0
EXE RANK
Tunahan Eren
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 30 Eyl 2012
- Mesajlar
- 292
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 32
[attachment=o3345] Büyük şehrin tarihini camiler, hanlar, saraylar, kiliseler ve sinagoglar olarak görüyoruz; bu şarttır ama yeterli değildir. Bir kısmımız bunun üstüne güya sosyokültürel tarih yapıyor. Beyoğlu'nun şıklığı, Degüstasyon, Lebon Pastanesi, Çemberlitaş turşucusu, Kapalıçarşı muhallebicisi, Direklerarası Ramazan eğlenceleriyle fasıl tamamlanıyor. Bu tarihçilik efsane ve anılarla ve bazen muhayyel tasvirlerle gider.
Oysa İstanbul tarihi için her yer gibi önce topoğrafya ve coğrafya çalışmaları yapılmalıdır. İstanbul'un bu tür araştırmalarını ise 1930'lar ve 40'larda Meyer ve daha önce Oberhummer, 1950'lerden sonra Wiener-Müller gibi yabancı alimler yaptılar. İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden Süha Göney hocanın konuya yaklaşımı ve katkısı oldu. Şehir coğrafyası onun uzmanlık alanıdır ve İstanbul'a da Alman coğrafyacıların yöntemleriyle bakmıştır. Özellikle son 50 yılda şehrin altüst olan yapısını anlayabilmek açısından bu çok önemlidir.
Osmanlı tarihçilerinin sınırlı İstanbul bilgisi
Şehrin abidelerinin tarihini ve semtlerinin oluşumunu anlamak ancak sağlam bir coğrafya bilgisinden sonra mümkün olur. Gerçek bir şehir tarihi bilgisi coğrafya ve toponomi bilgisi üstünde gelişebilir. Yoksa sadece Bizans'ı ve Osmanlı'yı bilenlerin bu şehrin tarihini kavrayabileceklerini söylemek mümkün değildir.
Nitekim bazı büyük Bizans tarihçilerinin Konstantinopolis üzerindeki gülünç tasvirleri ve bazı Osmanlı tarihçilerinin İstanbul bilgilerinin kıtlığını hayretle izlemek mümkündür.
Üçüncü bir safha İstanbul idaresinin bütün olarak ele alınmasıdır. Şehrin etinın, tahılının, bazı meyvelerinin, süt ürünlerinin, odun ve kömürün bazı müteahhitlere verilen mecburi tekellerle sağlanması, depolama ve satışın sıkı denetimi ile mümkün oluyordu.
Ortaçağların bu büyük metropolünde halkın beslenme ve ısınmasının temini iki imparatorlukta da benzer bir teşkilatlanma gerektirmiştir. Bizans ve Osmanlı memurları birbirlerini izleyen halef selef gibidir.
Asayişin sağlanması da önemliydi ve bu hiç kolay değildi. O çağların Avrupa ve Rusya'sında 5-10 bin nüfuslu şehirlerde bile yol kesmek, adam katletmek olayları çoktu. Bizans ve bilhassa Osmanlı devrinde İstanbul'un asayişiyse yerli yabancı herkesin belirttiği gibi mükemmele yakındı.
Yerel yönetimler zayıf, komşuluk mükemmeldi
Bu nasıl oluyordu; idarenin yapılanması bunda başlıca etkendir. Belediye ve yerel yönetim zayıftı ama komşuluk ve mahalle düzeni hep mükemmel oldu ve güvenliği sağlamakla görevli yetkililer emir yoluyla da olsa bu birimlerden kolayca destek görüyordu.
İstanbul hem kalabalıktı hem de birçok din ve dil burada bir arada yaşıyordu ve bu birliktelik İstanbul'un renkleri içinde oluyordu. Böyle bir muammanın tasvirini yapmak ve tarihini kurabilmek bildiğimiz tarihçi yöntem ve üslubunun çok üstünde bilgi edinmeyi ve yorum kabiliyetini gerektirir.
Bugüne kadar maalesef ulusal bünyemiz bu tip İstanbul tarihçilerini yetiştiremedi; yabancı tarihçilerin de bilgisi belirli yerlerde tıkanıyor ve yorumları gerçeği her zaman aksettirmiyor. İstanbul'un her köşesinde bilhassa surlara yakın kesimde her dini cemaatten yerleşme yerleri vardı.
