20
EXE RANK
OttoMaNs* ;яeiz
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 20 Şub 2011
- Mesajlar
- 32,869
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
SİYASET FELSEFESİ
Siyaset felsefesinin ne olduğunu anlamak için Leo Strauss’un ünlü konferansında (“Siyaset felsefesi nedir?; 1992”) dile getirdiği iki tuzaktan korunmak gerekir.
Birinci yanılgı siyaset felsefesini felsefenin, siyasetin özel alanında genel felsefenin problemlerinin ya da kavramlarının yer değiştirmesiyle oluşmuş “ek” bir dalı yapmaktır. Bu fikir, önce hem düşünceye hem olguya bağlı bir engelle karşılaşır “genel felsefe” ya da metafizik tarihiyle siyaset felsefesi tarihi arasındaki açık sapma.
Gerçekten de ilk planda, bir siyaset felsefesi tarihi yazmak isteniyorsa, belli başlı bölümlerinin ve eklemlenmelerinin genel felsefe tarihininkiyle aynı olamayacağı düşüncesini reddetmek zor gözükmektedir. Antikite bağlamında Platon
ve Aristoteles , her iki durumda da aynı derecede önemli bir yere sahiptirler kesinlikle ama çeşitli helenistik filozoflar söz konusu olduğunda aynı şeyi söylemek o kadar mümkün değildir; buna karşılık modern felsefede sapmalar son derece belirgindir: Descartes ya da Husserl gibi önemli filozoflar temelleri olan bir “felsefe siyaseti” bırakmamışlardır (onların siyasal düşüncelerini yeniden yapılandırmak mümkün olsa da bu gerçek değişmez) ve Makyavel, Montesquieu ya da Rousseau gibi önemli siyaset felsefecileri özellikle saf bir felsefe yapma kaygısı içinde olmamışlardır (bununla birlikte büyük bir hayranlık ve ilgi çekmişlerdir). Kesinlikle rastlantısal olmayan bu durum gerçekten siyaset felsefesinin önemli bir özelliğidir: siyaset felsefesi özel bir sorundan doğar ve onunla yaşar: felsefe hem temel olan hem felsefi bir temeli olmayan ama dünyanın ya da “doğal” yaşamın ontolojik ya da fenomenolojik sorununa indirgenemeyen sorular soran insan yaş*****n bir boyutu arasındaki ilişki sorunu
.
Siyaset felsefesinin problemleri ona kendiliklerinden geliştirilmiş ve çelişkili argümanlar üreten insan topluluklarının yaşamı aracılığıyla verilmiştir ve bu durum, bir yandan düşünceye sadece sistematik tutarlılık zorlayıcılıkları olmayan özel zorlayıcılıklar empoze ederek önyansımalı bir deneyim araştırmasını bir sorunsal yapar.
İkinci yanılgı bakışımlıdır ve siyaset felsefesini, genel olarak “siyasal düşünce”yle karıştırarak ve onun kendi mantığını “siyasal düşünceler mantığı” üstüne oturtarak, sitede zaten yaygın olan fikirlerin basit bir biçimlendirilmesi gibi görmekle ilgilidir. Bu noktada siyaset ve deneyim ya da tüm öteki düşünce alanları için aynı şey söz konusudur; felsefe bu biçimsel zorlamalarla ve özellikle de onu besleyen ‘telos’la ilginç hale gelir: gerçek anlamda ancak ilkelerin tartışılmasıyla, bu tartışmada doğrudan ya da dolaylı biçimde “total” gerçeklik sorusu sorulduğunda ortaya çıkar (iddiaların radikal bir eleştirisinin ya da gerçek söylemin hayallerinin paradoksal biçimi altında olsa da).
Dolayısıyla siyaset felsefesi öncelikli olarak sitenin “gerçek” siyasetinde gerçekten var olan deneyim ve düşüncelerle gerekli, aşılmaz ve belirsiz biçimde sorunsal bir ilişkiyle belirginleşir. Yaşam dünyasıyla olan bu temel ilişkinin sonucu spekülasyon olasılıklarını önceden sınırlamaktır: problemlerini siyasete veren ve böylelikle siyaseti siyasetin ortak önlayışını destekleyen anlayışları ve kavramları arasında minumum bir sürekliliğe zorlayan siyasetin kendisidir.
