Çocuk Psikolojisi ve Detaylı Açıklamalar

ÜSTÜNLÜK BEKLEYEN, BASKICI VE MÜKEMMELLİYETÇİ AİLE
Çocuk üstün olmaya zorlanır.
Sürekli nasihat verilir.
Bol eleştiri yapılır.
Aile çocuğu beğenmez

Çocuklar:

Fevri davranışları vardır.
Mutsuzdurlar.
Güvensizdirler.
Gergindirler.
Mantık ön plandadır.
Karamsardırlar.

SEVGİLİ ANNECİĞİM VE BABACIĞIM,

Biliyorum ki sürekli mutsuz olmam, gergin olmam, sinirliliğim, kendimle barışık olamam ve kendime olan güvensizliğim sizi üzüyor.

Yaklaşık birkaç gün önce, elime geçen bir makale benim ilk defa hayatımı gözden geçirmeme neden oldu. Makalede diyordu ki; insanların %90’ı daha 18’lerine gelmeden kafalarında açılan mutsuzluk ve başarısızlık çukuruna düşüyorlarmış.

Bu makale çok ilgimi çekmişti. Çünkü nedenini bilmediğim bir şekilde kendimi stresli, gergin, karamsar, güvensiz kısacası mutsuz hissediyordum. Ve mutsuzluğumun sonucunda başarısızlık çukurunun içine saplandığımı fark ettim.

Size neden bu konuda mektup yazdığımı merak ettiğinizi biliyorum. Açıklayayım:

Bu birkaç gün içinde aklımda sadece bir soru vardı: “NEDEN?”

Yani neden bu çukurdayım ve neden çıkmaya bu kadar istekli olduğum halde çırpındıkça batıyor gibi hissediyorum kendimi?

Yalnız bu sabah uyandığımda, daha önemli bir soru olduğunu ve bunun cevabını bulmadan çözüme ulaşamayacağımı fark ettim. Bu soru ise “NASIL?”dı.

Yani nasıl bu kadar mutsuz olabiliyorum. Nasıl kendimi bu kadar gergin, karamsar ve üzgün bir hale getirdim? Bu noktaya nasıl geldim?

Sonunda problemin nerede olduğunu buldum. Bu yüzden size bu mektubu yazıyorum. Daha açık söyleyeyim. Nasıl sorusunun cevabını çocukluk döneminde buldum. Şaşırtıcı aynı zamanda gerçek bu.

Öncelikle sürekli benden her şeyin en iyisini bekleyen, mükemmeliyetçi bir ailede yetiştiğimi fark ettim. Siz her zaman benim ne yaparsam yapayım, ne olursam olayım en iyisi olmamı istediniz. Mesela okul dönemi boyunca benim hep daha sıkı çalışıp daha yüksek notlar almamı istediniz. Okul birinciliği için yarış atı misali hazırlanmamızı istediniz.

Aslında biliyorum tek istediğiniz şey benim hep önden gitmemdi ve hep başarılı olmamdı. Bunda yanlış bir şey yok. Aynı zamanda bu istek, ben bile farkında olmadan, kendime olan güvenimi her geçen gün biraz daha ***ürüyordu. Çünkü şimdi ne olursa olsun insan olduğumu ve hata yapabileceğimi, her insan gibi benim de dört dörtlük olamayacağıma kendimi inandıramıyorum. Yaptığım hatanın niteliğinin hiçbir önemi yok. ÖSS’de istediğim puanı tutturamamaktan sporda sayı kaybetmeme, arkadaşlarımla iletişim sorunu yaşamaktan yemeğin tuzunu unutmama kadar büyük küçük bütün hatalarım kendime olan güvenimi azaltıyor.

Bu hatalarımın hepsi bende stres ve güvensizlik oluşturmaya başladı bende. Şimdi derste öğretmen soru sorduğunda elimi kaldırmak istemiyorum çünkü cevabı yanlış söylemekten korkuyorum. Sözlü de bile acaba doğru cevap bu mu diye düşünmekten kaslarımın gerildiğini ve daha fazla stres yaşadığımı fark ediyorum.

Ne yaparsam yapayım siz beni hiç beğenmediniz. Ya da gevşeyeceğim korkusuyla beğendiğinizi fark ettirmediğiniz voleybolda içinde olduğum takımın aldığı final kupası ya da orta okuldayken şiir yarışmasında benim birinci olmam, kompozisyonumun her zaman iyi olmasında edebiyat kolu başkanı olmam…. Bu rağmen hep kusurlarımı buldunuz. Şimdi de ben kendimde ve çevremdeki insanlarda hep kusur arıyorum. Ve inanmayacaksınız, her zaman söylenecek birkaç eleştirim var ve sürekli insanların kusurlarını bulup çıkartıyorum. Sizin sert bakışlarınız gibi, benim de gergin kaşlarımı çatarak bakmam çevremdekileri rahatsız ediyor.

Siz beni böyle yetiştirdiniz….

Eleştiriyle, bitmez tükenmez nasihatlarla…

“Sınavdan neden 95 aldın da 100 almadın.”
“Toplum içinde düzgün konuş”
“Abartılı gülme, kınarlar”
“Derslerini iyi çalış ki bu yıl okul birincisi olabilesin, bak kuzenin nasıl başarılı”
“Ben senin yaşındayken hiç böyle davranmazdım”
“Bu müzikten ne anlıyorsun, adam gibi şeyler dinle!”
“Ceketin toz olmasın”

En ufacık hatamda: “Zaten senden adam olmaz”

Ve daha bir sürü örnek hafızama kazınmış…

Şimdi düşünüyorum da benim hiç mi iyi bir özelliğim yoktu? Ya da fark edilmiyor muydu? Şiir yarışmasında birinci olmam, sınavda istediğim üniversiteyi kazanmam, kaptanı olduğum takımın birinci olması…

Aslında ikisinin de sonucu da aynı: hiç takdir edilmedim.

Şimdiyse ben takdir edemiyorum insanları…

Şiir yarışmasında birinci olmam, sınavda istediğim üniversiteyi kazanmam, kaptanı olduğum takımın birinci olması… Ama hiç mutlu olamadım.

İşte bunlar beni mutsuz eden.

Gün geçtikçe, insanlara, hayata olan bakış açım daha da değişiyor. Bu değişimin olumlu olmasını çok isterdim ama ne yazık ki öyle değil. Artık insanların ve kendimin yaptığı en küçük hatalara bile göz yumamıyorum. Herkesin robot gibi her şeyi eksiksiz yapmasını bekliyorum. Küçücük bir şey eksik olsa ya da ters gitse günlerce düşünüyorum, ya yapamazsam korkusuyla hedef belirleyemiyorum ya da bir türlü harekete geçemiyorum. Kendi yaptığım küçücük sıradan yanılmalara bile daha az gülümsüyor daha çok söyleniyorum.

Artık keyif de alamıyorum yaptığım şeylerden. Sıradan tekdüze bir hayat yaşıyorum.

Bol eleştiri ve nasihat yerine benim iyi yönlerimi de görmenizi, hep başarım yerine biraz da kişiliğimle (ahlakımla, saygımla, sevgimle) ilgilenmenizi isterdim.

Yarış atı gibi sınavdan sınava koşturmak yerine biraz da özel hayatımı yaşamamı desteklemenizi, her fikir ortaya koyuşumda reddetmek yerine açıklamalar yapmanızı ve biraz da olsa benim fikirlerime saygı duymanızı isterdim.

En ufak hatamda sert bakışlarla azarlamak yerine küçük hatalarımda rahat bırakıp büyük hatalarımda engel olmanızı, bana farkında olarak ya da olmayarak tepeden bakmak yerine kalbinizdeki sevgiyi hissettirmenizi ve en önemlisi beni, idealinizdeki çocukla kıyaslamayıp beni olduğum gibi kabul edip beni benimle kıyaslamanızı isterdim.

Belki birkaç gün önce okuduğum bu makale sadece sıradan bir yazı olacaktı benim için. Belki de şükredecektim, %90 yerine %10’un içinde olduğumu farkedip….

Her şeye rağmen sizi seviyorum…
 
İLGİSİZ AİLE
Çocuk istenmeden olabilir.
Eşler arasında önemli sorunlar olabilir.
Aile çocuğu yük gibi görür.
Çocukla ilgili sorumluluklardan ve problemlerden kaçarlar
.

Çocuklar:

İyi yada kötü sevgiyi nerde bulursa oraya yönelirler.
Duyguya muhtaçtırlar.
Kendilerini değersiz hissederler.
İç dünyaları zayıftır.
Güçlü görünmeye çalışırlar.

Sadece biraz sevgi,

Her zaman sizin için bir yük olduğumu düşündüm. Aslında bunun gerçeklik payı de yok değil…

Beklemediğiniz bir anda ve –sanırım- çok yanlış bir zamanda geldim.

Siz kendi sorunlarınızla o kadar meşguldünüz ki, ne beni fark etmeye ne de bana ilgi ve sevgi göstermeye zaman bulabildiniz.

Gidermeye çalıştığınız o kadar çok sorun vardı ki, sürekli birbirinizle tartıştınız, sürekli kavga ederken yanı başınızda yaptıklarınıza bir anlam veremeyen ve sadece bir tutam sevgi için saatlerce gözyaşı döken biri vardı.

Siz benim ağlamalarımı bile dikkate almadınız. Ya açtır, ya susuzdur ya da uykusuzdur dediniz ama hiç “ya sevgisizdir” demek aklınıza gelmedi.

Ben büyüdükçe sanki benden daha da uzaklaşmaya başladınız.

Sorumluluklarımı almaktan kaçtınız, bana ait olan şeyler sizi korkuttu hep. Yaptığım şeylerin sorumluluğunu almaktan kaçtınız. Mesela küçükken her anne babanın ilgilendiği gibi ilgilenmediniz aksine sanki sizin için bir yabancının çocuğuymuşum gibi davrandınız.

