Dini Terimler Sözlüğü (Din Terimleri)

7
EXE RANK

-тнє αLуx-

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
21 Tem 2009
Mesajlar
7,782
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Web sitesi
www.netbilgini.com
-тнє αLуx-
Abâ:Yünden yapılan kaba kumaş
Abâdile:Dört Abdullah (Abdullah bin Ömer, Adullah bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Mes'ûd veya Abdullah bin Amr) Abdullah'ın çoğulu. Abdullah isminde olan çok kimseler. .
Abd: Kul, köle, hizmetçi, bende.
Abes: Boş seylerle uğrasmak, Namazda, fâidesiz hareketler.
Âb-ı hayât: Hayat suyu. Tatlı su.
Âbid: İlmi olmayıp fazla ibâdet eden
Acem: İranlılar. Arab olmayanlar
Âdâb: Usûller, kâydeler, yollar. Terbiye, utanma.
Adâlet: Bir âmirin, bir hâkimin memleketi idâre için koyduğu kânun, kâide, çizdiği hudud içinde hareket etmektir.
Adâvet: Düşmanlık-hüsûmet, kin, buğz, garaz.
Adem: Yokluk.
Âdetullah: Âdet-i ilâhiyye. Allahü teâlânın sebepler âleminde yaratması.
Âdil: Doğruluk gösteren, adâletli, büyük günah işlemeyen, küçük günaha alışık olmayan.
Âfâki: Dereden, tepeden söz. (Tasavvufta, Allahü teâlâdan başka insanın dışında olan herşey.)
Afif: Temiz, güzel, lezih, iffetli ve nâmuslu olan, haramlardan sakınan, müstekim.
Âfiyet: Sağlık, sıhhatte olma, günah işlemediği zaman.
Afv: Suçunu bağışlama.
Ahbâr: Haberler. Sahâbeden bildirilen sözler.
Ahd: Söz vermek, yemin, devir, zaman.
Ahd-i misâk: Allahü teâlânın ezelde rûhlara; ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' diye suâl edince, onlarda; ''Evet, sen bizim Rabbimizsin'' diyerek verdikleri söz, yemin, anlaşma, sözle s me.
Ahfâ: Hafi, gizli. Âlem-i Emr'deki latifelerden.
Âhiret: Öbür dünyâ. Öldükten sonraki hayat.
Ahkam-ı şer'iyye: Dini hükümler.
Ahlak: İnsanda bulunan rûhi hâller. İyilik etmek, kötülükten kaçınmak için ta'kibi lâzım gelen usûl ve kâideleri öğreten ilim.
Ahlâk-ı hamide: Övülecek huylar, güzel huylar.
Ahlak-ı zemime: İslâmiyetin yasak ettiği kötü huylar.
Ahvâl Durumlar, bulunuşlar, hâller.
Ahvâl-i şahsiyye: Şahsi hâller.
Akâid: İ'tikâda dâir hükümler, esâslar.
Akçe: Gümüşten yapılmıs Osmanlı parası.
Akd: Sözleşme, bağ, düğümleme.
Akıncı: Osmanlı hudut boylarında bulunan ve düşman illerine saldıran mücâhid.
Âkıbet: Bir şeyin sonu, nihâyet, netice.
Akide: İmân, inanılan ve ,'tikad edilen bilgilerin esâsı.
Akika:Do CC an çocuk için kesilen kurban.
Âkıl ve bâliğ: Evlenecek çaga gelen, mükellef olan kimse.
Akim: Güdük, sonu olmayan, kısır.
Aktâb: Evliyâlarýn en üst derecede olanları.
Alâka: İlgi,münâsebet.
Âlem: Mahlûkların, yaratılmışların hepsi.
Âlem-i emr: Madde olmayan ve ölçülemiyen âlem.
Âlem-i halk: Madde olup ölçülebilen âlem. Yerler, dağlar, gökler.
Âlem-i melekût: Melekler, rûhlar âlemi.
Âlem-i misâl: Ruh âlemi ile, madde,varlık âlemindeki şekillerin ayna gibi görüntüsünü yansıtan âlemdir.Varlık âlemi olmayıp, görünen bir âlemdir. Ayna gibid,r.
Âlem-işühûd: Görünen madde âlemi. Âlem-i halk da denir.
Âl-i Nebevi: Peygamber efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) müslüman olan akrabâları.
Âli himmet: Himmeti yüksek olan.
Allâme: Çok büyük âlim.
A'mâl-i sâliha: Güzel ameller.
A'mâl-i şer'iyye: Namaz, oruç gibi dini ibâdetler.
Amden: Kasden, bile bile.
Amel: İş, çalışma. Bir emri yerine getirme. Dini bir emri ifâ etme. İtâat, ibâdet etmek.
Âmentü: İnanılması, imân edilmesi lâzım olan altı şarta ya'ni Allahü teâlâya, Meleklere, Kitâblara, Peygamberlere Âhiret gününe, Kazâ ve Kadere inanmaya verilen isim.
Âmil: İşleyen. Zekât tahsiline me'mur kimse. Mütevelli. Amel eden, ibâdet eden.
Anâsır-ı erbeâ: Dört unsur: Toprak, ateş, hava, su.
A'raf: Cennet ile Cehennem arasındaki yer. Âdetler, usûller. Sırt, tepe.
Arafat: Mekke'de hacıların Kurban bayramı arefesinde vakfeye durduğu ve Hazreti Âdem ve Hazreti Havvâ'nın buluştukları dağ.
Arasat: Mahşer yeri, haşr ve neşr yeri.
A'râz: İsâretler, alâmetler. Var oluşu, ancak kendisini taşıyan başka bir varlıkla hissedilebilen, kendi başına boşlukta yer tutamıyan şey.
A'rec: Anadan doğma topal.
Arefe: Kurban bayramının birinci gününden evvelki güne verilen isim.
Ârif: Bilgili, bilen, irfân sâhibi, veli.
Ârif-i billah: Allahü teâlâyı tanıyan, âhiret âlimi.
Âriyet: Bir malın menfeatini ya'ni kullanılmasını hibe etmek.
Arş-ı a'lâ: Âlem-i emr ile Alem-i halk arası olan büyük âlem. Yere ve göke benzemez. Mahlûkların en şereflisidir. Daha saf ve daha nûrludur. Onun için Arşullah da denir.
Arşın: Osmanlılarda kullanılan uzunluk ölçü birimi. (68)
Arûz: Arab, Türk, Fars, Hind şiirlerinde hece kalıpları.
Asabe: Ölenin erkek cihetinden olan akrabâları.
Âsâr: Eserler. Sehâbeden bildirilen haberler.
Âsâ-i Mûsâ : Mûsâ aleyhisselâmın âsâsı ki; mu'cize olarak yılan, ejderha olurdu.
Asfiyâ: Takvâ sâhipleri, sufiler, kemâlât sâhibleri. Doğru yolda olanlar.
Âsi: İsyân eden, karşý gelen. Günahkâr. Haydut. Ahlâkı bozuk.
Âsitâne Eşik:. Pâyitaht (başşehir) Büyük tekke. İstanbul.
Asr-ı seâdet: Peygamber efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiinin zamânı.
Aşere-i mübeşşere: Cennetle müjdelenen on kişi.
Âşir Öşr: denilen zekâtı toplayan.
Ateist: Allahü teâlânın varığına inanmayan, dinsiz.
Âti Gelecek: zaman, istikbâl.
Atiyye: Hediyye, bahşiş, lütuf ve ihsân.
Attâr: Güzel koku satan.
Avâm: İlmi, irfânı kıt olan kimse. Halk.
Avdet: Aslına dönme, geri gelme, rücû.
A'yân: Bir yerin ileri gelenleri.
Âyet-i kerime: Kur'ân-ı kerimde sûrelerin kısımları.
Ayn: Aslı, kendisi. Birşeyin eşi, tıpkısı. Mevcut olan varlık.Göz.
Ayn-ı sâbite: Varlıkların Allahü teâlânın ilminde sâbit olan ezli hakikatları, var olmadan evvel varlıklar hakkındaki Allahü teâlânın ilmi.
Azamet: Cenâb-ı Hakkın büyüklüğü.
Azâzil: İblisin (şeytanın) diğer adı.
Azimet: Gitme, gidiş. Dini emirlerini yapma ve yasaklarından sakınma husûsunda ruhsatları terketme.
Aziz: Muhterem, sevgili.
Azm :Karar, kasıt, niyet.
Azrâil: Allahü teâlânın emriyle canlıların rûhunu alan melek.
 
Bâb-ı Âli Osmanlı hükümeti, Osmanlılar zamânında İstanbul'da bakanlıkalrın ve devlet dâirelerinin bulunduğu binâ.
Bâb-ı hümâyûn Topkapı sarayı'nın birinci kapısı.
Bâdiye Sahra, kır, ova, çöl, köylü.
Bâgi Âsi, serkeşlik eden, haksızlık yapan. Hükümete isyân eden.
Bahr Deniz, umman, çok bilen, âlim.
Bahşetmek İhsân etmek, vermek.
Baht Kısmet, tâlih, ikbâl, saâdet.
Bâki Cenâb-ı Hak, ebedi, dâimi, sonu gelmez, sonsuz, ölmez.
Bâni Kurucu, binâ eden, yapan.
Bâr Yük, zahmet, defâ, yemiş, meyve, kale duvarı.
Ba's Gönderme, gönderilme. Diriliş, ihyâ uykudan uyandırma.
Basir Görücü, müdrik olan. Anlayışlı. Hakikatları anlayan. Kalb gözü ile gören.
Basiret Hakikatı kalbiyle hissetme, anlama.
Bast ve kabz Allahü teâlânın cemâl tecellisi ile kalbin sükûn ve huzûr bulması ferahlaması. (Mukâbili ise, kabz hâlidir.)
Batman Eski ağırlık ölçülerinden (7.692)
Bedâyi Eşi, benzeri olmayan güzel mükemmel ve yeni şeyler.
Bedevi Çölde yaşayan, göçebe. Medeni olmayan.
Bediat Tabii güzellikler, hayret verici güzellikte olan.
Bedihi Akla kendiliğinden gelen. Delilsiz, açık olan, belli.
Beis Zarar, kuvvet ve şiddet, zahmet.
Bekâ Bâki olma, devamlılık, sebat evvelki hâl üzere kalma, evliyâlıkta makamların sonu.Hakikatte; bekâ makâmına kavuşanın nefsi emmârelikten kurtulmuştur. Rabbinden râzı olmuştur. Kelâmda; varlığının aslâ sonu olmayan Cenâb-ı Hakkın bir sıfatıdır.
Bekâbillah Tasavvufta evliyânın kalbinde yanlız Allahü teâlâyı bulundurmak. Vilâyet makamlarının en sonu.
Belâ Musibet, âfet, gam, keder.
Belâdet Akılsızlık, budalalık, sersemlik, iz'ansızlık.
Belâgat Düzgün ve yerinde konuşma, güzel söz söyleme san'atı.
Bende Köle, hizmetçi, bağlanmış olan.
Berâet Temize çıkma, bir da'vânın neticesinde suçsuzluğu anlaşılma.
Berâhime Hind ve mecûsilerin din adamları, reisleri, başkanları.
Berât Rütbe, nişan, imtiyaz verildiğini gösteren ferman.
Berberi Afrika'nın kuzeyinde oturan halk (Mısır hâriç). Berber kavmine mensup olan.
Bereket Bolluk, çokluk, feyz, cenâb-ı Hakkın lütfu, ihsânı.
Beri Kurtulmuş, temiz sâlim kusur ve noksanı olmayan.
Berid Haberci, sürücü, dört fersah mesâfe.
Berzah âlemi Kabir hayâtı, dünyâ ile âhiret arası, iki âlem arası.
Beşâret Müjde, sevindirici haber.
Beşâet Güleryüzlülük, güleryüz.
Beşer İnsanoğlu, âdemoğlu.
Bevâtın Gizli kapalı şeyler, açık olmayan.
Beyân İzâh etme, açıklama, anlatma.
Beylerbeyi Osmanlı eyâlet umûmi vâlisi. Sancak beylerinin başı.
Beyt Ev, hâne. İki satırlık manzum yazı. Geceyi bir işle geçirme.
Beyt-i makdis Mukaddes ev, Kudüs'deki Mescid-i Aksâ.
Beyt'ül-mâl İslâm devletinde mâliye hazinesi.
Beyyine Şâhid, delil.
Bezm-i Elest Cenâb-ı Hak, rûhları yarattığında: ''Ben Rabbiniz değil miyim?''diye sorduğunda rûhlar; ''Evet''diye cevap verdiler. Bu âna ''Elest meclisi'' veya ''Bezm-i Elest'' denir.
Bezzâz Kumaş satan tüccâr, manifaturacı.
Biat Bağlı olduğunu, i'timâdını bildirmek. Birisinin hükümdarlığını kabûl etmek.
Bid'at ehli Peygamber efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve Hulefâ-i Râşidin (dört halife) zamânında olmayıp, dinde sonradan uydurulan şeyleri yapanlar.
Bidâyet İlk olarak, başlangıç.
Bi'set Peygamberlerin ve peygamber efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) nübüvvetinin bildirilme zamânı.
Buğd-i fillah Allahi teâlânın düşmanlarına düşman olmak.
Buhl Cimrilik, pintilik.
Buğzetmek Sevmemek, bir kimse hakkında gizli, kalbi düşmanlık beslemek.
Büdelâ.. Ebdâl, evliyâ zümresinde bir cemâat.
Bühtan İftirâ.
Bürde Hırka, palto, üstten giyilen elbise.
Bürhân Delil, hüccet,inkârı mümkün olmıyacak şekilde isbat vâsıtası.
Büzürgân Büyükler, veliler.
 
