Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ahlâk-ı Zemîme:
Kötü ahlâk. Dînin ve aklın beğenmediği huylar.
İnsana dünyâda ve âhirette zarar veren her şey, ahlâk-ı zemîmeden meydana gelmektedir. Zararların, kötülüklerin başı kötü huylu olmaktır. (Ali bin Emrullah)
Ahlâk-ı zemîme kalbi, rûhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, rûhun ölümüne sebeb olur. En kötü huy, küfür yâni îmânsızlıktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kendinde ahlâk-ı zemîme bulunan kimse, buna yakalanmasının sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kötü şeyler nefse tatlı gelir. (Hâdimî)
 
AHMAK:
Aklı az, görüşü kısa olan.
Akıllı kimse, nefsine uymaz ve ibâdet yapar. Ahmak olan nefsine uyar, sonra Allah'ın rahmetini bekler. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Anadan doğma körlerin görmesini sağlamak, hattâ ölüleri diriltmek bana zor gelmedi. Fakat, ahmak olana, doğru sözü anlatamadım. (Îsâ aleyhisselâm)
Ahmakla arkadaşlık etmekten kaçın. Çünkü, ekseriyâ sana iyilik yapayım derken, zararı dokunur. (Hazret-i Ömer)
Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak ahmaklıktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Ahmağa verilecek en güzel cevap, sükûttur. (İbn-i Hibbân)
Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür. (Ca'fer-i Sâdık)
Bile bile hatâda ısrâr eden ahmaktır. (Abdülhakîm Arvâsî)
Bir kimsenin ahmak olduğuna alâmet, kendi aybını bırakıp, başkasının aybıyla uğraşmasıdır. (Sırrî-yi Sekatî)
Mahlûkâtın, yaratılmışların en ahmağı nefistir. Çünkü dâimâ kendi aleyhine, zararına olan şeyleri ister. (İmâm-ı Rabbânî)
 
AHMEDİYYE:
1. Evliyânın gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bu yola Müceddidiyye-i Ahmediyye de denir.
Ahmediyye yolunun büyüğü İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir nasîhatlerinde şöyle buyurdu:
Her şeye kalbi bağlamaktan kurtulmadıkça, Hak teâlâya bağlanılamaz.
İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, sonra tasavvuf yolunda ilerlemek, ihlâsı elde etmektir.
İhlâs ile yapılan bir iş, senelerle yapılan ibâdetlerin kazancını hâsıl eder.
Dünyâya düşkün olanlar âhirette zarar görür.
2. Hindistan'da Gulam Ahmed Kâdiyânî tarafından kurulan sapık bir yol. (Bkz. Kâdiyânîlik)
 
AHRÂRİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
Ahrâriyye yolunun büyüğü Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdu:
Bizim yolumuzda el helâl kârda (işte), gönül ise hakîkî yârda yâni Allahü teâlâdadır.
Biz bu yolu, tasavvuf kitablarından değil, Allahü teâlânın kullarına hizmetten elde ettik.
İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluğun özü de, hiçbir zaman Allahü teâlâyı unutmamaktır.
Söz, değerli bir şeydir. Fakat zamânında ve yerinde olmalıdır.
 
AHSEN-İ TAKVÎM:
En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz insanı ahsen-i takvîm üzere yarattık. (Tîn sûresi: 4)
 
AHVÂL:
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir. (Bkz. Hâl)
Kalbe gelen bütün mânevî ahvâli, keşifleri (buluşları) bize verseler fakat kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı ile süslemeseler kendimi mahv olmuş ve hâlimi harâb bilirim. Bütün harâblıkları, felâketleri üzerime yığsalar, lâkin kalbimi Ehl-i sünnet îtikâd ı ile şereflendirseler hiç üzülmem. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
 
AHZÂB GAZVESİ (Harbi):
Hendek gazvesinin diğer adı.
Hendek gazvesinde, müslümanlara karşı Kureyş, Gatafan ve yahûdîlerden meydana gelen birkaç düşman kuvveti birleşip savaştığı için bu harbe Ahzâb gazvesi denmiştir. (İmâm-ı Süyûtî, Begâvî)
 
