20
EXE RANK
OttoMaNs* ;яeiz
Fexe Kullanıcısı
Puanları
0
Çözümler
0
- Katılım
- 20 Şub 2011
- Mesajlar
- 32,869
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- www.netbilgini.com
PSİKOLOJİ VE KÜLTÜR
Kültürel psikoloji insan toplum kültür ilişkilerinin ve bunlarda ki değişmeleri kapsamaktadır.Geleneksel psikoloji ise genelde davranışı kültürel bağlamdan soyutlayarak inceler. Çünkü temel amacı davranışın evrensel boyutlarını ve kurallarını bulmaktır. Bu amaca yönelik olarak ta davranışta ortak yanların üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım psikoloji biliminin sınırlarını belirlemiş ve onu basit davranışsal konular olan şartlanma ve öğrenme, duyum ve algılama, kavrama ve bellek düzlemine indirgemiştir.
Kültürler arası psikolojide ise son yıllarda ortaya çıkan iki zıt eğilim vardır.bu eğilimler yerel psikolojilere yönelme ve evrenselciliğe yönelmedir. Birincisinde emik yaklaşım,ikincisinde etik yaklaşım kullanılmaktadır. Emik yaklaşım her kültürün psikolojik süreçlerinin farklı ve kendine özgü olduğu görüşüdür. Etik yaklaşım ise psikolojik süreçlerin farklı kültürlerde de ortak olabileceği görüşüdür.
Emik yaklaşımın bir sakıncası bir kültürde görülüp adlandırılmış olan fakat bir diğerinde görülmeyen bir davranışın görüldüğü kültüre özgü kabul etmektir. Oysa bu davranışın bir üçüncü kültürde görülebilmesi her zaman mümkündür.
Burada yerel psikoloji ve evrensel psikoloji birbirine zıt iki akım gibi görülmektedir. Ancak bu iki akım kuramsal çerçevede birbirini tamamlar. Çünkü psikolojide gerçek evrensel kurama ulaşabilmek için yerel bilgi gerekir. Farklı yerel davranış kalıpları arasında benzerlikler buldukça evrensel geçerliliği olan olgulara yaklaşmaya başlarız. Öyleyse yerel bilgi oluşumu evrensel bilginin aranmasında gerekli ve önemli bir basamak yada evredir.
SOSYALLEŞME
Sosyalleşme kavramı insanın gelişiminde önemli bir faktördür. Sosyalleşme yapısında karmaşıklığı içeren, toplumsal anlamda başarılı bireylerin yetişmesi süreci demektir. Ayrıca sosyalleşme hem istemli bir sosyalleşmeyi,hem de istem dışı bir süreç olan kültürleşmeyi içerir. Bu kültürün öğrenilmesi ve insanın sosyal bir varlık olma sürecinin tamamıdır. Burada birey tüm çevresini kapsayan ve bireyin çevresi ile olan dinamik etkileşimini göz önüne alan bağlamsal yaklaşımlar insan gerçeğine çok daha uygun olur.
Sosyalleşme bireysel ve toplumsal öğelerin karşılıklı etkileşimini içerir. O halde hiçbir sosyalleşme kuramı bunlardan yalnızca birinin üzerine kurulamaz. Ancak insan gelişimini inceleyen psikolojik kuramlar konunun bireysel yönünü,sosyolojik sosyalleşme kuramları ise konunun toplumsal yönünü ön plana çıkarmışlardır. Ancak son zamanlarda her iki disiplininde bir diğerinin geliştirdiği kuramları tanıması ve kuramlarını içine alması iki disiplinin birbirine yaklaştığını göstermektedir.
Burada insanın gelişimini inceleyen psikolojik kuramların kullandığı bazı temel kişi çevre ilişkisi modellerinden karmaşık bir süreç olan sosyalleşmeyi ne kadar açıklayabildikleri konusunda kısaca söz edebiliriz.
1-Mekanizmik Model
Bu model insan gelişimini çevresel uyarıcılara verilen tepkiler toplamı olarak görür. Klasik öğrenme kuramı bu mekanik yaklaşımı benimsemiştir.
2 Organizmik Model
Bu modele göre insan gelişiminin olgunlaşmaya bağlı nedenleri çevresel nedenlerden önde gelir. Bu modelde birbirini izleyen gelişme aşamaları belirlenmiş ve bu aşamaların giderek potansiyel olarak varolan insandaki gelişmenin son aşamasına ulaşacağı varsayılmıştır. Piaget’in bilişsel gelişim kuramı bu modeli benimsenmiştir.