Hatta son Marmaray kazıları dolayısıyla Yenikapı'da ortaya çıkan Theodosius Limanı'nın bile moloz ve alüvyonlarla dolduktan sonra üzerinde teşekkül eden mahallede, Müslüman ahali gibi Ermeni bir grup da mahalle kurmuştu. İstanbul şehri iki bin yıldır tarihin en usta biçimde örülmüş bir Babil kulesidir.
Oysa İstanbul tarihi için her yer gibi önce topoğrafya ve coğrafya çalışmaları yapılmalıdır. İstanbul'un bu tür araştırmalarını ise 1930'lar ve 40'larda Meyer ve daha önce Oberhummer, 1950'lerden sonra Wiener-Müller gibi yabancı alimler yaptılar. İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden Süha Göney hocanın konuya yaklaşımı ve katkısı oldu. Şehir coğrafyası onun uzmanlık alanıdır ve İstanbul'a da Alman coğrafyacıların yöntemleriyle bakmıştır. Özellikle son 50 yılda şehrin altüst olan yapısını anlayabilmek açısından bu çok önemlidir.
Osmanlı tarihçilerinin sınırlı İstanbul bilgisi
Şehrin abidelerinin tarihini ve semtlerinin oluşumunu anlamak ancak sağlam bir coğrafya bilgisinden sonra mümkün olur. Gerçek bir şehir tarihi bilgisi coğrafya ve toponomi bilgisi üstünde gelişebilir. Yoksa sadece Bizans'ı ve Osmanlı'yı bilenlerin bu şehrin tarihini kavrayabileceklerini söylemek mümkün değildir.
Nitekim bazı büyük Bizans tarihçilerinin Konstantinopolis üzerindeki gülünç tasvirleri ve bazı Osmanlı tarihçilerinin İstanbul bilgilerinin kıtlığını hayretle izlemek mümkündür.
Üçüncü bir safha İstanbul idaresinin bütün olarak ele alınmasıdır. Şehrin etinın, tahılının, bazı meyvelerinin, süt ürünlerinin, odun ve kömürün bazı müteahhitlere verilen mecburi tekellerle sağlanması, depolama ve satışın sıkı denetimi ile mümkün oluyordu.
Ortaçağların bu büyük metropolünde halkın beslenme ve ısınmasının temini iki imparatorlukta da benzer bir teşkilatlanma gerektirmiştir. Bizans ve Osmanlı memurları birbirlerini izleyen halef selef gibidir.
Asayişin sağlanması da önemliydi ve bu hiç kolay değildi. O çağların Avrupa ve Rusya'sında 5-10 bin nüfuslu şehirlerde bile yol kesmek, adam katletmek olayları çoktu. Bizans ve bilhassa Osmanlı devrinde İstanbul'un asayişiyse yerli yabancı herkesin belirttiği gibi mükemmele yakındı.
Yerel yönetimler zayıf, komşuluk mükemmeldi
Bu nasıl oluyordu; idarenin yapılanması bunda başlıca etkendir. Belediye ve yerel yönetim zayıftı ama komşuluk ve mahalle düzeni hep mükemmel oldu ve güvenliği sağlamakla görevli yetkililer emir yoluyla da olsa bu birimlerden kolayca destek görüyordu.
İstanbul hem kalabalıktı hem de birçok din ve dil burada bir arada yaşıyordu ve bu birliktelik İstanbul'un renkleri içinde oluyordu. Böyle bir muammanın tasvirini yapmak ve tarihini kurabilmek bildiğimiz tarihçi yöntem ve üslubunun çok üstünde bilgi edinmeyi ve yorum kabiliyetini gerektirir.
Bugüne kadar maalesef ulusal bünyemiz bu tip İstanbul tarihçilerini yetiştiremedi; yabancı tarihçilerin de bilgisi belirli yerlerde tıkanıyor ve yorumları gerçeği her zaman aksettirmiyor. İstanbul'un her köşesinde bilhassa surlara yakın kesimde her dini cemaatten yerleşme yerleri vardı.
Hatta son Marmaray kazıları dolayısıyla Yenikapı'da ortaya çıkan Theodosius Limanı'nın bile moloz ve alüvyonlarla dolduktan sonra üzerinde teşekkül eden mahallede, Müslüman ahali gibi Ermeni bir grup da mahalle kurmuştu. İstanbul şehri iki bin yıldır tarihin en usta biçimde örülmüş bir Babil kulesidir.