Maun Suresi Tevsiri Meali

20
EXE RANK

OttoMaNs* ;яeiz

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
20 Şub 2011
Mesajlar
32,869
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Web sitesi
www.netbilgini.com
OttoMaNs* ;яeiz
MAUN SURESİ



Meal:

1- Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?

2, 3- İşte odur, yetimi itip – kalkan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.

4, Bu nedenle, şu namaz kılanların vay haline!

5- Onlar namazlarından gafildirler,

6 - Onlar, gösteriş yaparlar,

7- Ve mâûnu vermezler.


Tefsir:

Bazıları tarafından bu surenin Medenî olduğu ileri sürülmüş ise de hem üslup hem içerik itibariyle hem de İzzet Derveze gibi araştırmacıların İbn-i Abbas ve İbn Zübeyr kaynaklı tespitlerine göre kesin olarak Mekki’dir. Bazılarının 1-3. âyetlerin Mekkî, 4-7. âyetlerin Medenî olduğunu ileri sürmesi de 4. âyetin ta’kip veya sebep “Fa”sı ile başlaması nedeniyle dikkate alınacak bir görüş değildir. Zira surenin orijinal yapısı surenin âyetlerinin birbirinden ayrılmasına engeldir. Ayrıca Mekke’de münâfık yoktur, müşrik-kâfir vardır. 4-7. âyetlerde konu edilen riyakar kimseler Medine’li münafıklar değil Mekke’li firavun bozuntularıdır. Adları sanları belli olan sayılı kimselerdir.

Bu sure resmi sıralamada 107. sırada olsa da iniş sırasına göre 17 nci suredir. Adını son âyetteki “maûn” sözcüğünden alır. Yedi âyettir.

Bu surenin içeriğine dikkat edilirse, Alak suresinden bu ana kadar üzerinde durulan ana ilkeler burada özetlenmiştir.

Sure yine Mekke müşriklerini teşhir etmektedir. Ve onların şahsında tüm dünyadaki ve tüm zamanlardaki müşrik ve din karşıtlarının ilkelerini ve onlara karşı yapılması gereken tavır ve uyarıları bildirmektedir.

Sebeb-i nüzul:

Mâverdi'ye göre âyet Ebucehil hakkında nazil olmuştur. Rivâyete göre Ebucehil bir yetimin vasisi (velisi) bulunuyordu. Bir gün söz konusu yetim ihtiyaç içerisinde ona gelerek malından bir şey ister. Ebucehil de onu iterek isteğine kulak vermez. Kureyş'in ileri gelenleri de çocuğu yardım etmesi için Rasülüllah’a göndererek onunla alay etmek isterler. Yetim onların maksatlarını bilmediği için Resulullah'a gelip yardım ister. Hiçbir ihtiyaç sahibini geri göndermek adeti olmayan o yüce peygamber (s.a.v) hemen kalkar, çocukla beraber Ebucehil'in yanına varır. Ebucehil hemen ona malını verir. Bunu üzerine Kureyş Ebucehil'e ''sen de sapıttın..'' derler. Ebucehil ise'' Hayır, sapıtmadım. Fakat onun sözleri öyle dehşet uyandırdı ki bende, vermezsem helak olacağımdan korktum '' diyerek cevap verir.

Âyetin nüzul sebebi hakkında Ebucehil'in yanı sıra cimrilikleri, yoksullara, düşkünlere eziyet ve onları hor görüp itip kakmaları ile tanınan Velid İbn Âiz, Ebusüfyan, As İbn Vâil es Sehmî, Velid b. Muğıre gibi başka isimler de rivâyet edilmiştir.

Âyet bunlardan biri veya hepsi için nazil olmuş olabilir. Fakat hüküm sadece onlara sınırlı değildir. Her yerde ve her zaman bu kimselere benzeyen tüm insanları kapsar. İnişe sebep gösterilen olaylar Furkan suresinin 32, 33. ayetlerinde açıklanan Kur’ân’ın tedriciliğiyle ilgili gerekçelere uyumludur.

Edebi sanatlar:



İstifham (teaccüb), Hazif, Kınama, İzhar, Cinas-ı Nâkıs, Seci’,



Şimdi gelelim âyetlerin tek tek tefsirine:





1- Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?



Âyette geçen “din” sözcüğü esas itibariyle tâat ve ceza/karşılık anlamınadır. İstiare ile “Şeriat” anlamına kullanılır olmuştur (el Müfredat). Konumuz olan âyette ise “ceza” anlamındadır. Ceza, “karşılık” demektir. Ki konu edilen “din” âhirette herkesin “iyi, kötü yaptıklarının karşılığını görmesi”dir. “Ceza” sözcüğü Türkçe’de sadece kötülüğün karşılığı olarak anlaşılır olmuştur. Bu bizi aldatmasın. Aslında ceza, iyi yada kötü her türlü davranışın karşılığıdır. Kur’ân’da yüzlerce örneğini bulursunuz.