3-Sistem Modeli
Gelişimi yada değişimi bir sistem yada sistemler arasında incelemekte yönelik bir yaklaşımdır. Bu görüşe göre insan gelişimi psikolojik ve sosyal sistemlerin iç içe geçişinin bir sonucudur. Bu model de insan gelişiminin belirli bir sonu yoktur. Psikolojideki ekolojik kuram ve sosyolojideki sosyal sistem kuramları bu yaklaşımı paylaşmaktadır.
4-Bağlamsal Model
Bu model insan gelişimini bireyle çevre arasında süre gelen yaşan boyu bir etkileşim olarak kabul eder ve sembolik etkileşimcilikte yeni toplumsal yapı kuramlarına kadar bir çok sosyolojik kurama genel bir çerçeve oluşur. Bağlamsal modele göre birey sosyal çevresi ile sürekli alış veriş içindedir. Bu dinamik süreçte birey etkin olarak ortamları seçer ve bu ortamlarda onun davranışını belirler.
Kişi-çevre ilişkisi ile ilgili bazı modellerin bu özetleri genelde modellerin hepsinin en azından bir dereceye kadar sosyalleşme sürecini açıklaya bileceklerini göstermektedir. Modellerden bazıları özellikle Organizmik model bu iş için pek uygun olmamakla beraber her biri bu karmaşık süreci anlamakta yararlı olabilecek öğeleri içermektedir.
AİLE ÇEŞİTLİLİĞİNE NEDEN OLAN ETKENLER
Aile çeşitliliğine neden olan etkenler üç kısımda incelenebilir Bunlar;
1-Ana –Babaların inanç ve değerleri
2-Aile etkileşimi
3-Sosyal sınıf ve aile tipidir.
Ana babaların çocuklar ve aile ile ilgili temel inanç ve değerleri, kendileri ve rolleri nasıl algıladıkları, aile süreçlerinin ve çocuğun sosyalleşmesinin anlam kazandığı temel bağlamı oluşturur.
Ana-Babaların kendi rollerini nasıl algıladığı ve bu rollere bağlı değerler sosyalleşme sürecinin önemli yönlerini oluşturmaktadır.Örneğin Japon ve Amerikalı annelerin karşılaştırıldığı bir araştırmada annelik rolünün tanımı ve tanımın içerdiği sorumluluklarda zamanla ilgili farklılıklara rastlanmıştır.Amerikalı anneler çocukları ergenlik dönemine gelinceye kadar kısa bir annelik dönemi benimsiyorlar. Baba soyunun devamı ile ilgili herhangi bir sorumluluk almaksızın yalnızca çocuğun bakımı ve çocuğu sevme gibi sorumluluklar yükleniyorlar. Japon anneler için ise annelik yaşam boyu süren bir roldür. Çocuk yetiştirmede de baba soyunun devamlılığı içinde ve babasının ait olduğu iş çevresinin beklentileri doğrultusunda çocuğun saygılı işbirliğini ve başarıya yönelik olarak büyümesinin sorumluluğunu yükleniyorlar.
Ana-Baba ların çocuk yetiştirmedeki değerleri aile içindeki etkileşimi etkilemektedir. Yerleşik tarımsal yaşam biçimi olan yerlerde çocuklarda uyma ve itaat davranışlarını geliştirecek aile içi etkileşim vardır. Böyle sıkı toplumlarda alana bağlı bireyler oluşmaktadır. Kentsel yaşam bölgelerinde ise çocuğun sosyalleşmesinde daha çok bireysel özgürlük gelişmektedir.
Kentsel bölgelerde sosyal sınıfta görülen değişikliklerde aile yapısını etkiler, Ekonomik yönden gelişmemiş kenar mahallelerde görülen aile yapısı gelişmiş bölgelerdeki aile yapısından farklıdır.
Görülen bu tür farklılıkların nedeni çocuklardan beklenen bağımlı veya özerk olmaları beklentileridir. Bu beklentiler aile bireylerinin ne dereceye kadar birbirine bağlı veya bağımsız oldukları ile ilintilidir. Bu beklentiler ailenin sosyo ekonomik yapısı,yerleşim yeri, etnik farklılıklar gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir.
ÇOCUK YETİŞTİRME
Türkiye’de ve başka toplumlarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli kentsel ve yarı kentsel bölgelerde ve özellikle köylerde çocuğun zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini destekleyebilecek çevresel uyaranlar ile neden sonuç ilişkilerine dayanan açıklamalı ussal sözlü tartışma ortamı ve iletişim çok yetersizdir. Bu durum bir dereceye kadar düşük gelirli ana babaların az okumuş olmaları nedeni ile sınırlı sözcük dağarcığına sahip olmaları ve bu nedenle sözlü tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. bir başka nedende çocukların genelde okul yaşından önce evde de eğitilebildiklerinin bilinmemesidir.
