyordu.8
Türkiye'de "Kur'ân'ın Türkçe tercümesi" ile ibadet meselesi tartışılırken, Muhammed Ferid Vecdi (ö. 1374/1954) ve Ahmed Mustafa el-Merâğî (ö. 1364/1945), Mısır'dan buna destek veriyorlardı. Merâğî, "harfî (motomot) terceme" ile ibadeti caiz görüyordu ki,9 böyle bir tercümenin değil Kur'ân için, herhangi bir kitap için bile mümkün olmadığı malûmdur.10 Cemil Meriç, "Bir düşünceyi ifade edecek çeşitli kelimeler arasında yalnız bir tanesi doğru, yalnız bir tanesi güzel, yalnız bir tanesi yerindedir. Üslûp demek, bu kelimeyi keşfetmek demektir." der.11 Türkçe'den Türkçe'ye dahi dengi dengine bir tercüme yapılamayacağını kaydeden Meriç, verdiği şu örneklerle bu fikrini destekler. "Bugünkü dilde "efrad-ı nâs"ın karşılığı yoktur. Efrad-ı nâs, "halk" değildir. Halk, mütecanis bir bütündür. Hem "hâdisat"ı, hem "vukuat"ı, hem "vekayi"i, "olay"la karşılamak tercüme değil, ihanettir. "Hafâyâ"nın Türkçesi "gizli şeyler". "Serair"in Türkçesi de "gizli şeyler". Ama "hafâyâ" başka, "serair" başkadır."12
Rafa kaldırılan deneme
Bir çok tartışmanın ardından Kur'ân, daha önce de bazı çevirileri yapılmış olmakla birlikte, 1931 nisanında yeniden Türkçe'ye çevrildi ve Türkçe açıklamalarıyla yayımlandı. 1932 yılı ocak ayında bu çeviriden alınma parça, ilk kez İstanbul'da bir camide açıkça okundu.13
Mustafa Kemal, Kur'ân'ın, özellikle namazda Türkçe okunmasını ısrarla istemiş ve fakat bunun nasıl komik bir durum ortaya çıkardığını görünce, meseleyi sonuna kadar takip etmemiştir. Onun maksadı, Kur'ân'a inanan ve O'nun arkasından giden Türklerin Kur'ân'ın muhtevasından haberdar olmalarıydı.14 1931 Ramazan'ının 15'inden itibaren, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye müezzini Hafız Kemal, Hafız Sadettin, Hafız Burhan, Hafız Fahri, Hafız Nuri, Hafız Yaşar, Hafız Zeki ve Sultan Selimli Hafız Rıza gibi hafızları saraya çağırmış ve onlara, "inkılâbımın son merhalesini siz yapacaksınız hafız beyler!" diye iltifat etmişti. Fakat buraya davet edilen hafızlar, Kur'ân ve ezanda ne türlü bir inkılâp olacağını henüz bilmiyorlardı. Bu durumu ayrıntılarıyla onlara Maarif Vekili Reşit Galip açıkladı: "Camilerde Türkçe Kur'ân okuyacaksınız. İşte size birer tane Kur'ân veriyoruz. Evet bu tercüme, belki iyi değildir. Çünkü Arapça'dan Fransızca'ya ve ondan da Türkçe'ye yapılmıştır. Bununla beraber, Ankara'da daha iyi bir Kur'ân tercümesi yaptırılmaktadır."15 Hangi hafızın nerede ve hangi sûrenin neresinden okuyacağı da özenle seçiliyordu ve bu liste bir gün önce gazetelere verilmişti. Hafız Rıza'nın dediğine göre, bu taksimatta kendine ikindi namazından sonra Beyazıt Camii'nde Kur'ân okuması söylenmişti. Hafız Rıza, camiye vardığında çok kalabalık bir cemaatin kendini beklediğini görür. Türkçe mensur bir Kur'ân ibaresini okuyacağı için çok heyecanlı olan hafız, bu işin pek yürüyemeyeceğini de önceden sezmiş gibi idi. Halkın meraklı bakışları arasında Kur'ân'ın Türkçe tercümesini okudu ama, orada bulunanların naklettiğine göre bu iş pek beğenilmemişti.