Câiz Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil. Olur, olabilir.
Câize Azık, yol yiyeceği. Hediye, armağan, bahşiş.
Câriye Muhârebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi. Akıcı olan. Seyreden, giden.
Cebbâr Allahü teâlânın esmâ-ü hüsnâsından. İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Kudret sâhibi.
Cebr Zor, zorlama. Düzeltme, tamir etme.
Cebriyye Bozuk fırkalardan. Kulun hiç bir fiil, irâde ve kudrete sâhip bulunmayıp, yanlızca ilâhi fiillere sahne teşkil etmeye mecbur olduğunu kâbul ederler.
Cedel Nizâ. Hakkı bulmak için olmayıp, gâlip görünmek için çekişme.
Cehâlet İlimden ve her nevi müsbet ma'lûmattan habersiz olmak. Câhillik, bilmezlik.
Cehd Gayret. Nefsin isteklerine karşı gelmek. Güç ve kuvvetini ziyâdesiyle sarf etme.
Cehennem Allahü teâlânın emirlerini yapmayıp yasaklarından kaçınmıyan ve o'na inanmayanların âhirette cezâlandırılacakları yer.
Cehl-i mürekkeb Çok câhil. Bilmemekle berâber, bilmediğini de bilmemek.
Celâdet Yiğitlik, bahadırlık, metânet.
Celâl Allahü teâlânın kahrının ve azametinin tecellisi. Sonsuz derecede büyüklük. Hiddetlik, hışım.
Celâllenmek Hiddetlenmek,kızmak.
Celb Kendi tarafına çekmek. Çekmek, ***ürmek.
Cemâd Taş, toprak, ma'den gibi cansız olan cisimler.
Cemâl Allahü teâlânın lütuf ve ihsânı ile tecelli etmesi. Yüz güzelliği.
Cem'iyyet Topluluk, birlik,Hey'et. Bir yere toplanma.
Cennet Allahü teâlâya inanıp emirlerini yapan ve yasaklarından kaçınanların âhirette mükâfaatlandırılacakları yer.
Cepken Bir nevi örtü.
Cerbeze Hikmetin aşırı olması, ukalâlık.
Cerh Yara. Yüz ve baştan başka uzuvlardan birisini yaralamak. Birisine söğmek. Bir kimsenin fikrini çürütmek.
Cerh ve ta'dil Hâfız ve mütehassıs bir hadis âliminin, günahkârlık, yalancılık. gibi sebeplerle, bir râvinin rivâyetini reddetmeye ''Cerh''; bir râviyi, rivâyeti kabul olunacak şekilde vasıflandırmaya, böyle olduğunu açıklamaya ''Ta'dil denir.
Cerib Arab yarımadasında kullanılan 216 litrelik bir hacim ölçüsü. Dönüm.
Cerir Devenin boynuna taktıkları ip.
Cevâd Çok ihsân edici, çok cömert.
Cevdet Kusursuzluk, güzellik, iyilik, cömertlik.
Cevher Bir şeyin özü. Kıymetli taş, elmas. Element.
Cevr-ü cefâ Haksızlık, ezâ zulüm.
Cezbe Allahü teâlânın muhabbetiyle kendinden geçme hâli. İstiğrak.
Cibâyet Vergilerin ve diğer devlet gelirlerinin tahsil edilmesi.
Cibril (Cebrâil) Allahü teâlânın emirlerini peygamberlere getirmekle vazifeli melek. Dört büyük melekten biri.
Cidâl Sözle mücâdele, güzel ahlâka yakışmayan tavır ve hareketler.
Cife Leş. Kokmuş et, ölü hayvan.
Cifr Harflere verilen sayı kıymeti ile, geçen hâdiselere, ibârelerden târih ve isme dâir işâretler çıkarma ilmidir.
Cihâd Allahi teâlânın dinini yaymak için din düşmanlarıyla ve nefsle yapılan mücâdele.
Cimri Pinti. Kimseye bir şey vermek istemeyen. Hasis.
Cinâs Benzeyiş, münâsebet . Bir çok ma'nâya gelebilen söz.
Cin (peri) Ateşin alev kısmından yaratılmış cisimler olup her şekle girebilen ve gözle görülemiyen mahlûklar. Mükellef olup, âhirette Cennete veye Cehenneme gideceklerdir.
Cisim Varlığı bilinen, mekânı ciheti, uzunluğu, genişliği, derinliği olan şey.
Cizye Gayr-i müslimlerden alınan vergi, haraç.
Cûd Cömertlik, eli açık olmak. Muhtaçlara yardım etmek.
Cübn Ürkeklik, korkaklık. Korkak olma.
Cülûs Oturma, oturuş. Pâdişâhların tahta geçmesi.
Cür'et Cesâret, yiğitlik, korkmadan ileri atılma.
Cürüm Kabahat, kusur hatâ, isyân kânun hilâfına hareket.
Cüz Kısım, parça. Kur'ân-ı kerimin otuzda bir parçası.
Çeşti Hâcegânı Çeştiyye yolunun büyükleri.
 
Dabbe Kapıya koyulan yassı enli demir. Kabile ismi.
Dabbet-ül erd Kıyâmet kopmadan önce ortaya çıkacak olan dehşetli bir mahlûk. Mü'min ve kâfirleri ayırıp, alınlarına Cennetlik ve Cehennemlik mührünü vurur.
Dalâlet İmân ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikattan ayrılmak.
Danik Bir dirhemin dörtte biri. Mangır.
Danişmend Bilgili. İlim sâhibi. Kadıların ve mederrislerin yanında stajyer olarak çalışan.
Darb-ı mesel Misâl olarak söylenen meşhûr söz. Atasözü.
Dâr-ı gurûr Gurur evi. Dünyâ.
Dâr-ül fünûn Osmanlı Devletinde yüksek ilimlerin öğretildiği yer. Bugünkü üniversite karşılığıdır.
Dâr-ül harb Harp meydanı. Kâfir memleketi. İslÂmi hükümlerin uygulanmadığı yer.
Dâr-ül hadis Hadis-i şerif ilimleri okutulan medreseler.
Dâr-ül hilâfe Hilâfet merkezi, İstanbul.
Dâr-ül İslâm İslâm memleketi. Müslümanların hâkim olduğu yer.
Dâr-ül Kur'ân Kur'ân-ı kerim okutulan yer. Medrese
Dâr-ün nedve Münâfıkların toplanıp, Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) aleyhinde karar aldıkları yer.
Dâr-üs-selâm Cennet. Bağdat'ın eski adı. Selâmet yeri.
Dâr-üş-şifâ Şifâ yurdu. Sağlık yurdu. Tımarhâne.
Da'vâ Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye mürâcaatı.
Da'vet Ziyâfet. Çağırma. Duâ. Bir fikri kâbul ettirmek için delil getirme, gayret gösterme.
Deccâl Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren. Cennet dediği Cehennem, Cehennem dediği cennet. Kıyâmet kopmadan önce çıkacak ve Hazreti İsâ (aleyhisselâm)ile Hazreti Mehdi tarafından öldürülecek.
Defterdâr Bir vilâyetin mâliye işlerine bakan kimse. Osmanlı Devletinde mâli işlerin başındaki me'mur.
Defterhâne Malların tasarruf muâmelelerinin yapıldığı ve kayıtlarının muhâfaza edildiği yer.
Dehâ Öok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük.
Dehri Kıyâmetin kopmıyacağına ve âhireti inkâr eden, rûhun cesetle birlikte öldüğüne inanan sapık kimse.
Delil ve delâil Deliller. Bürhânlar. İsbat vâsıtaları.
Denâet Alçaklık. Çok fenâ.Âdilik.
Ders vekili Bâyezid Medresesi'nde şeyhülislâma vekâleten ders vermek üzere müderrisler içinden seçilen âlim. Sonraları medreselerde tedrisatla mükellef olan me'murlar için de kullanılmıştır.
Derk-i esfel Cehennemin en dibi.
Desise Hile.
Deyn Zimmetinde bulunan şey. Satış ve ödünç verme veyâ başka sebeblerle ödenmesi lâzım olan borçtur. Alış-verişte, hazır olmayıp ayrı olarak bulunduğu yeri bildirilmeyen her türlü mala; veye hazır olup da, ayrı olarak gösterilmeyen kıyemi mala denir.
Dil Lisan. Tat alma duygusu ve konuşma uzvu, gönül, kalb.
Din İnsanları, dünyâda ve âhirette seâdete ***ürmek için, Allahü teâlâ tarafından peygamberler vâsıtasıyla gösterilen yol.
Dirhem Osmanlılar zamânında kullanılan 4.8 gram olan ağırlık.
Divân-ü hümâyun Sadrâzam, Şeyhülislâm, kadıasker, Defterdâr gibi devletin ileri gelenlerinin huzûrunda, halkın şikâyet ve davâlarının dinlenip hâl olduğu yer, meclis. Pâdişâh huzûru.
Divân Büyük meclis. Şâirlerin şiirlerini topladıkları kitab.
Diyânet Allahü teâlâ ile kul arasında olan işler. Dindarlık. Dinin emirlerine uygun hareket etmek. Din işleri.
Diyet Kan bedeli.Öldürülen bir kimse için en yakın vârisine kâtilin ödemesi dinen emrolunan para veyâ mal.
Dönüm Şimdiki ölçülere göre bin metrekarelik alan.
Duâ Allahü teâlâ'ya yalvarma, niyâz tazarru. O'ndan hayır va rahmet dilemek, istemek.
Dürr İnci tânesi.
Dürr-i beyzâ Parlak, büyük inci.
Dürzi Suriye'nin güneyi ile Ürdün ve İsrâil'de yaşıyan bir kavimdir. Dalâlet fırkalarından en bâtıl yola sapmışlardır. Tenâsühe inanırlar. Tanrılık insandan insana geçer derler.
Düstûr Umûmi kâide. Kânun, nizâm. Nümûne. İzin, müsâade.
 
