20
EXE RANK
OttoMaNs* ;яeiz
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 20 Şub 2011
- Mesajlar
- 32,869
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
ÇAĞDAŞ DÜNYADA KUTSAL VE DİN DIŞI
Birçok kereler tekrar ettiğimiz üzere, dindar insan dünyada kendine özgü bir konumu üstlenmekte ve, tarihsel-dinsel biçimlerin önemli sayıda olmalarına rağmen, bu kendine özgü tarz her zaman tanınabilir nitelikte olmaktadır. İçine daldığı tarihsel bağlam ne olursa olsun, homo religiousus mutlak bir gerçeğin olduğuna, bu dünyayı aşan, fakat orada tezahür eden ve bu nedenden ötürü onu kutsallaştıran ve hakiki kılan kutsal'a her zaman inanmıştır. Hayatın kutsal bir kökene sahip olduğuna ve insan varoluşunun dinsel olduğu ölçüde, yani hakikate katıldığı ölçüde tüm bu olabilirlikleri güncelleştirdiğine inanmaktadır. Tanrılar insanı ve dünyayı yaratmışlar, medenileştirici kahramanlar Yaradılış'ı tamamlamışlar ve bütün bu tanrısal ve yarı-tanrısal eserlerin tarihi efsanelerde muhafaza edilmiştir. İnsan kutsal tarihi yeniden güncelleştirirken, tanrısal tavrı taklid ederken, tanrıların yanına, yani hakiki ve anlamlının içinde yerleşmekte ve burada tutunmaktadır.
Bu dünyada varolma tarzını dindışı bir insanın varoluşundan ayıran herşeyi görmek kolaydır. Herşeyden önce şu olgu vardır: dindışı insan aşkınlığı reddetmekte, "hakikat"in göreliliğini kabul etmekte ve hatta varoluşun anlamından şüphe duyduğu olmaktadır. Geçmişin büyük kültürleri de dindışı insanları tanımışlardır, hatta belgelerin ortaya henüz birşey koymamış olmalarına rağmen, kültürün daha geri aşamalarında böylesine insanların varolmuş olmaları olasılık dışı değildir. Fakat, dindışı insan yalnızca çağdaş Batı toplumlarında tam anlamıyla serpilebilmiştir. Çağdaş dindışı insan yeni bir varoluşsal konumu üstlenmektedir; kendini Tarihin öznesi ve ajanı olarak kabul etmekte ve aşkınlığa her türlü başvuruyu reddetmektedir. Başka bir anlatımla, çeşitli tarihsel konumlar içinde kendini açığa çıkarttığı haliyle insanlık durumunun dışında hiçbir insanlık modelini kabul etmemektedir. İnsan kendini kendi yapmaktadır ve kendini tam anlamıyla, ancak dünyayı ve kendini kutsallıktan arındırdığı ölçüde yapabilmektedir. Kutsal onun özgürlüğünün karşısındaki asıl engeldir. Ancak kökten bir şekilde demistifie olduğu zaman kendi olabilecektir. Ancak sonuncu tanrıyı öldürdüğünde gerçekten özgür olabilecektir.
Bu felsefi tavır alışı burada tartışmak bize düşmez. Ancak, farketmemiz gereken nokta, çağdaş dindışı insanın son tahlilde trajik bir varoluşu üstlendiği ve varoluşsal tercihinin yücelikten yoksun olmadığıdır. Fakat bu dindışı insan, homo religiosus'un soyundan gelmektedir, o da bu adamın eseridir, ataları tarafından üstlenilen konumlarından itibaren oluşmuştur. "Doğa"nın, tanrının eseri Kozmos'un laikleşmesinin ürünü olduğu gibi, dindışı insan da, insan varoluşunun bir kutsallıktan arınma sürecinin ürünüdür. Fakat bu durum dindışı insanın öncelinin zıddında, tüm dindarlıktan ve insan-aşırı tüm anlamlardan "boşalmaya" çabalayarak kendini oluşturmasını gerektirmektedir. Kendini, atalarının "batıl itikatlarından kurtardığı" ve "arındırdığı" ölçüde tanıyabilmektedir. Başka terimlerle, dindışı insan bunu istesin veya istemesin, dindar insanın davranışından gelen izleri hala muhafaza etmektedir, ama bunları dinsel anlamlarından arındırmış olarak. Ne yaparsa yapsın, onun mirasçısıdır. Geçmişini nihai olarak ilga edemez, çünkü bizzat onun ürünüdür. Kendini bir dizi olumsuzlama ve red ile oluşturmaktadır, fakat reddettiği gerçeklerin tasallutuna uğramaya devam etmektedir. Kendine ait bir dünyüyü sahip olabilmek için, atalarının yaşadıkları dünyayı kutsallıktan arındırmıştır, ama bu noktaya gelebilmek için, onu önceleyen bir tavrın tersini benimsemek zorunda kalmıştır ve bu tavrı varlığının en derin yerinde yeniden güncelleşmeye hazır bir şekilde hissetmektedir.
