Darwin ve Evrim Teorisi Geniş Kapsamlı Araştırma

7
EXE RANK

-тнє αLуx-

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
21 Tem 2009
Mesajlar
7,782
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.netbilgini.com
-тнє αLуx-
İnsanlık tarihi,bütün görkemine karşın,çekilen onca acının ve akıtılan onca kan ve gözyaşının da tarihidir,bir bakıma.Her yeni düşünce,çağına göre değişen baskılarla karşılaşmış ,sindirilmek istenmiş,yokedilmeye çalışılmıştır.Galileo'ye,o ilerlemiş yaşına rağmen uygulanan ev hapsi, Bruno'nun diri diri yakılması...hep böyle bir karanlığın ürkütücü fotoğraflarıydı. ..Ne var ki,insanlığın bu çileli yolculuğu Darwin'e ve onun "kur*****" gösterilen "akılalmaz" tepkilerin bir benzerine daha tanık olmamıştır.Aradan yüzelli yıl geçmiştir.Yaşadığı dönemde uğradığı "hakaretler" hiç eksilmeksizin sürmüş,özellikle bilimdışı çevreler tarafından "alaya"alınmıştır.Bugün de durum çok farklı değil...Yine bilimdışı çevreler,yine "şeytan" Darwin ve yine "safsata"bir kuram...Peki ama bütün bu acımasızlığın nedeni neydi? Darwin ne yapmıştı da böylesine bir hedef haline gelmişti? Üstüne gelenler ne yapmak istiyordu ?
izafet.Com - Darwin ve Evrim Teorisi?

Herşey 1831 yılında başlamıştı...Birleşik Krallık Araştırma Gemisi Beagle,İngiltere'nin Devenport limanından demir aldığında hiç kimse,dünyayı derinden etkileyebilecek bir kuramın temellerinin atılabileceğini bilmiyordu...Hatta,gemiye " son dakikada " dahil olan genç ,Charles Darwin'in kendisi bile...

O sıralar yirmi iki yaşında olan Darwin,1809 yılında İngiltere'de doğmuştu.Dokuz yaşındayken annesini yitirmişti.Çocukluğu entellektüel bir çevre içinde geçmişti.Kendisi de bir hekim olan babasının isteğiyle tıp eğitimi almaya yönlendirilmişti.Okulda pek parlak bir öğrenci değildi.Derslerine karşı ilgisiz davranan Darwin,çoğu zamanını doğa bilimci arkadaşlarıyla geçiriyordu.,Hayvanlara ,özellikle böceklere karşı aşırı bir ilgisi vardı.Daha o sıralar zengin bir böcek koleksiyonu vardı.Tıp eğitimini tamamlayamadı...Yine babasının üstelemesiyle Camridge'de ilahiyat okumaya başladı.Orada aynı zamanda jeoloji ve botanik dersleri de görüyordu.Aynı zamanda bir rahip olan botanik hocasıyla uzun yürüyüşler yapıyordu.Henslow ondaki bu doğaya ve canlılığa yönelik gözlem yeteneğini farketmişti.İki yıl sonra ilahiyat eğitimini tamamladığında İngiltere'nin herhangi bir taşrasında rahip olmaya hiç de niyetli değildi.Tam o sıralar karşısına çıkan bir fırsat bütün hayatını değiştirecekti...İngiliz Araştırma Gemisi Beagle güney yarımkürede çıkacağı bir araştırma gezisi için jeolojik araştırmalar yapacak bir doğa bilimci arıyordu.Babasını razı ederek , botanik hocası,rahip Henslow 'un da önerisiyle bu gemide görev aldı.

Geminin iki yıl olarak planlanan yolculuğu tam beş yıl sürdü.Bu beş yıl boyunca kitaplar okudu,notlar tuttu,gözlemlerde bulundu.çeşitli hayvan ve bitki örnekleri topladı...Özellikle Rahip Henslow'un önerisiyle yanına aldığı Charles Lyell'in "Jeoloji'nin İlkeleri" adlı kitaptan çok yararlandı.Dünya yüzeyinin sürekli değiştiği düşüncesi onu çok etkiliyordu..Güney Amerika'nın yaklaşık 1500 km.açıklarındaki Galapagos Adaları'na geldiklerinde buralarda bulunan canlıların kıta Amerika'daki türlerinden farklılıklar taşıdığını gördü...Bu farklılık kıtadan uzaklaştıkça artış gösteriyordu. Hatta adadan adaya bile farklılıklar vardı. Burada bir hafta kalan Darwin, 1836 yılında İngiltere'ye döndüğünde,gözlemlerini aktardığı ciltler dolusu notları ve eşsiz bir fauna-flora koleksiyonuna sahipti.