AHZÂB SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz üçüncü sûresi.
Ahzâb sûresi Medîne-i münevverede inmiştir. Yetmiş üç âyet-i kerîmedir. Sûre, ismini, birleşik düşman ordusu anlamına gelen ahzâb kelimesinden almıştır. Sûrede İslâm düşmanlarının, İslâmiyet aleyhindeki çalışmaları ve sonunda hüsrana uğradıkları, Pey gamber efendimize ve mü'minlere eziyet ve sıkıntı verenlerin şiddetli azâba uğrayacakları,Resûlullah efendimizin mübârek zevcelerinin ve diğer müslüman âilelerin tesettüre (örtünmeye) nasıl riâyet edecekleri, kâfirlerin âhirette şiddetli azab görecek leri ve çok pişman olacakları, üzerlerine düşen vazîfeleri yerine getirdiklerinde, takvâya sarılıp günahlardan sakındıklarında mü'minlerin, cenâb-ı Hakk'ın pekçok ihsânlarına kavuşacakları anlatılmaktadır. (İbn-i Abbâs, Begâvî, Râzî)
Ahzâb sûresinde meâlen buyruldu ki:
Ey îmân edenler! Allahü teâlâyı çok zikr ediniz, her zaman hatırlayınız, hiç unutmayınız... (Âyet: 41)
Ey peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (ihtiyaçları için dışarı çıkacakları zaman) dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle... ( Ayet: 59)
Kim Ahzâb sûresini okur ve âilesine ve câriyesine öğretirse, kabir azâbından kurtulur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-tenzîl ve Esrâr-üt-te'vîl)
 
AKÂİD:
Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri.
Âkıl ve baliğ olan (ergenlik yaşına ulaşan) erkek ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Ehl-i sünnetin akâidde iki kolu vardır: 1) Mâturîdiyye mezhebi. 2. Eş'ariyye mezhebi. Birincisinin imâmı Ebû Mansur Mâturîdî, ikincisininki İmâm-ı Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretleridir. İkisinin bildirdiği îmân esasları aynıdır. Yalnız aralarında, teferru atla ilgili, îzah, ifâde ve uslub tarzından doğan cüz'î farklılıklar vardır. (Taşköprüzâde) Hudâ Rabbim nebim hakkâ Muhammeddir Resûlüllah Hem İslâm dînidir dînim, kitâbımdır kelâmullah Akâidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim, hamdolsun Amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah
(İbrâhim Hakkı Erzurumî)
 
Akâid İlmi:
Îmân esaslarını anlatan ilim dalı.
Akâid ilmi, îmânın esaslarını geniş ve derin olarak anlatır. Bu ilme önceleri Fıkh-ı ekber, sonraları Kelâm ilmi denildi. Akâid ilmi ile ilgili ilk eser İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin yazdığı El-Fıkhu'l-Ekber'dir. Daha sonra Ehl-i sünnet îtikâ dını anlatan pekçok eser yazıldı. (Muhammed Muhyiddîn)
 
AKÇE:
Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi. Buyurdu akçeye sikke kazalar Ki Osman bin Ertuğrul yazalar
(Hadîdî)
 
AKD:
Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme.
Ticâret, vekâlet ve bütün akdlerde, senet yazmak şart değilse de, ödünç vermekte lâzım, nikâhta ise müstehâbdır. (İbn-i Âbidîn)
 
ÂKIL:
Akıllı kimse; iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen kimse.
Çocuk yedi yaşında âkıl olur. Yedi ile onbeş yaş arasında iken akıllı çocuk denir. (Hamza Efendi)
Âkıl olmayan çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır, hükümsüzdür. (İbn-i Âbidîn)
Âkıl olan bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse ona satmak câiz değildir. Çünkü velîsi izin vermemiş demektir. Eğer, tuz, pirinç gibi evle ilgili bir şey isterse, satmak sahîh (geçerli, doğru) olur. Çünkü velîsinin izin verdiği anlaş ılır. Bunun izin ile alış-veriş etmesi câizdir. Çocuk akıllı olmamış ise, velîsinin izni olsa da, alış-veriş etmesi sahîh olmaz. (Hamza Efendi) Âkıl isen kıl namazı çün seâdet tâcıdır Sen namazı şöyle bil ki mü'minin mîrâcıdır.
(Seâdet-i Ebediyye)
 
Âkıl-Bâliğ:
Faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırabilen ve evlenme çağına gelip gusül abdesti almaya başlayan akıllı kimse.
Âkıl bâliğ olduktan sonra kişi yetim sayılmaz. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ul-Ehâdîs)
Âkıl ve bâliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları inanılacak şeyleri öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette yâni öldükten sonraCehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya ba ğlıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Her müslümanın, çocuğuna âmentüyü (îmânın altı şartını) ezberletmesi, mânâsını, farzları (emirleri) ve haramları (yasakları) öğretmesi lâzımdır. Âkıl bâliğ olunca; îmânı, İslâm'ı bilmeyen kimse müslüman olmaz. (İbn-i Âbidîn)
Âkıl bâliğ her müslümanın, her gün beş vakit namaz kılması farzdır. Kız ve oğlan çocuk yedi yaşına gelince, namaz kılmalarını emretmek velîsi üzerine vâcib (lâzım) olur. Oruç tutmaları için de emreder. On yaşına gelince, namaz kılmaları için el ile h afifçe vurulur. Sopa ile dövülmez. Falaka ile vurulmaz. El ile üçten fazla vurulmaz. Velîsinden başkası döğmez. (İbn-i Âbidîn, Ebû Bekr Râzî el-Cessâs)
 