Birçok kereler tekrar ettiğimiz üzere, dindar insan dünyada kendine özgü bir konumu üstlenmekte ve, tarihsel-dinsel biçimlerin önemli sayıda olmalarına rağmen, bu kendine özgü tarz her zaman tanınabilir nitelikte olmaktadır. İçine daldığı tarihsel bağlam ne olursa olsun, homo religiousus mutlak bir gerçeğin olduğuna, bu dünyayı aşan, fakat orada tezahür eden ve bu nedenden ötürü onu kutsallaştıran ve hakiki kılan kutsal'a her zaman inanmıştır. Hayatın kutsal bir kökene sahip olduğuna ve insan varoluşunun dinsel olduğu ölçüde, yani hakikate katıldığı ölçüde tüm bu olabilirlikleri güncelleştirdiğine inanmaktadır. Tanrılar insanı ve dünyayı yaratmışlar, medenileştirici kahramanlar Yaradılış'ı tamamlamışlar ve bütün bu tanrısal ve yarı-tanrısal eserlerin tarihi efsanelerde muhafaza edilmiştir. İnsan kutsal tarihi yeniden güncelleştirirken, tanrısal tavrı taklid ederken, tanrıların yanına, yani hakiki ve anlamlının içinde yerleşmekte ve burada tutunmaktadır.
Bu dünyada varolma tarzını dindışı bir insanın varoluşundan ayıran herşeyi görmek kolaydır. Herşeyden önce şu olgu vardır: dindışı insan aşkınlığı reddetmekte, "hakikat"in göreliliğini kabul etmekte ve hatta varoluşun anlamından şüphe duyduğu olmaktadır. Geçmişin büyük kültürleri de dindışı insanları tanımışlardır, hatta belgelerin ortaya henüz birşey koymamış olmalarına rağmen, kültürün daha geri aşamalarında böylesine insanların varolmuş olmaları olasılık dışı değildir. Fakat, dindışı insan yalnızca çağdaş Batı toplumlarında tam anlamıyla serpilebilmiştir. Çağdaş dindışı insan yeni bir varoluşsal konumu üstlenmektedir; kendini Tarihin öznesi ve ajanı olarak kabul etmekte ve aşkınlığa her türlü başvuruyu reddetmektedir. Başka bir anlatımla, çeşitli tarihsel konumlar içinde kendini açığa çıkarttığı haliyle insanlık durumunun dışında hiçbir insanlık modelini kabul etmemektedir. İnsan kendini kendi yapmaktadır ve kendini tam anlamıyla, ancak dünyayı ve kendini kutsallıktan arındırdığı ölçüde yapabilmektedir. Kutsal onun özgürlüğünün karşısındaki asıl engeldir. Ancak kökten bir şekilde demistifie olduğu zaman kendi olabilecektir. Ancak sonuncu tanrıyı öldürdüğünde gerçekten özgür olabilecektir.
Bu felsefi tavır alışı burada tartışmak bize düşmez. Ancak, farketmemiz gereken nokta, çağdaş dindışı insanın son tahlilde trajik bir varoluşu üstlendiği ve varoluşsal tercihinin yücelikten yoksun olmadığıdır. Fakat bu dindışı insan, homo religiosus'un soyundan gelmektedir, o da bu adamın eseridir, ataları tarafından üstlenilen konumlarından itibaren oluşmuştur. "Doğa"nın, tanrının eseri Kozmos'un laikleşmesinin ürünü olduğu gibi, dindışı insan da, insan varoluşunun bir kutsallıktan arınma sürecinin ürünüdür. Fakat bu durum dindışı insanın öncelinin zıddında, tüm dindarlıktan ve insan-aşırı tüm anlamlardan "boşalmaya" çabalayarak kendini oluşturmasını gerektirmektedir. Kendini, atalarının "batıl itikatlarından kurtardığı" ve "arındırdığı" ölçüde tanıyabilmektedir. Başka terimlerle, dindışı insan bunu istesin veya istemesin, dindar insanın davranışından gelen izleri hala muhafaza etmektedir, ama bunları dinsel anlamlarından arındırmış olarak. Ne yaparsa yapsın, onun mirasçısıdır. Geçmişini nihai olarak ilga edemez, çünkü bizzat onun ürünüdür. Kendini bir dizi olumsuzlama ve red ile oluşturmaktadır, fakat reddettiği gerçeklerin tasallutuna uğramaya devam etmektedir. Kendine ait bir dünyüyü sahip olabilmek için, atalarının yaşadıkları dünyayı kutsallıktan arındırmıştır, ama bu noktaya gelebilmek için, onu önceleyen bir tavrın tersini benimsemek zorunda kalmıştır ve bu tavrı varlığının en derin yerinde yeniden güncelleşmeye hazır bir şekilde hissetmektedir.