Parapsİkolojİ derslerİ

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
20
EXE RANK

Method

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
5 May 2010
Mesajlar
30,484
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Method
Orjinal ad:
Kitabın Yazarı: Paul Krafchik
Yazar: Paul Krafchik
Kapak tip: Karton
Sayfa sayısı:
Baskı Durumu: YOK
Yayınevi : Ruh ve Madde Yayınları
SUNUŞ
Asırlardır gelişen bilim ve teknik sadece maddesel dünyayı ele geçirmeye çalıştı. Dünya insanının zihni devamlı olarak dış madde aleminin uygulama ve etkilerini araştırmakla yetindi. Buna karşılık içsel deneyenlerden sürekli kaçtı. Fakat, özellikle son 50 yıl içinde, bilimin bu tek yönlü gidişinin kısırlığı anlaşıldı ve dış dünyadan insanın içine doğru dönmenin zamanının gelmiş olduğu görüldü. Ancak bu yeni anlayışla yapılan DDA (Duyular Dışı Algılama) ve psikokinezi araştırma ve deneyleri, evrende FKB (Fizik - Kimya -Biyolojij'nin ortaya koyduğundan başka prensip ve kanunların da varlığını göstermiştir.
Dış dünyadan gelen bilgilerin algılanmasında beş duyumuzun yegane araç olduğu fikrine hepimiz alışmışızdır. Gerçekten de günlük yaşam için bu doğrudur. Ama bazı koşullarda bunun doğru (daha doğrusu yeterli) olmadığını görüyoruz. Çünkü bazı algılamalarımızı beş duyumuzdan başka bir duyumuzla yaptığımız da olur zaman zaman. Son yıllarda bilim, uzun süredir kuşkulandığımız bir yeteneğin varlığını ortaya çıkarmış ve kanıtlamış bulunuyor: Altıncı Duyumuz.
Evet, dış dünyayı algılarken zaman zaman, bilerek ya da bilmeyerek bilinen beş duyumuzdan farklı bir duyumuzu da kullanıyoruz. Hatta bazıları bu duyusunu o kadar kontrol altında bulunduruyor ki, onu istediği zaman, istediği amaçlarla kullanabiliyor. İşte herhangi bir organ vasıtasıyla çalışmayan, bilinen duyulardan farklı bir duyu kullanarak insanın dış dünyayı algılama yeteneğine duyular dışı idrak (algılama), yani kısaca DDA denir. Halk arasında, beş duyu ötesindeki bu algılamanın her türlüsüne, 'Altıncı Duyu' demek adet olmuştur.
Dr. Joseph B. Rhine'ın ESP (DDA) terimini ortaya koyduğu günden beri insanlar böyle 'DDA' diye bir şeyin olup olmadığını
merak etmektedirler. Prof. Rhine, 1930'lardan beri Amerika'nın Duke Üniversitesi'nde parapsikoloji okutmuştur. Bu parapsikoloji sözcüğü de, yine onun, 'babası' olarak kabul edilen Rhine'ın bulduğu bir terimdir. Parapsikoloji, klasik psikolojinin sınırları ötesini deki fenomenleri etüt eden bir araştırma dalıdır. California'daki J.F. Kennedy Üniversitesi'nin Parapsikoloji Bölümü'nün tanımına göre, "parapsikoloji, canlılar ile bunların çevresi arasındaki belirli etkilerin bilimsel olarak incelenmesidir."
DDA, yukarıdan da anlaşılacağı gibi, insanın beş duyumu dışındaki algılamalarını ifade eden bir kısaltma olmaktadır. Eskiden beri bilindiği ve bu alanda yapılan çalışmalardan anlaşıldığı gibi, hemen herkesin beş duyumunun dışında bir altıncısı, hatta bazılarında bir yedincisi ve daha fazlası bulunmaktadır. Böyle bir yeteneğin ve ilave bir duyumun varlığından çok az kimsenin haberi vardır. Bunların içinde de çok az bir kısmı bu 'ek yeteneği' kullanabilme yararına sahiptir. DDA'nın tabiatında hem kendiliğindenlik, hem de beklenmediklik vardır. Bu bakımdan her istenilen an, (öteki FKB deneyleri gibi) laboratuarda tekrarlanamaz. Bizim henüz bilgimizin ötesinde kalan şartlar gerçekleştiği zaman, bir DDA fenomeni ortaya çıkıverir ve bu tarzda ortaya çıkan bir olgunun kontrolü da hehüz her zaman elimizde olmamaktadır.