Bana ait problemleri çözmekten kaçtınız. Okulda derslerimle ilgili problemlerim olunca, arkadaşlarımla sorun yaşadığımda, hatta sağlık problemlerimde bile benden uzak durdunuz.

Sizin nazarınızda kendimi hep değersiz ve hiçbir işe yaramayan biri gibi hissettim. Halen böyle hissediyorum.

Ve bazen diyorum ki “Hiç mi bir şeyi hak etmiyorum?”

En azından birazcık sevgi…

Evet, şimdiye kadar sizden beklediğim halde alamadığım sevgiyi, şimdi sağda solda kısaca nerde bulursam orda kalıyorum. Biliyorum bazen o sevgiyi ve ilgiyi kötü insanların arasında buluyorum daha doğrusu bulduğumu sanıyorum ama yalancı ilgi de olsa beni çekiyor…

Mesela yeni arkadaş grubumun aslında benim değerlerimle çok fazla örtüşmediğini biliyorum. Mesela cafelerde saatlerce Internet başında oyun oynamak ya da küfürlü konuşmak gibi şeyleri, alkol alan, uyuşturucu kullananlarla arkadaşlık etmek istemem, ama onlar benimle ilgileniyorlar. Beni fark ediyorlar. Bu yüzden onlara uymak zorundaymışım gibi hissediyorum kendimi…

Kalma diyorsunuz ama ben kendimi kalmak zorunda, yapmak zorunda hissediyorum çünkü bana orda sevgi, ilgi, şefkat kısacası değer veriliyor.

Kendimi güçlü göstermekten de bıktım artık…

Gerçekten güçlü olmak isterdim ama olamıyorum.

Dışardan, güçlü, yenilmez insanın içinde aslında yardıma muhtaç ve ilgiye ihtiyaç duyan biri olduğunu kimse bilmiyor.

Bir gün kendi çocuğum olduğunda, sizden alamadığım sevgiyi sonuna kadar vereceğime ve ona, kendisinin bir yük değil de benim için harika bir hediye olduğunu hissettireceğim.
 
DOĞRU AİLE MODELİ


Çocuğun ayrı bir kişiliği olduğunun farkındadırlar ve ona saygı duyarlar.
Dengeli bir sevgi verirler.
Dengeli bir değer verirler.
Sevgiyi ve değerliliği çocuğa hissettirirler.
Dengeli bir şekilde sorumluluk verirler.

Çocuklar:

Kendine güvenir.
Mutludur.
Başarı için elinden geleni yapar.
İnsan ilişkileri iyidir.
Dengeli bir şekilde risk alır.
Duyguyla mantık dengededir.


Dünyanın en harika insanlarına sevgilerimle,

Sizlere bu mektubu yazmamın nedeni, birer anne baba olarak yapmanız gereken her türlü yardımı ve desteği benden esirgemediğiniz için teşekkür etmek.

Biliyorum, siz yine mütevaziliğinizle, böyle bir şeye gerek yoktu, biz sadece üstümüze düşen görevi yaptık, diyeceksiniz. Aynı zamanda biliyorum ki çok az anne babanın yaptığı gibi bana bedeninizden bir parça verdiğiniz gibi ruhunuzdan ve kalbinizden de bir parça verdiniz. Ebeveyn olmanın sadece doğurmak ve besleyip büyütmek olmadığını, bir çocuğun bedeninin yanı sıra ruhunun da beslenip büyütülmesinin ne kadar önemli olduğunu gösterdiniz. Ne yazık ki, çocuklarına bakmak derken, bunu sadece fiziksel ve maddi yönden anlayan anne babaların olduğunu da fark ettim. Bu yüzden ne kadar şanslı bir evlat olduğumu anladım ve size bunun için minnettar olduğumu belirtmek istedim.

İçinizdeki sevgiyi fazlasıyla bana hissettirdiniz, bazen bir öpücükle, bazen sözlerle ya da davranışlarınızla. Benim sizin için ne kadar değerli olduğumu gösterdiniz bana. Eğer öyle olmasaydı, doğum günümde çok istediğim spor ayakkabıları bulmak için dükkan dükkan gezmezdiniz, enerji toplayıp okulda derslere daha iyi konsantre olabilmem için sabahın köründe benim için kalkıp kahvaltı hazırlamazdınız, daha sosyal bir insan olmam için kişisel gelişim seminerlerine katılmam için teşvik etmezdiniz ve birçok şeyi göz ardı ederdiniz…

Ama etmediniz…

Benim kişiliğime saygı duydunuz, beni kendinize ya da başkalarına benzetmeye çalışmadınız. Kimseyle kıyaslamadınız. Beni, ben olduğum için sevdiniz ve değer verdiniz, bana saygı duydunuz.

Hatta aksine her geçen zamanda bana daha fazla destek oldunuz ve yol gösterdiniz.

Ve bana sorumluluğun ne olduğunu öğrettiniz. Bir işin, bir eşyanın, hatta yavru bir kedi vererek bir canlının sorumluluğunu üstlenmeyi öğrettiniz.

Olumsuz bir olayla karşılaşınca, Evet tüm sorumluluk bana ait, bütün sonuçları göze alıyorum, diyebilen o kadar az insan var ki…

Ve siz benim bu gruba sokmak için o kadar çaba sarf ettiniz ki…

Sevginizi, şefkatinizi hiç esirgemediniz. Ve sayenizde şimdi de ben her türlü canlıdan –hatta cansız varlıklardan bile- sevgimi ve şefkatimi esirgemiyorum. Bu benim daha mutlu ve huzurlu olmamı sağlıyor. Hem sevmeyi biliyorum hem de hayır demeyi…

Ve asla pes etmemeyi öğrettiniz… neye mal olursa olsun hedefime ulaşmam için elimden gelenin en iyisini yapmam gerektiğini öğrettiniz. Ne gereksiz hırslara kaptırdınız ne de tembelliğe izin verdiniz. Çünkü siz de böyle örnek oldunuz bana.

Benim daha iyi, daha başarılı, sorumluluk sahibi, kalbi sevgiyle dolu olan aynı zamanda daha akıllı ve hep sonuca yönelik karar veren bir insan olmam için elinizden geleni yaptınız.

Asla pes etmediniz. Ve sizin bu çabalarınız sayesinde daha rahat iletişim kurabiliyorum insanlarla ve kendime daha çok güveniyorum.

Çünkü biliyorum ki ben de sizin gibi ebeveyn olacağım…
 
Çocuk ve dayak!

Çocuk ve dayak!
Çocuk dayağı asla söylemez

International Hospital Çocuk ve Adolesan Psikiyatristi Prof. Dr. Aysel Eksi, çocuk ve dayakla olan ilişkisi hakkındaki soruları yanıtladı.

Sizce Türkiye'de dayak yemeyen çocuk var mıdır?

Var tabii. Bilinçle ve özenle yetiştirilen çocukların çok büyük bir kısmı dayakla tanışmadan büyür. Ancak dayak konusunu ele alırken şunu hatırlatmak gerekir ki; nadiren ve çok zorunlu durumda çocuğu fiziksel olarak cezalandırmakla onu dayakla terbiye etmek arasında fark vardır. 'Her dayak yiyen çocuk ilerde bundan mutlaka örselenir' diyemeyiz. Ben bir ruh hekimi olarak büyük oğluma bir kez vurduğumu biliyorum. Oğlum 4.5 yaşındaydı ve onu küçük kardeşinin gözüne kalem sokarken gördüm. Dehşet içinde onu omuzlarından tutup sarstığımı ve poposuna vurduğumu hatırlıyorum. O anda, oğlumun yaptığı şeyin çok tehlikeli olduğunu anlatmanın başka yolunu bulamamış olmalıyım, benim de o anda öfkemi boşaltmam gerekiyordu. Daha sonraki yıllarda oğlumla konuşurken 'biz seni hiç dövdük mü sence?' diye sordum. 'Hayır' dedi. Çok zorladığım zaman 'bilmiyorum ama dövdüysen herhalde hak etmişimdir' dedi. Bu çok samimi bir yanıttı. Çok zorunlu olduğum zaman bu yola başvurmuştum, bunun oğlumun ruh sağlığın olumsuz etkilediğini söyleyemem.

Dayakla terbiye olmaz

Peki sizce çocuk dayakla terbiye edilebilir mi?

Çocuk dayakla terbiye edilemez. Terbiye, uzun etkili bir eğitim verme, tutum ve davranış değiştirme biçimidir. Oysa dövülen çocuk için, annesindeki öfkenin dinmesi önemlidir, aynı davranışları sonra yine tekrarlayabilir. Pek çok 'dayak arsızı' denilen çocukların neden dövüldüklerine değil, dayağın sonucuna önem verdikleri görülür. 'Oh ya, acımadı işte' sözüyle döveni açıkça tahrik ettikleri bile görülür. Fiziksel cezalandırma yöntemi diyoruz dayağa, çocukları çok olumsuz etkileyen bir başka cezalandırma biçimi de psikolojik cezalandırmadır. Çocuğa 'seni bırakır giderim', 'annen olmam', 'seni çingenelere veririm', 'annene karşı gelirsen ellerin taş olur' gibi tehditler ya da karanlık bodrumlara kilitlemek gibi cezalandırma yöntemleri de fiziksel cezalandırma gibi hatta belki daha da ağır şekilde çocuklar üzerinde olumsuz etki yaratır.

En büyük sorun disiplin

Sizce okullarda dayağın önlenmesi konusunda başarı sağlanabildi mi?

Hayır, hiçbir yerde bu başarı sağlanamadı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan araştırmalar var. Bu sadece Türkiye'- nin sorunu değil, İngiltere'- de de tartışılıyor. Ama bir gerçek var ki, öğretmenin çaresiz olduğu durumlarda kalabalık sınıflarda başvurulan bir yöntem. Bu konuda aynı yöntemleri kullanarak 6 ülkede yapılmış bir araştırma, ABD'de bilimsel dergilerden birinde yayınlandı. Araştırma sonuçları şunu gösterdi: Kendisi sık dayak yiyen çocukların bir başkasına şiddet uygulama oranı artıyor. Kendisi sık dayak yiyen çocuklarda endişe oranı yüksek bulundu. Araştırmada ilginç bulunan nokta şuydu; kültürler farklı da olsa, her kültürde dayağın çocuğun kişiliği üzerinde bıraktığı izler aynı bulundu.