Bu tür çocuk yetiştirme eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Bazı araştırmalar gerçektende çocuğun zihinsel performansında kırsal,kentsel ve sosyo ekonomik statü konumlarına dayanan önemli farklılıklara dikkat çekmiştir.
Çocuk ta büyüdüğü çevreye bağlı olarak dışsal veya içsel denetim gelişir. Çocuktan beklenen itaat ve bağımlılıkla paralel olarak çocuk özellikle babasının mutlak otoritesi altında büyür. Genellikle çocuktan beklenen bağımsız karar verebilme ve davranış değil ana babaya itaat etmesidir. Bu da çocuğun kendi kendini denetlemesine yani içsel denetime engel olur. Bu şekilde çocuk sürekli dişardan denetlenir. Öte yandan çocuğu ikna etmek, onun kendi davranışlarının sonuçlarını anlamasını sağlamak gibi sözel disiplin yöntemlerinin ise içsel denetimin gelişmesine yardımcı olduğu saptanmıştır.
Türkiye’de yapılan gözlemlerde çocukla konuşarak onu ikna etmek, çocuğa doğruyu yanlışı anlatmak, az sayıda ana babanın baş vurduğu bir yoldur. Çocuk yetiştirmede ortaya çıkan bu sorunlar daha çok düşük sosyo ekonomik düzeyin yarattığı koşullardan kaynaklanır. Türkiye de ki çocuk yetiştirme yöntemlerindeki değişmeler kırdan kente göç ile ve kentte alt sosyo ekonomik düzeyden orta sosyo ekonomik düzeye hareketlilikle ortaya çıkmaktadır.
ÇOCUĞUN DEĞERİ ARAŞTIRMASI
1970’lerin ortasında Endonezya, Federal Almanya , Filipinler , Kore , Singapur , Tayvan , Tayland , Türkiye ve ABD’de gerçekleştirilen “çocuğun değeri araştırması” nda toplam 20000 kişi ile etraflı mülakatlar yapılmıştır. Bu araştırma ana-babaların çocuğa yükledikleri değeri ortaya çıkarmak amacındaydı. Burada iki temel değer ortaya çıkmıştır. Bunlar çocuğun ekonomik ve psikolojik değerleridir. Ekonomik değer çocuğun küçükken ve büyüdüğünde ailesine maddi katkıda bulunmasına ve özelliklede ana babası için bir yaşlılık kaynağı oluşturmasını içeriyordu.Çocuklara yüklenen değerler ve onlardan istenenler aslında ailenin ne şekilde işlediğini yansıtır. Çocuğa ekonomik değerlerin yüklendiği yerlerde çocuğun aileye maddi katkısı gerçektende önemlidir.
Araştırmada Amerikalılar ve Almanların cevapları diğer ülkelerin cevaplarıyla çatışmaktadır. Amerika ve Almanlar çocuktan yaşlılıkta yardım beklemekle ilgili soruları tepki ile karşılamış ve herhangi birine özellikle çocuklarına bağımlı olmayı reddetmişlerdir. Bunun tersini Türkiye deki cevaplayıcılar çocuklarını kendilerine bağlı olmaları gerektiğinin sorulmasını bile garip karşılamışlardır.” Elbette hayırlı bir evlat hiçbir zaman ana-babasını yüz üstü bırakmaz”gibi cevaplara rastlanmıştır.
Singapur ve Kore gibi hızlı ekonomik gelişme sürecinde doğurganlığın azaldığı toplumlar ise bu iki uç noktanın arasındaydı. Ülkeler arasında ki farklar kabaca genel gelişmişlik düzeyine paraleldir. Ekonomik gelişmenin düşük olduğu ve sosyal refah kurumlarının yaygın olmadığı yerlerde sosyal güvenlik ve yaşlılıkta bakım aileler ve özelliklede yetişkin evlatlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Bunun tersi bir durum ise ekonomik gelişmenin yüksek olduğu ortamlarda görülmektedir. Bu ortamlarda yaşlılık sigortası,huzur evleri gibi kurumlar yaygındır.
Aynı ülke içindeki farklılıklar sosyo ekonomik gelişme bakımından kültürler arası farklılıklarla aynı doğrultuda olur. Örneğin Türkiye’de oturulan bölgenin gelişmişlik düzeyi arttıkça çocuğun yaşlılık güvencesi değerinin önemi azalmaktadır. Çocuğun faydacı değerleri sosyo ekonomik gelişmeye ve eğitime bağlı olarak azalmaktadır. Çocuğun yaşlılık güvencesi değeri küçük esnaf ve sanatkarlar için en fazla, ücretli çalışanlar için daha düşük, beyaz yakalılar için ise en düşük düzeydedir. Çalışılan işin yaşlılık güvencesi sagladığı durumlarda çocuğun bu gereksinimi karşılamasının önemi azalmaktadır.