Yıllarca sürecek bir çalışma başlıyordu artık.O zamana kadar ki yaygın inanış olan türlerin bir defada yaratıldığı ve değişmediği düşüncesinin doğru olamayacağı kanaatine varmıştı...Doğal çevre ,hakim bitki örtüsü ve klimatik faktörler...türlerde değişikliğe neden oluyordu.Galapagos'da bir adadan diğer bir adaya uçamayan ispinoz kuşlarında bunu görmüştü...Gaga yapısı her adadaki kuşlarda farklıydı...Kertenkelelerde ,dev kaplumbağalarda da durum aynıydı...Eldeki kanıtlar evrimsel dallanmayı göstermekle birlikte bunun nasıl gerçekleştiğini göstermeye yetmiyordu.Tam o sıralar,eline,Thomas Malthus'un, "Nüfus Üzerine İnceleme"adlı makalesi geçti.Kitapta Nüfus ile yiyecek miktarı arasındaki ilişki anlatılıyor,insanlardaki üremenin yiyecek üretimini sürekli aşma eğilimi gösterdiği vurgulanıyordu.Darwin ,bu denemeden etkilenir ve "yaşam savaşımı"olayını ele alır.Yaşam savaşımı genel olarak canlıların,ortamdaki sayılarını koruyabilecek bir çoğalma eğilimi gösterdiğini,değişen koşullar karşısında bireylerin mücadele ettiğini,elemine edilen bireylerle popülasyonların dengede kaldığını...belirtir.Bu kavram gelişecek,ve ilerde evrim mekanizmasının itici gücü olan "doğal seleksiyonun"temelini oluşturacaktı.

Darwin,yaptığı çalışmanın etkilerinin büyük olacağını sezinliyordu.Belki de bu yüzden çalışmaları biraz ağır gidiyordu.İngiltere'ye dönüşünden tam yirmi üç yıl sonra,24 Kasım 1859 'da kısa adıyla "Türlerin Kökeni "ni yayınladı.Kitap bir günde tüketildi, Ardından yeni basımlar geldi.Bu kitapta değinmediği insanın evrimiyle ilgili düşüncelerini daha sonra yayınlayacağı ve kısa adıyla "İnsanın Türeyişi " olarak bilinen kitapta belirtecekti...

Hiç kuşkusuz,evrim düşüncesi, Darwin'den önce de vardı.Ama bu düşünceler sezgisel bir özellik gösteriyordu.Lamarck'ın evrim düşüncesi ise,doğal çevre yerine bireyin içsel değişikliklerini öne çıkartıyordu...İlk kez Darwin, evrim düşüncesini olgusal olarak açıklama yoluna gitmiş,kanıtlar göstermiştir.Evrim düşüncesi ilk kez onunla birlikte bir "omurga"ya sahip olmuştur: O da "doğal seleksiyon"du. Darwin'in doğal seleksiyonu,evrimin,küçük değişikliklerin birikiminden başka bir şey olmadığını söylüyordu.Evrim gizemli bir içsel güçle değil,gözlenebilir küçük değişikliklerin birikimiyle gerçekleşiyordu.Böylece evrim,Darwin sayesinde işlerliği olan bir BİLİM kimliği de kazanmış oluyordu.

Darwin'in temel düşüncesi bilinen dünyanın tek bir an'da yaratılmadığı üstüneydi.Var olan canlılık kendisinden önce gelen daha ilkel bir türden evrimleşiyordu.Bu da adına doğal seleksiyon dediği,mutasyon veya rastlantılara bağlı olarak çalışan,kalıtsal özellikleri de bir tür denetim altında tutan bir mekanik düzenek sayesinde gerçekleşiyordu..İnsan da ,diğer bütün canlılarda olduğu gibi bu mekanik düzenek sonucu oluşmuştu...

