20
EXE RANK
OttoMaNs* ;яeiz
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 20 Şub 2011
- Mesajlar
- 32,869
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
YAŞAM ÖYKÜSÜ
Vebayla cezalandırılmış savaşlarla yerle bir edilmiş aydınlanma çağı Avrupa’sında Kant 1724 yılında bir saracın onbir çoğunun dördüncüsü olarak Kônigsberg’de doğdu. Cant olan soyadlarını sonrasında Kant olarak değiştirdikleri söylenir.
Ailesi çok yoksuldu. Anne ve babası yoksulluk içinde gömülmüştür. Üç kız kardeşi de yoksulluk yüzünden hizmetçi olmuştur. Kant bu yüzden kız kardeşleriyle hayat boyu konuşmamıştır. Bundan dolayı da çok eleştirilmiştir. Kant ailesinden sofuluğun dinsel ahlakını örnek almıştır. Açlık yıkılmış yinede sağlıklı bir ahlak ve şefkatli aile sevgisiyle yüceltilmiş çocukluktan çıkardığı dayanma gücünü ve onuru ruhunda taşımıştır. Küçük İmmanue l8 yaşında bir devlet okuluna girdi. 16 yaşındayken kunduracı olan amcasının yardımıyla Kônigsberg üniversitesine kaydoldu. Orada üstadı Martin Knutzen’ dan Leibniz, Newton ve Wolf’un düşünceleri yanında fizik ve doğa felsefesi öğrenerek 6 yıl okudu. 9 yıl soyluların ve din adamlarının evlerinde özel öğretmen olarak geçimini sağlamak zorunda kaldı. 47 yaşında yılda 300 gümüş ücretle (daha sonra 600 oldu). Ölümünden 8 yıl önce 72 yaşında bıraktığı işe mantık ve metafizik profesörü olarak atandı.
Üniversitede 40 yıldan fazla bir süre ders verdi. Profesörlük yıllarında Kant’ın özel yaşamı mütevazı kiralık evlerde geçti. o zaman ki yaşamı yoksul ve sıkıntılıydı. Yokluk içinde geçen çocukluğunun izini taşıyordu. Kant lüks içinde yaşamayı da dinlenmeyi de hiç bilmedi. Kônigsberg’in Rus’lar tarafından işgal edildiği, 5 yıl süresince 7 yıl savaşları sırasında Kant Rus Subayların en gözde eğitmeni oldu. Kant’ın ılımlı ve gösterişsiz yaşam biçimin sorumlusu belki de yoksulluktu. O bir “manastır insanıydı” kitaplara oburca istek duyan doymak bilmez bir okur her şeyi incelemek isteğiyle zamanını geçirirdi.
KANT’IN SAAT GİBİ OLAN YAŞAMI
Kant’ın gününün her dakikası mükemmel bir İsviçre saatinin dakik işleyişiyle düzenlenmişti. Her sabah saat 4:55 de uyanır ve çalışma masasına otururdu. Masasında bir yada birkaç fincan çay içip kendine bütün gün içinde içme izini verdiği tek sert tütünlü pipoyu içerdi. Bu sırada çalışma ve ders progr***** düşünürdü. Aceleyle giyinerek ,saat 7de sınıfına gider bu dersler karşılığında ona para ödeyen öğrencilere entelektüellere, öğretmenlere ve diğer öğrenme hevesli kişilere ders verirdi. Kant muazzam bilgisine karşın nasıl öğrenileceğini değil, nasıl düşünüleceğini öğretmek için emek harcadı.
Herder’in dediği gibi Onun dudaklarından dökülen dil “şimdiye denk insan dudaklarından dökülmüş en derin dildir”. 2 saat sonra saat 9:00 da çalışma odasına döner ve 12:45’ e kadar çalışmalarının üzerine yoğunlaşırdı. 12:45’ te öğle yemeğini gözden geçirmek için ahçısını çağırırdı. 12:45’de Onun için bir kadeh şarap içme zamandır. Öğle yemeğini 3’den fazla 9’az kişi çağırırdı. Konuklarının ve yemek çeşitlerini özenle seçerdi yemek davetlerine asla kadınları çağırmazdı. Kant yaşamı boyunca sağlığını korumak için büyük emek harcadı. Sıkı çorap bağlarıyla bacaklarındaki dolaşımı engellemekten sakınmak için görülmemiş bir düzenek icat etti. Pantolonun her iki uyluğuna küçük birer cep yaptırdı. Ceplerin içinde bir çarka takılı saat yayı vardı, çevresinden esnek bir ip dolanıyordu. İplerin ucuna tutturulan iki kanca vardı. Ve çoraplarının karşısındaki iki küçük halkaya her bir uyluğun cebindeki iliklerden geçiyorlardı. Bu düzenek filozofun rahatça yürüyüşe çıkmasını sağlıyordu. Öğle yemeğinden sonra Linden Allee üzerinde yürüyüşe çıkardı. Saat tam altıda çalışmak için dönen Kant ertesi sabah ki dersini hazırlamak, yazmak, okumak yada düşünmek için masasının başına geçerdi. Hava okuyamayacağı kadar karardığında mumları yakar 9: 45’e kadar mumların yumuşak, soluk ışığında Kant çalışmasına devam ederdi.
