Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
CEMÂL:
1. Güzellik.
Kadın ya malı, ya cemâli veya dîni için alınır. Siz dîni için alınız. Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemâl için alan cemâlinden mahrûm kalır. (Hadîs-i şerîf-Menâic-ül-İbâd)
2. Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
Allahü teâlâ kıyâmet günü mahşer yerinde, kâfirlere ve günâhı olan mü'minlere, kahr ve celâl, sâlih olan mü'minlere ise lütuf ve cemâl sıfatiyle muâmele edecektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî).
3. Zât, yüz.
Resûlullah'ın mübârek cemâlini bir kere görmek ve biraz huzûrunda oturmak insanı öyle derecelere kavuşturur ki, bunlar başka türlü hiç bir şeyle ele geçmez. (Ebû Tâlib-i Mekkî)
4. Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.
Cemâl için temiz, güzel giyinmek mübahdır. Bunun için bulunduğu yerde âdet olan şeylerden haram olmıyan en iyilerini kullanmak lâzımdır. Gösteriş ve öğünmek için nîmeti göstermek, cemâl olmaz, kibir (büyüklenmek) olur. Nefsin zaîf, azgın olduğunu gös terir. (Seâdet-i Ebediyye)
 
CEMÎL (El-Cemîl):
Allahü teâlânın isim-i şerîflerinden. Cemâl sâhibi. (Bkz. Cemâl)
Allahü teâlâ Cemîldir, cemâl sâhiblerini sever. (Hadîs-i şerîf-Bahr-ur-Râik)
 
CEM'İYYET:
Topluluk. Kalbde hâsıl olan mânevî toparlanma, huzur, Allahü teâlâ ile berâber olma hâli.
Beş vakit namazı cemâat ile kıldıktan sonra, bütün vakitlerinde Allahü teâlâyı zikretmek (hatırlamak, anmak) lâzımdır. Kalbde başka hiç bir şeye yer vermemelidir. Zikr yapmakta gevşeklik duyulursa, kalbin niçin dağıldığını araştırmalıdır. Bundan sonr a kalbin cem'iyyetine çalışmalı ve boyun bükerek, ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için Allahü teâlâya yalvarmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Namazda, ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede burun ucuna ve otururken iki ellere ve kucağına bakılır. Bu söylenenler yapılır ve gözler etrâfa kaymaz ise, namaz cem'iyyetle kılınmış olur. (İmâm-ı Rabbânî)
 
CEMRE:
Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i v ustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı verilir.
Kurban bayr*****n birinci günü sabahı Meş'arilharâm denilen yerden güneş doğmadan önce Minâ'ya hareket edilir. Minâ'ya gelince, Mescid-i Hîf'e en uzak olan ve Cemre-i Akabe denilen yerde sağ elin baş ve şehâdet parmaklarıyla iki buçuk metreden veya d aha uzaktan cemre yerini gösteren duvarın dibine yedi taş atılır. Sonra buradan gidip kurban kesilir. Taşlar atılırken Minâ'yı sağa, Mekke-i mükerremeyi sola almak sûretiyle önce Mescid-i Hîf'e en yakın olan Cemre-i ûlâya (birinci cemre), sonra Cemre-i vustâya (orta cemre), daha sonra Cemre-i Akâbe'ye taş atılır. Taşlar atılırken Bismillahi Allahü ekber denir. Bayramın ikinci günü öğle namazında Minâ'da okunan hutbeden sonra, üç cemreye yedişer taş atılır. Bayramın üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırk dokuz taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir veya mekruhtur. Dördüncü gün de, Minâ'da fecrden (tan yerinin ağarması) güneşin batışına kadar dilediği zaman yedişerden yirmi bir taş daha atmak müstehâbdır (sevâbdır) . Böylece yetmiş taş atılır. Cemrelere hayvan üzerinde taş atmak câizdir. (İbn-i Âbidîn)
 