Çocukluk döneminde anne- babadan dayak yiyen çocuk yetişkinliğinde dayak atmaya meyilli olur mu? Eğilim artar, olasılık artar. Bilinç altında çoğu kez dayak atanla özdeşleşme söz konusudur. Dayak atanı benimser, özdeşleşir onu örnek alır ilerde de kendisi en ufak bir olayla saldırganlığa geçebilir. Fiziksel şiddet gören çocuğun daha sonra fiziksel şiddet uygulama olasılığı büyük ölçüde artar ama kuşkusuz kural değil...

Bu travma, ilerde ne tür sorunlar doğuruyor?

Dayak yiyen çocuğun en büyük sorunu disiplinsizlik oluyor. Cezanın etkisi azalıyor, bunun sonucunda da disiplin sorunları ortaya çıkabiliyor. Annelerin dövmesi genellikle biraz daha tolere edilebiliyor da babaların şiddeti çocukları daha farklı etkiliyor. Burada kuşkusuz çocuğun yaşı da çok önemli. Özellikle ergenlik döneminde onuru zedelenen ergende, fiziksel şiddet büyük yaralar açabiliyor, kin ve nefrete dönüşebiliyor.

Bir çocuğun şiddete maruz kaldığını siz psikiyatrist olarak nasıl keşfediyorsunuz?

Bunu değerlendirmenin çeşitli yolları vardır. Kuşkusuz çocuğun yaşı çok önemli, küçük çocukların yaptığı resimlerden, oyunlarından onu üzen ve etkileyen olayları anlayabilirsiniz. Örneğin; bebeklerle bir oyun düzeni kurdunuz, evcilik oynuyorsunuz. Bu oyun düzeni içinde bazı bebekler anne ve bazıları da çocuk oldu diyelim. Oyun sırasında bebek her yaramazlık yaptığında anne bebek, hemen çocuğu bebeği dövüyorsa; bu çocuğun evde dayakla sık karşılaşmış olduğunu düşünebilirsiniz. Tecrübeli çocuk psikiyatristleri çocuğun sorunlarını oynadığı oyunlardan öğrenebilir. Çocuk psikologları için de biraz daha büyük çocukların yaptığı resimler önemli ipuçları verebilir. Çocuğun yaptığı resimdeki mor renkler ve siyah karaltılar, çocuktaki dayağın habercisidir. Çocuklar dayak yediklerini genellikle açık açık söylemezler. Cinsel tacizde de benzer bir durum vardır. Çocuklar bunu kendi içlerinde saklar, dile getiremez ama davranışları ile belli edebilirler. Çünkü evdeki şiddet sadece fiziksel şiddetle, yani dayakla sınırlı değil. Psikolojik şiddet de çok önemli.

Çocuk resimlerindeki mor renk dayağın ipucunu veriyor

Çocuklar dayak yediklerini asla açık açık söyleyemezler. Ancak bir psikoloğun çocuğa yaptırdığı resimde dayağın önemli ipuçları vardır. Çocuğun resminde mor renk ve siyah karaltılar varsa; bu onun evde şiddete maruz kaldığını göstermektedir
 
Zeka Problemleri

Zeka Problemleri


Çocukların zeka ve mental kapasiteleri ,doğumdan itibaren belli bir yaşa kadar devamlı gelişme sürecindedir. Çocuklarda meydana gelen mental motor gelişim geriliğinin bir çok nedeni olduğu gibi en başta gelen nedeni Merkezi Sinir Sistemini etkileyen hastalıklar , travmalar ve doğum komplikasyonlarıdır.

Çocukta belirli bir mental kapasite olsa bile çocuğun büyüme gelişme döneminde yetersiz situmulasyona maruz kalması ve gerekli eğitim ve öğretimin tam olarak verilememesi, çocuğun zihinsel gelişimini sağlayacak ortamın hazırlanamaması , değişik stres etkenlerinin anne babayı ve aileyi etkilemesi , çocuğa ilginin az olması , nedeni ile de suni bir mental motor gelişim geriliği veya var olan kapasitenin gelişmemesi olabilmektedir.

Çocukların zeka problemlerinin farkına varılması önemli olmaktadır. Belli bir hayat aşamasında aile ve toplumun beklentileri de bu mental kapasiteye göre olmalıdır. Zeka probleminin farkına varılması eğer başka nedenler yok ise çocuğun yaşına uygun gelişimine ve sosyal konumuna ulaşamaması veya kendi kendine tam olarak yetememesi ile gözlenebilir.

Zeka Geriliğinin Tanımı ; Genel psikososyal işlevselliğin yaşına uygun beklenen durumun önemli derecede altında olması ile beraber ,insanlar arası iletişim , kendine bakım , ev yaşamı , toplumsal ve kişiler arası becerilerde ,kendi kendini yönetip yönlendirme ,toplumsal ve kişiye sunulan olanaklardan yararlanma becerilerinin bazılarında yetersizlik görülmesidir.


Çocukta zeka problemi olmadığı halde , yaşına uygun zeka kapasitesini ortaya koyamamasının bir nedeni de çocukta olabilecek psikiyatrik rahatsızlıklardır. Bu psikiyatrik rahatsızlıkar içinde çocukluk çağı depresyonları , uyum güçlükleri , reaktif bağlanma bozukluğu , dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu , özel öğrenme güçlükleri sayılabilir. Bu hastalıklarda çocukta suni olarak mental motor gelişim geriliği görülebilmektedir. Bu durumda neden olan durum ortadan kaldırıldığında zeka kapasitesinin belli bir ölçüde tekrar ortaya çıktığı gözlenmektedir.

Zeka testleri (IQ) ile çocukların zeka düzeyi hesap edilebilir . IQ düzeyi 0-25 arası çok ağır zeka geriliği , 25-40 arası ağır zeka geriliği , 40-55 arası orta zeka geriliği , 55-70 arası ise hafif zeka geriliği olarak belirlenmektedir . Zeka testleri sonucuna göre zamanında yapılacak gerekli eğitim ile çocukların mevcut kapasiteleri artırılabilir. Zeka gerilikleri hafiften şiddetliye göre sıralanabilir. Toplumda görülen zeka gerililikleri içinde ; çok ağır zeka geriliği , toplam zeka geriliğinin ortalama %1 kadarını , ağır zeka geriliği %4 kadarını ,orta derecede zeka geriliği %10 , hafif derecede zeka geriliği ise %85 kadarını oluşturur .Yani toplumda görülen zeka geriliklerinin büyük kısmı hafif derecede zeka geriliği kapsamındadır.

Tedavi: Zeka problemi olan çocukların bu problemlerinin tedavisi mevcut kapasitenin tamamının kullanılmasına yönelik eğitimin verilmesi ,çocuğun kendi kendine bakabilmesi ve yetersiz kaldığı noktalarda gerekli becerilerin eğitim ile sağlanması ve ailelere yönelik gerekli pedagojik danışmanlıktır. Zeka problemi olan çocuklarda ek olarak bazı bedensel hastalıklar eşlik etmektedir . Bu hastalıkların varlığı durumunda ek tedavi yaklaşımları olmalıdır. Özellikle merkezi sinir sistemi hastalıkları konusunda gerekli inceleme ve araştırmalar yapılmalıdır .İlaç tedavisi olarak ise çocuğun semptomlarına yönelik tedavi yaklaşımları mümkün olabilmektedir.

Zeka problemi olan çocukların anne babalarına sosyoekonomik desteğin sağlanması çok önemli bir noktadır. Ailenin bu durumda çocuğun bakım ve eğitimi konusunda çabaları uzun zaman gerektirmektedir. Bu nedenle gerek ekonomik gerek psikososyal açıdan bu ailelerin desteklenmesi çok önemli bir noktadır. Bu çocuklara yönelik zamanında müdahale önemlidir. Bu nedenle mevcut eğitim öğretim sisteminde bu çocuklara daha fazla imkan tanınması önemlidir. Gelişimin çok hızlı olduğu çocukluk çağında gerekli müdahaleler ile çok rahat bir şekilde çocukların eğitim ve öğretimi belli bir seviyeye getirilebilme imkanı varken , en değerli yıllar bazı eksikliklerden dolayı boşa geçmektedir.Bu konuda özeli ekip ve profesyonel yaklaşımlara ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.Ailenin ve toplumun bilinçlenmesi giderek daha da önem kazanmaktadır.
 
Madde Bağımlılıkları
Madde bağımlılığı çocuklarda genelde kullanılan maddenin farklılığı ile erişkinlerden ayrılır . Çocuklarda madde kullanımı bazı psikiyatrik durumlara eşlik edebilir bunun ayırıcı tanısının yapılması gerekmektedir. Çocuklardaki madde kullanımı genelde uçucu maddeler ,bağımlılık yapabilecek kimyasal maddeler , alkol olmaktadır.

Madde bağımlılığına erken müdahale olası kötü sonuçları önlemede önem taşımaktadır . Madde kullanımı son zamanlarda artış göstermektedir. Ailelerin bu konuda bilinçli olması gerekmektedir.

Ailesinde madde bağımlılığı olan çocuklarda bu türlü problemler daha fazla olmaktadır. Ayrıca madde bağımlılığını , çocukluk çağı depresyonları , psikososyal stres etkenlerine maruz kalma ,bozuk arkadaş çevresi , anne baba ilgisizliği , okul -aile iletişim peoblemleri ,anne baba madde kullanımı , parçalanmış aileler , depresyonun birlikte olması , aile içi anlaşmazlıklar , ailede madde bağımlılığı , çocuklar için uygun olmayan medyanın yayınları , düşük sosyoekonomik durum , anne veya babadan birinde sabıka durumu , çocuğun herhangi bir suçtan sabıka almış olması , anne babanın herhangi birinde psikiyatrik hastalıklar , dikkat eksikliği ve hiperaktivite durumu gibi durumların eşlik etmesi madde bağımlılığının şiddetini daha da artırır.