Yatak odasında düşmemek için ilginç bir düzenek kurmuştu. Karyola direklerinden birine bir direk bağlamış böylece kendisini bitişik odaya güvenle ***ürecekti. Son yılların dışında yatak odasındaki ocak hiç yanmadı. Çünkü Kant terlemekten öleceğinden korkuyordu.
Bundan dolayı yürüdüğü zaman çok yavaş yürürdü. Terlemeye başlamışsa kuruyana kadar durur gölgede beklerdi. Yatağa girmeden önce yatağın bir köşesine oturduktan sonra ortasına sıçrar battaniyenin (yazları pamuk kışları yün) bir ucunu sol omuzunun altın kaydırır. Sırtından geçirip sağ omuzuna alır ve sonra işlemi battaniyenin öteki ucuyla da yapardı. Böylece battaniyeyle sarmalanmış olur daha sonra da uykunun gelmesini beklerdi. Saat 10’u vurduğu zaman derin bir uykuya dalmış olurdu. Bu tek düze program belki de bir atletin aynı biçimde ve dikkatle günlük egzersizlerinin yapması gibi kendini “formda” tutmanın yoluydu. Belki de Kant’ın sağlığını 80 yıl sağlam bir durumda tutabilmesinin nedeni buydu.
KANT’ IN SAĞLIĞI
Kant de Quince göre hepten acı çekmediği söylenemese de taşıdığı iyilik duygusuyla Kant’ın sağlığı olumluydu. Yatağa giderken Kant kendi kendine şunu sorardı: “sağlığı benimkinden daha mükemmel bir insan düşünülebilir mi? “ Aynı biçimde ,rejimini korumak için büyük çaba harcadı.Tek kötü alışkanlığı , tedbirli bir düşkünlük gösterdiği kahve ve tütündü.Gün boyunca yediği tek tam öğün öğle yemeğiydi.Kahvaltı ve akşam yemeği yerine zaman zaman çay içerdi.
KANT’IN HAYATININ HÜZÜNLÜ SON
Filozofun son yılları üzücüydü.Büyük düşünsel belleğinin tam tersi olan günlük yaşamda hep yüz yüze kaldığı şeyleri yapmaktan alıkoyan kıt belleği onu zor durumda bırakıyordu.Yemekte konuklarının sıkılmaması için kağıt parçacıklarına konuşma konuları yazıyordu.Zayıflığı sonunda Kant’ı her türlü fiziksel hareketten vazgeçmeye zorladı.Düşünme anlarında sandalyesinden düşmeye başlamıştı.Düşüşlerinden birkaçında takkesi elindeki mumdan tutuştuğundan dolayı yanında bir sürahi su hazır tutar olmuştu.Son zamanlarda uşağıyla çok kavga etmeye başlamıştı.Bundan dolayı onu ömür boyu maaşa bağlayarak işten çıkardı ve yanına Kaufmann adlı bir uşak aldı.Arkadaşlarıyla çıktığı nadir araba gezilerinde Kant hayran olduğu kuşları seyretmekten hoşlanırdı.
Kantın hastalığı migrenin başlamasıyla ve sol gözünden sonra sağ gözünün de yavaş yavaş görme yeteneğini yitirmesiyle ağırlaştı.Artık bedeni yemeklerde kısa süre kasılmalara tutuluyordu.Geceler artık onu korku dolu dehşetli kabuslarla huzursuz kılan bir duruma gelmişti.İmza atamıyor , çatal tutamıyor ve kimi kez hiç bir şey anımsamıyordu.Bir gün yıldırım çarpmış gibi yere düştü.Birkaç gün yatakta kaldı.Ama birkaç hafta sonra gününden erken kutladığı bir yaş gününde konuklarıyla yine şampanya içti.Kant Königsberg’de yaşlılık bunamasından öldü.Cenazesi olay oldu.Binlerce hemşerisi evrenin kendisine yeterince büyük gelmediği bu cücemse adamın tabutunun ardından yürürken Köngsberg’deki bütün kilise çanları matemli çaldı.Katedral yakılan yüzlerce mumla ışıklar saçtı.
Kant'tan bir kaç söz:
En yüce varlık: herşeyi bilen. Herşey için iyilik isteyen.
Felsefe, insan için herzaman tamamlanmadan kalan bilgeliğe ulaşma çabasıdır.