ÂKILE:
Kâtilin, öldürme işindeki yardımcıları, bunlar yoksa öldürmede kendisine yardım eden kabîlesi (köylüleri, şehirlileri) ve akrabâsı.
Kâtilin cinâyeti işlemesine mâni olmadıkları, bilakis bu hususta onu koruyup, gözettikleri ve kâtil, onlardan kuvvet alarak bu suçu işlediği için âkıle, cinâyete karışmış gibi olurlar. Kâtil ile birlikte diyeti (para cezâsını) yüklenmeleri bu sebepte ndir. (Kıvâmuddîn Kâkî)
Kâtilin ödeyeceği diyet, ödemeleri için âkıleye taksim edilir, paylaştırılır, üç senede alınır. Kadın, deli ve çocuk âkıleye katılmaz. (İbn-i Âbidîn)
Müslüman olan kâtilin âkılesi ve vârisi (öldüğünde malından mîrâs alacak kimse) yoksa, diyetini beytülmâl verir. Yâni hükûmet verir. Beytülmâl yoksa, kendi üç senede öder. (İbn-i Âbidîn)
 
ÂKİBET:
1. Son, netîce.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Habîbim!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da bakın ki (peygamberleri) yalanlıyanların âkibeti nasıl olmuştur. (En'âm sûresi: 11)
Niyet hayır ise âkıbet de hayır olur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)
2. Dünyâda zafer, âhirette sevâb ve kurtuluş.
Kur'ân-ı kerîmde buyruldu ki:
O hâlde (Habîbim) sen de (Nûh gibi, kavminden gelen eziyetlere ve peygamberlik vazifesinin ağırlığına) sabret. Âkibet; hiç şüphesiz, takvâya erenlerindir (günâhlardan sakınanlarındır). (Hûd sûresi: 49)
 
AKÎDE:
İnanılacak şey. (Bkz. Akâid ve Îtikâd)
 
AKÎKA:
Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.
(Çocuk doğduğunda) yedinci günü akîka hayvanı kesilir, ismi konur, saçı traş edilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Ahmed bin Hanbel)
Akîka, erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir koyun kesmektir. (Hadîs-i şerîf-Şir'ât-ül-İslâm)
Hicretin sekizinci yılında, oğlu İbrâhim dünyâya gelince, yedinci günü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem İbrâhim'in başını traş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akîka olarak iki koç kesti. Saçlarını gömdü. (İmâm-ı Kastalânî)
Çocuğa yedinci günü isim koymak ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermek ve erkek için iki, kız için bir akîka hayvanı kesmek müstehâbdır. Akîka hayvanı, kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Son ra da kesilebilir. Hanefî mezhebinde, etleri pişmiş veya çiğ olarak, zengin, fakir herkese verilebilir. (Seyyid Alizâde)
Akîka, çocukları belâlardan, hastalıklardan korur. Akîkası yapılanlar, kıyâmette anaya babaya ayrı bir şefâat ederler. (Seyyid Alizâde)
 
AKL (Akıl):
İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
... Akıl, sâhibini iyiliğe ***ürür, kötülükten alıkor. Aklı olgunlaşmadıkça kişinin dîni doğru ve îmânı kâmil (olgun) olmaz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sizin akılca en üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. En güzeliniz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edeninizdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Kişi güzel ahlâk ile gündüz oruç tutup gece ibâdet edenler derecesine ulaşır. Fakat akılca kâmil (olgun) olmadıkça, ahlâkı kâmil olmaz. Aklı olgunlaşınca, îmânı da olgunlaşır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Akıllı kimsenin, dünyâ ile ilgili bir menfaati kaçırdığı zaman, bunu kendine gam ve üzüntü yapması uygun değildir. Çünkü üzülmekle ele bir şey geçmez. Fazla üzülmek akla zarar verir. (İbn-i Hibbân)
Akıl göz gibidir, din bilgileri ışık gibidir. Akıl yalnız başına din bilgilerini, faydalı ve zararlı şeyleri anlayamaz. Bunun için Allahü teâlâ, peygamberleri ile râzı olduğu, beğendiği yol olan İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği peygamberlerin gö nderilmesiyle tamamlandı. (İmâm-ı Rabbânî)
Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yâni his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlıyamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdi r. İnanmaktan başka çâresi yoktur. (İmâm-ı Gazâli)
 
Akl-ı Feâl:
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.
Felsefecilerin akl-ı feâl dedikleri yalnız onların hayâllerinde bulunup, kısa akılları ile ortaya attıkları bir şeydir. İslâm bilgilerine uymamaktadır. Bunların bozuk inanışlarına göre, insan sıkışınca Akl-ı feâle yalvarır, Allahü teâlâdan bir şey is temez. Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yoktur derler. Bunlar sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Geri
Üst