A.Metin Bedri /YENİÜMİT DERGİSİ
"Entelijansiyanın yabancılaşması"
İkinci Meşrutiyet'in ilânının ilk dönemlerinde Kur'ân'ın Türkçe tercüme ve tefsiriyle alâkalı olarak gazete ve dergilerde ciddi bir münakaşa başlayınca, Mustafa Sabri Efendi ile Ahmed Midhat Efendi arasında önemli bir kalem mücadelesi baş göstermişti. Daha sonra, bu konuda bir çok makale ve kitaplar yazıldı. Seyyid Süleyman Tevfik el-Hüseynî (v. 1939), II. Abdülhamit dönenimde Kur'ân'ı Türkçe'ye çevirmiş ve fakat yayımlayamamış, Cumhuriyet'in ilânından sonra yayımlamıştır. Ubeydullah Efendi: "Biz Türkler örgün eğitimi yaygınlaştırmak için, öğretim metotlarını kendimize mahsus yolda düzenlemeye muhtacız. Fakat dini öğretmek ve anlamak için her halde Kur'ân ve hadisleri tamamıyla Türkçe'ye tercüme etmek mecburiyetindeyiz. İçimizde, dini Arapça öğrenmek isteyenlere kimse mani olamaz. Fakat dinin Arapça'ya inhisarını kesinlikle kabul edemeyiz. Dinin yalnız Arapça'ya inhisar edilmesinden dolayı, Arapça bilmeyip dinin hakikatlerini öğrenmek isteyenler Kur'ân'ı Fransızca'dan, İngilizce'den okuyup anlamaya çalışıyorlar." diyerek, bu konudaki hedef ve arzularını dile getirmiştir.2
Cemil Meriç'in, Volney ve Baron de Tott gibi "müseccel İslâm ve Türk düşmanlarının şâkirdi" olarak tanıttığı Münif Paşa, İmam-ı A'zam'a atıfla, Kur'ân'ın, her milletin kendi dilinde okunabileceğini savunur.3
Kur'ân'ın Türkçe'ye çevirisi ile ulusalcılık düşüncesi arasında sıkı bir irtibat kurmak isteyen çok kimse olmuş ve bu konuda kitaplar yazmışlardır. "Türkçe Ezan, Türkçe Namaz Farzdır." iddiaları da yine bu tip kitapların iddiaları içerisindedir. Kur'ân'daki sûre isimlerini dahi Türkçe'ye çevirme çevirme garabetine girilmiştir.
Cemil Meriç, yukarıda da geçtiği üzere, harflerimizin değiştirilmesi fikrinin batı kaynaklı olduğunu anlatır: "Harflerimizi değiştirmemizi ilk defa teklif eden İslâm düşmanı Volney'dir. Münif Paşa'nın hocasıdır. Dil davası yoktur; entelijansiyanın yabancılaşması, başkalaşması, düşmanlaşması vardır."4 Cemil Meriç'e göre Türkiye'de halk kendi kitaplarını, aydın ise Batı'nın kitaplarını okur ve Batılı Kur'ân'daki kelimelere tahammül edememiştir.5
Ziya Gökalp (1876-1924), türkçülüğü savunurken, din kitaplarının, hutbelerin, vaazların Türkçe olmasını istiyordu. Bunu da şu gerekçeye dayandırıyordu: "Bir millet dinî kitaplarını okuyup anlamazsa, dinin hakikî mahiyetini öğrenemez. İbadetten alınacak vecd de, ancak okunan duaların tamamıyla anlaşılmasına bağlıdır."6 Ziya Gökalp bu isteğini şiirle de dile getirir:
Bir ülke ki, câmiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manâsını namazdaki duanın...