Tepkiler gecikmedi. Başını kilisenin çektiği ve bazı bilim adamlarının da katıldığı bir grup ,yaratılışa karşı çıkıldığı gerekçesiyle şiddetle karşı koyuyorlardı.Bunların arasında "Jeolojinin İlkeleri" adlı kitabın yazarı Charles Lyell de vardı.Darwin biraz da çekingenliğinin etkisiyle bu tartışmalara katılmıyordu.En yakın arkadaşlarından biri olan Thomas Huxley,bu karşı koyuşlara aynı şiddette yanıtlar veriyordu. Bu iki görüş sonunda ,1860 yılında karşı karşıya gelmişlerdi.Britanya İleri Araştırmalar Kurumu Toplantı Salonu'nda ilk konuşmayı ateşli nutuklarıyla tanınan Oxford Piskoposu Samuel Wilberforse almıştı...Uzunca bir konuşmadan sonra ön sıralarda oturan Huxley'e dönüp,o tarihe geçen ünlü(!) sorusunu sormuştu "...maymunla akrabalık bağınız anne tarfından mı,yoksa baba tarafından mı?.."Huxley ön sıradan kalkıp kürsüye geldiğinde o bilinen yanıtını vermişti..." Eğer bana bir büyükbaba olarak zavallı bir maymunu mu,yoksa doğanın büyük bir güç ve yetenekle donattığı ama bu gücü ve yeteneğini yalnızca birtakım eğlenceli sözleri ağırbaşlı bilimsel bir tartışma gibi sunmak amacıyla kullanan bir insanı mı yeğlersin ?diye soracak olsalar,hiç duraksamadan tercihimin maymundan yana olduğunu söylerdim..." Ortalık birbirine girmişti...Piskopos beklemediği böyle bir tepki karşısında,yandaşlarıyla birlikte salondan ayrılmıştı.Kaptan Fitzroy ( Beagle gemisinin kaptanı ) ayağa kalkmış,elindeki "kutsal kitap"ı sallayarak bağırıyordu. "...bütün gerçekler burada yazıyor...! "

Darwin 1882 yılında öldü.

Kuramının pekçok eksik tarafları vardı.Mendel'in kalıtım yasalarıyla birleştirildi.

Bilimdeki gelişmeler Darwin Kuramı'nın temelde doğru olduğunu gösteriyor...

Bilimsel eleştiriler sürüyor.
 
Peki ama Türlerin Kökeni nasıl yazıldı?

darwin gibi doğal tarih meraklısı bir başka araştırmacı da, gene bir raslantı olarak Malthus'u okumuş, aynı sonuca ulaşmıştı. darwin, 1858'de Malaya'dan incelemesi için kendisine postalanan bir yazı eline geçinceye dek Alfred Russell Wallace (1823 - 1913) adlı kişiden habersizdi. Wallace'ın yazısı, darwin'in Malthus'tan esinlenerek oluşturduğu kuramı ana çizgileriyle içeren bir özetti. darwin'in bu durumda uğradığı ruhsal sarsıntıyı kestirmek güç değildir. Ne var ki, onun bir bilim adamından beklenen dürüst davranış örneğini verdiğini biliyoruz. darwin, Wallace'ın isteği doğrultusunda yazıyı okuduktan sonra dönemin ünlü jeoloji bilgini Sir Charles Lyell'e bir açıklamayla birlikte gönderir. darwin açıklamasında kendisinin de uzun bir dönemi kapsayan çalışmalarında aynı sonuca ulaştığını, bu konuda hazırladığı kitabının yakında yayımlanacağını bildiriyordu. Durum gerçekten darwin için iç açıcı değildi. Lyell ile darwin sonunda hakça bir çözüm buldular: Wallace'ın yazısı ile darwin'in sözünü ettiği kitabının bir özeti Linnean Kurumu'nda birlikte okunacak, sonra Kurumun dergisinde yayımlanacaktı. Derginin Eylül 1858 sayısında çıkan bu iki yazı, ne yazık ki, beklenenin tersine, yankı uyandırmaz. Yalnızca bir eleştiri göze çarpar; onda da, "yazılarda yeni olan her şeyin yanlış, doğru olan her şeyin de zaten bilindiği," küçümsemesi vardı.

