Dini Hikayeler ve kıssalar...Ağlanacak Şey...

ÜÇ MESELE

İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri rh.a. hac için yola çıkıp Medine'ye ulaştığında karşılaştığı Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleriyle arasında şöyle bir konuşma geçer. Seyyid Muhammed Bâkır:
-Sen kendi aklınca kıyas yaparak Peygamber dedemin dinini ve hadislerini değiştiriyorsun der.
-Böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım efendim. Lütfen oturunuz. Rasulullah'a olduğu gibi benim size de hürmetim var der İmam-ı Azam. Seyyid Muhammed Bâkır'a yer gösterir. Her ikisi de yerini aldıktan sonra Ebu Hanife Hazretleri söze başlar:
-Üç mesele soracağım. Birincisi şu: Erkek mi daha güçsüz kadın mı?
-Kadın erkekten güçsüzdür.
-Mirasta adamın payı kaç kadının kaçtır?
-Erkeğin mirastaki payı iki kadının birdir.
-İşte bu ceddin Peygamber s.a.v.'in sözüdür. Eğer onun dinini değiştirmiş olsam benim akıl ve kıyas yoluyla kadın daha zayıf olduğu için ona iki pay erkeğe bir pay düşer derdim.
Ebu Hanife Hazretleri tekrar sorar:
-Namaz mı daha üstün oruç mu?
-Namaz oruçtan üstündür.
-İşte bu da deden Rasulullah'ın sözüdür. Eğer ceddinin dinini akıl ve kıyasla değiştirmiş olsaydım âdet halindeki kadının kılamadığı namazları kaza et mesini orucu kaza etmemesini emrederdim.
Ebu Hanife Hazretleri üçüncü soruyu sorar:
-Sidik mi daha pis meni mi?
-Sidik meniden pistir.
-Eğer deden Peygamber s.a.v.'in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım sidikten dolayı gusletmek gerektiğini ve meniden dolayı da sadece abdest almak gerektiğini söylerdim. Fakat akıl ve kıyasla bu dini değiştirmekten Allah'a sığınırım.

Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleri yerinden kalkar ve Ebu Hanife'yi kucaklar. Tebrik edip ona ikramda bulunur
 
UMEYR'İN MACERASI

Bedir gazasından hemen sonraydı. Müşriklerin büyüklerinden Umeyr b. Vehb ile Safvan b. Ümeyye Mekke'de bir kenara oturmuş Bedir ölüleri için dertleşiyorlardı. Umeyr'in bir oğlu da Bedir'de esir düşmüştü. Safvan'a diyor ki:

- Borçlarım ve çocuklarım olmasaydı esir oğlumu bahane ederek Medine'ye gider Muhammed'i öldürürdüm.

- Bu işi yaparsan borçlarını ben öderim çocuklarına da bakarım.

- Tamam öyleyse bu iş aramızda gizli kalsın!

Umeyr kılıcını bileyip zehir sürdükten sonra yola çıkar ve Medine'ye ulaşır. Onun kılıcıyla mescidin kapısına geldiğini gören Hz. Ömer (R.A.) durumdan kuşkulanır ve vaziyeti Resul-i Ekrem'e haber verir. Rasulullah'ın isteği üzerine de adamı kılıcının kayışından yakaladığı gibi huzura getirir. Rasulullah (A.S.) buyurur:

- Bırak onu ya Ömer! Sen de yaklaş ya Umeyr!

Sonra ona niçin geldiğini sorar. Umeyr cevaben der ki:

- Elinizdeki esir için geldim; ona iyi davranasınız.

- Öyleyse boynundaki bu kılıç ne oluyor?

- Allah kılıçların belâsını versin! Bize bir faydası mı var?

- Niçin geldiğini bana doğru söyle.

- Söylediğim gibi sadece bunun için geldim.

- Hayır!.. Safvan'la Bedir'de ölenler için dertleşip anlaştınız. Sözleştikten sonra beni öldürmeye geldin. Fakat Allah buna engeldir!

- Senin Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ederim. Konuştuklarımızı ben ve Safvan'dan başka bilen yoktu. Allah'a yemin olsun ki bunu sana bildiren Allah'tan başkası değil! Elhamdülillah.

Umeyr artık sadık bir müslümandır. Resul-i Ekrem (A.S.) buyurur:

- Kardeşinize dinini ve Kur'an'ı öğretin esirini de salıverin!

Öyle yaptılar. Sonra Umeyr halkı İslâm'a davet isteğiyle Mekke'ye döndü. Birçok kimse onun sayesinde müslüman oldu.
 
Tevekkülün Böylesi

Dindar ve mütevekkil bir köylü varmış. Bir de inancı kısa bir hanımı varmış. Köylü dayının ne zaman bir şeyi kaybolsa hanımı feryadı basarmış. Adamcağız da hiç üzülmezmiş ve hanımına:
- Aman hanım eğer o bize helâlinden bir şeyse Allah ya onun daha iyisini verir veya onu buldurur dermiş.

Adamcağız bir gün şehre inip öküzlerini sattıktan sonra öküzlerin parasını ve bir miktar da biriktirdiği yüz altınını mola verip oturduğu bir çeşmenin başında unutmuş. Eve gelince durumu farketmiş. Karısına haber vermeden hemen dönüp çeşmenin başına varmış. Fakat altının yerinde yeller esiyormuş. Hani ya kendisi de üzülmeden edememiş. Tabii hanımı duyunca büsbütün hasta olmuş. Bu adam bir gün kırda bir kuyudan su çekerken başındaki sarığını kuyuya düşürmüş. Hemen sarığını almak için kuyuya inip kuyunun içinde bir beze sarılı yüz altın bulmasın mı. Sevinçle yukarı çıkmış. Meğer altınları ilk kaybettiğinde bir çoban altınları bulmuş eşkiyalar gelirken benden altınları alır diye kuyunun içine atmış eşkiyalar da hiç para bulamayınca çobanı bir güzel dövmüşler ve hasta etmişler. Bir kaç gün evden çıkmamış ve kuyudan altınları gidip de alamamış. Dindar köylüye altınları böylece geri gelmiş. Köylü ve hanımı Allah'a hamdetmişler.
 
TEVAZU

Ahmed Rufai Hazretleri bir gün talebelerine:
- İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin dedi.
Müritlerinden biri:
- Efendim sizde büyük bir ayıp var diye cevap verdi.
Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütavazi insan hiç kızmadı talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu:
- Söyle dedi kardeşim o ayıbım nedir?
Talebe gözleri dolu dolu:
- Bizim gibilerin size talebe olması dedi.
Bu söz gönüllere çok tesir etmiş sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Ahmed Rufai Hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece;
- Ben sizin hizmetçinizim ben hepinizden aşağıyım diyebildi.

Evet keşke insanlar tabi olanlara bakıp tabi olanlarda tabi olunanı aramasalardı... Zira hem dün hem bu gün o altın halkayı temsil eden büyüklerin etrafındaki insanlar ne denli nezih olurlarsa olsunlar onları gösterebilmekte çok acizdirler. Bugün dahi bir büyük gönül erinin yanına gelip giden insanlar; idareciler gazeteciler din adamları "Talebelerinin ufku hocalarının çok gerisinde." demektedirler. Zaten o cevher farkıdır ki sair madenleri kirlerinden arındırır.
 
bi kaç tanesini okudum Gerçekten güzel paylaşım teşekkürler.
 
Geri
Üst