Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
VUSLAT:
Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması.
Tasavvuf yolunun âşıkları, yakınlık görünen uzaklıkla sevinmezler. Onlar uzak görünen bir yakınlık ve ayrılık görülen bir vuslat ararlar. İşin geciktirilmesine, sonraya bırakılmasına râzı olmazlar. Tembelliği, gericiliği çirkin bilirler. Kıymetli dak ikaları, yaldızlı pislikler için elden kaçırmazlar. (İmâm-ı Rabbânî) Emrine baş eğenlerin Vuslatına erenlerin Bülbül gibi ötenlerin Kimse dilin bilmez imiş.
(M. Sıddîk Gümüş)
 
VÜCÛB ŞARTLARI:
Bir ibâdetin bir kimseye farz olmasının şartları.
Haccın vücûb şartları, İmâm-ı a'zam'a göre sekizdir: 1) Müslüman olmak, 2) Kâfir memleketinde olanın, haccın farz olduğunu işitmesi, 3) Akıllı olmak, 4) Bâliğ (ergenlik, yâni evlenecek çağa gelmiş) olmak. 5) Hür olup, köle olmamak, 6) Geçim ihtiyâcın dan fazla olarak hacca ***ürüp, getirecek ve geride kalanlara yetecek kadar helâl parası olmak, 7) Hac vakti gelmiş olmak. Hac vakti Arefe ve bayram günleri olmak üzere beş gündür. 8) Hacca gidemeyecek kadar; kör, hasta, çok ihtiyar ve sakat olmamak. Haccın vücûb ve edâ (haccı yapabilmek için lâzım olan) şartları kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz olur. Vücûb şartlarından birisi bulunmayan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz. Vücûb şartlarını temin etmek lâzım değildir. (İbn-i Âbidîn)
 
VÜCÛD:
Var olmak.
Allahü teâlânın zâtı hakkında, bilmemiz vâcib olan sıfatlar beştir: 1) Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli olmamak, 2) Bekâ: Varlığının sonu olmamak. 3) Kıyâm bi-Nefsihî: Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde kimseye muhtâç olmamak. 4) Muhâlefetü n lil-havâdis: Zâtında, sıfatlarında kimseye benzememek. 5) Vahdâniyet: Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı ve benzeri olmamak. (Âlimlerin çoğuna göre, vücûd, ayrıca Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Böylece Allahü teâlânın zâtına âit (zâtî) sıfatları altı olmaktadır.) (Kutbüddîn-i İznikî)
 
Vücûd-i Adem:
Tasavvufta cezbe denilen makâmda kendini yok bildikten sonra, hâsıl olan bir hâl, makam.
Vücûd-i adem, fenâ makâmından öncedir. Bu hâl yok olabilir. Yok olduğu görülmüştür de. Zaman olur ki, bu hâl ondan alınır. Sonra geri verilir.Tam fenâdan sonra hâsıl olan bekâ hiç yok olmaz. Hiç sarsılmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Vücûd-i Vehmî:
Tasavvuf ehlinin, eşyânın gördüğümüz varlığına verdikleri isim.
 
VÜCÛH İLMİ:
Kur'ân-ı kerîmin çeşitli okunuş şekillerini bildiren ilim.
 
VÜCÛH ŞİRKETİ:
Sermâyesiz olup, halk arasında emniyet ve îtibârları ile veresiye alıp-satmak üzere kurulan şirket.
Vücûh şirketinde kâr, malın helâki veya ziyandaki tazmin nisbeti şartına göre taksim edilir. Kâr nisbeti, tazmin nisbetinden başka olamaz. (Mecelle)
Vücûh şirketlerinde, ortaklardan herbirinin satın alınan malda hissesi ne kadarsa kârdaki hissesi dahi o kadar olur. Eğer birine satın alınan maldaki hissesinden fazla şart edilse şart lağv olur. Ve kâr, aralarında satın alınan maldaki hisselerine gö re taksim olunur. (Mecelle)
Vücûh şirketi ile ortak olan iki kimse, alıp vermelerinde mutazarrır oldukları (zarar gördükleri) sûrette, eğer satın alınan mal aralarında yarı yarıya olmak şartı ile sözleşilmiş ise, zarar ve ziyan dahi müsâvat (eşitlik) üzere taksîm olunur. Eğer s atın alınan malda sülüs (üçte bir) ve sülüsân (üçte iki) şekliyle hissedar olmak şartıyla sözleşmişlerse zarar ve ziyan dahi ikili birli olarak taksim olunur. Zarar ettikleri malı gerek birlikte satın alsınlar ve gerek yalnız birisi şirket için almış olsun. (Mecelle)
 