Ebced hesâbı Arabi harflere rakam değeri verilerek târih ve hâdiselerin kaydedilmesi.Birçok muhârebeler, doğum ve ölüm târihleri, câmi ve köprü yapma bu hesâba uyularak mısrâ'larla ifâde edilirdi.
ebed Sonu olmamak. Ebedilik. Zevâlsizlik.
Ebeveyn Ana ile Baba.
Ebrâr Özü, sözü doğru olanlar. Hamiyetliler. İyiler. Sâdıklar.
Ebter Soyu kesilmiş. Oğlu ve kızı kalmayan insan.Eksik tamamlanmamış.
Ecel Her mâhlukun ve canlının Allahü teâlâ tarafından takdir edilen ölüm vakti.
Edâ Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. İfâ etmek.
Edeb Terbiye.Güzel ahlâk:İnsanlara, iyi muâmelede bulunmakSünnet üzere hareket etmek.
Ecr Karşılık. Âhirete âit mükâfât, hayır, cezâ, sevâb. Ücret.
Edille-i erbe'a Edille-i şer'iyye. Fıkıh ilminin istinâd ettiği deliller. Bunlar: Kitâb (Kur'ân-ı kerim), sünnet (peygamber efendimizin mübârek sözleri ve hareketleri) . İcmâ-ı ümmet (Eshâb-ıkirâmın bir mevzûda aynı şeyi söylemesi, sözbirliği), Kıyâs-ı fukahâ (Müctehidlerin ictihâdı).
Ehâdis Hadisler. Peygamber efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) mübârek sözleri ve hareketleri.
Ehl-i beyt Peygamber efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) kızı Fâtıma (Radıyallâhü anh)ile Hazreti Ali, çocukları Hazreti Hasen , Hazreti Hüseyn ve bunların çocukları ya'ni seyyidler ve şerifler.
Ehl-i bid'at Müslümanlardan, doğru olan Ehl-i sünnet yolundan ayrılanlara denir.
Ehl-i sünnet yolu Muhammed aleyhisselâmın ve o'nun dört halifesinin(radıyallâhü anhüm)yoludur.
Ehl-i hevâ Nefsine uyan, bid'at ehli.
Ehl-i sünnet i'tikâdı İslâm dininde; i'ti kâdda, Resûlullahın(sallallâhü aleyhi ve sellem) ve Eshâbının yoluna Ehl-i sünnet yolu denir. Bunların, inânışına da Ehl-i sünnet i'tikâdı denir. İslâmiyet yetmiş üç fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan yetmişikisi bozuk olup, bir tânesi fırka'yı nâciyedir. ya'ni Cehennemden kurtuluş fırkasıdır.
Ehliyet Liyâkat. Bir işin ehli olduğuna dâir vesika.
Ehlullah Allahü teâlânın sevdiği kimse. Allahü teâlânın muhabbetiyle dolu olan veli.
Ekalliyet Bir devletin emrinde yaşıyan başka din ve milliyete mensup azınlık.
Emân Emniyet altında olduğuna dâir dişmana verilen söz. Yardım isteme, aman dileme.
Emânet Güvenilen kimseye bırakılan mal.
Emânet-i mukaddese Mukaddes emânet. Topkapı sarayında peygamberlere (aleyhimüsselâm) ve Eshâb-ı kirâm (radıyallâhü anhüm) ve âlimler ve evliyâya (rahmetullâhi aleyhim) Âit olan eşyâlar.
Emâret Emirlik. Beylik. Prenslik. Emirin idâresinde olan memleket.
Emir Bir kavmin bir topluluğun başı, beyi, emredici olan.
Emniyet Emin olmak hâli. İ'timât, güvenme, polis teşkilâtı.
Emrâz-ı ma'nevi Kalb hastalıkları.
Emvâl-i bâtına Saklanması mümkün olan mallar. Nakit paralarla, evlerde, mağazalarda bulunan ticâret malları.
Emvâl-i zâhire Saklanması mümkün olmayan mallar. Emlâk, ekin, koyun, ağaçlardaki meyvalar, ma'denler gibi.
Enderûn İç, dâhil. Kalb. Osmanlı sarayının teşkilâtı.Sarayda devlet adamı yetiştiren okul.
Ensâb Nesebler, soylar.
Ensâr Yardımcılar, müdâfiler. Peygamber efendimize (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve Mekke'den gelen diğer muhâcirlere yardımeden medinelilere verilen isim.
Envâr Nûrlar, ziyâlar, aydınlıklar, ışıklar.
Envâr-ı kalbiyye Kalbe âit nûrlar.
Erbein Kırk. Nefsi terbiye etmek için kırk gün devâm eden riyâzet ve mücâhede. İçinde kırk hadisin toplandığı hadis mecmû'ası.
Ervâh Rûhlar, canlar.
Eshâb Sebepler. Bir şeye vâsıta olanar, sebep olanlar.
Eshâb-ı nüzûl İnmesinin sebepleri. Kur'ân-ı kerim âyetlerinin gelmesine sebep olan hâdiseler.
Eser Yapı, birinin meydana getirdiği şey. Meydana getirilen kitap. Nişan, iz, alâmet.
Esfel-i sâfilin Cehennemin en aşağı tabakasında olanlar. Aşağıların en aşağısı. Sefillerin en sefili. En aşağı derecede.
Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) arkadaşları. Kadın veya erkek bir müslümanın Resûlullah efendimizi (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir defâ da olsa görse veya konuşsa ve imân ile vefât ederse buna sahabi denir.
Esselâm Allahü teâlânın isimlerinden. Rahatlık. sulh. Sonu iyi ve hayırlı olma. Korku ve endişeden emin olma.
Eşkal Biçimler, şekiller, sûretler.
Eşkinci İkinci Sultan Mahmûd Hân zamânında Yeniçeri ocağından ayrılmak sûretiyle kurulan ordudaki askerlerin herbirine verilen isim.
Evliyâ Nefsi isteklerinden vazgeçip, ibâdet ve tâatte, takvâ ve riyâzette çok yüksek mertebeler katederek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşan muhterem kimseler.
Evrâd Virdler, belli zamanlarda okunması âdet olan duâlar. Kur'ân-ı kerim okuma ve tesbihler, zikrler.
Evvâbin Akşam namazından sonra kılınan altı rek'atlık nâfile namaz.
Eyyâm Günler. Devirler. Güç, iktidar, nüfuz.
Ezân Allahü teâlânın birliğini, Muhammed aleyhisselâmın O'nun resûlü olduğunu bildiren, yüksek bir yerde okunarak müslümanları namaza da'vet eden nidâ.
Ezkâr Zikirler. Hatırlamalar, anmalar, bildirmeler.
 
Fâcir Haktan sapan. Haram ve günaha dalan, günah işleyen.
Fâiz Ödünç vermekte, rehnde ve alış- verişte, alıcıdan veyâ vericiden birinin ötekine karşılıksız olarak vermesi şart edilen fazla mal.
Fakih Fıkıh ilminde âlim.
Fakr İhtiyaç, yoksulluk, muhtaçlık. Kendisinde bulunan herşeyin Allahü teâlâdan olduğunu bilmek.
Fâni Gelip, geçici, muvakkat.Yok olucu.
Faraziyye Bir iddiâyı aydınlatmak için söylenen ve hükmü kat'i olmayan mes'ele. Teori. Hipotez.
Fâris . İranlı. Firâsetli, anlayışlı. Binici, süvâri.
Fariza Borç, vazife. Allahü teâlânın açık emri olup, yapılması şart olan vazife.
Fark Ayrılık, başkalık.
Farz Kur'ân-ı kerim veya hadis-i şerif ile sâbit olan cenâb-ı Hakkın kat'i emri. Namaz kılmak, hacca gitmek, oruç tutmak, şirk koşmamak, yalan söylememek gibi.
Farz-ı ayn Müslümanın yapmaya mecbur olduğu farz. Beş vakit namaz gibi.
Farz-ı kifâye Bir kısım müslümanlarınyaomasıyla diğerlerinin üzerinden kaldırılan farz. (Cenâze namazı kılmak gibi.)
Fâsık Günahkâr. Hak yoldan ayrılan. Allahü teâlânın emirlerine aykırı hareket eden.
Fâsid Doğru olmıyan. Bozuk. Yanlış olan. Müfsit.
Fasih Fesâhat sâhibi. Hatâsız olarak açık ve güzel konuşan.
Fasl İki şey arasındaki ekyeri. mafsal, hak söz, bölüm, ara, mevsim.
Fazilet Değer, meziyyet, iyilik, güzel vasıflar.
Fer'i Esâsa âit, asılla ilgili olmayıp ayrıntılara, şu'belere âit olan.
Fermân Emir, tebliğ.
Fersah Bir uzunluk ölçü birimi. 5685 metre uzunluk.
Ferzend Yavru, çocuk, evlâd.
Fesâd Bozuk ve fenâlık, karışıklık. Haddi tecâvüz edip zulmetmek.
Fesâhat Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık ve güzel ifâdeli konuşma.
Fetânet Çabuk kavrayış ve anlayış.Sağlam doğru anlayış, zihin açıklığı, akıllılık. Peygamberlerin sıfatlarından.
Fetih-nâme Bir fethe dâir yazılan şiir veya risâle. Düşmanın mağlubiyetini bildirmek için yazılan mektup.
Fetret İki peygamber (aleyhimüsselâm) veya pâdişâh arasında peygambersiz veya pâdişâhsız geçen zaman. İki vâkıa arasında geçen zaman.
Fetvâ Bir hâdise bir muâmele hakkında ehli olanın bildirdiği dinin hükümleri.
Fevâhiş Fâhiş, bozuk kötü işler. Kötü ve haram iş ve ameller.
Fevt Ölüm, mevt, elden çıkarma, kaybetme.
Fevri Düşünmeden ve âni olarak yapılan hareket.
Fey Ganimet, harpte sulh yoluyla elde edilen mal. Harâç.
Fey'i zevâl Güneşin garba doğru dönmesinin başlaması. Ya'ni tam gündüz ortasında gölge uzunluğu en kısadır. Bu uzunluğu fey'i zevâl denir.
Feyz İhsân, irfân, bolluk, bereket, ilim, mübâreklik.
Fırka-i nâciye Peygamber efendimiz (sallall+ahü aleyhi ve sellem) ve Eshâb-ı kirâmın (radıyallâhü anhüm) yoluna sarılmış olup, Ehl-i sünnet ve cemâat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Kurtuluş fırkası.
Fısk Haddini tecâvüz. Günah. Haktan ayrılmak. Allahü teâlânın emirlerini terk ve o'na isyân etmek ve doğru yoldan çıkmak.
Fıtrat Yaratılış,tıynet,hilkat.
Fidye Esir ve kölelikten kurtulmak için verilen para. Herhangi bir farzı yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin, Allahü teâlâdan özür dilemek kastı ile verdiği para veya sadaka.
Fiil Amel, iş.
Firâset Zihin uyanıklığı. Birşeyi çabuk anlama kâbiliyeti.
Firdevs-i a'lâ Makam bakımından Cennetlerin en üstünü.
Fitne İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. Ara bozmak, dedi-kodu.
Fürû Cüz'i hüküm ve kâideler. Bir kökten ayrılmış kısımlar. Dallar, budaklar.
Fütûr Yeis, ümitsizlik, usanç. Zaaf. Gam, keder.
Fütüvvet Dostlara af ile muâmele, yiğitlik, cömertlik, ihsânkârlık.
Füyûzât Feyzler. İnâyetler, ma'nevi tecelliler.