Madde bağımlılığının tedavisinde genelde psikoterapi yaklaşını ve kullanılan maddenin çeşidine göre ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Çocuğun psikososyal işlevselliği bozulmadan , madde bağımlılığının bir an önce tedavi edilmesi gerekir.
 
Posttravmatik Stres Bozukluğu


Genelde kişinin başına gelen veya şahit olduğu hayatı tehdit edici bir olaydan sonra gelişen kaygı belirtielri , olaya bağlı kaçınma davranışları ve korku reaksiyonlarını içerir. Bu herhangi bir ölüm olayı , tabii afet , herhangi bir kaza ve buna benzer kişiyi ve hayatı tehdit edici bir olaydan sonra yıllar içerisinde gelişebilir. Çocuk böyle bir durum karşısında tepkisiz ve çaresiz kalmış olabilir.

Genelde maruz kalınan olay ile ilgili kabuslar , yaşanılan olayın yeri , yıldönümü ve onu hatırlatan şeylerden kaçış ve onunla ilgili korkular , uyku bozuklukları , depresif düşünceler , kaygı belirtileri , o olayın aniden tekrar yaşanıyor gibi olması , kişiyi düşünce olarak da o olayla ilgili rahatsız eden düşünceler şeklinde yakınmalar olur.

Çocuklar genelde oyunlarında ve oyuncaklarında o olayı tekrar tekrar canlandırarak bir tür rahatlama sağlamaya çalışırlar. Yine çocukların resimlerinde , sordukları sorularda o olayla ilgili çok şey olabilir. Genelde uyku bozuklukları ve gece kabuslar gelişir. Anne babadan ayrılmak istememe veya onların başına kötü bir şey geleceği endişesi olabilir.

Travma sonrası stres bozukluğu olay yaşandıktan sonra yıllar içerisinde gelişebilir . Eğer olayın yaşanmasından hemen sonra şikayetler başlar ve bir ay içinde şikayetler geçer ise bu durumda akut stres bozukluğundan bahsederiz.

Tedavi olarak çocuğun yaşına göre psikoterapi , oyun terapisi , ilaç tedavisi yapılabilir.

Travma sonrası stres bozukluğu durumu çocuk için gerçekten çok sıkıntılı ve belirgin işlev kaybına yol açan bir durumdur. Çocukta bu durumda depresyon , okul başarısızlıkları , sosyal fobi , içe çekilme , arkadaşlardan uzak kalma , hayata ve geleceği yönelik ümitsizlik görülebilir. Bu durumda olan her çocuğa aile - hekim - okul üçgeni içerisinde belirgin bir psikososyal destek sağlanmalıdır.
 
Dağınık ev" çocuğun zekasını etkiliyor

Dağınık ev" çocuğun zekasını etkiliyor

Dağınık evin, çocukların zeka gelişimini olumsuz etkilediği belirtildi.


New Scientist dergisinde yayımlanan habere göre, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları, 3 ve 4 yaşlarındaki 8000 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmada, evdeki koşulların çocuklara yapılan zeka testlerinin sonuçlarına ne ölçüde etki ettiğini incelediler.


Bilim adamları, dağınık bir evin, çocuğun zeka gelişimi üzerinde az da olsa ölçülebilir olumsuz etki yaptığını tespit ettiler. Bundan önce yapılan araştırmalarda da küçük ve dağınık evlerle gürültülü çevrenin çocuklardaki düşük zeka seviyesiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkmış, ancak bu araştırmalarda sosyal ya da ekonomik

statüyle genetik ve çevresel faktörlerin ayrımı tam olarak yapılamamıştı.

Yeni araştırmada, bu faktörleri ayrı ayrı inceleyebilmek için denek olarak tek yumurtalı ve çift yumurtalı ikizler kullanıldı.


Penn-State Üniversitesi'nde görevli araştırma başkanı Stephen Petrill, çocukların zeka seviyesini kelime bilgisi ve gramer testlerinin de bulunduğu çeşitli testlerle ölçtüklerini, test sonuçlarını çocukların yaşadıkları evlerdeki koşullarla karşılaştırdıklarını belirtti.


Yapılan istatistiki değerlendirme sonucunda, evdeki düzenin çocukların zeka gelişimi üzerinde etki yaptığı ortaya çıktı.
 
Kardeş Kavgalarına Karşı Ailenin Tutumu
Kardeş kavgası öğreticidir ..

Çocuklu evlerde yaşanan kardeşler arası çatışma normaldir. Ancak, bu sırada anne babanın tutumu büyük önem taşır.
Çocuklarınız tartışırken nasıl davranmanız gerektiğini biliyor musunuz?

Bağrış, çağrış, saç saça, baş başa... İçeride gene kıyamet kopuyor. Bütün tembihleriniz, verilen bütün sözler tamamen unutulmuş durumda. Psikologlar bu konuda, "Kardeşler arasında kavga son derece normaldir. Hatta önemlidir. Çünkü çocuklar bu kavgalar sonucunda kendi sınırlarını, haklarını ve taleplerini fark eder, aynı zamanda anlaşma yapmayı da öğrenirler" diyor. Yine de uzun süren kardeş kavgalarında, durumu kontrol altına alabilmeniz için önerilerimizi dinlemenizde fayda var.

Hakem Olmayın...

Çocuklarınız tartışırken aralarında hakem olmayın. Kavgayı kimin başlattığıyla ilgilenmeyin. Bunu öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına yol açar. Kim başlatırsa başlatsın, sonuçlarına birlikte katlanmaları gerektiğini hatırlatın. Kavga ettiklerinde ise, mümkün olduğunca az karışın. Çocuklar meseleleri kendi aralarında halletmenin yollarını keşfetmelidirler. Sadece yaralanma tehlikesi varsa müdahale edin.

Kıskançlık Büyük Sebep...

Çocuklar arası kavgaların en büyük sebebi, kıskançlıktır. Bazen anne ve babaların yanlış tutumları da bu tür kavgalara neden olabilir: "Niye o yapıyor da, bana izin vermiyorsunuz?" gibi. Bu yüzden birine, diğerinden fazla ayrıcalık tanımayın, istikrarlı olun ve sınır koyun.

Sebep-Sonuç İlişkisi...

Her şeyin eşit olmasına çalışmayın. "Ama Ayşe’ye izin verdin, biz neden oynayamıyoruz?" dediğinde, "Üzgünüm, ancak kardeşinle kavgayı siz devam ettirdiniz. Ayşe kavgaya karışmadı, bu yüzden oynayabilir. Ayrıca, bu sizin kuralları bozmanızın bir sonucu" diyebilirsiniz. Adil olun. Eğer dövüşüyorlarsa, kuralları her ikisi de çiğnemiş demektir.

Kıyaslama Yapmayın...

Kardeşleri birbirlerine karşı asla kışkırtmayın. "Kardeşin senden çok daha uslu" dediğiniz anda hem dik başlılığı hem de rekabeti tetiklemiş olursunuz. Çocuklarınızın doğru şekilde davranmalarını sağlamak amacıyla "Kardeşin ne kadar uslu, sen neden öyle değilsin?" demek, sadece aralarında bir ayrışmaya, rekabete ve belki de düşmanlığa bile yol açar.

Konuşmalarına İzin Verin...

Çocukların isteklerini açık ve net bir şekilde dile getirmelerine yardımcı olun, böylece kavga çıkmasına mani olursunuz: "Can, kardeşine oyuncağını geri ver ve ’Ödünç alabilir miyim?’ diye sor."

Sevginizi Dışa Vurun...

Onlara ilgi gösterin. Çocuklarınızı sık sık kucaklayın, sevin. Şunu da unutmayın, kardeşler birbirini sevseler bile, sık sık kavga edebilirler.

Uzman Görüşü:

Vizyon Psikolojik Danışma Hizmetleri

Temelde kardeş kavgası normaldir. Sadece kavga sınırlarının birbirine fiziksel ve duygusal zarar verecek düzeye gelmemesi gerekir. Özellikle kardeş kavgaları, çocuklara daha az sorumluluk düşen evlerde daha sık görülür.

Ailenin Tutumu...

Sorun çoğunlukla çocuklardan değil, onlara nasıl davranmasını bilemeyen anne-baba tutumlarından kaynaklanabilir. Özellikle kavga edilmemesi için, kardeşlerin kullandıkları eşya, oyuncak, oda gibi ayrımın yapılması, paylaşım noktalarını azalttığından rekabet duygusunu körükler. Bunun yerine birlikteliği ve paylaşımı destekleyen tutum ve davranış, kısa dönemde olmasa bile, orta ve uzun dönemde kardeşler arasındaki ilişkileri pozitif etkileyecektir.

Alanlar Yaratın...

Kardeş kavgasında, çocukların sahip oldukları yetenek ve eğilimlerin iyi tespit edilmesi önemlidir. Aileler, farklı yönlerin çocuklara sağladığı avantajları görebilmelidir. Kardeşlerin farklı hobi ve uğraş alanları olması, hem aynı alana yönelik paylaşım kavgalarını azaltır. Çocukların yaş ve özelliklerine göre sorumluluk dağıtımına özen göstermelisiniz. Çocukların hepsine aynı davranış da kavga nedeni olabilir.
 