CENÂBET:
Cünüplük. Gusül (boy abdesti) almayı gerektiren durum. (Bkz. Cünüb) Soğuk, sıcak dedin abdest almadın, Dünyâya daldın, namaz kılmadın. Cenâbet gezip gusül etmedin, Derse Allah, sen ne cevap verirsin?
(M. Sıddîk bin Saîd)
 
CENÂZE:
Ölü.
Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır. Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, bir günâh işleyince derhal tövbe etmek. (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)
Cenâzeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günâhı affolur. (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)
Cenâzeye ve cenâze çıkan yere siyah örtü örtmek ve siyah giyinmek câiz değildir. (Kâdı Hindî)
 
CENNET:
Bahçe. Âhirette müslümanların nîmet ve mutluluk içerisinde sonsuz olarak yaşayacakları yer.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Rabbinizden (af ve) mağfiret istemeye ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da mallarını Allah yolunda verirler, öfkelerini belli etmezler, herkesi affederler. Allahü teâlâ, ihsân edenleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 133)
Dikkat edin, Cennet için hazırlanan yok mudur? Kâbe'nin Rabbi'ne (Allahü teâlâya) yemîn olsun ki, Cennet'te tehlike diye bir şey yoktur. Cennet, parlayan bir nûr, etrâfa yayılan bir kokudur. Binâları kuvvetlidir. Irmakları devamlı akar, bol ve kemâle ermiş meyve yeridir. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Cennet, anaların ayağı altındadır. (Hadîs-i şerîf-Nesâî, Ahmed bin Hanbel)
Allahü teâlâ arş ve kürsî altında, yedi kat göklerin üstünde, arşın nûru ile birbirinden yüksek sekiz Cennet yaratmıştır: Birincisi, Dâr-ül Cinân, beyaz incidendir. İkincisi, Dâr-üs-Selâm, kırmızı yâkuttandır. Üçüncüsü, Cennet-ül-Me'vâ, yeşil zeberce ddendir. Dördüncüsü, Cennet-ül-Huld, kırmızı ve sarı mercandandır. Beşincisi, Cennet-ün-Naîm, beyaz gümüştendir. Altıncısı, Cennet-ül-Firdevs, kırmızı altındandır. Yedincisi Cennet-ül-Adn büyük beyaz incidendir. Sekizincisi Dâr-ül-Karâr, kırmızı altı ndandır. (Peygamberler Târihi)
Cennet'e girmek îmâna bağlıdır. Îmân da Allahü teâlânın ihsânıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalbinde zerre kadar îmânı olan kimse, Cehennem'de sonsuz kalmıyacak, Allahü teâlânın rahmetine kavuşarak Cennet'e girecektir. (İmâm-ı Rabbânî) Şol Cennet'in ırmakları Akar Allah deyû deyû. Çıkmış İslâm bülbülleri, Öter Allah deyû deyû.
(Yûnus Emre)
 
CERBEZE:
İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.
Cerbeze sâhiblerinin ilim meclislerindeki yerleri herkesten geri olup, belki de kapıdan dışarı olması lâzım gelir. Çünkü insanların zihinlerini karıştırırlar. Bozarlar. (Ahmed Rıfat)
Rûhun fen kuvvetini (aklı) aşırı kullanmak cerbeze olmaz. Kötü olmaz. Din bilgilerini, fen bilgilerini ve matematiği ilerletmek için ne kadar çok inceler, araştırırsa, o kadar çok iyi olur. Cerbezeli insan, mümkün olmayan şeyleri anlamağa kalkışır. M üteşâbih (mânâsı açık olmayan) âyetlere mânâ verir. Kazâ ve kader üzerinde konuşur. Aklını, hîle, dedikodu ve maskaralık yapmak için kullanır. (Ali bin Emrullah)
Cerbeze huylu kimse, rûhun kuvveti olan aklını hiyle, dedikodu, maskaralık yapmak için kullanır. Belâdet (yâni kalın kafalı) huylu kimse, hakîkatleri anlayamaz. (Ali bin Emrullah)
 