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'ân okunur,
Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!7
Buna rağmen Ziya Gökalp, namazda okunan sûreleri, "Türkçe Kur'ân" talebinin dışında tutuyor, onların aslından okunması gerektiğini söylüyordu.8
Türkiye'de "Kur'ân'ın Türkçe tercümesi" ile ibadet meselesi tartışılırken, Muhammed Ferid Vecdi (ö. 1374/1954) ve Ahmed Mustafa el-Merâğî (ö. 1364/1945), Mısır'dan buna destek veriyorlardı. Merâğî, "harfî (motomot) terceme" ile ibadeti caiz görüyordu ki,9 böyle bir tercümenin değil Kur'ân için, herhangi bir kitap için bile mümkün olmadığı malûmdur.10 Cemil Meriç, "Bir düşünceyi ifade edecek çeşitli kelimeler arasında yalnız bir tanesi doğru, yalnız bir tanesi güzel, yalnız bir tanesi yerindedir. Üslûp demek, bu kelimeyi keşfetmek demektir." der.11 Türkçe'den Türkçe'ye dahi dengi dengine bir tercüme yapılamayacağını kaydeden Meriç, verdiği şu örneklerle bu fikrini destekler. "Bugünkü dilde "efrad-ı nâs"ın karşılığı yoktur. Efrad-ı nâs, "halk" değildir. Halk, mütecanis bir bütündür. Hem "hâdisat"ı, hem "vukuat"ı, hem "vekayi"i, "olay"la karşılamak tercüme değil, ihanettir. "Hafâyâ"nın Türkçesi "gizli şeyler". "Serair"in Türkçesi de "gizli şeyler". Ama "hafâyâ" başka, "serair" başkadır."12
Rafa kaldırılan deneme
Bir çok tartışmanın ardından Kur'ân, daha önce de bazı çevirileri yapılmış olmakla birlikte, 1931 nisanında yeniden Türkçe'ye çevrildi ve Türkçe açıklamalarıyla yayımlandı. 1932 yılı ocak ayında bu çeviriden alınma parça, ilk kez İstanbul'da bir camide açıkça okundu.13
Mustafa Kemal, Kur'ân'ın, özellikle namazda Türkçe okunmasını ısrarla istemiş ve fakat bunun nasıl komik bir durum ortaya çıkardığını görünce, meseleyi sonuna kadar takip etmemiştir. Onun maksadı, Kur'ân'a inanan ve O'nun arkasından giden Türklerin Kur'ân'ın muhtevasından haberdar olmalarıydı.14 1931 Ramazan'ının 15'inden itibaren, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye müezzini Hafız Kemal, Hafız Sadettin, Hafız Burhan, Hafız Fahri, Hafız Nuri, Hafız Yaşar, Hafız Zeki ve Sultan Selimli Hafız Rıza gibi hafızları saraya çağırmış ve onlara, "inkılâbımın son merhalesini siz yapacaksınız hafız beyler!" diye iltifat etmişti. Fakat buraya davet edilen hafızlar, Kur'ân ve ezanda ne türlü bir inkılâp olacağını henüz bilmiyorlardı. Bu durumu ayrıntılarıyla onlara Maarif Vekili Reşit Galip açıkladı: "Camilerde Türkçe Kur'ân okuyacaksınız. İşte size birer tane Kur'ân veriyoruz. Evet bu tercüme, belki iyi değildir. Çünkü Arapça'dan Fransızca'ya ve ondan da Türkçe'ye yapılmıştır. Bununla beraber, Ankara'da daha iyi bir Kur'ân tercümesi yaptırılmaktadır."15 Hangi hafızın nerede ve hangi sûrenin neresinden okuyacağı da özenle seçiliyordu ve bu liste bir gün önce gazetelere verilmişti. Hafız Rıza'nın dediğine göre, bu taksimatta kendine ikindi namazından sonra Beyazıt Camii'nde Kur'ân okuması söylenmişti. Hafız Rıza, camiye vardığında çok kalabalık bir cemaatin kendini beklediğini görür. Türkçe mensur bir Kur'ân ibaresini okuyacağı için çok heyecanlı olan hafız, bu işin pek yürüyemeyeceğini de önceden sezmiş gibi idi. Halkın meraklı bakışları arasında Kur'ân'ın Türkçe tercümesini okudu ama, orada bulunanların naklettiğine göre bu iş pek beğenilmemişti.