Ancak cesaret kinci bu durum darwin'i pek etkilemez: Lyell ile tanınmış botanikçi Hooker'in teşvikiyle hazırlamakta olduğu kitabını bir an önce bitirmeye koyulur. Türlerin Kökeni adlı ünlü yapıt Kasım 1859'da yayımlanır. İlk baskı kitabın satışa çıktığı gün kapışılır; ikinci baskı da birkaç gün içinde tükenir. Yeni baskılar birbirini izlemekle kalmaz, kitabın çok geçmeden Avrupa dillerinde, bu arada Japonca'da, çevirileri yayımlanır. Bu o dönemde pek az kitap için söylenebilecek bir başarıdır. Türlerin Kökeni, kısa sürede yarattığı sarsıcı etki bakımından Rousseau'nun Sosyal Kontrat, Marx'ın Sermaye, Thomas Paine'in İnsan Hakları gibi devrimsel etki yaratan kitaplarla boy ölçüşebileceğini gösterir. Bu kitapla bilim tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.

darwin devrimi nasıl algılandı?

Türlerin Kökeni'nde darwin türlerin oluşumunu bireyler arasındaki varyasyonları kullanan doğal seleksiyona bağlamıştı. 1871' de yayımlanan İnsan Soyu'nda ise darwin ikinci bir tezle ortaya çıkıyordu: İnsan bir hayvandır; tüm diğer hayvanlar gibi evrim sürecinin ürünüdür.

Kutsal kitapların bilinen öğretileriyle açıktan açığa çelişen bu tez yalnız bağnaz din çevrelerini değil, insanda Tanrısal imge olduğu düşüncesine koşullanmış pek çok kimseyi, bu arada kimi bilim adamlarım, öfkeyle ayağa kaldırır. Ortalığı yatıştırma gereğini duyan Wallace darwin'in imdadına koşmaktan kendini alamaz:

darwin'in evrim kuramı, en aşırı mantıksal sonucuna ***ürülse bile, insanın spiritüel doğasına ilişkin inarîca ters düşmek şöyle dursun, o inancı destekler niteliktedir.

Ne var ki, Wallace'ın pek inandırıcı olmayan bu yorumu etkisiz kalır, özellikle kilisenin içine düştüğü tedirginlik giderilemez. Bu tedirginlik nedensiz değildir: evrim kuramı entelektüel kesimde olduğu kadar halk kitleleri arasında da destek bulur. darwin kendisinden 300 yıl önce gelen Kopernik gibi insan düşüncesinde köklü bir devrim başlatmıştır. Kopernik arzın güneş çevresinde dönen bir gezegen olduğunu söyleyerek; darwin canlıların, bu arada insanın, uzun evrim sürecinde oluştuğuna doyurucu kanıtlar getirerek, evrende arza ve insana özel konum veren geleneksel düşünceyi yıkıyordu. Gerçi Galileo'dan sonra giderek saygınlığını yitiren kilisenin bu gelişmeyi önleyecek ya da etkisiz kılacak gücü kalmamıştı; ama Tanrı'ya doğrudan bir saldırı saydığı darwin kuramını içine sindirmesi de beklenemezdi, elbet. Teoloji, canlılar dünyasına ilişkin bilimsel gelişmelere çok daha duyarlıdır: Fizik dünyanın mekanik açıklamasına zamanla alışılmıştı; ancak canlıların oluşumunda Tanrı'nın dışlanması göz yumulacak bir saygısızlık değildi. Gerçekten, darwin türlerin evrimini, Newton'dan kaynaklanan ve 19. yüzyıl bilim dünyasında egemenlik kuran mekanist görüşle açıklamaktaydı. T.H. Huxley'in, bilim çevrelerinde Türlerin Kökeni'ne gösterilen ilgiden söz ederken çağdaşı pek çok bilim adamının duygularını dile getirdiği söylenebilir:

Biz, doğrudan olgularla yüz yüze getirilerek geçerliği yoklanabilecek açık ve kesin bir açıklama arayışı içindeydik. Türlerin Kökeni aradığımız hipotezi bize sağlamıştı. Yaratılışçı öğretiyi kabul etmiyorduk ama yerine koyacağımız ne vardı elimizde?
 