Öte yandan burada filozof özel bir “siyasal” konum içinde yer alır ve onun bu konumunun temelinde, özelliğinin ortak düşünce ve argümanları aştığı varsayılan evrensel içerikli bir söylem iddiasında olması yatar; filozof ve site arasındaki sürekli gerilim buradan doğar ve bu gerilimin bütünüyle yok edilmesi mümkün değildir; gerçekten de felsefenin amacı yaygın inançların ya da sağduyunun geçerliliğini doğrulamak ve meşrulaştırmak olsa da bu proje her zaman aşırı ya da sert bir iddianın işareti gibi gözükebilir çünkü en azından kendi meşruiyetini göz önünde bulundurma bağlamında bir bilinç eksikliği Önvarsayımı söz konusudur.
Dolayısıyla siyaset felsefesinin basit bir olumsuz tanımı (siyaset felsefesi genel felsefenin basit bir uygulaması değildir, var olan “siyasal düşünceler”in sistemleştirilmesi de değildir) bu temel özelliklerin bazılarının belirlenmesi için yeterlidir. Çünkü felsefi-olmayanla gerekli bir ilişki kurar, siyaset felsefesi her zaman özel çıkarsamalı ve yurttaşlıkla ilintili bir bağlama bağlıdır: philosophia perennis burada “bağlamsalcı” bir biçim altında var alabilir ancak.
Siyaset felsefesi genel bir destekten yararlanan düşüncelere dayandığından klasik felsefe ve “sağ duyu” ilişkisi sorusuna özel bir içerik kazandırır sadece akademik bir sorun olabilecek şey felsefe ve site arasındaki sürekli gerilimin nedeni durumuna gelir. Site için siyaset felsefesinin varlığı, taraflı olmak istemediğinden daha radikal olabilecek bir tartışma olasılığı yaratır; filozof için siyasal sorunların tartışılması, onun sadece teorik özellikler taşımayan ama aynı zamanda onun özel etkinliğini de dikkate alan öteki insanlarla ilişkisi konusunda özel bir düşünceyi gerekli kılar.
Dolayısıyla siyaset felsefesinin özgünlüğü, bir yandan felsefeyi felsefi olmayan yaşama çok güçlü bir biçimde bağlarken, felsefenin kendisini teorik ve pratik temel bir sorun yapması olgusuna bağlıdır. Dolayısıyla ancak filozof ve site arasındaki ilişkinin bazı önemli figürleri örneği aracılığıyla anlaşılabilir. Özellikle burada temel sorunlar aynı zamanda en önemli sorunlardır: felsefenin doğuşu, “modern” dönüşüm ve çağdaş düşünce içindeki yeri. Dolayısıyla biz de “sokratik” felsefenin getirdiği problemden hareket edip, daha sonra felsefenin modern dünyayla -kısmen felsefenin eseri olan-kurduğu özel ilişkiler üstünde duracağız.
Filozof ve toplulukFelsefenin Yunanistan’da doğduğu ve klasik biçimini Atina’da Sokrates, Platon ve Aristoteles ’le aldığı söylenirken felsefenin ortaya çıkışı ve Grek Sitesinde ve özellikle de Atina demokrasisinde ortaya çıkan siyasal özgürlük arasındaki ilişki açıklığa kavuşturulur. Ama bu tarihsel bağ hem temel hem sorunsaldır. Gerçekten de, bir yanda felsefenin doğuşu geleneğin, mitin ve tüm dinsel ve siyasal otoritelerin ve de bunlara bağlı yaşam biçimlerinin sarsılması sonucunu doğurmuştur ve demokrasi de özellikle bu köklü değişimden doğmuştur.
Logos’u ya da doğayı sitenin “pozitif” düzeniyle karşıtlaştırabilmek için her şeyden önce miras alınan siyasal düzenlerin biçimlerinin tartışılmasının meşru olması ve din ve gelenek otoriteleri dışında bir otoriteye dayanması gerekir. Buna karşılık site ve felsefe arasındaki ilişkiler her zaman tartışma yaratmıştır ve siyaset felsefesinin kurucusu Sokrates de kendisi hakkında açılan davanın bir iftiraya ya da bir yanlış anlamaya dayandığı söylenemeyecek olsa da Atina demokrasisinin en büyük kurbanı olmuştur; gerçekten de onun öğretisi bazı açılardan Atina rejiminin meşruiyeti için bir tehdit gibi görülebilir.