Çocuğun ekonomik değerinin çocuk sayısı ile ilgili olmasına karşın psikolojik değerinin bununla ilgisi yoktur. Çünkü maddi katkıları birbirine eklenebilir fakat sevgi, gurur gibi çocuğun psikolojik değerleri aynı şekilde biriken değerler değildir. Sosyo ekonomik değişme ile çocuğun ekonomik değeri azalmakta ve bu değerin azalması doğurganlığın da azalmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan çocuğun psikolojik değeri ekonomik gelişme ile değişmemekte hatta artabilmektedir.. Fakat bu değerin çocuk sayısı ile ilgisi olmadığından doğurganlığa yol açmamaktadır. Öyleyse ekonomik gelişme ile birlikte doğurganlığın, erkek çocuk tercihinin, çocuklardan maddi katkı beklentilerinin azıldığı ve kadını statüsünün arttığı bir örüntünün ortaya çıktığı söylenebilir.
Kentleşme ve ekonomik gelişme, zorunlu eğitim,çocuk iş yasaları ve tarımsal olmayan kentsel yaşam koşullarının etkisi ile çocuklar ailelerinin yaptıkları katkılardan çok daha pahalıya mal olmaktadırlar.
Ancak bu bulgulara dayanarak ekonomik gelişme sonucu ailede a,ayrışmanın kaçınılmaz olduğu yada geleneksel karşılıklı bağımlılıktan batı çekirdek ailesinin bağımsızlık modeline doğru bir geçiş olduğu çıkarsanamaz. Çünkü ailedeki karşılıklı bağımlılığın iki farklı boyutu maddi ve duygusal boyutlar birbirinden ayrılmalıdır. Çocuğun değeri araştırmasının bulguları maddi bağımlılıklarla ilgilidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ailede duygusal bağımlılıklar , maddi bağımlılıklar ortadan kalksa da güçlü bir şekilde sürebilir.
Türkiye’de modern genç ve kentli gruplarla, geleneksel yaşlı ve kırsal grupların karşılaştırıldığı bir çalışmada maddi bağımlılıkların azalmasının duygusal bağımlılıklara yansımadığı görülmüştür. Bu araştırma akraba ilişkilerinin gelişmiş kentlerde ,köyden gelenlerde, orta sınıf ailelerde ve hata meslek sahipleri arasında önemli yaygın olduğunu göstermektedir. Yani akraba ilişkileri kentleşme ve sanayileşmeyle yok olmamıştır.
Çocuk yetiştirme değerleri , aile ilişkilerini ve bu ilişkilerdeki değişmeleri de yansıtır. Çocuktan itaat yada bağımsızlık ve kendine güven beklentileri çocuğun yaşlılık güvencesi değeri ile paralel olarak sistematik bir değişme gösterir.
İtaat daha düşük ekonomik gelişmişlik ortamlarında, bağımsızlık ise daha yüksek ekonomik gelişmişlik ortamlarında vurgulanmaktadır. Kore ve Singapur gibi yeni sanayileşmiş ülkelerde bağımsız bireyin vurgulanması dikkat çekicidir. Endonezya ve Filipinlerde daha az derecede olmak üzere Türkiye ve Tayland da ise çocuklardan bağımlı olmaları beklenmektedir. Bu bağımlılık , yaşlılıkta ana babaların yetişkin evlatlarına bağımlı olmaları şeklinde tersine döner. Bu durum ailede nesiller arası bağımlılığa örnektir.
Ailede maddi karşılıklı bağımlılık bağlamında büyüyen çocuğun bağımsız olması hiçte işlevsel olmayıp aksine ailenin geçişi için bir tehdit sayılabilir. Çünkü bağımsız bir çocuk ailesinden çok kendi çıkarlarını ön planda tutabilir. Çocukların sahip olmaları beklenilen nitelikler ile, o,onlardan gelebilecek kötü beklentiler böylece birbirine uymakta ve genel bir nesiller arası aile etkileşimi kalıbı oluşturmaktadır. Öyleyse sosyalleşme değerleri ekonomik gelişmeye bağlıdır ve aile etkileşim örüntülerini etkiler.
Maddi karşılıklı bağımlılıktan duygusal karşılıklı bağımlılığa ve çocuğun ekonomik değerinden psikolojik değerine geçişle birlikte çocuk yetiştirme yöntemlerinde bazı değişikliklerin olması beklenir. Çocuğun aileye maddi katkısının gerekmediği ve bağımsız olması aile içi bir tehdit oluşturmadığı durumlarda çocuğun sosyalleşmesinde özerkliğe de yer verilebilir. Fakat özerklik bu kez duygusal bağımlılığı sarsabileceğinden, çocuğun aileden tümüyle kopmasını önlemek için sınırlı olacaktır. Böylece sosyalleşme değerleri ve ana-baba çocuk ilişkileri hem denetimi hem de özerkliği içerecektir.
