MERYEM
Yanıldım, yanıldık bir değil bilmem kaç kere...
Bu parmak izlerimiz sanki silindi Meryem.
En son seni sordum gün rengi yaseminlere,
Taç yaprağından düştü yere bir damla şebnem.
Rüyaların açtığı kapılarda ellerim,
Göğe aralanıyor kimi çaresiz Meryem.
Sararmış bahçeleri yerden toplarken mevsim,
Yakıyor gönülleri esen her suskun meltem.
Kaç kırılmış kalb gördüm tükendi ağlayarak,
Kaç dağılmış yuva; kaç öksüz, kaç yetim Meryem...
Güya medeniyetmiş ah, bu vicdansız tuzak,
Ten pazarında kadın; oltanın ucunda yem...
Ruh düğümlerinden taş taş örülmüş sokaklar,
Kalblere mızrak gibi batmış sütunlar Meryem...
Dev binalar, vitrinler, süsler, satılık aşklar...
İnsanlar sanki dalgın, idraksiz, şaşkın, sersem...
Bir sırlanmış hülyaya dökerken aynaları,
Gecenin saçlarını tarayan tel tel Meryem.
İçimde geleceğin, geçmişin anaları,
Avcuma yıldız yıldız ufalanıyor her dem.
Soruyorum Diyojen feneriyle herkese,
Kalb cebimizden düşen bir haritayı Meryem.
Soruyorum kıyıyı martı uçuran sese,
Soruyorum denize; soruyorum ey tövbem!
Ey deniz, ne kirletti o bembeyaz yelkeni?
O iskeleler nerde, kıyılar nerde Meryem?
Her yerde bir uçsuz baş dönmesi tutar beni,
Ne zaman bu dünyadan iç dünyama eğilsem.
Beyhude gemiler bir bir vururken karaya,
Tacında sönmeyen nurlarla gel ey Meryem!
Her geçen gün gözlerde sızlayan bu yaraya,
O cennet dudağından çal bir Mesihî merhem
Ali Osman Kurun