YÂD ETMEK:
Hatırlamak, anmak. Zikir.
Dünyâdaki bütün insanlara peygamber olarak gönderilen, peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü Muhammed aleyhisselâmın doğduğu Rebî'ul-evvel ayının on birinci ve on ikinci günleri arasındaki geceye Mevlid gecesi denir. Bu gece, Kadr gecesinden sonra, e n kıymetli gecedir.Bu gece, O doğduğu için sevinenler affolur. Bu gece Peygamber efendimizin doğumları zamanlarında görülen hâlleri yâd etmek, öğrenmek çok sevâbdır. Kendileri de anlatırdı. (Ahmed Saîd Müceddîdî) Allah'ın adını yâd et, rûh ve kalbin şâd et, Bülbül gibi feryâd et, yalvar güzel Allah'a.
(Tâceddîn Halvetî)
 
YÂD-I DAŞT:
Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.
Yâd-ı daşt en yüksek mertebedir. Ondan sonra mertebe yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)
 
YÂD-I GİRD:
Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Her an Allahü teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak.
 
YAĞMUR DUÂSI:
Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ. (Bkz. İstiskâ)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve Eshâb-ı kirâm ve İslâm âlimleri yağmur duâsı yaptılar. Yağmur duâsı için çıkılan yerde imâm, evvelâ yalnızca veya cemâatle iki rek'at namaz kılar ve kalkmayıp, yerde asâya dayanıp bir hutbe okur. So nra kıbleye dönüp, avuçları semâya karşı açık olarak omuzları hizâsına kaldırıp, ayakta duâ eder. Hazır olanlar, arkasında oturarak dinleyip âmin der. Yalnız yağmur duâsında kollar omuzdan yukarı kaldırılır. Bir şey istemek için yapılan duâlarda avuçları semâya karşı açmak sünnettir. Hadîs-i şerîfte; "Kul ellerini kaldırıp, duâ edince, Allahü teâlâ onun duâsını kabûl etmemekten hayâ eder" buyruldu. Hastalık, kaht (kıtlık) ve düşmandan kurtulmak için yapılan duâlarda avuç içleri yere çevrilir. Kollarını kaldıramayan, sağ elinin şehâdet parmağını uzatarak işâret eder. Yağmur duâsına ara vermeden, üç gün çıkmak, eski ve yamalı elbise giymek, çıkmadan sadaka vermek, üç gün oruç tutmak, çok tövbe ve istiğfâr etmek, kul haklarını ödemek, hayvanla rı da çıkarıp, yavrularından ayrı bulundurmak, ihtiyarları ve çocukları da çıkarmak sünnettir. Elbiseler ters çevrilmez. Kâfirler getirilmez. Onların müslüman cemâatine karışmaları mekrûhtur. Kadınlar erkeklerden uzak, sabîler (küçük çocuklar) analar ından ayrı bulunur. (Süleymân bin Cezâ)
Yağmur duâsı kabûl olduğunda ânında yağmur yağar. Peygamber efendimiz yağmur duâsı yaptığında duâ biter bitmez derhal yağmur yağmış, Medîne sokaklarından seller akmış ve Peygamber efendimiz; "Yâ Rabbî! Rahmetini başka beldelere de gönder" diye duâ buyurmuştur. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
 