CERH VE TA'DÎL:
Hadîs ilmine âit iki ıstılah (terim). Cerh, yaralamak. Bir hadîs âliminin, bâzı sebeplerle râvînin (hadîs rivâyet eden kimsenin) rivâyetini (naklini) reddetmesi. Ta'dîl, düzeltmek. Bir hadîs âliminin, bir râvinin rivâyetinin kabûl edilebileceğini açı klaması.
Hadîs âlimleri, din gayretleri ve müslümanların iyiliği için, bozuk ve yalancı olanları cerh ve ta'dîl yapmışlardır. Yoksa onların maksatları müslümanları kötülemek, gıybetlerini yapmak değildi. (Tirmizî)
 
CEVÂD:
Çok cömert. Allahü teâlânın isimlerinden.
Allahü teâlânın isimleri tevkîfîdir, yâni İslâm dîninin bildirmesine bağlıdır. İslâmiyet'in bildirdiği ismi söylemelidir. İslâmiyet'in bildirmediği isim söylenmez. Ne kadar güzel isim olsa da, söylenmemelidir. Meselâ Cevâd denir. Çünkü, İslâmiyet Cev âd demektedir. Fakat yine cömert mânâsında olan "Sahî" ismi söylenemez. Çünkü İslâmiyet, O'na sahî dememiştir. (Seyyid Şerif, Bâkıllânî)
Yemîn, yalnız Allahü teâlânın isimleriyle olur. Başka şeylerle yemîn olmaz. Allahü teâlânın isimlerinden; Halîm, Alîm, Cevâd gibi, insanlar için de kullanılan bir isim ile yemin ederken, Allahü teâlânın ismi olduğuna niyet etmek lâzımdır. (Dâmâd)
 
CERRÂHİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Nûreddîn Cerrâhî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
Cerrâhiyye tarîkatı, Alâeddîn Ali Köstendilî ve Şeyh Ramazan Mahfî vâsıtasıyle Halvetiyye'nin kollarından Ahmediyye'nin kurucusu olan Yiğitbaşı Ahmed Şemseddîn'e ulaşır.Nûreddîn Cerrâhî, talebelerine, Ehl-i sünnet îtikâdı üzere olmalarını ısrarla ten bih etmiş, bunun için Birgivî Vasiyetnâmesini okumalarını ve okutmalarını tavsiye etmiştir. (Hüseyin Vassaf)
Cerrâhiyye yolunun büyüğü Nûreddîn Cerrâhî hazretlerinin bir beyti şöyledir: Dil (gönül) beytini pâk (temiz) eden, Dervişi anka (kuşu) eden, Âlem-i ilâhiye (ilâhî âleme) giden, Mevlâ zikridir zikri.
 
CEVÂMİ-ÜL-KELÎM:
Az kelime (söz) ile çok şey anlatma özelliği.
Bana cevâmi-ül-kelîm verildi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
 
CEVÂZ:
Câiz olma. (Bkz. Câiz)
 
CEVHER:
1) Mâhiyet, asıl, öz. Varlıkta kalabilmesi için başka bir mahlûka muhtâc olmayan, kendi kendine varlıkta kalabilen.
Araz, sıfat demektir. Cevher üzerinde bulunur. Yalnız başına bulunmaz. (Seyyid Şerif)
2) Kıymetli, işlenebilir mâden. Mecâz olarak insanın istidâdı, yetişmeye elverişli olması manasına da kullanılır.
Yavrum o zamanki tövbenin, bağlılığın bir netice vermediğini sen de biliyorsun. Çünkü, Allahü teâlâyı seven ve unutmayanlardan uzak kalman, o seâdet tohumunun açılıp büyümesine mâni oldu. Fakat, o tohumun çürümemiş olması, bu yavrunun yetişmeye elver işli nefis bir cevher olduğunu göstermektedir. (İmâm-ı Rabbânî)
 
CEVR:
Zulüm, haksızlık; adâletin zıddı.
Yeryüzü cevrle dolduktan sonra, benim Ehl-i beytimden (evlâdımdan) mutlaka birisi çıkar. Dünyâ daha önce nasıl zulüm ve cevr ile dolu ise o, dünyâyı adâletle doldurur. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Dînimizde, cevr edenlere azâb yapılacağı bildirilmiştir. (Muhammed Hâdimî)
 
CEYYİD:
Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.
 