Kültürel psikoloji insan toplum kültür ilişkilerinin ve bunlarda ki değişmeleri kapsamaktadır.Geleneksel psikoloji ise genelde davranışı kültürel bağlamdan soyutlayarak inceler. Çünkü temel amacı davranışın evrensel boyutlarını ve kurallarını bulmaktır. Bu amaca yönelik olarak ta davranışta ortak yanların üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım psikoloji biliminin sınırlarını belirlemiş ve onu basit davranışsal konular olan şartlanma ve öğrenme, duyum ve algılama, kavrama ve bellek düzlemine indirgemiştir.
Kültürler arası psikolojide ise son yıllarda ortaya çıkan iki zıt eğilim vardır.bu eğilimler yerel psikolojilere yönelme ve evrenselciliğe yönelmedir. Birincisinde emik yaklaşım,ikincisinde etik yaklaşım kullanılmaktadır. Emik yaklaşım her kültürün psikolojik süreçlerinin farklı ve kendine özgü olduğu görüşüdür. Etik yaklaşım ise psikolojik süreçlerin farklı kültürlerde de ortak olabileceği görüşüdür.
Emik yaklaşımın bir sakıncası bir kültürde görülüp adlandırılmış olan fakat bir diğerinde görülmeyen bir davranışın görüldüğü kültüre özgü kabul etmektir. Oysa bu davranışın bir üçüncü kültürde görülebilmesi her zaman mümkündür.
Burada yerel psikoloji ve evrensel psikoloji birbirine zıt iki akım gibi görülmektedir. Ancak bu iki akım kuramsal çerçevede birbirini tamamlar. Çünkü psikolojide gerçek evrensel kurama ulaşabilmek için yerel bilgi gerekir. Farklı yerel davranış kalıpları arasında benzerlikler buldukça evrensel geçerliliği olan olgulara yaklaşmaya başlarız. Öyleyse yerel bilgi oluşumu evrensel bilginin aranmasında gerekli ve önemli bir basamak yada evredir.
SOSYALLEŞME
Sosyalleşme kavramı insanın gelişiminde önemli bir faktördür. Sosyalleşme yapısında karmaşıklığı içeren, toplumsal anlamda başarılı bireylerin yetişmesi süreci demektir. Ayrıca sosyalleşme hem istemli bir sosyalleşmeyi,hem de istem dışı bir süreç olan kültürleşmeyi içerir. Bu kültürün öğrenilmesi ve insanın sosyal bir varlık olma sürecinin tamamıdır. Burada birey tüm çevresini kapsayan ve bireyin çevresi ile olan dinamik etkileşimini göz önüne alan bağlamsal yaklaşımlar insan gerçeğine çok daha uygun olur.
Sosyalleşme bireysel ve toplumsal öğelerin karşılıklı etkileşimini içerir. O halde hiçbir sosyalleşme kuramı bunlardan yalnızca birinin üzerine kurulamaz. Ancak insan gelişimini inceleyen psikolojik kuramlar konunun bireysel yönünü,sosyolojik sosyalleşme kuramları ise konunun toplumsal yönünü ön plana çıkarmışlardır. Ancak son zamanlarda her iki disiplininde bir diğerinin geliştirdiği kuramları tanıması ve kuramlarını içine alması iki disiplinin birbirine yaklaştığını göstermektedir.
Burada insanın gelişimini inceleyen psikolojik kuramların kullandığı bazı temel kişi çevre ilişkisi modellerinden karmaşık bir süreç olan sosyalleşmeyi ne kadar açıklayabildikleri konusunda kısaca söz edebiliriz.
1-Mekanizmik Model
Bu model insan gelişimini çevresel uyarıcılara verilen tepkiler toplamı olarak görür. Klasik öğrenme kuramı bu mekanik yaklaşımı benimsemiştir.
2 Organizmik Model
Bu modele göre insan gelişiminin olgunlaşmaya bağlı nedenleri çevresel nedenlerden önde gelir. Bu modelde birbirini izleyen gelişme aşamaları belirlenmiş ve bu aşamaların giderek potansiyel olarak varolan insandaki gelişmenin son aşamasına ulaşacağı varsayılmıştır. Piaget’in bilişsel gelişim kuramı bu modeli benimsenmiştir.
3-Sistem Modeli
Gelişimi yada değişimi bir sistem yada sistemler arasında incelemekte yönelik bir yaklaşımdır. Bu görüşe göre insan gelişimi psikolojik ve sosyal sistemlerin iç içe geçişinin bir sonucudur. Bu model de insan gelişiminin belirli bir sonu yoktur. Psikolojideki ekolojik kuram ve sosyolojideki sosyal sistem kuramları bu yaklaşımı paylaşmaktadır.