YAHÛDÎLER:
Ehl-i kitabdan birisi olan kavim, topluluk. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan gelenler. Bunlara daha önce Benî İsrâil yâni İsrâiloğulları denildi.
Yâkûb aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın oğlu olan İshâk aleyhisselâmın oğlu idi. Asıl adı İsrâil idi. Bunun soyundan olanlara Benî İsrâil denildi. Yâkûb aleyhisselâm zamânında Ken'an diyârına (bugünkü Sayda, Sur, Beyrut ve Sûriye'nin bir kısmında) yerleşen İsrâiloğulları Yûsuf aleyhisselâm zamânında Mısır'a yerleştiler. Yûsuf aleyhisselâmdan sonra o zamanki putperest Mısır halkından zulüm gördüler. Mûsâ aleyhisselâm ile Ken'an diyârına gitmek üzere Mısır'dan ayrıldılar. Mûsâ aleyhisselâma Tevrât verilince, bir müddet ona uydular. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra bozulup yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Yûşâ aleyhisselâm zamânında Ken'an diyârına gelebildiler. Dâvûd ve Süleymân aleyhimesselâm zamânında en parlak devirlerini yaşadılar. Sonra, doğru yoldan ayrıldılar. Gazâb-ı ilâhîye uğradılar. Âsurlular ve Bâbilliler tarafından katledildiler. Kudüs harâbe oldu. Bu karışıklıkta hakîki Tevrât yakılıp, yok oldu. Tevrât unutuldu. Muhtelif kimseler hâtıralarında kalanları yazdılar. Mîlâddan yaklaş ık 400 sene önce Azra isminde bir haham, Ahd-i atîk denilen Tevrât'ı yazdı. Yahûdîler, Tevrât'ı unutup doğru yoldan ayrılınca, kendilerine nasîhat için gönderilen peygamberlere inanmadılar. Çoğunu şehîd ettiler. Daha sonra Kudüs, Romalıların eline ge çince, çok yahûdî öldürdüler. Kaçan yahûdîler, gittikleri yerde hıristiyanlardan çok zulüm gördüler. İslâmiyet gelince, rahata ve huzûra kavuştular. Son peygamber geleceğini bildikleri hâlde Peygamber efendimize hasedlerinden inanmadılar. Yahûdîler, yahûdî olmayanları putperest (puta tapan) sayarlar. Onlara göre kanlı kansız kurban kesilir. Her hayvan hattâ güvercinden kurban olur. Domuz haramdır. Cumartesi mukaddes gündür. Bugün iş görülmez ve ateş yakılmaz. (Nişâncızâde, Kisâî, Sa'lebî)
 
YAHYÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesinin ismi Elîsa olup, hazret-i Meryem'in kızkardeşi ve İmrân'ın kızı idi. Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olan Yahyâ aleyhisselâm, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludu r.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey Zekeriyyâ! Biz seni Yahyâ isminde bir oğulla müjdeleriz. Ondan önce bu isimle kimseyi isimlendirmedik (bu adı vermedik) . (Meryem sûresi: 7)
(Biz Zekeriyyâ'ya Yahyâ'yı ihsân ettik ve şöyle dedik; "Ey Yahyâ! Kitâbı (Tevrât'ı) kuvvetle tut" ve biz ona (Yahyâ aleyhisselâma) daha çocuk iken (rivâyete göre henüz üç yaşındayken) hikmet verdik (Tevrât'ı ve fıkhî hükümlerini anlama kâbiliyeti v erdik) . (Meryem sûresi: 12)
Allahü teâlâ rahmet etsin kardeşim Yahyâ'ya ki o, küçük iken çocuklar kendisini oyun için çağırdıklarında; "Ben oyun için mi yaratıldım?" derdi. O küçük iken oyun için böyle söylerse, yetişkin kimsenin günâh işlemesindeki hâli nasıl olur? (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Babası Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsı üzerine dünyâya gelen ve isminin Yahyâ olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirilen Yahyâ aleyhisselâm, küçük yaşından îtibâren Tevrât'ı öğrendi. Rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman kendisine peygamberlik emri bil dirildi. İsrâiloğullarını Tevrât'ın hükümlerine uymaya çağırdı. İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın şerîatine (dînine) göre amel ediyordu. Îsâ aleyhisselâma İncîl indirildikten sonra, Tevrât'ın hükmünün kaldırılması üzerine, Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği emir ve yasaklarla amel etti. Kavmini de İncîl'in hükümlerine uymaya dâvet etti. Zâlim yahûdî hükümdârı büyük Herod'un torunu, Birinci Herod tarafından şehîd edildi. Yahyâ aleyhisselâm şehîd edildiği zaman otuz dört yaşında idi. Îsâ aleyhisselâmla akran olan Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları başka başka şehirlerdedir. Başı, Şam'daki Ümeyye Câmii'ndedir. Yahyâ aleyhisselâm kıldan elbise giyerek hayâtını devâm ettirir, gece-gündüz Rabbine ibâdet eder, Allah korkusundan çok ağlardı. (Nişâbûrî, Nişâncızâde, Kurtubî)
 