Sokrates’in çok açık yurtsever tavrı söz konusu değildir burada çünkü (belki öğrencisi Platon’un tersine) kendisi örnek bir yurttaştı; Atina’nın girişmiş olduğu savaşlara katılmış, çocuklarını vatanı için feda etmiş, demos’a sadece onun yapmış olduğu yasaları savunmak için karşı çıkmıştır ve bazı antidemokratik aristokratlarla (Kritias ve Alkibiades gibi) ilişkiler kurduysa da yıkıcı komplolara katılmış olabileceği konusunda kesin bilgiler yoktur elde.
Bununla birlikte Sokrates’in öğretisinde hem demokrasiyle hem de genel olarak Site’yle uyuşmayan birşeyler vardır; gerçekten de Sokrates, her şeyden önce her özel düşüncenin kesin karakterini ortaya çıkarmakla kalmaz: muhataplarını kendileriyle çelişkiye düşürerek fikrin siyasal tartışma ve kararlara temel oluşturamayacağını gösterir; ve bu da büyük sofist tarafından yeniden ele alınan ve kuramsallaştırılan yurttaşların evrensel siyasal yeteneği Atina postulatını ortadan kaldırır (bkz. Platon, Protagoras); ayrıca daimon referans ve felsefi bilgiyi ısrarla savunmasıyla (bilginin sınırlarının bilinmesi olarak) sitenin ve dinsel örgütlenmesinin aslında eksik olduğu düşüncesini öne sürer. Böylece Platon’un Sokrates öğretisini birçok bakımdan radikalleştirmiş olduğu mümkünse de bu öğreti her halükarda Atina demokrasisinin kabul edebileceği çizginin sınırında kalmıştır
Sokrates’in yaşamı ve öğretisi, dolayısıyla, içeriği siyaset felsefesi açısından çok önemli çifte bir ders verir: felsefenin konusu, ortak siyasal deneyim dışında, başka hiçbir yerde bulunmaz; bu, yaygın tartışmalar aracılığıyla açıklanmıştır ve ayrıca Kriton ’da (Sokrates, Platon’un bu diyalogunda, kendisini yurttaşlarının mahkum ettiği ölüm cezası nedeniyle kaçmaya razı etmek isteyince Atina yasalarını gösterir) görüldüğü gibi filozof kendisini eğiten ve yasalarıyla koruyan siteye olan borcunu görmezlikten gelemez.
Siyaset felsefesinin ne olduğunu anlamak için Leo Strauss’un ünlü konferansında (“Siyaset felsefesi nedir?; 1992”) dile getirdiği iki tuzaktan korunmak gerekir.
Birinci yanılgı siyaset felsefesini felsefenin, siyasetin özel alanında genel felsefenin problemlerinin ya da kavramlarının yer değiştirmesiyle oluşmuş “ek” bir dalı yapmaktır. Bu fikir, önce hem düşünceye hem olguya bağlı bir engelle karşılaşır “genel felsefe” ya da metafizik tarihiyle siyaset felsefesi tarihi arasındaki açık sapma.
Gerçekten de ilk planda, bir siyaset felsefesi tarihi yazmak isteniyorsa, belli başlı bölümlerinin ve eklemlenmelerinin genel felsefe tarihininkiyle aynı olamayacağı düşüncesini reddetmek zor gözükmektedir. Antikite bağlamında Platon
ve Aristoteles , her iki durumda da aynı derecede önemli bir yere sahiptirler kesinlikle ama çeşitli helenistik filozoflar söz konusu olduğunda aynı şeyi söylemek o kadar mümkün değildir; buna karşılık modern felsefede sapmalar son derece belirgindir: Descartes ya da Husserl gibi önemli filozoflar temelleri olan bir “felsefe siyaseti” bırakmamışlardır (onların siyasal düşüncelerini yeniden yapılandırmak mümkün olsa da bu gerçek değişmez) ve Makyavel, Montesquieu ya da Rousseau gibi önemli siyaset felsefecileri özellikle saf bir felsefe yapma kaygısı içinde olmamışlardır (bununla birlikte büyük bir hayranlık ve ilgi çekmişlerdir). Kesinlikle rastlantısal olmayan bu durum gerçekten siyaset felsefesinin önemli bir özelliğidir: siyaset felsefesi özel bir sorundan doğar ve onunla yaşar: felsefe hem temel olan hem felsefi bir temeli olmayan ama dünyanın ya da “doğal” yaşamın ontolojik ya da fenomenolojik sorununa indirgenemeyen sorular soran insan yaş*****n bir boyutu arasındaki ilişki sorunu
.