Farkında olsak da, olmasak da, doğuştan getirdiğimiz DDA'mız bizlerde olduğu kadar hayvanlarda, (belki de değişik bir biçimde) bitkilerde de bulunmaktadır. Beş duyumuzdan ayrı bir olgu olduğunu belirtmek amacıyla genellikle halk arasında 'altıncı duyu' olarak bilinen DDA'larımız bir ya da birden fazla olduğu gibi, aynı zamanda doğal bir melekemiz (ya da melekelerimiz)dir. Bu konudaki öğretim noksanlığından dolayı beş duyunun ötesindeki algılamaların tümüne birden 'altıncı duyu' demek, halk arasında yaygın bir alışkanlıktır. Bu kitapta, DDA'larımızdan on tanesi tanıtılmaya çalışılmakta olup, görüleceği gibi her biri (başka bir tanesiyle ya da normal beş duyumumuzla ilintili olsa bile) aslında ayrı ayrı özellikleri olan melekelerimizdir ve parapsikoloji ve psikoloji bilimlerinin araştırma dallarıdır. Günümüzün modern bilimi parapsikolojik olaylara bir açıklama getirememektedir. Bakış açısı ve olaylara yaklaşım zihniyeti değişmedikçe de, bunu başaracağını sanmıyoruz. Eski bildiklerimizle açıklayamadıklarımızı inkar ya da dudak büküp geçmek zaten bilimselliğe ters düşen bir tutum örneği olmaktadır. Bu bakımdan, dünyanın pek çok ülkesinde duyular dışı idraklerimizle ilgili olarak araştırmalar sürdüren ve lisans üstü eğitim sunan pek çok üniversitenin parapsikoloji bölümü - kürsüsü bulunmaktadır. Bu bilim yuvalarında modern bilimin en son gelişmelerinin ortaya çıkardığı çok hassas cihazlarla DDA'larla ilgili olguların ölçümleri yapılmakta ve bunların hangi kanunlara göre ortaya çıkmakta olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu tür araştırmalara parapsikoloji içinde 'psikotronik' çalışmalar denilmektedir. Bu şekilde içimizdeki uzaya açılan kapı aralanmış bulunmaktadır. Bu aralanan kapının ötesinde, özellikle uygulamalı deneysel spiritüalizmin asırlardan beri ortaya koymaya çalıştığı konular 'parapsikoloji' isimli yeni bir müspet bilim dalı tarafından adeta kanıtlanmaktadır. İşte bu çalışmaların ışığıyla aydınlanan DDA'mızın on adedi bu kitapta öz olarak anlatılmakta ve uygulama yaparak bu yeteneklerini geliştirmek isteyenlere pratik teknikler verilmektedir. Yani konu tamamen deneyseldir. İnanç konusu değil, kişilerin inanmalarına göre var olan, ortaya çıkan bir olgu değildir.
O halde, FKB gibi tüm üniversitelerde niçin okutulmuyor ve yaygın olarak rahatlıkla kabul edilmiyor, gibi bir soru gelebilir akıllara. Yani modern bilim DDA'ya karşı nasıl bir tavırlanma içindedir? Parapsikoloji, bilimin bir parçasıdır. Bilimin başka dallarının temsilcilerinin parapsikolojinin geçerliliği ve araştırma alanına giren olguların gerçekliği konusunda duraksama ve kararsızlıkları olabilir. Bu tutum aslında tüm bilim dallan arasında geçerlidir. Örneğin, bazı kimyagerler, yine bazı tıp otoritelerinin belirli ilaçların yeterlilik derecesiyle ilgili olarak ortaya koydukları konusunda kuşkulu oldukları gibi, aynı olay karşısında uzay kaşiflerinin görüşleriyle su altı kaşiflerinin görüşleri birbirinden farklı olabilmektedir. Bazılarının düşündüklerinin aksine bilim, 'bilgi' değildir. Hans Hoizer' in de belirttiği gibi, bilim sadece tanınmış ve güvenilir araçlarla bilginin toplanmasıdır. Bununla birlikte bu araçlar (vasıtalar) zamanla değişebilir. Geçmişin güvenilir bir aracı zamanımızda ya da ileride bu geçerliliğini yitirmiş olabilir. Bunun tersi de mümkün: Geçmişte kullanılmayan vasıtalar ve yöntemler bu gün kulunun alanına girebilir. "Öğrenilmesi gereken, bilinmeye değer her şey öğrenilmiştir ve bilinmektedir." deyip de, bilimi yerinden oynamaz, şekli değişmez bir duvar gibi kabul ederek, bu duvara yaslanıp kalmada rahatlığı bulmak, belki de gerçekçiliğe en ters düşen tavırlanmalardan biridir. Bir canlı, gün be gün nasıl değişim ve gelişim içinde bulunuyorsa, bilim de kendi içinde sürekli bir değişim halindedir. Bu bakımdan yeni yeni olgulara, her türlü bilimsel tutuculuktan uzak, açık bir zihin ve toleransla yaklaşmak, en azından dünya biliminin gelişimi ve insanlığın her türlü evrimi için yararlı bir tavırlanma olacaktır. Nitekim başta parapsikoloji olmak üzere her türlü bilim dalındaki yeni gelişmeler, bu tür olumlu bir tutum içinde bulunan bilim öncüleri tarafından yapılmaktadır. Eski materyalizmin dar kalıplarından kendini kurtarabilmiş olan bu gerçek bilim adamları sayesindedir ki, insanları spiritüel aydınlığa kavuşturacak olan gerçeklerin önündeki perdeler birer birer kaldırılmaktadır.