4-Bağlamsal Model
Bu model insan gelişimini bireyle çevre arasında süre gelen yaşan boyu bir etkileşim olarak kabul eder ve sembolik etkileşimcilikte yeni toplumsal yapı kuramlarına kadar bir çok sosyolojik kurama genel bir çerçeve oluşur. Bağlamsal modele göre birey sosyal çevresi ile sürekli alış veriş içindedir. Bu dinamik süreçte birey etkin olarak ortamları seçer ve bu ortamlarda onun davranışını belirler.
Kişi-çevre ilişkisi ile ilgili bazı modellerin bu özetleri genelde modellerin hepsinin en azından bir dereceye kadar sosyalleşme sürecini açıklaya bileceklerini göstermektedir. Modellerden bazıları özellikle Organizmik model bu iş için pek uygun olmamakla beraber her biri bu karmaşık süreci anlamakta yararlı olabilecek öğeleri içermektedir.
AİLE ÇEŞİTLİLİĞİNE NEDEN OLAN ETKENLER
Aile çeşitliliğine neden olan etkenler üç kısımda incelenebilir Bunlar;
1-Ana –Babaların inanç ve değerleri
2-Aile etkileşimi
3-Sosyal sınıf ve aile tipidir.
Ana babaların çocuklar ve aile ile ilgili temel inanç ve değerleri, kendileri ve rolleri nasıl algıladıkları, aile süreçlerinin ve çocuğun sosyalleşmesinin anlam kazandığı temel bağlamı oluşturur.
Ana-Babaların kendi rollerini nasıl algıladığı ve bu rollere bağlı değerler sosyalleşme sürecinin önemli yönlerini oluşturmaktadır.Örneğin Japon ve Amerikalı annelerin karşılaştırıldığı bir araştırmada annelik rolünün tanımı ve tanımın içerdiği sorumluluklarda zamanla ilgili farklılıklara rastlanmıştır.Amerikalı anneler çocukları ergenlik dönemine gelinceye kadar kısa bir annelik dönemi benimsiyorlar. Baba soyunun devamı ile ilgili herhangi bir sorumluluk almaksızın yalnızca çocuğun bakımı ve çocuğu sevme gibi sorumluluklar yükleniyorlar. Japon anneler için ise annelik yaşam boyu süren bir roldür. Çocuk yetiştirmede de baba soyunun devamlılığı içinde ve babasının ait olduğu iş çevresinin beklentileri doğrultusunda çocuğun saygılı işbirliğini ve başarıya yönelik olarak büyümesinin sorumluluğunu yükleniyorlar.
Ana-Baba ların çocuk yetiştirmedeki değerleri aile içindeki etkileşimi etkilemektedir. Yerleşik tarımsal yaşam biçimi olan yerlerde çocuklarda uyma ve itaat davranışlarını geliştirecek aile içi etkileşim vardır. Böyle sıkı toplumlarda alana bağlı bireyler oluşmaktadır. Kentsel yaşam bölgelerinde ise çocuğun sosyalleşmesinde daha çok bireysel özgürlük gelişmektedir.
Kentsel bölgelerde sosyal sınıfta görülen değişikliklerde aile yapısını etkiler, Ekonomik yönden gelişmemiş kenar mahallelerde görülen aile yapısı gelişmiş bölgelerdeki aile yapısından farklıdır.
Görülen bu tür farklılıkların nedeni çocuklardan beklenen bağımlı veya özerk olmaları beklentileridir. Bu beklentiler aile bireylerinin ne dereceye kadar birbirine bağlı veya bağımsız oldukları ile ilintilidir. Bu beklentiler ailenin sosyo ekonomik yapısı,yerleşim yeri, etnik farklılıklar gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir.
ÇOCUK YETİŞTİRME
Türkiye’de ve başka toplumlarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli kentsel ve yarı kentsel bölgelerde ve özellikle köylerde çocuğun zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini destekleyebilecek çevresel uyaranlar ile neden sonuç ilişkilerine dayanan açıklamalı ussal sözlü tartışma ortamı ve iletişim çok yetersizdir. Bu durum bir dereceye kadar düşük gelirli ana babaların az okumuş olmaları nedeni ile sınırlı sözcük dağarcığına sahip olmaları ve bu nedenle sözlü tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. bir başka nedende çocukların genelde okul yaşından önce evde de eğitilebildiklerinin bilinmemesidir.
Bu tür çocuk yetiştirme eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Bazı araştırmalar gerçektende çocuğun zihinsel performansında kırsal,kentsel ve sosyo ekonomik statü konumlarına dayanan önemli farklılıklara dikkat çekmiştir.