Siyaset felsefesinin problemleri ona kendiliklerinden geliştirilmiş ve çelişkili argümanlar üreten insan topluluklarının yaşamı aracılığıyla verilmiştir ve bu durum, bir yandan düşünceye sadece sistematik tutarlılık zorlayıcılıkları olmayan özel zorlayıcılıklar empoze ederek önyansımalı bir deneyim araştırmasını bir sorunsal yapar.
İkinci yanılgı bakışımlıdır ve siyaset felsefesini, genel olarak “siyasal düşünce”yle karıştırarak ve onun kendi mantığını “siyasal düşünceler mantığı” üstüne oturtarak, sitede zaten yaygın olan fikirlerin basit bir biçimlendirilmesi gibi görmekle ilgilidir. Bu noktada siyaset ve deneyim ya da tüm öteki düşünce alanları için aynı şey söz konusudur; felsefe bu biçimsel zorlamalarla ve özellikle de onu besleyen ‘telos’la ilginç hale gelir: gerçek anlamda ancak ilkelerin tartışılmasıyla, bu tartışmada doğrudan ya da dolaylı biçimde “total” gerçeklik sorusu sorulduğunda ortaya çıkar (iddiaların radikal bir eleştirisinin ya da gerçek söylemin hayallerinin paradoksal biçimi altında olsa da).
Dolayısıyla siyaset felsefesi öncelikli olarak sitenin “gerçek” siyasetinde gerçekten var olan deneyim ve düşüncelerle gerekli, aşılmaz ve belirsiz biçimde sorunsal bir ilişkiyle belirginleşir. Yaşam dünyasıyla olan bu temel ilişkinin sonucu spekülasyon olasılıklarını önceden sınırlamaktır: problemlerini siyasete veren ve böylelikle siyaseti siyasetin ortak önlayışını destekleyen anlayışları ve kavramları arasında minumum bir sürekliliğe zorlayan siyasetin kendisidir.
Öte yandan burada filozof özel bir “siyasal” konum içinde yer alır ve onun bu konumunun temelinde, özelliğinin ortak düşünce ve argümanları aştığı varsayılan evrensel içerikli bir söylem iddiasında olması yatar; filozof ve site arasındaki sürekli gerilim buradan doğar ve bu gerilimin bütünüyle yok edilmesi mümkün değildir; gerçekten de felsefenin amacı yaygın inançların ya da sağduyunun geçerliliğini doğrulamak ve meşrulaştırmak olsa da bu proje her zaman aşırı ya da sert bir iddianın işareti gibi gözükebilir çünkü en azından kendi meşruiyetini göz önünde bulundurma bağlamında bir bilinç eksikliği Önvarsayımı söz konusudur.
Dolayısıyla siyaset felsefesinin basit bir olumsuz tanımı (siyaset felsefesi genel felsefenin basit bir uygulaması değildir, var olan “siyasal düşünceler”in sistemleştirilmesi de değildir) bu temel özelliklerin bazılarının belirlenmesi için yeterlidir. Çünkü felsefi-olmayanla gerekli bir ilişki kurar, siyaset felsefesi her zaman özel çıkarsamalı ve yurttaşlıkla ilintili bir bağlama bağlıdır: philosophia perennis burada “bağlamsalcı” bir biçim altında var alabilir ancak.
Siyaset felsefesi genel bir destekten yararlanan düşüncelere dayandığından klasik felsefe ve “sağ duyu” ilişkisi sorusuna özel bir içerik kazandırır sadece akademik bir sorun olabilecek şey felsefe ve site arasındaki sürekli gerilimin nedeni durumuna gelir. Site için siyaset felsefesinin varlığı, taraflı olmak istemediğinden daha radikal olabilecek bir tartışma olasılığı yaratır; filozof için siyasal sorunların tartışılması, onun sadece teorik özellikler taşımayan ama aynı zamanda onun özel etkinliğini de dikkate alan öteki insanlarla ilişkisi konusunda özel bir düşünceyi gerekli kılar.