Her araştırma türünün gerekli kıldığı yeni yeni araç ve yöntemlerle yeni ufuklara yönelinmektedir. Materyalizmin katı deneysel yöntemlere dayalı kavramlarını maddesel olmayan alana uygulamak ebetteki doyurucu sonuçlar vermemektedir. Bu bakımdan DDA’ların araştırması konusunda klasik yöntem ve yaklaşım şekillerinin değiştirilmesi zarureti ortaya çıkmış ve bu yapıldıktan sonra bu günkü memnuniyet verici gelişmeler kaydedilmiştir.
Kendi branşının özelliği gereği DDA ve parapsikoloji'yle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bilim adamları bir yana, araştırma alanları uzaktan yakından bu konularla ilgisi olan araştırmacılar, şimdiye kadar gereken ilginin gösterilmediği bu alanın gitgide büyüyen önemini kavramakta gecikmemektedirler.
Bu tür bilim adamlarının öncülerinden biri olan Prof. J.B. Rhine Duke Üniversitesi'nde (kendi deyimiyle) "İnsandaki PSİ gücü"yle ilgili ölçümlerine başladığı zaman, acımasız kritiklere hedef oluvermişti. Çünkü o zamana kadar sadece okültistlerin tekeline bırakılmış bulunan bir alanın aklı başında, çok tecrübeli meslektaşları tarafından, hem de modern yöntemlerle incelenmeye başlamasına tahammül edememişlerdi. Ama şimdi, Rhine'ın adı bilim tarihine 'Parapsikolojinin Babası' olarak geçmiştir.
Rhine gibi, daha birçok bilim ad*****n emeği geçmiştir parapsikoloji'ye. Bunların arasında Newark Mühendislik Koleji'nden John Mihalasky, Psikiyatrist Dr. George Sjoloud (Baltimore, Maryland) bulunmaktadır. Daha çok kendilerinde DDA yeteneği bulunduğunu iddia ederek kendisine başvuranlarla çalışmış olan Dr. George Sjoloud, Times Dergisi'ne verdiği beyanatın bir yerinde, "Tüm belirtiler DDA'nın var olduğunu göstermektedir." demişti Ağustos 1970'de.Gerek Amerika, gerekse başta Rusya olmak üzere öteki Doğu Bloku ülkeleri parapsikologlarının vardıkları sonuçlar üzerinde yorum yapan Los Angeles Times muhabirlerinden Evelyn de Wolfe, makalesinde şu görüşe de yer vermekten kendisini alamamıştır: "...Evet, DDA fenomeninin ne olduğu tamamen anlaşılmış değil. Fakat şimdiye kadar bu alana giren bilim adamlarından hiç biri pişmanlık duymamıştır..." Adı geçen yazar UCLA Tıp Okulu'ndan Dr. Thelma Moss'un parapsikoloji araştırmalarına değindikten sonra satırlarına şöyle son veriyordu: "...DDA üzerine bir hafta sonu sempozyumunu 600 kişilik bir dinleyici topluluğu izlemiş ve artık herkes iyice anlamış bulunmaktadır ki, bundan böyle bilim tekinsiz evler, durugörü, telepati, psikokinezi ve benzeri konulan çekinmeden ve ciddiyetle ele almaktadır." 1957'de, parapsikoloji alanındaki gelişmelere paralel olarak LIFE Dergisi editörü 'Bilimde Kriz' başlıklı yazısında modası geçmiş materyalizmin artık iyice demode olmuş olduğunu ve şimdi metafizik düşünce tarzının moda olmaya başladığını yazıyordu.