''Hayır'' Kelimesini Dikkatli Kullanın


Çoğu aile her dediğini yaptırmasın düşüncesiyle her şeye hayır demeyi alışkanlık haline getiriyor, ancak bunun önemli sakıncalarının bulunuyor. İstediği hiçbir şey yapılmayan, her isteği geri çevrilen, aşırı tenkit edilen çocuğun daha hırçın ve inatçı bir kişilik yapısı edindiğini belirten Psikiyatr Sabri Yurdakul, "Aşırı baskı dar bir giysiden farksızdır, çocuğu kıpır kıpır yapar, ancak birgün gelir patlar" uyarısında bulundu. Çocukların okul öncesi eğitim kurumlarına gönderilmelerinin olumlu gelişmelerine dikkat çeken Yurdakul, şöyle devam etti: "Anaokullarında çocuklar planlı ve programlı yaşamayı öğreniyor. Ancak, bu kurumlarda verilen eğitimin fayda getirmesi için uygulamanın evde de sürmesi gerekir. Ancak, bu disiplin baskı yoluyla yapılmamalı. Çocukla konuşulmalı, inatlaşmadan doğrular ve yanlışlar anlatılmalı." Zaman zaman ailelerin çocuklarına karşı kırıcı olabildiklerini belirten Yurdakul, bu durumda çocuktan özür dilemekten çekinilmemesi gerektiğini vurguladı. Yurdakul, "Henüz 2 yaşında bile olsa çocuğun da bir kişiliği ve gururu olduğu unutulmamalıdır" dedi.


Bunları yapın

Çocuğun yaptığı güzel davranışların övülmesi, yaratıcılığının geliştirilmesine yardımcı olunması gerektiğini ve başkaları yanında tenkit edilmemesini öneren Yurdakul, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Birlikte kitap okuyun, oyuncak seçimine özen gösterin. Şımartma korkusu olmadan sevginizi verin, yargılamadan dinleyin, yaşamınızı onunla paylaşın. Hatalarınızı itiraf etmekten çekinmeyin, onu sevdiğinizi sık sık söyleyin. Sevmemekle tehdit etmeyin. Sürprizler yapın. Çocuğun kendisine güven duymasını sağlayın. Yaşına uygun harçlık verin, abur cubur yedirmeyin. Uyku saatlerine dikkat edin. Eleştirileriniz daima yapıcı olsun."

Yurdakul, çocuğun cesaretinin kırılmaması "Sen küçüksün yapamazsın" gibi sözlerden uzak durulması gerektiğini belirterek, "Cesareti kırılan çocuk çekingen ve korkak olur" dedi.
 
Çocuklar Okulla İlgili Problem Getirdiğinde Nasıl Tepki Verilmeli


Çocuğun küçük de olsa duygu ve isteklerine kulak asmamak, kaynayan tencereye kapak koymak demektir. Çocuğu susturmak ve onun davranışlarını kısıtlamak ise tencerenin kapağını gitgide lehimlemek olur. Kapağı lehimlenmiş sağlam görünen içi su dolu ateş üzerindeki tencere basınç arttığında nasıl ansızın patlarsa dilekleri, sevinçleri, üzüntüleri, endişeleri içe atılan çocukta da bir gün ansızın patlama olabilir. Bu patlamalar çocuğun zamanla benliğini yitirmesine sebep olur. Çocuklar öğretmenlerinden ya da okuldan yakındıkları zaman yakınmalarının derinleşmesine fırsat vermemeliyiz. Onlara kimi gerçekleri açıklayabiliriz:
* Her öğretmen her çocukla yeteri derecede ilgilenmeyebilir.
* Okul herkesin istediği düzene girmez.
* Biz okul düzenine uymalıyız gibi.

Çocuğunuzun okul yönünden isteklerinden bazıları size uygun gelmiyorsa okul yönetimi ile direk görüşme yolunu seçin, çocuğu okulla aile arasında aracı olarak kullanmayın, onun yanında yakınmamaya çalısın.

İnsanların toplu yasadıkları yerlerde problemlerin olması tabiidir. Önemli olan problemlerin çözümü için o problemi gerekli merciye ***ürmektir. Okul gibi, insanların her yönüyle eğitilmelerinin hedeflediği kurumlarda problem çözümü daha da önem kazanır. Bir doktora gittiğinizde kendinizi doktora her şeyiyle teslim edersiniz; o sizi muayene eder, sizden tetkikler ister. İlaçlar yazar; siz hiç itiraz etmezsiniz çünkü doktora güvenirsiniz, okula çocuğunu veren veli de her şeyiyle teslim eder. Onu ruhi hayati, düşüncesi, psikolojisiyle öğretmenine teslim eder. Çocuğunuzun okulla ilgili getirdiği problem ne olursa olsun, işin aslini öğrenmeden hemen okulu ya da öğretmeni suçlama yoluna gitmeyiniz. Ona fark ettirmeden hemen okul aranmalı; ilgili öğretmen ya da idareci kimse onunla görüşüp olayın aslı öğrenilmeli.
Eğer çocuğun her getirdiği meseleye oğlum sen mutlaka bir yaramazlık yapmışsındır diyerek olayı araştırmadan peşin hükümle onu suçlarsınız ve okulu da hiç aramaya gerek görmezseniz size karsılaştığı problemi bir getirir, iki getirir, üç getirir; sizin çözüm konusunda yardım etmediğinize kanaat getirirse artık problemlerini size getirmek istemez. Kaldı ki, her gelen meselede kendi çocuğunuzu suçlu göstermeniz için o okulun bütün personelinin ve binasının her şeyiyle mükemmel olması gerekir ki; böyle bir okul şu anda dünya üzerinde mevcut değil.
Veliler;
• Okula olan teveccüh ve itimatları,
• Çocuğuma bir zarar gelir endişesi,
• “En basit şeyleri dahi problem ediyor.” derler düşüncesi gibi, düşüncelerle okula pek
yansıtmıyorlar.

Çocuklarla ilgili problemler okula iletilmezse bunun zararı en basta okula, sonra aileye, sonrada çocuğadır. Çocukların okuldaki tutum ve davranışlarını kendilerinden öğrenmeye çalışmak çok uygun değildir. Çünkü çocuklar genellikle durumlarını her şeyiyle evde söylemezler. Çocuğunuzun okulla ilgili olsa da olmasa da bütün problemlerini okula gidip öğretmeniyle tartışmaktan çekinmeyin. Bu problemlerden bazılarına öğretmen sizden daha tarafsız, objektif bir gözle bakacaktır. Ayrıca sizin probleminiz gibi güçlüklerle karşılasan başka annelerden bahsedeceği için hangilerinin size özgü, hangilerinin genel olduğu hakkında fikir edinirsiniz. Çocuğunuz uslu ve çalışkansa öğretmeniyle aranızdaki ilişkiler de tabii iyi olacaktır. Çocuk yaramaz ve ders durumu iyi değil ise bu ilişkiler gergin ve nazik hale gelebilir. Ebeveyn ve öğretmenler olarak iki tarafta da kendi yaptıklarının doğru olduklarını düşünürler. Anne baba daha baştan şunu kabul etmelidirler ki: ideal bir öğretmen öğrenci konusunda anne baba kadar duyarlı ve bu konuda daha çok çırpınan bir insandır.
Öğretmenle sıkı bir diyaloga, işbirliği içine girilirse birçok şeyi halledecektir. Yeni ders yılının basında öğretmenle görüşür daha önceki yıllarda çocuğun okul hayatının nasıl geçtiğini ve çocuğun iyi ve kötü yönlerini açıkça izaha çalışırsanız en doğrusunu yapmış olursunuz.
 
Korkular Yaşlarına Göre Farklılık Gösterir
Çocuklar nelerden korkar?

Çocukların korkuları yaşlarına göre farklılık gösterir. Daha küçük yaşlarda
korkuların kaynağı seslerken, ilerki yaşlarda somut korkular ortaya çıkar. İşte yaşlarına göre çocukların korkuları:



2 yaş
En çok seslerle ilgili korkular söz konusu: Özellikle tren, kamyon, gökgürültüsü, sifonun çekilmesi, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesler. Karanlık, büyük eşyalar, koyu renk eşyalar ve şapkalar da korku unsuru bu yaştaki çocuklar için...

2.5 yaş
Oyuncağın veya yatağın yer değiştirmesi, annenin uykuya geçişte yanından ayrılması, birinin yan kapıdan girmesi gibi alışagelmişin dışında yapılan hareketler çocuğu korkutabilir.

3 yaş
En çok görsel korkular; karanlık, hayvan, polis, anne babanın gece sokağa çıkması.

4 yaş
Yine seslerle ilgili korkular, özellikle motor gürültüsü. Ayrıca karanlık, yabani hayvanlar, annenin evden ayrılışı.

5 yaş
Fazla korkulu bir yaş değil. Daha çok görsel korkular olabilir. Ayrıca daha somut korkular, düşme, bir yerini incitme gibi...

6 yaş
Çok korkulu bir yaş. Özellikle seslerle ilgili. Kapı zili, telefon, böcek veya kuş sesi. Hayalet, cadı korkusu, yatak altında birinin saklanabileceği korkusu. Su, ateş, fırtına, anneyi eve gelince bulamama korkusu.

7 yaş
Karanlık, bodrum, tavanarası korkusu. Gölgeleri hayalet, cadı gibi algılama. Okuduklarından, televizyondan, sinemada gördüklerinden fazlasıyla etkilenme, endişelenme.

8- 9 yaş
Endişe ve korkular daha az. Sudan ve karanlıktan daha az korku. Daha gerçekçi korkular var. Mesela bir şeyi yapamamak, okulda başarısızlık gibi kişisel endişeler.

çocuğunuz korktuğunda neler yapmalısınız ?

1. Korkusuna saygı gösterin.
2. Çoğu korkunun geçici olduğunu kendinize hatırlatın.
3. Tekrar ona yardımcı olmaya çalışmadan önce, korktuğu durumdan makul bir süre geri çekilmesine fırsat tanıyın.
4. Korktuğu duruma tekrar alışabilmesi için ufak adımlarla ona yaklaşın (Mesela yükseklikten korkuyorsa, az yüksek yerlere çıkarın. Köpekten korkuyorsa köpek yavrusunu sevdirmekle işe başlayın).
5. Çocuğunuzun nelerden korktuğunu saptamaya çalışın. Saptadığınız şeylerden onu uzak tutmaya çalışın.
6. Çocuğunuzun korkusunun yaş düzeyinde çoğu çocukta görülen korkulardan olup olmadığını test edin. Yaş düzeyinde sıkça görülen bir korkuysa geçeceğini düşünüp olayı hafife alabilirsiniz. Korkusu aşırıysa ve geçmiyorsa bir uzmana danışmanız yerinde olur.
 