CEZÂ:
İyi veya kötü karşılık.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
İyiliğin cezâsı ancak iyiliktir. (Tâatleri yapıp, günah olan şeyleri terk etmenin karşılığı pekçok sevâbdır.) (Rahman sûresi: 60)
Kim bir hayırlı ve güzel amelle (işle) gelirse, ona, on misli sevâb verilir. Kim de bir günâh ile gelirse (eğer af olunmazsa) , ona ancak misli ile (günâhı kadarla) cezâ edilir. Onlar (sevapları noksanlaştırılmak veya cezâları artırılmak sûretiyle) haksızlığa uğratılmaz. (En'âm sûresi: 160)
Allahü teâlâ onlara zulmetmez. Onlar kendilerine zulmedip, ağır cezâları hak ettiler. (Nahl sûresi: 33)
Allahü teâlâ müslüman olmayanlara namaz kılmasını, oruç tutmasını emretmemiştir. Bunlar, Allahü teâlânın emirlerini almakla (kabûl etmekle) şereflenmemişlerdir. Namaz kılmadığı, oruç tutmadığı için bunlara cezâ verilmez. Bunlar yalnız küfrün (îmânsız lığın) cezâsı olan Cehennem'i hak etmişlerdir. (Abdülganî Nablüsî)
Cezâ suçun büyüklüğüne göre değişir. Suç küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç dünyâ dertleriyle affolunabilir. Fakat, suç büyük, ağır olur ve suçlu inatçı olup saygısızlıkta bulunursa, bunun cezâsı âhirette sonsuz ve çok acı olmak lâz ım gelir. (Ahmed Fârûkî)
Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. (Abdülhakîm Arvâsî) Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı, Herkesin çektiği kendi cezâsı.
(Muhammed Sıddîk bin Saîd)
 
CEZBE:
Çekme, çekilme. Allahü teâlânın sevdiği bir kulu kendisine çekmesi, yüksek derecelere kavuşturması. Bu da nefsi terbiye ederek, Allahü teâlâyı çok anmakla olur.
Rahmân'ın cezbelerinden bir cezbe bütün insanların ve cinnîlerin sevâbları gibidir. (Hadîs-i şerîf-Sülûk Risâlesi)
Tasavvuf yolu iki kısımdır:Cezbe ve sülûk. Sülûk uğraşarak ilerlemektir. Sülûk tamamlandıkdan sonra cezbe lâzımdır. Sülûk olmadan maksada kavuşulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Cezbe, Allahü teâlânın ismini çok anmakla, sülûk, Lâ ilâhe illallâh sözünü çok söylemekle hâsıl olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Cezbenin sülûktan önce olması için sevilmiş olmak lâzımdır. İstenmedikçe çekilmek olmaz. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir. (İmâm-ı Rabbânî)
Sülûk (tasavvuf yoluna girip ilerleme) yapmadan hâsıl olan cezbe noksan ve bozuk olur. (Behâüddîn-i Buhârî)
 
CİBRÎL:
Peygamberlere vahy getirmekle vazîfeli melek Cebrâil de denir. (Bkz. Cebrâil)
 
CİDÂL:
Kavga, çekişme, münâkaşa.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hacda kadına yaklaşmak, günâh işlemek ve (hizmetçileri, arkadaşları ve başkaları ile) cidâl yoktur. (Bekara sûresi: 197)
Başka hiç bir kusurun olmasa bile, kusur olarak cidâl sana yeter. (Ebü'd-Derdâ)
Hikmet (ilim) sâhiplerinden biri; "Yumuşak, tatlı söz, insanda gizlenmiş kin kirini temizler" demiştir. Cidâl ve inâd ise, bunların zıddıdır. Cidâl ve inâd sebebiyle söylenilen kaba ve çirkin sözler, kalbi kırar, geçimi zorlaştırır, kızmaya sebeb olu r, göğsü daraltır. (İmâm-ı Gazâlî)
 
Geri
Üst