YAKÎN:
1. Şek ve şüpheden uzak olan; kesin.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Biraz bekledi, çok geçmeden Hüdhüd gelip, şunları söyledi:"Ben senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Sebe'den yakîn bir haber getirdim." (Neml sûresi: 22)
Îmân ağaç gibi olup; kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir. (Ali (r.anh))
2. Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâd, îmân.
Âgâh olunuz ki; insana dünyâda yakîn ve âfiyetten (günahlardan uzak olmaktan) daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Öyle ise Allah'tan o ikisini isteyin. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Yakîn ihsân edilen birinin kerâmetlere, hârikalara, ihtiyâcı olmaz. Bütün bu kerâmetler, Zât-ı ilâhînin zikrinden ve kalbin bu zikr ile zînetlenmesinden aşağıda kalır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalb, bid'at pisliklerinden temizlenmedikçe ve Ehl-i sünnet îtikâdı ile süslenmedikçe, hakîkat güneşinin ışıkları oraya giremez. O kalb yakîn nûru ile aydınlanamaz. (Ahmed Raûf)
Her şeyi akıl ile isbât ederek inandırmak kolay değildir. Yakîn elde edebilmek için, isbât yoluna gitmektense, kalbi hastalıktan kurtarmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
3. Ölüm.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Sana yakîn gelinceye kadar da Rabbine ibâdet et. (Hicr sûresi: 99)
Mücrimlere, sizi Cehennem'e sokan nedir? derler. (Onlar da cevap verirler): Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. (Bâtıla) dalanlarla berâber dalardık. Hesâb gününü de yalan sayardık. Nihâyet bize yakîn gelip çattı. (Müddessir sûresi: 41-47)
 
YÂKÛB ALEYHİSSELÂM:
Ken'an diyârındaki (Fenike denilen Sayda, Sur ve Beyrut ile Filistin ve Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan eski bir memleket) insanlara gönderilmiş olan peygamber. İshâk aleyhisselâmın oğlu, Yûsuf aleyhisselâmın babasıdır. Yâkûb, İbrânice bir isim olup, "Allahü teâlânın saf ve temiz kıldığı kul" mânâsına gelmektedir. İkiz kardeşi Iys ondan önce doğduğu için Arabça "tâkib etmek" mânâsına Yâkûb denildiği de rivâyet edilir. Bir adı da İsrâil olup, onun on iki oğlunun neslinden gelenlere İsrâiloğu lları adı verilmiştir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kullarımız, İbrâhim, İshâk ve Yâkûb'u da hâtırla ki, onlar tâat ve ibâdette, kuvvet, kudret ve dinde basîret sâhibidir. (Sâd sûresi: 45)
Biz İbrâhim'e, isteği üzerine İshâk'ı ve isteğinden ziyâde olarak torunu Yâkûb'u ihsân ettik. Biz onların hepsini sâlihlerden kıldık. (Enbiyâ sûresi: 72)
Şam'da veya Medyen'de dünyâya gelen Yâkûb aleyhisselâmın çocukluğu, babasının; gençliği ise, Harran'da bulunan dayılarının yanında geçti. Kırk sene kadar dayılarının yanında kalan Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlu dünyâya geldi. Harran'da iken vahiy g elerek Ken'an diyârı ahâlisine peygamber gönderildiği bildirildi. Ken'an diyârına gidip insanları Allahü teâlânın emirlerine uymaya, yasaklarından kaçınmaya dâvet etti. En çok sevdiği oğlu Yûsuf aleyhisselâmı kıskanan kardeşleri, onu kuyuya attılar. Kuyunun yanından geçen bir kervancı onu kuyudan çıkararak Mısır'a ***ürdü ve köle diye sattı. Diğer oğulları Yâkûb aleyhisselâma gelerek kardeşimiz Yûsuf'u kurt yedi dediler.Yâkûb aleyhisselâm oğlu Yûsuf'a olan hasretliği sebebiyle üzüntüsünden ağlayarak gözleri görmez oldu. Yûsuf aleyhisselâm Mısır'a mâliye nâzırı (bakanı) olduktan sonra, babası Yâkûb aleyhisselâm ve kardeşlerini Mısır'a getirterek birlikte yaşadılar. Mısır'da oğullarıyla birlikte on seneden fazla yaşayan Yâkûb aleyhisselâm burada vefât etti. Oğulları cenâze namazını kıldılar. Vasiyyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halîl-ür-rahmân'da bulunan babası İshâk aleyhisselâmın yanına defn edildi. (İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde, Taberî)
 