Çocuk ta büyüdüğü çevreye bağlı olarak dışsal veya içsel denetim gelişir. Çocuktan beklenen itaat ve bağımlılıkla paralel olarak çocuk özellikle babasının mutlak otoritesi altında büyür. Genellikle çocuktan beklenen bağımsız karar verebilme ve davranış değil ana babaya itaat etmesidir. Bu da çocuğun kendi kendini denetlemesine yani içsel denetime engel olur. Bu şekilde çocuk sürekli dişardan denetlenir. Öte yandan çocuğu ikna etmek, onun kendi davranışlarının sonuçlarını anlamasını sağlamak gibi sözel disiplin yöntemlerinin ise içsel denetimin gelişmesine yardımcı olduğu saptanmıştır.
Türkiye’de yapılan gözlemlerde çocukla konuşarak onu ikna etmek, çocuğa doğruyu yanlışı anlatmak, az sayıda ana babanın baş vurduğu bir yoldur. Çocuk yetiştirmede ortaya çıkan bu sorunlar daha çok düşük sosyo ekonomik düzeyin yarattığı koşullardan kaynaklanır. Türkiye de ki çocuk yetiştirme yöntemlerindeki değişmeler kırdan kente göç ile ve kentte alt sosyo ekonomik düzeyden orta sosyo ekonomik düzeye hareketlilikle ortaya çıkmaktadır.
ÇOCUĞUN DEĞERİ ARAŞTIRMASI
1970’lerin ortasında Endonezya, Federal Almanya , Filipinler , Kore , Singapur , Tayvan , Tayland , Türkiye ve ABD’de gerçekleştirilen “çocuğun değeri araştırması” nda toplam 20000 kişi ile etraflı mülakatlar yapılmıştır. Bu araştırma ana-babaların çocuğa yükledikleri değeri ortaya çıkarmak amacındaydı. Burada iki temel değer ortaya çıkmıştır. Bunlar çocuğun ekonomik ve psikolojik değerleridir. Ekonomik değer çocuğun küçükken ve büyüdüğünde ailesine maddi katkıda bulunmasına ve özelliklede ana babası için bir yaşlılık kaynağı oluşturmasını içeriyordu.Çocuklara yüklenen değerler ve onlardan istenenler aslında ailenin ne şekilde işlediğini yansıtır. Çocuğa ekonomik değerlerin yüklendiği yerlerde çocuğun aileye maddi katkısı gerçektende önemlidir.
Araştırmada Amerikalılar ve Almanların cevapları diğer ülkelerin cevaplarıyla çatışmaktadır. Amerika ve Almanlar çocuktan yaşlılıkta yardım beklemekle ilgili soruları tepki ile karşılamış ve herhangi birine özellikle çocuklarına bağımlı olmayı reddetmişlerdir. Bunun tersini Türkiye deki cevaplayıcılar çocuklarını kendilerine bağlı olmaları gerektiğinin sorulmasını bile garip karşılamışlardır.” Elbette hayırlı bir evlat hiçbir zaman ana-babasını yüz üstü bırakmaz”gibi cevaplara rastlanmıştır.
Singapur ve Kore gibi hızlı ekonomik gelişme sürecinde doğurganlığın azaldığı toplumlar ise bu iki uç noktanın arasındaydı. Ülkeler arasında ki farklar kabaca genel gelişmişlik düzeyine paraleldir. Ekonomik gelişmenin düşük olduğu ve sosyal refah kurumlarının yaygın olmadığı yerlerde sosyal güvenlik ve yaşlılıkta bakım aileler ve özelliklede yetişkin evlatlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Bunun tersi bir durum ise ekonomik gelişmenin yüksek olduğu ortamlarda görülmektedir. Bu ortamlarda yaşlılık sigortası,huzur evleri gibi kurumlar yaygındır.
Aynı ülke içindeki farklılıklar sosyo ekonomik gelişme bakımından kültürler arası farklılıklarla aynı doğrultuda olur. Örneğin Türkiye’de oturulan bölgenin gelişmişlik düzeyi arttıkça çocuğun yaşlılık güvencesi değerinin önemi azalmaktadır. Çocuğun faydacı değerleri sosyo ekonomik gelişmeye ve eğitime bağlı olarak azalmaktadır. Çocuğun yaşlılık güvencesi değeri küçük esnaf ve sanatkarlar için en fazla, ücretli çalışanlar için daha düşük, beyaz yakalılar için ise en düşük düzeydedir. Çalışılan işin yaşlılık güvencesi sagladığı durumlarda çocuğun bu gereksinimi karşılamasının önemi azalmaktadır.