ip.gif
Logged
 
Gabâvet Ahmaklık, anlatışsızlık, kalın kafalılık, bönlük.
Gaben-i fâhiş Alış-verişte piyasadaki fiyatların iki mislinden fazlasını vererek aldanmak.
Gaddâr Kahredici, öldürücü, hâin. Zâlim, çok zulmeden.
Gadr Muâmelede aldatmak, merhametsizlik, vefâsızlık.
Ganimet Harpde düşmandan alınan mal.
Garâib Acâib şeyler, hayret edilecek şeyler, tuhaflıklar.
Garib Hayret verici tuhaf, kimsesiz, gurbette olan.
Gark Suya batma, boğulma, boğma, batırma.
Gasb Başkasına âit bir şeyi zorla, rızâsı olmadan almak.
Gaslermek Yıkama. Gusl, boy abdesti almak.
Gaşyet Kendinden geçme, bayılma, örtmek, hayret.
Gaybet Başka yerde bulunmak, hazırda olmamak.
Gayr-i müslim Müslüman olmayanlar.
Gayr-i meşrû Allahü teâlânın rızâsına uygun olmıyan. Kânunsuz iş.
Gayûr Çok gayretli, hamiyetli, çok çalışkan.
Gayz-kin Hiddet, öfke, gadab, hınç.
Gazâb-Gadab Hiddet,öfke, kızgınlık.
Gıbta İmrenme, aynı iyi hâli isteme, başkasının güzel hâlinin kendisinde olmasını isteme.
Gıll Düşmanlık, garaz ve adâvet, gizli kin ve hased.
Gınâ Zenginlik, yeterlik, tok gözlülük. Bıkma, usanma. Teganni etmek
Gışş Hile,karışıklık, hâinlik hiyÂnet etme, saf olmayan.
Gıybet Hazır olmayan birinin arkasından onun hoşuna gitmeyecek birşey ile çekiştirmek, aleyhinde konuşmak.
 
Hâb uyku.
Habbe Arpa, buğday tânesi gibi küçük şeyler, tâneler.
Haber-i âhâd: Hep bir kimse tarafından söylenilen, müsned-i muttasıl hadis-i şerifler.
Haber-i sâdık Doğru söz, Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) sözü, hadis-i şerifler.
Haber-i vâhid bkz. Haber-i âhâd.
Habib Sevgili, seven, dost.
Habibullah Allahü teâlânın sevgilisi, Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem).
Habis Kötü, alçak, pis.
Hac, Hacca gitmek İslâmın beşinci şartı. Gücü yeten mü'minlerin Kurban Bayramında Mekke-i mükerremedeki belirli yerleri, belirli şartlara riâyet ederek ziyâret etmesidir.
Hacâmat Kan aldırma. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) her ay hacâmat olurdu.
Hâce Hoca, muâllim.
Hâcegân Hocalar, Osmanlı Devletinde ''Yüzbaşı'' karşılığı sivil rütbe.
Had cezâları Zinâ, şarap içmek ve alkollü içki ile sarhoş olmak, kazf, hırsızlık ve yol kesicilik suçlarını işleyenlere, dinimiz tarafından verilmesi emredilen cezâlar.
Hâdis-i âmm Bütün insanlar için söylenmiş hadis-i şerifler.
Hadis-i garib Yanlız bir kimsenin bildirdiği hadis-i sahih, yâhud, aradakilerden birine, bir hadis âliminin muhâlefet ettiği hadis.
Hâdis-i hâs Bir kimse için söylenmiş hâdis-i şerifler.
Hâdis-i hasen Bildirenler, sâdık ve emin olup, fakat hâfızası, anlayışı, sahih hadisleri bildirenler kadar kuvvetli olmıyanların bildirdiği hâdis-i şerifler.
Hâdis-i kavi Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) söyledikten sonra, bir âyet-i kerime okuduğu hadisdir.
Hâdis-i kudsi Ma'nâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem (sallallâhü aleyhü ve sellem) tarafından olan hâdis-i şeriflerdir. Hâdis-i kudsileri söylerken, peygamber efendimizi (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir nûr kaplardı ve hâlinden belli olurdu.
Hadis-i maktû Söyleyenler, Tâbiin-i kirâma (rahmetullahi aleyhim) kadar bilinip, Tabiinden rivâyet olunan hadis-i şeriflerdir.
Hadis imâmı Hâdis müctehidi. üçyüzbinden daha çok hadis-i şerifi râvileri ve senedleri ile birlikte ezbere bilen hâdis âlimi.
Hadis-i mensûh İlk zamanda söyleyip, sonra değiştirilen hâdislerdir.
Hadis-i merdûd Ma'nası olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.
Hadis-i meşhûr İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asrda şöhret bulan hâdis-i şerifler, ya'ni bir kimsenin Resûl-i ekremden (sallallâhü aleyhi ve sellem) o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan da, başka kimselerin işittiği hadis-i şerifler olup, son duyulan kimseys kadar, artık hep mütevâtir olarak bildirilmiştir.
Hadis-i mevdû Bir hâdis imâmının şartlarına uymayan hâdis-i şerif.
Hadis-i mevkûf Sahâbiye (radıyallâhü anhüm)kadar söyliyen hep bildirilip, sahâbinin, ''Resûl-i ekremden böyle buyurmuş dediği hâdis-i şerifler.
Hadis-i mevsûl Sahâbinin (radıyallâhü anhüm)'' Resûlullahdan işittim, böyle buyurdu'' diyerek haber verdiği hâdis-i müsned-i müttasıldır.
Hadis-i muddarib Kitab yazanlara, muhtelif yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadis-i şerifler.
Hadis-i muhkem Te'vile muhtâç olmayan hadis-i şerifler.
Hadis-i mü'allak Baştan bir veya birkaç râvisi veya hiçbir râvisi belli olmayan hadis-i şerifler. Mürsel ve münkatı hadisler de müallaktır. Baştan yanlız birinci .râvisi bildirilmeyen hadise (Müdelles) denir.
Hadis-i müfteri Müseylemet-ül-Kezzâb'ın sözleri ve ondan sonra gelen münâfıkların, zındıkların, müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri. Ehl-i sünnet âlimleri, merdûd ve müfteri hadisleri aramış, bulmuş ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitaplarında, böyle sözlerden hiçbiri yok
Hadis-i münfasıl Aradaki râvilerden, birden ziyâdesi unutulmuş olan hadis-i şeriflerdir.
Hadis-i mürsel Sahâbe-i kirâmın (radıyallâhü anhüm) ismi söylenmeyip, Tâbiinden birinin, doğruca, ''Resûl-i ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki dediği hadis-i şerifler.
Hadis-i müsned Resûl-i ekreme (sallallâhü aleyhü ve sellem) isnâd eden Sahâbinin (radıyallâhü anhüm) ismi bildirilen hadis-i şerifler. Müsned hadisler, müttasıl veya münkatı olur.
Hadis-i müsned-i münkatı Sahâbiden (radıyallâhü anhüm) gayri bir veya birkaç râvisi bildirilmeyen hadis-i şerifler.
Hadis-i müsned-i müttasıl Resûl-i ekreme (sallallâhü aleyhü ve sellem) kadar, isnâdı müttasıl olan, ya'ni aradaki râvilerden hiçbiri noksan olmayan hadis-i şeriflerç
Hadis-i müstefiz Müstefid. Söyleyenleri üçten çok olan hadistir.
Hadis-i müteşâbih Te'vile muhtâç olan hadis-i şerifler.
Hadis-i mütevâtir Birçok sahâbinin, Resûl-i ekremden (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve başka birçok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncata kadar, böyle hep, çok kimselerin haber verdiği hadis-i şerifler.Böyle çok kimsenin bir yalan üzerinde söz birliği yapmalarına imkân olmaz. Mütevâtir olan hadis-i şeriflere muhakkak inanmak ve yapmak lâzımdır. İnanmayan kâfir olur.
Hadis-i nâsih Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) son zamanlarında söyledikleri hadis-i şeriflerdir.
Hadis-i sahih Âdil ve hadis ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i müttasıl ve mütevâtir ve meşhûr hadislerdir.
Hadis-i şâz Bir kimsenin, bir hadis âliminden işittim dediği hadis-i şerifler. Kâbul edilir, fakat sened, vesika olamazlar. Âlim denilen kimse, meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar.
Hadis-i za'if Sahih ve hasen olmayan hadis-i şerifler. Bildirenlerden birinin hâfızası, adâleti gevşek olan hadis-i şerifler veya i'tikâdında şüphe bulunan kimselerin rivâyet ettiği hadis-i şerifler. Za'if hadislere göre fazla ibâdet yapılır. Fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz.
Hadis müçtehidi Bkz.Hadis imâmı.
Halâvet Tatlılık, şirinlik, zevk.
Halef Babadan sonra kalan oğul, birinden sonra onun makâmına geçen kimse.
Hâlık Yaratan, yaratıcı.
Halife Resûlullahın vekili.Bir tasavvuf büyüğünün bir yere gönderdiği veya yerine bıraktığı vekil.
Halil Dost, Hazreti İbrâhim'in lakabı.
Halka-ı tedris Ders halkası.
Halka-ı zikr Zikr ve ibâdet halkası.
Halvet Yanlız kalma, tenhâya çekilme, yanlız başına çekilip ibâdetle meşgûl olma, tenhâ yerde yanlız kalmak.
Halvethâne Yanlız başına ibâdet ile melgûl olan yer.
Hâm Pişmemiş, çiği, olmamış. Acemi tecrübesiz kimse.
Hamâkat Ahmaklık, beyinsizlik.
Hamâset Kahramanlık, yiğitlik.
Hamâsiyât Kahramanlık destanları.
Harac Güçlük, zorluk.
Harâc Kâfirlerden alınan toprak vergisi. Beşte bir, dörtte bir, üçte bir, yarıya kadar olabilir.
Harâm Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerimde ''Yapmayınız!'' diye açıkca yasak ettiği şeyler. İçki içmek, fâiz yemek, hırsızlık ve zinâ gibi.
Harbe Kısa mızrak.
Harbi Harble ilgili müslümanlarla aralarında anlaşma bulunmayan gayr-i müslimlere âit ülke ahâlisinden her biri.
Hareke Kur'ân-ı kerimin Arabca bilmeyenler tarafından okunmasını kolaylaştıran işâretler.
Hâşimiler (Beni Hâşimi) Resûlullahın (Sallallâhü aleyhi ve sellem) dedelerinden Hâşim'in soyundan gelenler. Hâşim'in soyu, oğlu Abdülmuttalib'le devâm etti. Abdülmuttalib'in soyu da; Peygamberimiz (Sallallâhü aleyhi ve sellem) ve amcalarının çocukları ile devâm etti.
Hâşiye Bir kitabın sahifeleri kenarına veya altına tazılan yazı. Bir eserin metnini şerh ve izâh eden kitap.
Hâtır Zihin, fikir, keyif hâl gönül.
Hâtırât Hatıra gelen, hatırda kalan şeyler.
Hâtif Sesi işitilip de kendisi görülmeyen seslenici.
Hatim(Hatm) okumak Kur'ân-ı kerimi başından sonuna kadar okumak.
Hatm-i tehlil Beşbin Kelime-i tevhid (Lâ ilâhe illallah) okumak.
Hatt Çizgi, yol yazı, hareket istikâmeti.
Hatt-ı celi İslâm yazılarının her çeşidinin uzaktan görülebilecek şekilde iri yazılmış şekli. Sülüs yazısının irisi.
Hatt-ı dest El yazısı.
Hatt-ı divâni Rık'anın birleşmesinden doğan yazı çeşidi. İnce divânı, kırma divânı ve celi divânı çeşitleri vardır. Divânıile celi divânı; fermân ve beratlarda, ince kırma divânı; vakfiye, hüccet, ilân, ,lmuhaber gibi resmi evraklarda kullanılırdı.
Havâriyyûn İsâ aleyhisselâmın oniki yardımcısı. Petrus, Andreas, Yuhannâ, Büyük Ya'kûb, Filip, Toma, Bartelemi, Matthias, Küçük Ya'kûb, Simon, Yehûdâ,, Taddeus.
Havâşi Hâşiyeler, Bkz. Hâşiye.
Hayâ Kötü iş yapınca utanmak. Nâmus. Allah korkusu ile günahtan kaçınma. Başkalarının kötülemelerinden korkmak.
Hayal İnsanın kafasında canlandırdığı şey.
Hayrât İyilikler. Sevâb kazanmak için yapılan hayırlı işler. Kurulan müesseseler.
Hayret Şaşma, şaşırma, ne yapacağını bilememe, kendinden geçme.
Hediye Karşılık beklemeden verilen şey. Fakire verilirse sadaka olur.
Helâl Yasak edilmiş olmayan, yâhûd, yasak edilmiş ise de, dinimizin özür, mâni ve mecburiyet tanıdığı sebeplerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.
Hemm Keder, gam, tasa, kaygı.
Hemezât Vesveseler, kuruntular.
Heşt-bihişt Kur'ân-ı kerimde adı geçen sekiz cennet. Osmanlı âlimlerinden İdris Bitlisi'nin ilk sekiz Osmanlı padişâhı dönemine anlattığı manzum eser. Sehi Bey'in, şâirlerin hayâtını anlattığı tezkiresi.
Hıfz Saklama, ezberleme. Allahü teâlânın velisini günah işlemekte israr etmekten muhâfaza etmesi.
Hıfz etmek Ezberlemek, saklamak.
Hıfz-us sıhha Sağlığı koruma. Hadis-i şerifte; ''Hastalıkların başı çok yemektir. İlâçların başı perhizdir.''buyuruldu.
Hıkd Başkasını aşağı görmek, ondan nefret etmek, kalbinde ona karşı düşmanlık beslemek.
Hırka Kalın kumaştan yapılmış veya içi pamukla beslenmiş ceket uzunluğunda bir giyecek. Bir tasavvuf büyüğüne talebe olan kimseye giydirilen elbise.
Hidâne Karı-kocanın ayrılması durumunda çocuğu yetiştirme hakkı.
Hidâyet Doğru yolda, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunmak, doğru yolu göstermek.
Hikmet Fen, san'at faydalı şeyler. Fıkıh ilmi.
Hilâf Karşı, zıt.
Hilâfet Birinin yerini tutma. Resûlullaha (sallallâhü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyetin emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, ;slâmiyete ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazifesi.
Hilâfiyât Mukâyeseli ;slâm hukûku ilmi. Bu ilmin kurucusu beşinci asırda yaşayan İslâm âlimlerinden Ebû Zeyd Debbûsi'dir.
Hilm Huy yumuşaklığı, rûhun sâkin olması, kızmaması. Şiddete tahammül. Vekâr. Sukûn.
Hilye-i seâdet Resûlullahın (Sallallâhü aleyhi ve sellem) görünüşü, tanınması. Resûlullah (Sallallâhü aleyhi ve sellem) efendimizin görünen şekli bütün uzuvlarının şekli, sıfatları, güzel huyları ve bütün inceliklerinin anlatılması.
Hilye-i şerif Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) tanınması, bilinmesi.
Himmet Allahü teâlânın veli kullarından olan bir zâtın, kalbinde yanlız bir işin yapılmasını bulundurması, bundan başka bir şeyi kalbine getirmemesi.
Hubb-i fillah Allahü teâlânın dostlarını Allah için sevmek. Müslümanları müslüman oldukları için sevmek.
Huccet Delil, sened, vesika.
Huccet-ül İslâm Üçyüzbin hadis-i şerifi ezbere bilen hadis âlimi.
Hudûd Sınırlar. Had cezâları. Dinimizin şuçlulara uygulanmasını emrettiği hükümlerin tatbiki.
Hukbe Âhiret için zaman birimi. Bir hukbe seksen senedirve bir âhiret günü, bin dünyâ senesi kadar uzundur.
Huluk-ı azim Güzel huylar. Kur'ân- ı kerimin bildirdiği ahlâk.
Hukûk-ul ibâd Kulların hakkı, insan hukâku.
Hukûk-ullah Allahü teâlâya karşı olan vazife ve mes'ûliyetlerimiz. Allahü teâlâ ile kul arasındaki haklar.
Hulbe Buy tohumu olup, tâze fasülye gibi meyvelerinin içinde, kırmızı buğdaya benzer tohumlar bulunur. Fâriside şemliz; Fransızcası,semence funugreç; Türkçesi buy tohumudur. Bunun için huybeyeçemen otu da denir. Ekmek ile çemen yemek öksürüğü keser. Hadis-i şerifde; ''Ümmetim hulbenin fâ,desini bilse, ağırlığı kadar altın verip satınalır'' buyuruldu.
Huld Bitmeyiş, devamlılık. Sekiz Cennetten biri.
Hulefâ-i râşidin (İlk dört halife) Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali.
Hüsn Güzellik, iyilik. Birşeyin tabiata uygun kemâl sıfatlarını hâiz ve övülmeye lâyık olması hâli. (Bkz.Kubh)
Hüsn-i ahlâk Ahlâk güzelliği, Resûlullahın ahlâkıyla ahlâklanmak.
Hüsn-i cemâl Yüz güzelliği.
Hüsn-i hâtime Güzel son, âhirete imânla gitmek.
Hüsn-i kazâ Herkesin, herşeyde hakkını gözetip başa kakmamak, pişmân olacak iş yapmamak.
Hüsn-i muâmele İyi muâmele.
Hüsn-i niyet İyi niyet.
Hüzün(Hüzn) Üzüntü, gam, keder, sıkıntı
 