YÂSÎN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz altıncı sûresi.
Yâsîn sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil olmuştur (inmiştir). Seksen üç âyet-i kerîmedir. Yâsîn diye başladığı için,sûre bu ismi almıştır. Bâzı âlimler, Yâsîn ile murâdın; ey insan veya ey insanların efendisi mânâsına Peygamberimiz sallallahü aleyhi v e sellemin olduğunu bildirmişlerdir. İhlâs ile (Allah rızâsı için) okuyanların dünyâ ve âhiret nîmetlerine kavuşmalarına vesîle olacağı ve okunduğunda vefât etmiş olan müslümanların ruhlarına hediyye edildiği için bu sûreye Muammime; îmânın esasları (temelleri) ile ilgili hususları içerisinde bulundurduğu, okuyanların kalblerini tenvîr ettiği, aydınlattığı için, Kalb-ul-Kur'ân gibi isimler de verilmiştir. Bu sûrede, belli başlı konular olarak; Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem peygamberliği tasdîk edilmekte (doğrulanmakta), inkâr edenle kabûl etmeyenler tehdîd edilmekte, eski kavimlerin (milletlerin) inkarcı hâllerinden dolayı başlarına gelen azâb ve felâketler anlatılarak, insanlar gafletten uyanmaya dâvet edilmekte (çağrılmakta) , bu arada Peygamberimiz de sallallahü aleyhi ve sellem tesellî edilmektedir. Yine bu sûrede Allahü teâlânın kudretinin ve büyüklüğünün eserlerine dikkatler çekilmekte, âhirete inanmayanların ne kadar pişman olacakları, mü'minlerin, in******rın ise, pek büyük mükâfâtlara nâil olacakları (kavuşacakları) bildirilmektedir. (Kurtubî, Râzî, Abdülhakîm Arvâsî)
Yâsîn, Kur'ân-ı kerîmin kalbidir. Muhakkak o, bütün dertlere şifâdır. (Hadîs-i şerîf-Hakîm, Tirmizî)
Her kim Cumâ günü annesinin, babasının veya bunlardan birinin kabrini ziyâret eder de baş ucunda Yâsîn sûresini okursa, okuduğu her harfi adedince onlar mağfiret edilir (bağışlanır) . (Hadîs-i şerîf-Sa'lebî)
Ölmek üzere bulunan bir hastanın yanında Yâsîn sûresi okunursa, okunan her harfi için, onar melek iner. Yâsîn sûresi üç bin harftir. İnen melekler, ölmek üzere olan kimsenin önünde sıra sıra dizilip onun için istiğfâr ederler (bağışlanmasını isterler) . Sekerattaki (ölüm ânındaki) bir mü'minin yanında Yâsîn sûresi okunursa, Cennet Rıdvan'ı ona Cennet şerâbı içirmedikçe Azrâil (aleyhisselâm) onun rûhunu almaz. (Hadîs-i şerîf-Sefer-i Âhiret Risâlesi)
Yâsîn sûre-i şerîfesini okumanın on faydası vardır.
1) Aç olan, tok olur yâni ummadığı yerden rızık gelir.
2) Susuz olan, kanıncaya dek su bulur.
3) Elbisesi olmayan elbise bulur.
4) Eceli gelmeyen hasta şifâ bulur.
5) Eceli gelen hasta ölüm acısı duymaz.
6) Ölürken, Cennet melekleri gelip görünür.
7) İnsan korktuğundan emîn olur.
8) Misâfir ve garîb yardımcı bulur.
9) Bekârların evlenmesi kolay olur.
10) Gayb olan şey bulunur.