Dolayısıyla siyaset felsefesinin özgünlüğü, bir yandan felsefeyi felsefi olmayan yaşama çok güçlü bir biçimde bağlarken, felsefenin kendisini teorik ve pratik temel bir sorun yapması olgusuna bağlıdır. Dolayısıyla ancak filozof ve site arasındaki ilişkinin bazı önemli figürleri örneği aracılığıyla anlaşılabilir. Özellikle burada temel sorunlar aynı zamanda en önemli sorunlardır: felsefenin doğuşu, “modern” dönüşüm ve çağdaş düşünce içindeki yeri. Dolayısıyla biz de “sokratik” felsefenin getirdiği problemden hareket edip, daha sonra felsefenin modern dünyayla -kısmen felsefenin eseri olan-kurduğu özel ilişkiler üstünde duracağız.
Filozof ve toplulukFelsefenin Yunanistan’da doğduğu ve klasik biçimini Atina’da Sokrates, Platon ve Aristoteles ’le aldığı söylenirken felsefenin ortaya çıkışı ve Grek Sitesinde ve özellikle de Atina demokrasisinde ortaya çıkan siyasal özgürlük arasındaki ilişki açıklığa kavuşturulur. Ama bu tarihsel bağ hem temel hem sorunsaldır. Gerçekten de, bir yanda felsefenin doğuşu geleneğin, mitin ve tüm dinsel ve siyasal otoritelerin ve de bunlara bağlı yaşam biçimlerinin sarsılması sonucunu doğurmuştur ve demokrasi de özellikle bu köklü değişimden doğmuştur.
Logos’u ya da doğayı sitenin “pozitif” düzeniyle karşıtlaştırabilmek için her şeyden önce miras alınan siyasal düzenlerin biçimlerinin tartışılmasının meşru olması ve din ve gelenek otoriteleri dışında bir otoriteye dayanması gerekir. Buna karşılık site ve felsefe arasındaki ilişkiler her zaman tartışma yaratmıştır ve siyaset felsefesinin kurucusu Sokrates de kendisi hakkında açılan davanın bir iftiraya ya da bir yanlış anlamaya dayandığı söylenemeyecek olsa da Atina demokrasisinin en büyük kurbanı olmuştur; gerçekten de onun öğretisi bazı açılardan Atina rejiminin meşruiyeti için bir tehdit gibi görülebilir.
Sokrates’in çok açık yurtsever tavrı söz konusu değildir burada çünkü (belki öğrencisi Platon’un tersine) kendisi örnek bir yurttaştı; Atina’nın girişmiş olduğu savaşlara katılmış, çocuklarını vatanı için feda etmiş, demos’a sadece onun yapmış olduğu yasaları savunmak için karşı çıkmıştır ve bazı antidemokratik aristokratlarla (Kritias ve Alkibiades gibi) ilişkiler kurduysa da yıkıcı komplolara katılmış olabileceği konusunda kesin bilgiler yoktur elde.
Bununla birlikte Sokrates’in öğretisinde hem demokrasiyle hem de genel olarak Site’yle uyuşmayan birşeyler vardır; gerçekten de Sokrates, her şeyden önce her özel düşüncenin kesin karakterini ortaya çıkarmakla kalmaz: muhataplarını kendileriyle çelişkiye düşürerek fikrin siyasal tartışma ve kararlara temel oluşturamayacağını gösterir; ve bu da büyük sofist tarafından yeniden ele alınan ve kuramsallaştırılan yurttaşların evrensel siyasal yeteneği Atina postulatını ortadan kaldırır (bkz. Platon, Protagoras); ayrıca daimon referans ve felsefi bilgiyi ısrarla savunmasıyla (bilginin sınırlarının bilinmesi olarak) sitenin ve dinsel örgütlenmesinin aslında eksik olduğu düşüncesini öne sürer. Böylece Platon’un Sokrates öğretisini birçok bakımdan radikalleştirmiş olduğu mümkünse de bu öğreti her halükarda Atina demokrasisinin kabul edebileceği çizginin sınırında kalmıştır
Sokrates’in yaşamı ve öğretisi, dolayısıyla, içeriği siyaset felsefesi açısından çok önemli çifte bir ders verir: felsefenin konusu, ortak siyasal deneyim dışında, başka hiçbir yerde bulunmaz; bu, yaygın tartışmalar aracılığıyla açıklanmıştır ve ayrıca Kriton ’da (Sokrates, Platon’un bu diyalogunda, kendisini yurttaşlarının mahkum ettiği ölüm cezası nedeniyle kaçmaya razı etmek isteyince Atina yasalarını gösterir) görüldüğü gibi filozof kendisini eğiten ve yasalarıyla koruyan siteye olan borcunu görmezlikten gelemez.