Çekingenlik ve Utangaçlık Bir Hastalık Mıdır?

Aşırı derecede çekingenlik, utangaçlık bir psikolojik bozukluktur. Türkiyeli insanlarda ve bazı gelişmemiş ülkelerde daha fazla çekingen insan vardır. Bizim kültürümüzde “ Sessiz, uysal itaatkar “ çocuk hep teşvik edilmiştir. Örneğin “ kız gibi oğlan çok sakin uysal “ lafı Anadolu da çok yaygındır.

“ Çekingen- kaçıngan kişilik bozukluğu” ve “ sosyal fobik bozukluk” başlıca iki çekingen yapıyı temsil eder. Yaklaşık toplumdan % 10 kadar insan bu sorunla karşı karşıyadır.

Çekingenlik, utangaçlık ve sıkılganlığın kaynağı ; genetik, “silik anne- baba modeli”, otoriter ebeveynlerin varlığı, aşırı koruyucu kollayıcı ve hep eleştiren anne-baba modeli, En büyük nedenler aileden ve çevreden kaynaklanır.

Anne- babanın her ikisi veya biri aşırı evhamlı, titiz, koruyucu- kollayıcı ise ; sürekli çocuğunu “ kollamaya”, “göz önünden ayırmamaya çalışır.” Yada çocuğun yaptığı işler beğenilmeyip hep eleştiriyor ve küçümseniyorsa , diğer çocuklarla kıyaslanıyorsa veya çocuğa her “ yanlışında” dayak atılıyorsa bu çocuklar potansiyel çekingenliğe adaydır.

Çocuğun kendine güvenli, girişimci olabilmesi için teşvik edilmesi, iltifat edilmesi gerekir. Çocuğun sırtını sıvazlamak, aferin demek onu motive eder. Çocuğa uygun ve kesinlikle zararlı olmayan şeylerde ona uymak ve onun tercihlerine saygı göstermek çocuğun yeteneklerinin gelişmesi için özgür ve öz denetime dayalı bir disiplin anlayışı olmalıdır. Çocukla hem oynamalı hem eğlenmeli hemde ciddi konularda ilgilenilmelidir.
Aşırı derece de çekingen ve utangaç olan çocuklar ; gençlikte de, yetişkinlikte de bu sorunla iç içedir.

Çocuklar ve gençler günlük hayatta ne gibi zorlularla karşılaşırlar ?

- Öğrenci ise tahtaya kalkamaz
- Soruları bildiği halde parmak kaldırmaz
- Öğretmen kaldırıp soru sorarsa aşırı heyecanlanır yüzü kızarır ve kekelemeye başlar ve dili dolanır. Bildiği halde şaşırıp yanlışlar yapar. Çok utanır. Arkadaşlarına ve öğretmenine karşı rezil olduğunu düşünür, bazen okula bile gitmek istemez.
- Bu çocuklar arkadaş edinemezler, hep yalnızdırlar veya çok azının bir- iki arkadaşı vardır.
- Karşı cinsle iletişim kuramazlar.
- Yüzleri kızarır, elleri titrer çok heyecan yaparlar.
- Kalabalık bir ortamda kendilerini izleniyor gibi hissedip, bakışların üzerinde olduğunu zannederler. Bu nedenle bu tür ortamlarda bulunmamaya dikkat ederler. Zaruri ise o ortamın en kuytu sote yerini bulup “ gizlenmeye” çalışırlar.
- Bazı çekingen çocuklar sürekli eve kapanırlar.Bilgisayar, internet başında sanal alem bağımlısı olabilirler.
- Bu gençlerin % 40 ı zamanla depresyon geçirebilirler.
- % 10-15 i alkol bağımlısı olabilirler.
- % 40 ı yaşamları boyu evlenemezler, bekar kalırlar. Çünkü karşı cinsle iletişim kuramazlar ve o kız isteme törenleri, nişan, nikah onlara işkence gibi geldiğinden bekar kalırlar.
- Bu gençler çalışmaya başladıklarında genelde masa başı ve geride insanlarla göz göze iletişim olmayacak şekilde iş tercih ederler.
- Hak ve hukuklarını arayamazlar.
- İnsanlara hayır diyemezler.
- Güçlü, etkili insanların çekim alanlarına girip onların her dediğini yapabilirler.
- Marjinal, ideolojik, tarikat ideolojilerine kapılabilirler.
- Kendisini tanımaya bir şehre yada ülkeye göç edebilirler.

BU DURUMDA OLAN ÇOCUKLARIMIZA NE YAPILMALI NASIL YARDIMCI OLUNMALIDIR ?

- Bu çocuklarımız eleştirilmemeli, sosyal olmaya zorlanmamalı
- Çocuğu- genci anlamaya yönelik yaklaşmalı, onun açılmasına yardımcı olunmalı
- Eğer hatalar varsa süratle düzeltilmeli
- Çocuğu olan ailelerle dialog arttırılarak doğal karşılanma, kaynaşma sağlanmalıdır.
- Küçük sorumluluklar verilerek başarı için yüreklendirilmeli, teşvik edilmelidir.
Sonuç alınmadığı durumlarda ailecek bir uzmana gidip yardım alınmalıdır. İlaç tedavisi ile psikoterapi iyi sonuç vermektedir.
 
Bastırılan Kişilik

Bastırılan kişilik, özgüven duygusu eksik birey, kendi yaratılışını ve varoluşunu yaşamayan insanımız...
Türkiye toplumunda kendine güvenen, haklarını sonuna kadar savunan, direngen insanlara pek itibar edilmez, fakat içten içe bir özenme, gıpta ve takdir hep olmuştur... İç âlemimiz, vicdanımız doğrudan yana olsa da, bunu davranışlarımıza yansıtamıyoruz. Sanki bir güç bizi engelliyor, adım attırmıyor, dilimizi bağlıyor... "Biz" "kendimiz" olamıyoruz, içimiz başka dışımız başka. Neden? Niçin?
Ülkemizde kökü çok derinlerde olan alışkanlıklar, düşünce biçimleri, davranış kalıpları vardır. Nesilden nesile sorgulanmadan, üzerinde durulmadan, düşünülmeden aktarılıp giden tutum ve davranışlar hayli fazla. Toplumun her kesiminde değişik derecelerde bunu görmek mümkündür.
Ataerkil, otoriter aile yapımızda belirleyici olan aile büyükleridir. Erkeğin baskın olduğu ailede erkek, kadının baskın olduğu ailede kadın aileyi yönlendirir. Burada cinsiyet çok önemli değildir. Her şartta büyüklerin haklı olduğu, doğru bildiği ve uyguladığıdır. Bu nedenle onlara karşı gelmek farklı kulvarda koşmaya çalışmak aileden dışlanma nedenidir.
Ailede böyle de; okulda, işyerinde, kışlada, partilerde, sendikalarda, derneklerle vakıflarda, sosyal kulüplerde, dinî cemaat ve gruplarda farklı mı?
Büyükler, yöneticiler her şeyi ve de doğru bir şekilde bilir zihniyeti. Sağdan sola kadar bütün kesimleri içine almaktadır. Birinde sağcılık, birinde solculuk adına yapılmaktadır. İkisinin de ortak noktası, liderlere, yönetimlere sınırsız itaattir. Ve önlerine sunulan doğruları tartışmasız kabul etmek iyi bir militanlığın ölçüsüdür.
Bundan dolayıdır ki, ülkemizde her konuda bir tıkanıklık, durgunluk yaşanmaktadır. Fikir üretilmemektedir. Çünkü düşüncenin önünde duvarlar vardır. Ülkemizde hâlâ düşüncelerinden dolayı, "sağdan ve soldan" insanlar cezaevlerinde "sürünmektedir."
Aileler, çocukları çok kitap okuduklarında, "Aman çocuğum, fazla okuma gözlerin bozulur, yorulursun, kafayı üşütürsün!" telkinini yapmaktadırlar. Resmi görüşlere ve genel kabullere aykırı düşünce ve davranışlar geliştirildiğinde; buna en başta aileler karşı çıkmakta ve çocuklarını boyun eğmeye zorlamakta "Aman evladım, bu ülkeyi sen mi kurtaracaksın? Boşver, el âleme neyse, sana da o dur" şeklinde pasifleştirme operasyonunu başlatmaktadırlar.
Böylece bireylerde sağlıklı kişilik, kendine güven duygusu olmamaktadır. Bu duygusu olmayan bireyler bu güveni sağlamak için değişik grupların içine girdiklerini, o grupların en "gözde" elemanları oldukları, "kuraldan fazla kuralcı" kesildiklerinde bilinmektedir. Çünkü içindeki hastalıktan dolayı tutunacak bir dal ararlar, ait oldukları grubun değerleri ile kişilik ve kimlik kazanırlar. Her türlü telkine ve yönlendirmeye açık olurlar.
Ülkede hakim olan resmi ideoloji ve onun vasıtasıyla egemenliğini sürdüren hakim güçler de sürekli olarak vatandaşları itaate davet etmektedir. Kendi belirlediği çerçeveyi aşanları komünist, faşist, bölücü, dinci, irticacı gibi sıfatlarla toplum dışına atmakta ve şaibeli vatandaş sınıfına sokmaktadır. Sosyal, siyasal, ekonomik abluka altına almaktadır. Oysa uzun vadede hakim güçlerin de bunda faydası yoktur.
Ülkemizde bunca haksızlığa, adâletsizliğe, zulme, dayağa, işkenceye, kötü muameleye karşı hepimizin sergilediği duyarsız tavır içler acısıdır. "Ateş düştüğü yeri yakmaktadır." "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" felsefesi yaygındır.
Toplumsal olarak felç olmuş gibiyiz, her tarafımıza iğneler batırılmakta kesilmekte, fakat bizden hiçbir tepki çıkmamaktadır. Çünkü beynimize, düşüncelerimize prangalar vurulmuştur. Tepki verecek merkezler baskı altına alınmıştır. Kanatılmış, felç edilmiştir.
Ülkenin geniş sosyal, ekonomik, coğrafi, kültürel hayatı maalesef çağa ayak uyduramamaktadır. Devlet, sivil, askeri bürokrasi de beton bir duvar gibi halkın önünde durmaktadır. "Utanç duvarı gibi" bu "beton duvara" balyozla vurduğumuz gün, kişiliğimizi, kendimizi bulduğumuz gün olacaktır.
Ülkemizde gerçek aydınlık ve barış olacaktır. Herkes çekinmeden kendini ortaya koyacak, tartışacak, ama kavga etmeyecek, bir başkasını zorlamayacaktır. Haklı bulunan fikirler alınıp istifade edilecektir.
Yanlışlıklar, haksızlıklar aza inecek; tepkilerden dolayı insanlar daha ölçülü ve insaflı davranacaktır. Yönetim açık ve şeffaf olacaktır. En önemlisi devlet, milletin emrinde ve hizmetinde olacaktır. Millet sözde değil, özde efendi olacaktır.
 