Doğa insana zorbaca davranır. İnsanlar birbirlerini kurtlar gibi parçalarlar. Bitkiler ve hayvanlar birbirlerinin üstünde gelişip birbirlerini boğarlar. Doğa onların gereksediği bakıma ve özene aldırmaz. Savaşlar uzun sürmüş sanat eylemlerinin kurduklarını ve koruduklarını parçalar.
Ben, insan olarak, kendim için uzamda ve zamanda bir duyu nesnesiyim; aynı zamanda da bir anlam nesnesi -bir kişiyim: dolayısıyla hak sahibi bir ahlak varlığıyım.
Birşeyi yapmalıysam, yapabilecek durumdayım demektir; üzerime kaçınılmazsa düşen, kurma olanaklarımın da içinde olmalıdır.
Doğa eder (agit). İnsan eyler (facit). Amacın bilinciyle etkinlikte bulunan akıl sahibi özne, işler (operatur). Duyuya gelmeyen zihinsel neden, kılar (dirigit).
İçimde öyle bir varlık var ki, etkinliğin nedensel ilişkileri (nexus effectivus) içinde benden ayrı olarak benim üstümde durur (agit, facit, operatur), kendi kendine özgür olarak, yani, uzam ve zaman içindeki doğa yasasına bağımlı olmadan, beni içimden yargılar (haklandırır ya da lanetler) ve ben insan, kendim, bu varlığım; bu, öyle, benim dışımda bir töz değildir; ve asıl garip olan şu: nedensellik, gene de, eyleme özgürlük içinde belirlenmişliktir (doğa zorunluluğu olarak değil).
Üstümde Tanrı, dışımda dünya, içimde insansal tin-
Dünyayı bilmek isteyen, onu önce kurmak zorundadır, hem de kendi içinde.
İnsanda etkin ama duyu-üstü bir ilke vrdır ki, doğadan ve dünyanın nedenselliğinden bağımsız olarak,berikinin görünüşlerini belirler; buna özgürlük denir.
Olabilir ki görmeyi ve işitmeyi sürekli yeniden öğrenmem gerekir; ama gene de nesnenin tasarımının benim kendimce a priori yapılması gereklidir.
Özne kendi kendisini nasıl a priori belirler. en yüce bilgelik
Dünyanın içindeki insan, dünyanın bilgisiyle birlikte ona aittir; ama dünya içinde ödevinin bilincindeki insan, görünüş değil, kendinde varlıktır; şey değil, kişidir.
Kişi, özgürlük ilkelerine göre kendi kendini belirleyen varlıktır. Özerklik. Özgürlük ise kendi başına varlığın özelliğidir.
Ben, insan, kendim için bir dışsal duyu nesnesi; dünyanın bir parçasıyım.
Tek bir dünya vardır: çünkü olanaklı deneyimin nesneleri olarak duyusal görünün biçimlerinin üzerinde kurulu olduğu uzamın ve zamanın mutlak birliği vardır.
Ben, insan, bir dünya varlığıyım ve kendim de dünyaya aitim. Şeylerin tümü benim içimdedir, hem de dışımda (exstra; praeter değil).
Tanrı kutsal olandır, ama kutsal bir varlık yapamaz.
Özgürlük kavramı: kendi kendinin yaratıcısı olmak.
Özne kendi dışında etkindir.
Madde dünya uz*****n heryerindedir. Cisimler ayrı ayrı dururlar.
İnsan, bir dünya varlığıdır, ama, kendi kendisini (onun) bir üyesi olarak kuran (varlık).
Nereden geliyor bana bu fikirler dizisi? Varlıkların bütünlüğü akla a priori verilmiş bir kavramdır; benim kendi bilincimden kaynaklanır. Düşünmemin nesnelerini elde edip onları kavrayabilmeliyim, yoksa kendimin bilincinde olamam (cogito, sum: burada ergo demeye gerek yok). Bu autonomia rationis purae'dır; çünkü bu olmasaydı, verilmiş bir görü konusunda bile, düşünceden yoksun kalırdım; varolduğumu bilmeden, bir hayvan gibi varolurdum.
Akıl, kaçınılmazca, nesneler yaratır kendi kendisine. Bu yüzden her düşünenin bir tanrısı vardır.
Yaşamın peşinden gelen cansızlık ölümdür.
İnsanın yalnızca düşünmesi değil; kendi kendine, düşünüyorum, diyebilmesidir, onu bir kişi kılan.
Felsefe, aklın kendisine verdiği, kendi kendini kuramsal ve kılgısal bakımdan nesne kılma görevidir.
Felsefeyi felsefe yapma işi olarak değil, tamamlanmış bir bütün olarak ortaya koymak. Kimseye aşkın filozof denemez.
Bütün bilginin en son amacı en yüce kılgısal akılda kendi kendini tanımaktır.