Istılâh Ta'bir. Deyim. Bir ilim veya mesleğe âit kelime.
Itk Azâd edilmek. Hürriyete kavuşmak. Şeref, şan. Kuvvet.
İâne Yardım. İmdât Yardım için istenen, toplanan şey.
İbâd Âbidler, kullar, ibâdet edenler.
İbâdet Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak. Sevâb hâsıl olması için, Allah rızâsı için niyet etmek lâzım olan tâate ibâdet etmek denir.
İbâre Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. Paragraf. Ders veren ibretli söz.
İbdâ Allahü teâlânın maddesiz, âletsiz, zamansız, mekânsız yaratması. Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
İbn Oğul.
İcâd Allahü teâlâya mahsûs olan, yoktan vâr etmek, yaratmak.
İcâre Kirâ, gelir, ücret. Belli bir menfeati belli bir karşılık ile satmak.
İ'câz Âciz bırakmak. Acze düşürmek. Şaşırtmak. Başkalarının konuşamıyacakları derecede güzel söz söyleme, konuşma.
İcâzetnâme Diploma, ilmi ehliyet.
İcmâ Toplanma. Dağınık şeyleri bir araya getirme. Fikir birliği.
İcmâ-ı ümmet Eshâb-ı kirâmın (Radıyallâhü anhüm) ve Tabiinin sözbirliği ile bildirilen hükümler. Ya'ni gördükleri ve işittikleri zaman hiçbirisinin red ve inkâr etmediği şeylerdir.
icmâl Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Netice.
İcrâ Bir işi yürütmek Yerine getirmek, yapmak. Borçluya borcunu adli bir teşekkül vâsıtasıyla ödetmek.
İctihâd Dinin fer'i mes'elelerine âit hükümleri, müctehüd olan âlimlerin, usûlüne uygun olarak Kur'ân-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkarmaları ve bunun için bütün gayretlerini sarfetmiş olmalarıdır. Gayret etmek.
İçtimâ Toplanmak. Bir araya gelmek. Toplantı.
İçtimâiyyât Cemiyet hayâtına âit ilimler, sosyoloji.
İddet Kocasından ayrılan kadının üç ay, kocası ölen kadının dört ay on gün beklemesi, hiç kimse ile evlenmemesidir.
İdrâk Anlama, akıl erdirme, kavrama.
İhlâs Riyâsız. Allah rızâsı için yapmak. Gösterişten uzak olmak. İçten, samimi.
İhrâm Hacıların örtündüğü dikişsiz elbise.
İhsân İyilik, lütuf. Cömertlik yaomak. Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet yapmak.
İhtibâs Bir şeyin kıymetlenmesi için saklamak. Vurgunculuk.
İhtidâ Hidâyete kavuşmak. İrşâdı kabûl edip, doğru yola girmek. İslâmı kabûl edip, İmân etmek.
İhtilâf Anlaşmazlık, uyuşmazlık. Karışıklık.
İhtirâm Hürmet olunmak. Ta'zim. Saygı.
İhtisâb Hesap sorma. Emr-i ma'rûf, nehy-i anil münker vazifesi. Mes'ûliyet. Cezâ. Eskiden belediye işlerine bakan memûrun işi.
İhtisar İcmâl etmek. Sözün kısaltılması. Kısaltmak.
İhtisâs Bir ilim veya san'at üzerinde fazla çalışarak, onda derinleşmiş olmak. Uzman olmak.
İhtiyâç Zarûret hâli. Çâresiz kalıp istemek. Yoksulluk.
İhtiyâr Yaşlı kimse. Seçilmek, seçmek. İstek, arzu. Râzı olmak.
İhvân Sâdık arkadaşlar. Eş-dost. Aynı yolda olan.
İhyâ Diriltmek. Yeniden hayâta kavuşturmak. Gece uyumayıp çalışmak veya ibâdet ederek geçirmek.
İ'kâb Şiddetli azâb, eziyet etmek. Cezâlandırmak.
İllet Esas sebep. Vesile. Maraz, hastalık, sakatlık. Maksat gâye.
İlliyyin Cennetin en yüksek tabakası. Kâmil müslümanların kavuşacağı en büyük derece.
İlm Okumak, görmek, dinlemek veya cenab-ı Hakkın ihsânı ile elde edilen ma'lûmât. Bilmek, idâre etmek.
İlm-i hâl Herkesin bilmesi ve yapması gereken kelâm (ya'ni imân) , ahlâk ve fıkıh bilgileri, bu bilgikeri kısaca ve açıkca anlatan kitaplara da ilmihâl kitapları denir.
İlm-i hilâf Mukâyeseli hukuk. Bu ilmin kurucusu Ebû Zeyd Debbû si'dir.
İlm-ül yakin Eserden müessiri ya'ni işi görerek, bunu yapanı anlamaktır. bu, evliyâda keşf ve şühûd ile çabuk hâsıl olur. Âlimlerde ise akl ile düşünüp inceliyerek anlaşılır.
İltizâm Gerekli bulma, kendine lâzım kılma. Tarafgirlik etme. Eskiden devlet gelirlerinden birinin toplanması işini üzerine alma.
İmâ İşâret etmek, işâretle anlatmak. İşâret.
İmân İnanmak, i'tikâd .Hakkı kabûl edip tasdik etmek. Peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhisselâma Allahü teâlâ tarafından gönderilen herşeye inanmak ve kalbiyle tasdik etmek.
İmâm Delil ve rehber.. Cemâate namaz kıldıran. İslâm hükümetlerinde devlet reisi.İctihâd sâhibi olan. Mezheb sâhibi olan mübârek zatlara verilen ünvân.
İnâyet Yardım, lütûf, ihsân, iyilik, Gayret, özenme. Mühim işle meşgûl olma.
İnfâk Nafaka verme. Geçindirme.Besleme. Harcayıp, tüketme.
İnkisâr Kırılma. Bedduâ etme. Gücenme.
İntisâb Bir yere bir kimseye mensûb olmak Bağlanmak. Mâiyyetine girmek.
İrâd Getirmek. Söylemek Gelir, kazanç.
İrâde Arzu, istek. Dilemek. Emir. Birşeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.
İrâde-i külliyye Allahü teâlânın irâdesi.Allahü teâlânın emri.
İrâde-i cüz'iyye Cenâb-ı Hak tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu.İnsanın herhangi bir tarafa meyletme isteği, kuvveti.
İrhâs Bir peygamberde, bi'setinden önce görülen hârululâde hâller.
İrsâl Göndermek, gönderilmek. Havâle kılmak. Kendi hâline koymak.
İrşâd Doğru yolu göstermek.Gafletten uyandırıp hidâyete kavuşmaya vesile olmak.
İrtidâd Din değiştirerek mürted olmak.İslâmiyeti terkedip dinsiz olmak.
İrtihâl Bir yerden başka bir yere göç etmek. Ölmek.
İsâr Kendisi muhtaç olduğu hâlde başkasına ni'met vermek. Cömertlik.
İsnâd Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. Birisi için birşey yaptı demek. Dayandırmak. Dayanmak.
İsrâf Lüzumsuz yere harcamak. Ömrünü boş şeylerle geçirmek.
İstibrâ Ayırmak, uzaklaştırmak.Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek.İdrar yolunda idrarın tamamen kesilmesini beklemek.
İstidâd Kâbiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allahü teâlânın mahlûkâta ihsân ettiği kâbiliyet kuvveleri.
İstidlâl Delil getirmek. Delile dayanarak netice elde etmek. Muhâkeme, anlama kudreti.
İstidrâc Fâsıklardan, günâhı çok olanlardan zuhûr eden âdet dışı hâller. Derece derece kıymetini indirmek.
İstif Muntazam yığın. Nizâm. Sıra, dizi.
İstifâ Affını, bağışlanmasını, azlina istemek. Me'mûriyetten affını taleb etmek.
İstigâse Tevessül etmek, vesile etmek, yardımını, duâsını istemek. Ondan şefeât istemek.
İstigfâr Af dilemek Tövbe etmek. Yalvarmak. Allahü teâlâdan bağışlanmasını istemek.
İstigrâk Gark olmak. Dalmak. Aşk-ı ilâhi ile dünyâyı unutup kendinden geçmek.
İstihâza Kadınlarda belli âdet günlerinden sonra gelmeye devam eden kan. Hastalıktan dolayı olduğu için özür kanı da denir.
İstihâre Bir işin hayırlı olup olmayacağı niyetiyle, abdest alıp, iki rek'at namaz kılarak, duâ edip rü'yâ görmek üzere uykuya yatmak.
İstihdâm Bir hizmette kullanmak, hizmete almak. Hizmet ettirmek.
İstihkâk Kazanılan şey. Hak edilen. Hakkını almak.
İstihlâf Vekil bırakmak. Birisini kendi yerine geçirmek.
İstikâmet Doğruluk. Nâmuslu hareket. Adâletten ve doğruluktanayrılmadan hareket etmek.
İstikbâl-i kıble Kıbleye, Kâ'be istikâmetine dönmek.
İstincâ Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan önce kan, idrar ve meni gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek.
İstiskâ Su isteme, susama. Yağmur duâsına çıkma.
İstisnâ Ayırmak. Müstesnâkılmak. Kâide dışı bırakmak.
İstisnâ (Ismarlama satış) Mevcud olmıyan bir malı, bir san'at sâhibine ta'rif ederek yaptırmak.
İstişâre Fikir danışmak. Meşveret etmek.
İsyân Emre karşı gelme. ;tâatsizlik. Ayaklanmak. Âsi olmak.
İşâret Nişan, alâmet. Bir şeyi bir vâsıta ile (el-göz ile) göstermek.
İşrâk Güneşin doğması. Işıklandırmak.
İştiyâk Fazla arzu ve şevk. Hasret çekmek, özlemek.
İthâlât Dışardan içeri sokmak. Dış ülkelerden mal getirmek.
İ'tibâr Ehemmiyet vermek. Hürmet. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbûl farzetmek.
İ'tidal Bir şeyde veya hâlde ifrat veya tefride düşmeden orta yolda bulunmak. Gece- gündüzün eşit olması.
İ'tikâd İnanmak. Sıdk ve doğruluğunu gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
İ'tilâf Anlaşmak. Uyuşmak. Muvâfakat etmek. Toplanmak. Bir araya gelmek.
İttibâ Tâbi olma.Arkasından gitme. İtâat etme.
İttihâd Birleşmek. Aynı fikirde olmak. Birlik üzere âmil olmak.
İttihâz Kabûl etmek. Kabûllenmek.
İttikâ Çekinmek. Sakınmak. Günahlardan ve kötülüklerden el çekmek.
İttisâf Vasıflandırmak. Sıfat sâhibi olmak.
İztırâr Mecbûriyet, çâresizlik, ihtiyaç.
İzzet Ziyâdelik ve üstünlük. Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
 