Fakat bunları niyyet ederek ve inanarak okumak lâzımdır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Yâsîn, Peygamber efendimizin ism-i şerîflerinden olup, "Ey benim bahr-i yakînimin sabbâhı (yakîn deryâmın dalgıcı) olan habîbim!" demektir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
YE'CÛC VE ME'CÛC:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan zararlı ve bozguncu iki kötü kavim.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Nihâyet Ye'cûc ve Me'cûc'ün seddi açılıp da her tepeden saldırdıkları ve hak olan va'd (kıyâmet) yaklaştığı vakit, işte o zaman kâfir olanların gözleri hemen dikilecek: "Vah bizlere! Biz bundan gaflet ettik, doğrusu kendimize zulmetmiş olduk" diyecekler." (Enbiyâ sûresi: 96, 97)
Cenâb-ı Hak (kıyâmete yakın) Ye'cûc ve Me'cûc'ü gönderir. Bunlar, yüksek yerlerden akın edecekler, ilk kâfile Taberiyye gölüne uğrayıp oradan geçecektir. (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Resûlullah efendimiz, Zülkarneyn'in inşâ ettiği sed hakkında buyurdular ki: "Ye'cûc ve Me'cûc, onuher gün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada, başlarında bulunan reis; "Bırakın artık delme işini, yarına yaparsınız" der..." (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Resûlullah efendimiz, kıyâmet alâmetlerinden her ne haber verdi ise hepsi doğrudur. Yanlışlık olamaz. O zaman güneş, âdet dışı olarak garbdan (batıdan) doğacaktır. Hazret-i Mehdî çıkacak, Îsâ aleyhisselâm gökten inecek. Deccâl çıkacak. Ye'cûc ve me'c ûc denilen insanlar yeryüzüne yayılacaktır. (Ahmed Fârûkî)
Ye'cûc ve Me'cûc denilen kimseler, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundandır. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır. Herbirinin bin çocuğu olur. Arkasında kaldıkları seddi her gün oyarlar; sed, gece eskisi gibi olur. H epsi kâfirdirler. Sed arkasından çıkınca insanlara saldırırlar. (Yûsuf Nebhânî)
Zülkarneyn, Avrupa ve Asya kıt'alarına mâlik oldu. Asya'nın kuzey doğusundaki mü'min Türkler'in ricâsı üzerine, Ye'cûc ve Me'cûc kavminden korunmak için büyük duvar yaptırdı. Bu, şimdiki Çin seddi değildir. (Nişâncızâde)
 
YED:
Kelime mânâsı "el" demek olup, Allahü teâlâ hakkında kudret, gücü yetmek mânâsı verilen lafız, söz.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Habîbim) de ki: Ey mülkün sâhibi (olan) Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden mülkü alırsın. Dilediğini azîz, dilediğini zelîl edersin (alçaltırsın) . Hayır (ve şer) senin yed'indedir. Şüphesiz sen, her şeye kâdirsin (gücü yetensin) . (Âl-i İmrân sûresi: 26)
 
Yed-i Beydâ:
Parlak el. Mûsâ aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği ve koynundan çıkardığında gözleri kamaştıran ve güneş ziyâsı saçan eli.
 
Yed-i Emîn:
Kânûnen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs.Mahkemece kendisine bir şey emânet olunan kimse; güvenilir, emin el.
 
Geri
Üst