Daha toplantı salonunun kapıları açılmadan Oxford, Piskoposun darwin'i ezeceği söylentisiyle çalkanmıştı. Wilberforce'u tartışmaya, darwin'e kişisel kin besleyen Profesör Owen hazırlamıştı. Karşısında darwin'in "çoban köpeği" diye bilinen T.H. Huxley vardı. Aslında Huxley'in niyeti dinleyici olarak kalmak, tartışmaya katılmamaktı. Tartışmanın çok geçmeden demagojiye dönüşüp soysuzlaşacağı endişesini taşıyordu. Öyle bir kalabalıkta akıl değil, duygular ağır basacak, dolayısıyla bilimsel bir tartışmaya olanak olmayacaktı. Hatta arkadaşlarının ısrarı olmasa, toplantıya katılmayı bile istemiyordu. Toplantıya gelenler öylesine kalabalıktı ki, Oxford Müzesinde aynlan salon yetersiz görülerek Kütüphanenin Batı Odası diye bilinen daha geniş bir salona geçilir. Konuşmacılar daha gelmeden salon tıka basa dolmuş, nefes alınacak yer kalmamıştı. Salonun batı kesiminde pencerelere kadar doluşan bayanlar yer almış, bir yandan yelpazeleriyle serinlerken bir yandan da el kol işaretleriyle piskoposu coşkuyla selamlıyorlardı. Piskoposun hazır kuvveti kilise takımı da salonun tam ortasında yer almıştı. Salonun kuzey kesimine ise, öğrenciler yığılmıştı; azınlıkta olmakla birlikte onlar da darwin için seslerini yükseltmeye hazırdılar.

Wilberforce konuşmak için yerinden doğrulmaya başlayınca salonda gerginlik artar, tüm gözler ona çevrilir. Piskopos yarım saat boyunca parlak ama içeriksiz bir retorik örneği sergiler; dinleyicileri düşünmeye değil duygulanmaya iten, gerçekleri çarpıtan bir dil kullanır. Ağır başlı bir din adamı görünümünde, evrim düşüncesinin anlamsızlığını vurgular; türlerin başlangıçtaki yaratılış biçimleriyle kaldığı, Tanrısal düzenin değişmeyeceği temasını işler. Dinsel törenlerde her zaman ustaca başvurduğu yöntemle konuşmasının etkisini yükseltmek, karşı tarafa ölüm darbesini vurmak için Huxley'e döner, alaycı bir gülümsemeyle şu soruyu yöneltmekten kendini alamaz: "Şimdi öğrenmek istiyorum, sizin maymunla akrabalığınız anne tarafından mı, yoksa baba tarafından mı?" Konuşmak niyetinde olmayan Huxley artık sessiz kalamazdı, Piskoposa ağzının payını vermek fırsatı doğmuştu. Yavaşça yerinden doğrulur, sakin, kararlı bir ifadeyle, "Maymunla şu ya da bu yoldan akraba olmayı düşürücü bulmuyorum. Beni asıl utandıran şey, söz söyleme ustalığıyla gerçeği saptıran biriyle şu anda karşı karşıya kalmış olmamdır."

Huxley'in bu kısa yanıtı salonun havasını bir anda değiştirir. İtiş kakış ve bağrışmalar arasında hanımlardan biri bayılır. Öğrencilerin ısrarlı isteği üzerine dönemin tanınmış botanik bilgini Hooker kürsüye çağrılır. Hooker konuşmasında Piskopos'un bilimsel verileri hiçe saydığını, bilmediği bir konuda uzmanlık tasladığını, Türlerin Kökeni'ni okumadığı halde kulaktan dolma sözlerle karaladığını belirtir. Piskopos kendini savunamaz duruma düşmüştür; kurtuluşu çevresiyle birlikte toplantıyı hemen terketmekte bulur.

Bu olay aynı dili kullanmayan din ile bilimin bir araya gelip tartışamayacağını göstermekle düşünce tarihinde önemli bir yer tutar.
 
Geri
Üst