Kabâil Kabileler, boylar.
Kâ'be-i muazzama Mekke-i mükerremede, Hârem-i şerifin ortasında bulunan binâ. Bütün müslümanların kıblesi, câmilerin en efdali.
Kabz El ile tutma, avuç ile kavrama. Azrâil (Aleyhisselâm)tarafından rûhun alınması. Satın alınan hibe edilen veya miras kalan malın reslim alınması.
Ka'de-i âhire Namazda selâm vermeden önce, tahiyyat okuyacak kadar oturmak. Ka'de-i âhire, ya'ni son rek'atta tahiyyat okuyacak kadar oturmak farzdır.
Kadı Yapan, yerine getiren, hüküm veren. Suçluyu ve suçsuzu ayırıp, İslâmiyetin emirlerine göre hükmeden hâkim.
Kadıasker Osmanlı'larda, ilmiye rütbelerinin sonu olan rütbede bulunan zât. Rumeli ve Anadolu adıyla iki kadıaskerlik vardı.
Kadim Başlangıcı olmayan, ezeli olan. Allahü teâlâ kadimdir. Evveli başlangıcı yoktur.
Kadı nâibi Kadıların, vazife yerine gitmediklerinde, yerlerine gönderdikleri vekil.
Kadir Kudreti mutlak olan ve her husûsa muktedir olan, kudret sâhibi olan Allahü teâlâ. Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sekiz sıfat-ı ma'neviyeden biri.
Kadr İ'tibâr, değer, haysiyet, kıymet, miktar, meblağ.
Kadr (kadir Gecesi) Ramazân-ı şerif ayı içinde bulunan bir gece. Kur'ân-ı kerimde methedilen en kıymetli gece. Kur'ân-ı kerim bu gece inmeye başladı.
Kâdıyâniler Hindistan'da, İngilizler tarafından müslümanları parçalamak için kurulan sapık fırka mensupları.
Kâfiye Şiirde mısra'ların sonlarında aynı sesi veren harflerinbirleşmeri.
Kâinât Yaratılan herşey, bütün mahlûkat, Allahü teâlâdan başka herşey.
Kalb Gönül. His organlarından, rûhtan, nefsten ve şeytandan gelen te'sirlerin toplandığı merkez. Vücûd çalışma merkezine de kalb denir. Aslında bunun adı yürektir.
Kalb-i selim Temiz gönül, kendisinde Allah sevgisinden başka birşey bulunmayan kalb.
Kalkale Hareket ettirme, seslenme. Kur'ân-ı kerimin okunuşunda tecvidinde, ''Kaf, tı, be, cim,dal'' harflerinin sükûn hâlindeki okunuşunda uygulanan tecvid kâidesi.
Kamis Entâri gibi uzun gömlek. Erkek ölüler için kefenin üç parçasından biri.
Kâmûs Lügât kitabı. Denizin ortası. Firûzâbâdi'nin yazıp Mütercim Âsım Efendi'nin ''Kâmûs-u Okyanus''adıyla Türkçeye çevirdiği ''Kâmûs-ı Muhit'' adlı eser.
Kânun Kâide. Devletçe mer'iyyeti kabûl ve onunla âmel olunan nizâm ve kâidelerin toplamı.
Kânun nâme Kânunun bir maddesi ile ilgili fıkraları içinde toplayan kitap veya risâle, nizâm-nâme. Budin kânun-nâmesi, Arâzi kânun-nâmesi gibi.
Karabet Yakınlık, hısımlık,akrabâlık.
Karaborsa İhtikâr. İnsan ve hayvanlar için olan gıdâ maddelerini piyasadan toplayıp yığarak, pahalandığı zaman satmak.
Kandil Küçük çapta aydınlatma aracı. Yağ, fitil ve şişeden ibârettir.
Karargâh Ordu kurmay hey'etinin bulunduğu yer, merkez.
Kâri Kur'ân-ı kerimi ezberleyen kimse, kırâat âlimi.
Karz-ı hasen Ödünç vermek. Çarşıda misli ya'ni benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli verilmek üzere vermek.
Kasâvet Sertlik. Katılık, gam, keder.Kalbin kararması.
Kasem Yemin, and.
Kaylûle Öğleden önce biraz yatmak. Kaylûle, Resûlullahın (sallallâhü aleyhü ve sellem) âdet'i şerifesi idi.
Kazâ kader Allahü teâlânın birşeyin varlığını dilemesine ''Kader'' denilmiştir. Kaderin, ya'ni varlığını dilediği şeyin var olmasına da ''Kazâ'' denir. Kazâ ve kader kelimeleri, birbirlerinin yerine de kullanılır.
Kazasker Bkz. Kadıasker.
Kelâm-ı ilâhi Allah kelâmı, Kur'ân-ı kerim.
Kelim Söz söyleyen, konuşan, hazret-i Mûsâ'nın ünvânı.
Kelime-i temcid ''Lâ ilâhe illallah Muhammedürresûlullah'' güzel sözü.
Kemâlât İnsanın bilgi ve ahlâk güzelliği bakımından olgunluğu.
Kenz Hazine, define.
Kerem Asâlet, cömertlik, lütûf, bağış.
Kerehât İğrenme, tiksinme. Dinimizde bir hâlin bir hareketin sârih ve kat'i şekilde değil, delâlet sûretiyle men olunması.Bkz. Mekrûh.
Kerâmet Kerem, bağış, ikrâm, Peygamberlerin( Aleyhimüsselâm) ümmetlerinin evliyâsında, âdet dışı meydana gelen şeyler.
Kerih İğrenç, çirkin.
Kerim Kerem sâhibi, cömert, Allahü teâlânın doksandokuz güzel isminden biri.
Kesb Kulun işinin yapılmasında, yaratılmasında, önce kulun bu işi irâde etmesi, istemesi. Helal kazanmak.
Kesre ''I'' ve ''İ''seslerini veren hareke.
Kesret Çokluk, bolluk, ziyâdelik.
Keşf Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma. birşeyin olacağını önceden anlama, Allahü teâlâ tarafından ilham olunma. Keşf, Allahü teâlânın sevgili kulları olan evliyâda zuhûr eder.
Ketm Bir sözü, bir haberi, bir sırrı saklama, gizli tutma.
Kezzâb Çok ualan söyleyen, pek yalancı. Kimyâda ''Nitrik asit''in halk arsındaki adı.
Keyfiyyet Birşeyin iyi veya kötü olma hâli.
Kıble Namaza başlarken yönelinen cihet, ya'ni Mekke-i mükerremede Kâ'be-i şerifin bulunduğu yer.
Kil-ü-kâl Dedikodu, lüzumsuz lâf.
Kırâat Okuma, okuyuş. Kur'ân-ı kerimin okunması.
Kırâat-ı aşere Kur'ân-ı kerim kırâatında imâmlık derecesine yükselmüş olan, on imâmın kırâatleri. On kırâat imâmı şunlardır: İmâm-ı Nafi, Abdullah bin Kesir, Ebû Amr Mâzini,
Kırâat-i seb'a Kırâat-ı aşerede bildirilen ilk yedi imâmın kırâatleri.
Kırâat-i şazze Arabi gramer şartlarına uyan ve ma'nâyı değiştirmeyen, fakat ba'zı kelimeleri Hazret-i Osman'ın topladığına benzemeyen Kur'ân-ı kerimin kırâat-i şâzze denir. Kırâat-i şâzzeyi, Eshâb-ı kirâmdan (Radıyallâhü anhüm) birkaçı okumuş,fakat sözbirliği olmamıştırç Eshâb-ı kirâmdan birinin okuduğu bildirilmeyen okumağa ''Kırâat-i şâzze'' denmez.
Kırat Orta büyüklükte beş arpa ağırlığında olan bir ölçü birimi. Bir kırat yaklaşık 0,24 gramdır.
Kırba Eskiden daha çok su dağıtan sakaların kullandığı, ince köseleden veya deriden yapılmış su kabı.
Kıyâmet İnsanların ve bütün canlıların öldükten sonra tekrar diriltilmesi.
Kıyâs Bir şeyi takdir etmek, ölçmek, karşılaştırmak, iki şey arasındaki benzerlikleri tesbit etmek. Fıkıh ilminde kiyâs âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkca bildirilen bir mes'elenin hükmünü, ictihâd yolu ile âyet ve hadiste açıkca belirtilmemiş olan fakat aynı ortak vasıfları taşıyan bir mes'ele için de geçerli görmektir.(Bkz. Kıyâs-ı fukahâ)
Kibâr Büyükler, ulular, ince, terbiyeli, görgülü, nâzik.
Kibir Büyüklenmek, kendisini başkalarından üstün görmek.
Kibriyâ Büyüklük, ululuk.
Kinâye Maksadı, kapalı bir şekilde dolaylı anlatan söz.
Kisrâ İran hükümdârı.
Kitâb Kitap.Kur'ân-ı kerim, edille-i şer'iyyeden birincisi.
Kitâbe Kazılmış yazı. Mezârtaşı yazısı. Câmi, medrese, türbe, kale gibi eserlerin, yaptıran, yapan ve yapılış târihlerini ihtivâ eden bilgilerin yazıldığı düz-yassı taş veya mermer. Kitâbe, daha çok bu eserlerin giriş kapıları üzerinde bulunur.
Kitâbet Yazı yazmak, kâtiblik. Köle ile efendisi arasında yapılan akit, sözleşme.
Kizb Yalan, yalan söylemek.
Kubuh Çirkinlik. Birşeyin tabiata uygun, kemâl sıfatını hâiz ve övülmeye lâyık olmaması hâli. (Bkz.Hüsn)
Kul hakları Bkz. Hukûk-ul-ibâd.
Kulleteyn Beşyüz rıtl, ikiyüzyirmi litre suyun iki katı, dörtyüzkırk litre miktarı su.
Kurb Yakın olma, yakınlık.
Kutb-i aktâb Âlemde, dünyâda herşeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vâsıta olan büyük veli. Bunlara; Kutb-i ebdâl ve Kutb-i medâr da denir.
Kutb-i ebdâl Bkz. Kutb-i aktâb.
Kutb-i medâr Bkz. Kutb-i aktâb.
Kutb-i irşâd Âlemin irşâdı ve hidâyeti için feyzlerin gelmesine vâsıta olan büyük veli.
Küsûr namazı Güneş tutulması esnâsında kılınan iki rek'at namaz.
Küsûrât Artıklar, artan kısımlar.
Kütüb-i sitte Meşhûr altı hadis-i şerif kitabı. ''Sahih-i Buhâri'' ''Sahih-i Müslim'' ''İmâm-ı Mâlik''in ''Muvatta''sı (veya İbn-i Mâce'nin ''Sünen''i) İmâm-ı Tirmizi'nin ''Câmi'us-Sahih''i, Ebû Dâvûd ve İmâm-ı Nesâi'nin ''Sünen''leri.
 