Anksiyete Bozuklukları

Anksiyete,her insan tarafından bazı durumlarda yaşanan bir duygudur.Türkçe de"kaygı,bunaltı,iç sıkıntısı,stres"gibi sözcüklerle anlatılmaya çalışılmıştır;fakat"korku,endişe bunalım"gibi duyguları da kapsamaktadır.
Anksiyetenin amacı,yaşamı uyumlu ve dengeli sürdürmektir;tehlikeli,bilinmeyen,yeni uyaranlardan organizmayı sakınmak,onlarla başa çıkmak,onlara karşı koymak ya da o uyarıdan kaçmaktır.İnsanın gerek bireysel gerekse toplumsal adaptasyonu için belli dozlarda anksiyete gereklidir.Anksiyete,ya içerel (intrapsişik) ya da dış çevreden kaynaklanan bir tehlike,tehlike ihtimali veya kişi tarafından tehlikeli olarak algılanan,yorumlanan herhangi bir durum karşısında yaşanan bir duygu durumudur.
Kişi,kendini bir çeşit alarm durumunda ve sanki kötü bir şey olacakmış gibi bir duygu içinde hisseder.Bir yere kadar sağlıklı olan anksiyete,bir yerden sonra kişinin,aile ve sosyal aktivitelerini,kişiler arası ilişkilerinizi olumsuz etkilemeye başlar;kişide ruhsal problemler doğuran bir duygu olarak karşımıza çıkar.Anksiyete,birbiriyle uyumlu bir ilişki içinde ve bir bütün halinde çalışan bir çok alt sistemi etkilerken,yaklaşan tehlikeleri haber vererek,sinir sisteminin tüm birimlerini(santral,otonom, periferik sinir sistemlerini ve endokrin sistemi)en üst düzeyde uyarır,harekete geçirir ve böylece kişiye kendisini koruma fırsatı verir.
Patolojik anksiyete:
Normal anksiyetenin ötesinde,anksiyete"bir hastalık belirtisi" olarak karşımıza çıkabilir.
Patolojik anksiyete,belli bir uyarana karşı,süresi ve şiddeti bakımından uygun olmayan bir yanıttır.
Patolojik anksiyete."anksiyete bozuklukları"başlığı altında toplanan bozuklukların yanı sıra diğer pek çok psikolojik hastalıkta da bir belirti olarak bulunur .diğer yandan,santral sinir sistemini ya da diğer sistemleri etkileyen bir organik bozukluğun belirtisi de olabilir.Aksiyete belirtileri çoğu kez temporo limbik,hipotalamo-hipofizer tiroit arkının uyarılarak harekete geçirilmesi sonucu ortaya çıkarlar.Böylece,santral ve periferik sinir sistemi ile otonom sinir sistemi ve nörü-psikoendokrin sistemi bir bütün olarak,kendine yönelen tehdide karşı savunan ve de saldırı durumuna geçmiş olur.Bu sistemlerin harekete geçişinde başlıca nörotransmitterler(noradrenalin,serotonin.GABA ve muhtemelen diğerleri)rol oynar.
Anksiyetenin oluş nedenleri:
1.Psikanalitik görüşe göre:
Son yıllara kadar anksiyete bozuklukları Freudyen kuramlarla açıklanıyordu.Biyolojik çalışmalar ve diğer kuramlar ortaya atılınca psikanalitik açıklamalar yetersiz kaldı.Freud'a göre ,iç çatışma;benlik,alt benlik veya benlik,üst benlik arasında oluşmaktadır.
Alt benliğe ait dürtü ve isteklere karşı denge kurmaya çalışan benlik bir nedenle zayıflar ya da bilinç dışı dürtülerin gücü artarsa benlik alt benlik arasında çatışma ortaya çıkar.çatışma, benliğin dürtüler karşısında çözüm bulamadığını,baş edemediğini gösterir;bir tehlike olarak algılanır.Bunaltı(aksiyete) benlikte bir tehlikenin habercisi,bir alarm işaretidir.Anksiyete,benliğin homeostatik işlevi olan ve tehlikeyi algılayan bir tepkisidir.psikolojik kuramda bilinç dışı dürtüler,yasak cinsel ya da saldırgan dürtülerdir
Çatışma durumundaki anksiyeteye karşı benliğin savunma mekanizmaları harekete geçer.yer değiştirme mekanizması,anksiyetenin belli bir nesneye ya da duruma bağlanmasını sağlar;böylece fobi oluşur.kişi,fobik durumdan kaçınabildikçe kendini rahat hissedecektir.
Psikanalitik açıdan ,bunaltıya karşı savunmalar yetersiz kalınca açık bunaltı görülür.Bunaltı kaynağına göre yedi türe ayırabilir.
1-Süperego anksiyetesi(Toplumsal değerler vs)
2-İğdişlik(kastrasyon)
3-Ayrılma(seperasyon)
4-İd bunaltısı(alt benlik)
5-Sevgiyi yitirme anksiyetesi.
6-Kötülük görme anksiyetesi.
7-Çözülme bunaltısı.
2-Öğrenme Kuramlarına göre
Bu kurama göre,anksiyete,öğrenilmiş bir süreçtir ve açlık,cinsellik gibi biyolojik kökenli birincil dürtüler yanında,yine insanı güdüleyici bir güç olarak görev yapan ikincil bir dürtüdür
Öğrenme kuramları,özellikele fobileri açıklamakta onay görmüştür."koşullu refleks teorisi"ne göre de,ank***te,"tehlikeli dış uyarılara karşı organizmanın şartsız cevabı"olarak açıklanmaktadır.
3Bilişsel(kognitif)yaklaşımlara göre:
Bu yaklaşımda,anksiyete nedeni olayların kendisi değil,kişilerin beklentileridir,bu olayları nasıl ve ne şekilde algılayıp yorumladığıdır.kişiler bazı ipuçlarıyla karşılaştıklarında,zararı ve tehlikeyi beklemeyi öğrenebilirler.Bu öğrenme gözlemleyerek, bilgilendirilme ya da tepkisel koşullanma yoluyla gerçekleşir.Zarar beklentisiyle orantılı olarak aksiyete ortaya çıkar,Bu nedenle bireyin herhangi bir olayı ilk değerlendirmesi önemlidir.Bu değerlendirme tehlike ve zarar içeriyorsa,kişinin bununla başa çıkma konusunda gösterdiği başarıları,ortaya çıkarabilecek anksiyete konusunda olumlu ya da olumsuz rol oynamaktadır..Bu nedenle mantık dışı bilgiler,bilişler ya da korku uyandıran benlik yönergeleri anksiyete gelişiminde olumsuz rol oynarlar.
Günlük yaşamımızda her birimiz çeşitli tehlikelerle yüz yüze kalırız.Ancak ne zaman ki kişi bu durumları diğerinden farklı ve olumsuz olarak algılar,işte o zaman anksiyete programı kendiliğinden işlemeye başlar:
_Otonomik uyarılabilirlikte değişiklikler,kavga ya da kaçışa hazırlık durumu oluşur.
_Kişinin olağan davranışı durur.
_Kişi,muhtemel çevresel tehlikelere karşı tedbir alabilmek için çevreyi seçici olarak taramaya başlar.
Bilişsel modelde iki ayrı düşünce bozukluğuna rastlanır:
A)Olumsuz,negatif düşünceler:
Örneğin;Bir toplumda konuştuğunda anksiyete yaşayan kişi"Acaba konuştuklarımdan sıkılıp can sıkıcı birisi olduğumu düşünürler mi?.ya da Anlattıklarımı beğenmez ve aptalca şeylerden bahsettiğimi düşünürler mi?şeklinde olumsuz düşünceler geliştirebilir.
B)Disfonksiyonel varsayım:
Kişiyi rahatsız eden kesin düşünce ve inançlardır.
Anksiyete bozukluklarında gözlenen bilişsel çarpıtmalar dört ana başlıkla toplanabilir:
a)Onaylama duygusuyla ilgili olanlar.
b)Yetersizlik duygusuyla ilgili olanlar.
c)Denetim duygusuyla ilgili olanlar.
d)Anksiyete duygusuyla ilgili olanlar.
4.Varoluşçu yaklaşımlara göre:
Varoluşçulara göre,"insan doğduğunun,yaşadığının ve öleceğinin farkında olan ve de farkında olduğunun farkında olan tek canlıdır;varoluşun dinamiği dünyaya gelmekle,dünyada olmakla başlar;varoluşa atıldığında bomboştur ve düşünerek kendini bulur,kendi varlığını yaratır;kendini nasıl anlıyorsa,kişiliğinin nasıl olmasını istiyorsa o olacaktır.
İnsanın varoluşu onun hissettiği bir şeydir.o kendini bilen bir varoluştur.kendisi yoksa hiçbir şey yoktur.
O zaman kişi şöyle düşünebilir:"Mademki farkına vardığım şey sadece bana aittir,öyleyse onun ne olacağı benim elimdedir,yani nasıl istersem öyle yaparım,Görüldüğü gibi,söz konusu olan sonsuz bir özgürlüktür.Dolayısıyla hayatın anlamını oluşturma sorumluluğu,gerçekte kişinin kendisine ait olan oluşumdur.yani yaşamın anlamı,bizim ona verdiğimiz anlamdır.işte özgür olma,kişiye yaşamın anlamını verme sorumluluğu getirir.Bunun farkına varma ise,jean paul sartre'a göre anksiyete demektir ve insanın varoluşunun temelinde bulunur.
5)Anksiyetenin biyolojik kökenleri:
a)kalıtım:
Anksiyete bozukluklarında kalıtım gittikçe önem kazanmaktadır.panik bozukluğu gibi anksiyetenin yoğun yaşandığı durumlarda birinci derece akrabalarda panik nöbetinin,majör depresyonun ve alkolizimin daha sık görüldüğü bilinmektedir.Eş zamanlı hastalanma oranının tek yumurta ikizlerinde % 4-9 arasından olduğu bilinmektedir.Birinci derece akrabalıklarda anksiyete bozukluğu olasılığı yüzde 15-18 arasında iken,ikinci derecede akrabalarda yüzde 6'dır.Anksiyete bozukluklarında aşırı bir otonom sinir sisteminin kalıtsal olarak geçtiği ve çevredeki koşullarda da hastalık belirtilerinin oluştuğu düşünülmektedir.
b)Biyokimyasal nedenler:
Son yıllarda anksiyete bozukluklarında depresyon giderici ilaçların,beta blokörlerin,diazem türü ilaçların,MAO inhibitörlerinin etkin olduğu görüldükçe bu alanda biyokimyasal araştırmalar hızlanmıştır.
Spontan panik nöbetleri geçiren insanların,damar içi sodyum laktat verildiğinde deneysel olarak panik nöbetleri ortaya çıkarılabilmektedir.
Panik nöbetleri geçirenlerde beynin para hippokampal bölgesinde,lokus seruleusta beta adrenerjik dizgenin etkilendiğinde kalıtımla gelen bir bozukluğun olduğu;merkezi kemo reseptörlerde aşırı bir duyarlığın varlığı öne sürülmüştür.
Sonuç olarak;aksiyete bozukluklarının nedenlerini tek bir kuruma dayandırmak yanlış olur.Bütün kuramların biyolojik etkenlerle birlikte işlediği görüşü daha yaygınlaşmaktadır.fakat bazı hastalarda bazı etkenler daha baskın olabilmektedir.
Psikolojik-somatik belirtileri:
Tablo 1:
Anksiyetenin başlıca semptomları
Psikolojik
Anksiyete
Dehşet
Kaygı
Korku
Aşırı endişe
İnsomini(Uykuya dalamama)
İrritabilite(Aşırı huzursuzluk)
Obsesyon(Takıntı)
Kompulsiyon(Takıntının eyleme dönüşmesi)
Depersonalizasyon(Parcalanma hissi
Fobiler(Gerçeği uygulayamama)
Zihinde evirip çevirmek
Panik
· Somatik
Tremor(Titreme)
Terleme
Çarpıntı
Baş dönmesi
İdrara sık çıkma
Barsak hipermotilitesi
Hiperventilasyon(sık,sık nefes alıp verememe)
Kas_iskelet ağrısı
Ağız kuruluğu
Kas gerginliği
Huzursuzluk,tezcanlılık
Titreklik
Senkop(Bayılma)
Göğüste sıkışma hissi
Nefes darlığı
Parestezi(Uyumalar)
Başağrısı
Vertigo(Baş dönmesi)
Kuvvetsizlik
Son yıllarda sıkça söz edilen panik ataklar sırasında ortaya çıkabilen belirtiler:
Tablo 2:

Panik ataklar sırasında ortaya çıkabilecek semptomlar.
Dispene ya da boğulma hissi (Nefes darlığı)
Baş dönmesi,düşecek ya da bayılacak gibi olma.
Palpitasyon ya da taşikardi.
Titreme ya da sarsılma.
Terleme.
Soluğun kesilmesi.
Bulantı ya da karın ağrısı.
Uyuşma ya da karıncalanma(Parestezirler)
Kızarma(Ateş basması)ya da ürperme.
Göğüs ağrısı ya da ğöğüste sıkışma hissi.
Ölüm korkusu.
Çıldıracağı ya da elinde olmadan bir şeyler yapacağı korkusu.
Panik atakların en sık görüldüğü anksiyete bozukluğu"panik bozukluktur"panik hastaları yaşadıklarını" kalp krizi geçirmek,aklını yitirmek,kontrolünü kaybetmek,o anda ölmek" şeklinde tanımlamaktadırlar.Nöbet geldiğinde hemen acil ünitelerine koşulur,EKG ve diğer tıbbi tahliller yaptırılır;fakat organik bir şey saptanmaz.Doktor doktor dolaşılır,en son aşamada psikiyatriste başvurulur.psikiyatri dışı hekimlerin bu hastaları öncelikle psikiyatriste göndermeleri önemlidir.çünkü,nöbetler sırasında yaşanan korkulu,dehşet dolu dakikalar tekrarlanır kaygısıyla hastalar zamanla yalnız başına bir yere gidememeye,vasıtalara binememeye,sürekli kendilerini dinlemeye başlar.Her an kötü bir şey yaşayacakları endişesiyle kendilerini en rahat hissettikleri ortamdan ayrılmamaya dikkat ederler,
Yanlarında ilaç,su,tansiyon alet, vs,taşımaya başlarlar,işlerine gidemez,çalışamaz hale gelirler.Ciddi mesleki,sosyal fonksiyon kayıpları olur.Ekonomik zararlar ve zamanla depresyon gelişebilmektedir.Bu nedenle panik atakla psikiyatri dışı bir hekime başvuran hastanın fiziksel muayenesi ve tetikleri normal çıkıyorsa:"Bir şeyin yok,psikolojik takma kafana"lafını kesinlikle etmemek,"senin sorunun psikiyatrik"deyip yönlendirmek gerekmektedir.
Tablo 3:
Anksiyetenin görüldüğü psikiyatrik bozukluklar ve organik nedenli aksiyete sendromları:

Psikiyatrik bozukluklar Toksik durumlar
Depresyon Alkol ve ilaç kesilmesi(Zehirlenme durumları)
Mani Amfetamin
Şizofreni Kokain
Atipik psikozlar Marijuana
Pre_senil ve senildemnaslar Kannabis
Akut kronik beyin sendromları Hallusinojenler
İlaç ve alkol bağımlıkları Nikotin
İlaç ve alkol yoksunluk durumları Kafein
İlaç kötü kullanımı Teofilin
(özellikle kafein ve amfetamin) Amly nitrite
Solvent kötü kullanımı Antikolinerjikler
NÖROLOJİK BOZUKLUKLAR Sempatomimetik ajanlar
Serebral neoplazi Vazopresör ajanlar
Serebral travma ve Antihipertansiflerin kesilmesi
Post-tıravmatik sendromlar Sülfamidler
Serebrovasküler hastalıklar Penisilin
Subaraknoid hemoroji Aspirin intoleransı
Migren Civa
Meniere hastalığı Arsenik
Ensefalit Fosfor
Serebral sifilis Organik fosfatlar
Multipl skleroz Karbon diülfid
Wilson hastalığı Benzen
Huntington hastalığı Epilepsi ENDOKRİN BOZUKLUKLAR
Addison hastalığı
KARDİVASKÜLER BOZUKLUKLAR
Anemi Karsinoid sendromu

Anjina Pektoris/Miyokard enfarktüsü Hipertiroidi
Konjestif kalp yetmezliği Hipoparatiroidi
Hiperaktif B_adrenerjik durumu Hipoglisemi
Hipertansiyon Diabet
Mitral valf prolapsı İnsulinoma
Proksismal atrial taşikardi Feokromositoma
Kardiyak distrimitler Menapozal
Premenstrual
Viriliz PULMONERBOZUKLUKLAR(AKCİĞER) VİTAMİN EKSİKLİKLERİ
Astım B12 eksikliği

Pulmoner emboli Niacin(nikotinik asit) eksikliğiallegra

Pulmoner ödem DİĞER DURUMLAR

Akut repiratuar distres Sistemik maliniteler

Hiperventilasyon sendromu Sistemik enfeksiyonlar

SİSTEMİK HİPOKSİT DURUMLAR Enfeksiyöz mononükleoz

Kardiovasküler hastalıklar Anafilaksi

Pulmoner yetmezlik Elektrolit denge bozukluğu

Anemi Posthepatit sendromu

ENFAMATUAR BOZUKLUKLAR Porfiri
Sistemik lupus eritematosus Üremi

Romatid artrit

Poliarteritis nodoza
Temporal arteriti
Anksiyete bozukluklarında hangi hastalıklar yer alır?
Genelleşmiş anksiyete bozukluğu
Agorafobili panik bozukluk.
Agorafobisiz panik bozukluk
Agorafobi.
Özgül fobiler.
Sosyal fobi.
Obsesif-kompolsif bozukluk(saplantı-takıntılar)
Akut stres bozukluğu.
Anksiyete bozukluklarında tedavi:
Tedavide ilaç ve psikoterapi kullanılmaktadır.Bugün en etkin ve yaygın kullanılan ilaçlar antideprasanlardır.Tirisiklik antideprasanlar ve selektif serotonin geri alım inhibitörleri(SSRI) noradrenalin ve serotonin geri alım inhibitorleri(SNRI),NASSA gibi,MAO inhibtörleri yaygın olarak kullanılmaktadır.
Kısa süre,yardımcı ilaç olarak;benzodiazepin gurubu ve betablokerler de tercih edilmektedir.Ayrıca davranışçı ve bilişsel terapiler bugün için en tercih edilen terapi şekilleridir.
 
Geri
Üst