“Din sözcüğünü aynı anlamıyla 51/Zâriyât suresi âyet 6; 82/İnfitar suresi âyet 9; 95/Tin suresi âyet 7’de de göreceğiz.



"Din" ve türevleri Kur'ân-ı Kerîm'de 95 defa tekrarlanmaktadır.



Kur'ân-ı Kerîm'de "Dîn": Din'in terim manası bu olmakla birlikte Kur'ân’da kelimenin kullanılmasını tetkik ettiğimiz takdirde, sözlük anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde ele alındığını kolayca tespit edebiliriz.





"Din" kelimesinin çeşitli şekillerde yer aldığı âyet-i kerimeleri, manalarına göre bir sınıflandırmaya tabi tutarsak:



Mutlak Olarak Din: İtaat, Boyun Eğme, İbadet: 2/193; 3/5, 24, 73, 85; 7/29; 8/39; 9/29, 33, 16/52; 29/65; 30/30; 39/2, 3, 11; 40/14, 65; 42/13; 48/28; 61/9; 98/5.



Kıyamet ve Ceza (Karşılık) Günü: 1/4; 15/35; 24/25; 26/82; 37/20; 38/53, 78; 51/6,12; 56/56, 86; 70/26; 74/46; 82/9,15,17,18; 83/11; 95/7.



Allâh'ın Dini, İslâm, Tevhîd: 2/132, 193, 217, 259; 3/5, 19, 83; 4/46, 146; 5/3, 54, 57; 6/161; 7/29; 8/39, 49, 72; 9/11,12;19/29, 33, 36, 122; 10/22, 104, 105; 12/40; 16/52; 22/78;24/55; 29/65; 30/30, 43; 31/32; 33/5; 39/2, 3, 11, 14; 40/14, 65; 42/13, 21; 48/28; 60/8, 9; 61/9; 98/5; 107/1 ; 110/2; 109/6.



Kanun, Hüküm, Şerîat: 2/217; 3/73; 12/76; 22/78; 24/2; 40/26; 42/13, 21; 49/16; 98/5;107/1;109/6.



Kur’ân’da geçen tüm “yevmiddin/din günü” tamlamalarının anlamı da “Karşılık günü”dür. İnfitar suresinin 1-19. âyetlerinde detayı verilmektedir.



“Şeriat” anlamında olan “din”i ise inşallah Kâfirun suresi tefsirinde detaylandıracağız.

Âyetteki “Sen gördün mü?” hitabı görünüşte Rasulullah’adır. Ama Kur’ân'ın üslubu gereği, böyle durumlarda hitab her akıl sahibi insanadır. Her çağda her coğrafyada geçerlidir. Ayrıca “duydun mu?” değil de “gördün mü?” ifadesinin kullanmasının nedeni, dini yalanlayarak icraatta bulunanların yalanlama işlerini fikir düzeyinde sözlü olarak değil de toplumda eylem olarak yaptıklarındandır.

Birinci âyette geçen bu soru, “evet gördüm, yada hayır görmedim” diye cevabı beklenen bir soru değildir. Bu, “teaccüb/hayret uyandıran” bir soru tipidir. Ki “din”i (iyi, kötü her amelin mutlaka karşılığının alınacağını) yalanlayan insanın bu tavrının hayret verici, enteresan bir tavır olduğunu ifade eder. Bu üslup muhatabı, âhireti inkar eden insanda ne gibi bir karakter meydana geleceğini düşünmeye davet etmek içindir. Hatırlarsanız aynı soru tipini ilk sure olan Alak suresinde de görmüştük.







Şimdi Fecr suresine dönelim. Fecr suresinin âyetlerinde “ 15-İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman imtihan edip de kendiside ikramda bulunur, nimetler verirse: "Rabbim bana ikram etti." der.

16- Ama, her ne zaman da sınayıp rızkım daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı." der. ” denilerek insanın genel karakteri çizilmişti. Daha sonra 17-20. ayetlerde de iltifat yapılıp ( üçüncü şahıstan ikinci şahısa yönelinmiş) “17-20- Hayır, hayır, doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz?

Yoksulun yiyeceği üzerine teşvikleşmiyorsunuz.

Oysa mirası dermecesine öyle bir yiyiş yiyorsunuz ki!

Malı öyle bir seviş seviyorsunuz ki, yığmacasına! ” denilmişti. Evet kim di bu muhataplar (sizler)? İşte bu sorunun cevabı bu sure bu ayetlerdir. Onların kimlikleri açıklanıyor. Artık stratejide değişiklik olmakta, hitaplar sertleşmekte, saflar ayrılmaktadır.



2, 3- İşte odur, yetimi itip – kalkan ve yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen o kimse.