Lağv Faydasız, beyhûde, boş. Kaldırma, hükümsüz kılma.
Lahd Kabrin içinde, kıble tarafına cesedi koymak için, cesed sığacak kadar kazılan yer.
Lâhikâ Ek.
Lâin Kovulmuş, nefret kazanmış.
Lakab Bir kimseye kendi isminden başka takılan ad.
Ledünni Allahü teâlânın seçtiği ba'zı kullarına, ya'ni evliyâsına ihsân ettiği gizli ilimler. Bu ilmi bilen.
Levh-i mahfûz Allahü teâlânın ezelde takdir ettiği şeylerin yazıldığı yer.
Leyle-i berât Arabi aylardan Şa'bân ayının ondördünü onbeşine bağlayan gecedir. Allahü teâlâ bir sene içinde olacak şeyleri bu gece meleklere bildirir.
Leyle-i kadr Ramazân-ı şerif ayı içinde bulunan bir gecedir. En kıymetli gecedir.
Leyle-i mevlid Rabi'ul-evvel ayının onbirini onikisine bağlayan, peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) doğduğu gecedir.
Leyle-i mi'râc Receb ayının yirmiyedinci gecesidir. Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere ***ürüldüğü gecedir.
Leyle-i mübâreke Mübârek, kıymetli geceler.
Leyle-i regâib Receb ayının ilk Cum'a gecesidir. Kıymetli gecelerdendir.
Libâs Elbise, giysi.
Lif Tel.
Livâ Bayrak.
Livâ-ül hamd Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetinin, mahşer günü altında toplanacakları bayrak.
Livâ-üs-seâdet Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) sancağı.
Liyâkat Lâyık olma; değerlilik. İktidar. Hüner. Fazilet.
Lonca Eskiden, esnafın toplanıp işlerini konuştukları yer.
Lügat Kelime, söz. Her milletin konuştuğu dilin kelimeleri.
 