Gerçekten de bu alandaki gelişmeler LIFE'ın kehaneti doğrultusunda yönlendi. 11 Şubat 1971 tarihli sayısında Los Angeles Times, Apollo - 14 Astronotu Edgar D. Mitchell'in Chicago'daki bir mühendise zihinsel mesajlar gönderdiğini yayınladı. Bu düşünce alış - verişinde DDA kartları (Zener kartları) kullanılmıştır. Evet, astronot uzay aracına bu kartlarla binmiş ve AY yolculuğu sırasında Chicago'lu medyom Olaf Olsen'e telepatik mesajlar göndermişti. Böylelikle dış uzaydaki bir nokta ile dünya arasında da düşünce naklinin mümkün olduğu ortaya konmuş oluyordu. Mitchell-Olsen telepati denemesi parapsikoloji tarihine başarılı bir çalışma olarak geçmiştir. Astronotun bu konudaki başarısı, kendisinde önemli değişikliklere zemin hazırlamış ve hayatın dünyadan başka gezegenlerde de olabileceğine kani olduğunu açıklamıştır. Bu konuyla ilgili tüm soruların cevaplarının fiziksel uzay yolculuğunda bulunduğunu, halbuki bu yolculuğun şuur projeksiyonu şeklinde yapılması halinde galaksi içi yolculuğun sorun olmaktan çıkacağını söylemiştir. Mitchell esas mesleği olan astronotluk yanında özellikle gelecekle ilgili olarak DDA konularına da özel bir önem verdiğini söylemişti o zamanlar. Kuşkusuz, günümüze kadarki zaman içinde adından sık sık söz edilen iyi bir DDA deneycisi olmuştur.
Örnekleri hep Batı'dan verdik. Biraz da Doğuya bakalım. Amerikalı Parapsikolog Hans Holzer'e göre, Sovyetlerin en az sekiz esas üniversitesinde tam gün çalışma yapan Parapsikoloji Araştırma Merkezleri bulunmaktadır ve Rusya'nın bu alanda katettiği yol A.B.D'den ileridir. Bu durumun Amerika'da fark edilmesi özellikle S. Ostrander ve L. Schroeder tarafından kaleme alınan 'Psychic Discoveries Behind the Iron Curtain' isimli kitabın yayınlandığı yıllara rastlar. Los Angeles TIMES bilim yazarı Nat Freedland, "Dr. J. B. Rhine, ardı arkası gelmeyen PSİ istatistikleriyle meşgul iken, Sovyetler Sibirya'da başarılı telepati denemeleri gerçekleştiriyorlardı..." demişti. Yine bu yıllarda Ruslar'ın telekinezi medyomu Nina Kulagina ve sahip olduğu 'biyoplazmik' enerjiyle gerçekleştirdiği deneyler, A.B.D'de ilgiyle izleniyordu. Amerikalı araştırıcılar, Rus Parapsikoloji Profesörü L. Vasillev adına yıllardan beri alışkındılar ve eserleri (bu konuyla ilgili) hemen her kitaplıkta bulunurdu. Öteki önemli isim olan Dr. İ. M. Kogan (Rus Bilimcileri Araştırma Komisyonu Bşk.) bir demecinde şunları söylüyordu: "...Telapatik enformasyonu alıp - verme yeteneği pek çoğumuzda vardır. Fakat gelişmemiş vaziyette..."
Kuşkusuz, parapsikolojiye emek verenlerin hepsini, bu küçük kitabın kısa 'sunuş' kısmında sayıp sıralamaya olanak yok. Konunun daha da ünlü isimleriyle zaten kitabm ilgili bölümlerinde karşılaşacağız ve parapsikolojiye değerli katkılarını göreceğiz.

(*) Hans HOLZER, yirmi yılı aşkın bir süreden beri parapsikoloji araştırmalarıyla ün salmış ve halen New York Teknoloji Enstitüsü'nde parapsikoloji okutmakta olan bir bilim adamıdır.
 
Geri
Üst