“Yedi'ul yetim” kullanılmıştır. Bunun birkaç manası vardır. Birincisi, yetimin hakkım yer ve babasının bıraktığı mirasa el koyarak yetimi kovar, şeklindedir. İkincisi, yetim ona yardım için gelirse merhamet etmez, hatta yanından kovar. Yetim çaresizlik dolayısıyla gitmez ve beklemeye devam ederse iterek kovar, şeklindedir. Üçüncüsü, o yetime zulmeder. Mesela yetimi evine akraba (vesâyet veya velâyet yoluyla) olarak aldıysa bütün ev halkına hizmet ettirir. Yetim evde herkesin kahrını çekmek zorunda kalır, şeklindedir.

Biz ise bu âyetteki ifadeden Fecr suresi 17, 16. âyetteki “Hayır, hayır, doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz?

Yoksulun yiyeceği üzerine teşvikleşmiyorsunuz.” ve Duha suresi 9. âyetteki “Yetimi kahretme!” ifadelerin yerine getirilmemesi olarak anlıyoruz. (Yetim konusu ile ilgili Nisa suresi 1-10. âyetleri de okuyunuz.)

“Miskin” sözcüğü fıkıh kitaplarında “Fakirden daha yoksul olan kimse” anlamında açıklanır. Kök ifadesinden yola çıkarak “miskin, mesâkîn” sözcüklerinin “hareket kabiliyetini kaybetmiş, iş, güç yapma imkan ve fırsatı kalmamış kimseler” olduğu anlaşılır.



Bunun yanı sıra bu kelimeden, o şahsın bu tip davranışları ara sıra yapmadığı tamamen adet haline getirdiği de çıkar. Yaptığı işin çok kötü olduğunu da düşünmez. Hiçbir şey hissetmeden bu tavrına devam eder ve yetimin yalnız, olduğunu, yardım edeninin olmadığını zanneder. Onun için yetimin hakkını yemekte bir sakınca görmez. Ya elinden tutar ama zulmeder, ya da yardım için geldiğinde kovar.

Yetimler, Allah'ın sesi olarak içimize yerleştirilmiş olan vicdanımıza yumuşaklık ve kırıklığı çağırırlar, çünkü onlar; başlarını okşayacak, sahip çıkacak, ilgilenecek yakın bir veliden yoksundurlar. Hakları korunmaya açıktır yağmaya da. İşte dini yalanlayan, böyle bir haldeki yetimi iter. Onun kalbini tasavvur edebiliyor musunuz?

Âyette “İt’âm-ul miskin” değil, “taâm-ul miskin” kelimesi kullanılmıştır. Eğer “İt'âm- ul miskin” denilseydi, “miskinlere yemek yedirmeye teşvik etmez” olurdu. “Taâm-ul miskin” denilmesi şu anlamı taşır: “Miskinin kendi yemeğini vermez.” Diğer bir ifadeyle, o yemek miskine aittir, yemeği verenlere değil. Bu yemek, verenlerin üzerine vacip olan yoksulun hakkıdır. Veren. onu bir bahşiş, lütuf olarak vermemekte, tersine, yoksulun hakkı olduğu için, zorunlu olarak vermektedir. Zâriyât suresi 19. âyette de belirtilmiştir: “Onların mallarında sâil ve mahrumların hakkı vardır.” denilmek suretiyle bu haklara dikkat çekilmiştir.

Âyetteki “La yehuddu”nun anlamı, o şahsın kendisi bu işi yapmadığı gibi, çevresindekileri de miskinlerin yemeklerine teşvik etmemesidir. Böylece toplumda fakir ve muhtaçların hakkını vererek iş yerleri açıp herkesin çalışarak kendi ekmeğini kazanmasını istemezler. Onlar isterler ki, köleleri olsun, herkesin ekmeğini aşını onlar versin. Onlar rabb/lord olsunlar. Kölenin soyu köle, işçinin soyu işçi, çiftçinin soyu çiftçi ……..

Allah'ın burada iki bariz misalle anlattığı konu, ahreti inkar edenlerin ne kötü meziyet sahibi olduklarını göstermektedir. Tabii ki, ''dini yalanlayan'' kimseye ait yegane gösterge bunlarla sınırlı değildir. Ancak burada ''dini yalanlayanın” bu özellikleri öne çıkmıştır.

Burada asıl maksat ahreti yalanlayanlarda bulunan yetimi itip kakmak, onları saygın bir hale getirmeyip perişan etmek ve ihtiyaçlıların yemekleri üzerinde teşvik etmeyiş üzerinde durmak değildir; aslında burada dikkat çekilen nokta, sayısız kötülüğün ahreti yalanlamanın sonucu olarak meydana geldiğidir.

İman gönle düşünce orada rikkat (hassasiyet) ve sevgi yaratır. ''Dini yalanlayanda'' vicdanın sermayesi olan bu hasletler bulunmaz.
 
Geri
Üst