Çocuğun ekonomik değerinin çocuk sayısı ile ilgili olmasına karşın psikolojik değerinin bununla ilgisi yoktur. Çünkü maddi katkıları birbirine eklenebilir fakat sevgi, gurur gibi çocuğun psikolojik değerleri aynı şekilde biriken değerler değildir. Sosyo ekonomik değişme ile çocuğun ekonomik değeri azalmakta ve bu değerin azalması doğurganlığın da azalmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan çocuğun psikolojik değeri ekonomik gelişme ile değişmemekte hatta artabilmektedir.. Fakat bu değerin çocuk sayısı ile ilgisi olmadığından doğurganlığa yol açmamaktadır. Öyleyse ekonomik gelişme ile birlikte doğurganlığın, erkek çocuk tercihinin, çocuklardan maddi katkı beklentilerinin azıldığı ve kadını statüsünün arttığı bir örüntünün ortaya çıktığı söylenebilir.
Kentleşme ve ekonomik gelişme, zorunlu eğitim,çocuk iş yasaları ve tarımsal olmayan kentsel yaşam koşullarının etkisi ile çocuklar ailelerinin yaptıkları katkılardan çok daha pahalıya mal olmaktadırlar.
Ancak bu bulgulara dayanarak ekonomik gelişme sonucu ailede a,ayrışmanın kaçınılmaz olduğu yada geleneksel karşılıklı bağımlılıktan batı çekirdek ailesinin bağımsızlık modeline doğru bir geçiş olduğu çıkarsanamaz. Çünkü ailedeki karşılıklı bağımlılığın iki farklı boyutu maddi ve duygusal boyutlar birbirinden ayrılmalıdır. Çocuğun değeri araştırmasının bulguları maddi bağımlılıklarla ilgilidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ailede duygusal bağımlılıklar , maddi bağımlılıklar ortadan kalksa da güçlü bir şekilde sürebilir.
Türkiye’de modern genç ve kentli gruplarla, geleneksel yaşlı ve kırsal grupların karşılaştırıldığı bir çalışmada maddi bağımlılıkların azalmasının duygusal bağımlılıklara yansımadığı görülmüştür. Bu araştırma akraba ilişkilerinin gelişmiş kentlerde ,köyden gelenlerde, orta sınıf ailelerde ve hata meslek sahipleri arasında önemli yaygın olduğunu göstermektedir. Yani akraba ilişkileri kentleşme ve sanayileşmeyle yok olmamıştır.
Çocuk yetiştirme değerleri , aile ilişkilerini ve bu ilişkilerdeki değişmeleri de yansıtır. Çocuktan itaat yada bağımsızlık ve kendine güven beklentileri çocuğun yaşlılık güvencesi değeri ile paralel olarak sistematik bir değişme gösterir.
İtaat daha düşük ekonomik gelişmişlik ortamlarında, bağımsızlık ise daha yüksek ekonomik gelişmişlik ortamlarında vurgulanmaktadır. Kore ve Singapur gibi yeni sanayileşmiş ülkelerde bağımsız bireyin vurgulanması dikkat çekicidir. Endonezya ve Filipinlerde daha az derecede olmak üzere Türkiye ve Tayland da ise çocuklardan bağımlı olmaları beklenmektedir. Bu bağımlılık , yaşlılıkta ana babaların yetişkin evlatlarına bağımlı olmaları şeklinde tersine döner. Bu durum ailede nesiller arası bağımlılığa örnektir.
Ailede maddi karşılıklı bağımlılık bağlamında büyüyen çocuğun bağımsız olması hiçte işlevsel olmayıp aksine ailenin geçişi için bir tehdit sayılabilir. Çünkü bağımsız bir çocuk ailesinden çok kendi çıkarlarını ön planda tutabilir. Çocukların sahip olmaları beklenilen nitelikler ile, o,onlardan gelebilecek kötü beklentiler böylece birbirine uymakta ve genel bir nesiller arası aile etkileşimi kalıbı oluşturmaktadır. Öyleyse sosyalleşme değerleri ekonomik gelişmeye bağlıdır ve aile etkileşim örüntülerini etkiler.
Maddi karşılıklı bağımlılıktan duygusal karşılıklı bağımlılığa ve çocuğun ekonomik değerinden psikolojik değerine geçişle birlikte çocuk yetiştirme yöntemlerinde bazı değişikliklerin olması beklenir. Çocuğun aileye maddi katkısının gerekmediği ve bağımsız olması aile içi bir tehdit oluşturmadığı durumlarda çocuğun sosyalleşmesinde özerkliğe de yer verilebilir. Fakat özerklik bu kez duygusal bağımlılığı sarsabileceğinden, çocuğun aileden tümüyle kopmasını önlemek için sınırlı olacaktır. Böylece sosyalleşme değerleri ve ana-baba çocuk ilişkileri hem denetimi hem de özerkliği içerecektir.