Maârif Ma'rifetler, ilimler, bilgi.
Maâzallah Allah korusun, Allah esirgesin.
Ma'bed İbâdet edilen yer.
Ma'beyn İki şeyin arası. Sarayda pâdişâhla diğer insanların irtibâtını sağlayan kimselerin bulunduğu oda.
Ma'bûd-i hakiki Allahü teâlâ. Hakiki ma'bud.
Madde Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan varlık.
Maddiyûn Maddeciler, maddenin sonradan yaratıldığına inanmayanlar.
Mafsal Vücûdumuzdaki oynak yerler.
Mağazi Gazâve savaş hikâyeleri, gazâve savaşlar.
Mağdûr Gadre, haksızlığa uğramış.
Mağrib Batı tarafında olan memleketler. Mısır'ın batısındaki Kuzey Afrika memleketleri, Fas.
Mağrûr Gururlu, Allahü teâlâdan başka birşeye güvenip aldanan kendini beğenmiş kimse.
Mâh Gökteki ay, senenin oniki ayından biri.
Mahkeme-i kübrâ En büyük mahkeme, kıyâmet günü.
Mahlas Kurtulacak yer.Şâirlerin şiirlerinde kullandıkları ad.
Mahşer Haşrolunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer.
Mahv Yok etme, ortadan kaldırma, beşeri eksikliklerden kurtulma hâli.
Makâle Tek bir bahis üzerine kaleme alınan şey.Söz. Fırka.
Makâmât-ı aşere Fenâ makâmının başlangıcında olan ve fenâ makâmınâ kavuşmak için lâzım olan on şey.Bu on şey; tövbe, zühd, tevekkül, kanâat, uzlet, zikr, teveccüh, sabr,murâkabe ve rızâdır.
Makâm-ı İbrâhim Kâ'be'de İbrâhim aleyhisselâmın Kâ'be'yi inşâ ederken veya insanları hacca da'vet ederken üstüne çıktığı taşın bulunduğu yer.
Makâm-ı Mahmûd Resûlullah efendimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) kıyâmet günü kavuşacağı en yüksek şefâat makâmı.
Mantık Söz, hakikat ararken yapılan zihni muâmelelerden hangilerinin doğru ve hangilerinin yanlış yola çıktığını gösteren ilim.
Manzûme Sıra, dizi, takım. Sistem. Vezinli, kâfiyeli söz.
Ma'rûf Bilinen, tanınmış, belli, dinimizin makbûl kıldığı, emrettiği şeyler.
Ma'rûzât Arzolunmuş, arzolunan şeyler, küçükten büyüğe bildirilenler.
Masdar Birşeyin çıktığı kaynak. Fiilin şahsa ve zamâna bağlı olmayan şekli.
Mâsivâ Allahü teâlâdan başka her şey demektir.
Ma'siyet Günah olan. Allahü teâlânın beğenmediği şeyler.
Maslahat Barış. Güvenlik ve kurtuluş yolu, iyilik yolu. İş. Husus. Madde. Durum.
Me'âni Ma'nâ, lügat ve cümle yapısı mes'eleleriyle, sözün maksada uygunluğundan bahseden ilim.
Mebde-i teayyûn Her mahlûkun yaratılmasına ve vücûdda kalmasına vâsıta olan ism-i ilâhi.
Mebi Satılan mal.
Mecâz Gerçek anlamı ile kullanılmayıp, bir benzerlik ve ilgiye dayanarak başka bir anlamda kullanılan söz.
Mecelle Fıkıh kitaplarının muâmelât kısmında toplanıp derlenmiş kısa ve özlü kâideler ve bunları içine alan eser.
Mecmuâ Toplanıp bir araya getirilmiş, derlenip düzenlenmiş şeylerin bütünü. Dergi.
Mecnûn Aklı örtülmüş, deli olmuş.
Mecrûh Yaralanmış, yaralı, gerek savaşta ve kavgada gerekse kazâ sonucu bedeninin bir tarafı yaralanmış olan. İncinmiş.
Mecûsi Ateşe tapan.
Medeniyet Memleketleri imâr etmek. İnsanların bedenen ve rûhen rahat olmaları.
Medh Övme, birinin iyiliğini söyleme.
Medyun Borcu olan, borçlu.
Mef'ûl Yapılmış, işlenmiş.
Mehr Evlenecek erkeğin, evleneceği kadına (kıza) vereceği altın, gümüş, veya herhangi bir mal veya menfaat.
Mekr Hile, düzen, hile ile aldatma.
Mekrûh Delilinden zan ile anlaşılan yasaklar.
Meks Durma, eğlenme. Haksız yere vergi alma.
Melâike Melekler.
Meleke Tecrübe, çok uğraşmakla kazanılan yakınlık. Ustalık.
Melek-ül mevt Ölüm meleği, Azrâil (Aleyhisselâm).
Memâlik Memleketler, ülkeler.
Memlûk Birinin malı olan; köle.
Me'mûr Emir almış olan kimse. Bir işle vazifeli kişi.
Menâhi İşlenmesi dinen yasak edilmiş şeyler.
Menbâ Bir şeyin çıktığı yer, kaynak.
Menfaat Kâr, fayda.
Menkıbe Bir büyük kimsenin üstünlüklerini anlatan kıssa.
Menn İyilik etme, iyilikte bulunma. Batman. Tih (Sinâ) çölünde İsrâiloğullarına Allahü teâlâ tarafından indirilen helvâ.
Mensûh Geçersiz kılınmış, ortadan kaldırılmış, hükümsüz kılınmış.
Merâtib Mertebeler, rütbeler, dereceler.
Merdûd Red olunmuş, kovulmuş, geri çevrilmiş.
Merhale Menzil, konak, iki menzil konak arası. Bir günlük yol.
Merhamet Şefkat gösterme, acıma, birini esirgeme.
Mer'i Yürürlükte olan.
Mersiye Birisinin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü anlatan manzûme. Ağıt.
Meşrû Dinin izin verdiği doğru ve uygun olduğunu bildirdiği şeyler.
Meşveret İstişâre, danışma, görüşme ve düşüncesini alma.
Metâ Satılacak mal, kumaş, kıymetli eşyâ. Ticâret malı.
Metin Kitabın asıl yazısı, aöıklamalardan ve eklerden ayrı olarak yazarın kendi sözü olan kısmı. Dayanıklı, sağlam. Hadis-i şeriflerde peygamber efendimizin sözlerine verilen isim.
Mevâli Efendiler, sâhipler, azadlı, azâd edilmiş köleler.
Mevleviyyet Mevlelilik. Müderrislikten sonraki ilmiye sınıfı.
Mevlid Dünyâya gelme. Hazreti Muhammed'in (Sallallâhü aleyhü ve sellem) doğumunu anlatan manzum eser.
Mezheb Gidilen. yürünen yol. Bir müctehidin çıkardığı ahkâmın hepsine denir.
Mıshaf Sahifelerden meydana gelmiş kitap. Kur'ân-ı kerim.
Mihmandâr Misâfir kabûl eden veya bir misâfir yanında vazifelendirilmiş olan.
Mihnet Sıkıntı, eziyet.
Mihrâb Mescid, câmi v.b ibâdet yerlerinin kıble yönünde imâmın durduğu yerin önündeki duvarın içindeki oyuk.
Mikâd Hacıların ihrâma girdikleri yer.
Milliyet Din, mezheb (Yanlış olarak aynı ırka mensup insanlar için kullanılmaktadır.)
Minâre Câmilerde, müezzinlerin çıkıp ezân okuduğu yer.
Minber Câmilerde hatiplerin hutbe okumaları için yapılmış merdivenli yüksek yer.
Minnet İyilik, yardım, bağış. Bir iyiliğe karşı teşekkür etme, buna kendini borçlu sayma. Hamd.
Mi'râc Merdiven.Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere ***ürüldüğü gecedir.
Misak sözleşme, andlaşma.
Misvak Arabistanda yetişen erak ağacının dallarından bir karış uzunluğundan kesilen parça. Dişleri temizlemekte kullanılır.
Mizâh Şaka, eğlence, latife.
Mizân Tartı âleti, ölçü. Âhirette sevâb ve günahların tartılacağı terâzi.
Mizmar Çalgı âleti, ney, düdük, kaval.
Molla Büyük kadı. Vilâyet kadısı.
Muaccel Acele, vâdesiz, peşin olarak, hemen.
Muâhede İki devlet arasında yapılan antlaşma.
Muâheze Çekiştirme, çıkışma, kınama, dokunacak sçz söyleme.
Mubah Dinimizde yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.
Mu'cem Noktalı. Alfabe sırasına göre düzenlenmiş kitap.
Mûcib Gerektiren, gerekli kılan, yol açan, gerekçe.
Mu'cize Peygamberlerden ''aleyhimüssellâm) âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde meydana gelen şeylere denir.
Mudâhene Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde haram işleyene mâni olmamak.
Mudârâ Kendisine veya başkalarına zarar gelmek korkusundan dolayı, iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle fitneye mâni olmak için susmaktır.
Muhabbet Sevgi, sevme, dostluk, bağlılık.Arada hiçbir sıfat, hiçbir nisbet, hiçbir i'tibâr olmaksızın, yanlız Allahü teâlâyı sevmek.
Muhâcir Âilece yerleşmek üzere başka ülkeye, şehre göç etmek.
Muhaddis Hadis-i şerif âlimi.
Muhakkik Tahkik eden, hakikatı gerçeği arayıp ortaya çıkaran.
Muhal Mümkün olmayan, imkânsız.
Muhâlif Zıt, karşı, aksi olan.
Muhâsama Husûmet, iki taraf arasında düşmanlık.
Muhaşşi Hâşiye yazan. Bir kitabın kenarlarına ve altlarına açıklamar yazan.
Muhlas Niyetini ve ihlâsını düzeltmek için uğraşmaya lüzum olmayan kimse.
Muhlis Niyyetini ve ihlâsını düzeltmeye uğraşan kimse.
Muhsin İhsân eden, iyilikte, bağışta bulunan.
Muhtasar Kısaltılmış, ayrıntılı olmayan.
Muhtekir İnsanların tahıl vebenzeri zarûri ihtiyaç maddelerini ucuz toplayıp, bekletip pahalandığı zaman satan. Karaborsacı.
Muhtesip Eskiden şehre getirilerek satılan maddelerin vergi ve tartı işlerine bakan me'mur. Belediye me'muru.
Muhyi Dirilten, canlandıran, hayat veren.
Muid Talebeye dersi tekrarlayan müderris yardımcısı. Asistan.
Mukaddes Ayıp ve noksanlardan kurtulmuş, temiz.
Mukaddime Başlangıç, önsöz. Önde giden.
Mukallid Taklit eden, bir şeyin aynısını yapmağa çalışan.
Murâkabe Bakış, gözetme, çok ve dikkatli bakma. Kontrol etme. Başını önene eğerek ma'nevi âlemi düşünme.
Musibet Bela. Büyük felâket. Felâket.
Müceddid Yenileyen, yeni hâle koyan. Unutulmuş sünnetleri kitaplardan çıkararak yeniden ortaya koyan âlim.
Mücessime Allahü teâlâ cisim diyen sapık fırka.
Mücmel Kısa ve az sözle ifâde olunmuş, kısaltılmış.
Müctehid İçtihâd makâmına yülselmiş âlim.
Müdârebe ortaklığı Ortaklardan bir kısmının sermâye, bir kısmının iş görmesi şartı ile kurulan ortaklık.
Müdekkik Tetkik eden, inceleyen. Her şeye körü körüne inanmayıp etraflıca inceleyen.
Müdellel Delil ile isbatlanmış.
Müderris Ders veren kimse. Profesör. İlim yolunda belli bir rütbeye sâhip kimse.
Müfessir Kapalı, kısa söylenmiş şeyleri geniş anlatan. Tefsir âlimi.
Müflis İflâs etmiş.
Müfsid Bozan, fenâlaştıran, ara açan,ara bozan.
Müfteri İftirâ eden, uyduran.
Müfti Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren âlim.
Mükâfât Bir hizmet ve iyiliğe karşı yapılan iyilik, iyilikle karşılama.
Mükâşefe Meydana çıkarma. Tasavvuf derecelerinde yükselerek hakikat sırlarını görme.
Mükellef Bir şeyi yapmaya, bir şeyi ödemeye mecbûr olan.
Mükerrem Muhterem, aziz, saygı değer.
Mülâki Buluşan, kavuşan, görüşen.
Mülhid Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere yanlış ma'nâ vererek dinden çıkan, ya'ni imânı bozuk olan.
Mülk-i habis Çeşitli kimselerden alınan habis mallar veya kendi helâl malı ile bu malların karışımı olan mal.
Mültezim Devlete âit bir geliri, ***ürü olarak üstüne alıp toplayan.
Münker Yapılması uygun olmayan. Kabirdeki suâl meleğinin birinin adı.
Müntesib Bağlanmış, ilgi ve bağlantısı olan, ilgili.
Mürâi Gösteriş için iyi güzel iş yapan. İki yüzlü, riyâkar.
Mürid Talebe. Eskiden, bie şeyhin, tasavvuf âliminin, talebesi olup, dinini ve tasavvufi hakikatları öğrenen kimse.
Mürşid Doğru yolu bulmuş, başkalarına da gösteren, irşâd eden yüksek âlim.
Müsned Senendi, Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) eshâbına kadar dayandırılan hadis-i şerif ve sünnetler.
Müsta'mel Kullanılmış, eski. Yeni olmayan.
Müstear Geçici olarak kullanılmak üzere alınmış. Kendi malı olmıyan, iğreti takma.
müstecâb Kabûl cevâbını alan. İsteğine uyulan, isteği kabûl edilen.
Müstehab Yapılması sevâb olup, yapılmassa günah olmayan şeyler.
Müt'a nikâhı Bir kadını geçici bir süre için nikâh etmek. Dinimiz bu nikâhı yasak etmiştir.Eshâb-ı kirâm düşmanları bu nikâhı yapmaktadırlar.
Mütâlaa Bir işi iyice etraflıca düşünme.
Müteallim İlim öğrenen, okuyan, ders alan.
Mütebahhir İlim ve üstünlükte deryâ gibi geniş ve derin olan, ilmin derinliklerine varan.
Müteveccih Yüz tutan, bir yere doğru gitmeğe karar veren, yola çıkan.
Mütevekkil Tevekkül sâhibi.
Mütevelli Bir vakfın yönetimi kendisine verilmiş olan. Tasarrufu vakıflarca izne bağlı kimse.
Müttefakun aleyh Bir mesêle üzerinde İslâm âlimlerinin söz birliği. İcmâ.
 
Nâdan Câhil, bilmeyen, kaba, terbiyesi kıt.
Nâdir Seyrek. Az. Ender bulunur. Az bulunan şey.
Nâfi Menfaatli, faydalı, kârlı.
Nâfile Farzların dışında kılınan namazlar.
Nahv Arabcada kelimelerin birbirleri ile irtibâtını inceleyen gramer ilminin ismi.
Nâib Vekil, birinin yerine geçen. Kadı vekîlı.İslamiyet hükümlerine göre karar veren. Hâkim.
Nakd Akçe, ma'den para. Peşin para.Külçe veyâ meskûk, ya'nî basılmış para hâlindeki altın ve gümüşler.
Nakîb-ül-eşrâf Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) soyundan olanların işlerini görmek için seyyidlerin içinden hükümetçe ta'yin olunan me'mur.
Nakkâş Yağlı boya ile duvar süsleri yapan usta, süsleme san'atkârı.
Nakl Birşeyi başka bir yere ***ürmek. taşımak. aktarmak.
Nakli ilimler Yüksek din ilimleri.
Nakş Duvarlara. tavanlara yapılan yağlı veya suluboya resim süsleme san'atı. İpekli sırma ile işlemek.
Nass Sarihlik, açıklık, kat'ilik. Ma'nâları açık ve meydanda olan âyet-i kerime ve hadis-i şerifler.
Nâmûs-u ekber Cebrâil (aleyhisselâm).
Narh Çarşıda, pazarda satılan şeyler için resmi makamlarca ta'yin edilen fiat.
Nasârâ Hıristiyanlar. Hazret-i İsâ'nın getirdiği dini kabûl edenler.
Nasb Dikme. Ta'yin etme.
Nâsır Yardımcı, yardım eden.
Nasîb Pay, hisse.Birinin elde ettiği şey.Allahü teâlânın kısmet ettiği şey.
Nâsih Nesh ve iptal eden, geçersiz kılan.
Nasihat Öğüt. Doğru güzel olan şeylerin yapılmasını; çirkin, kötü, günah olanların yapılmamasını söylemek.
Nâşir Neşreden, saçan, dağıtan, yayan, açan, kitap yayınlayan.
Na't Bir şeyi methederek anlatma. Vasıflandırma. Hazreti Muhammed'i (Sallallâhü aleyhi ve sellem) öven şiirler.
Nazar Bakma, göz atma, göz değme. İltifat, bakıp süzme.
Nazargâh Bakılan. Bakılacak yer.
Nazari Bakışla ilgili, kesinlik kazanmamış, sâdece görüş hâlinde olan, teorik.
Nâzır Bakan, nezâret eden, gözeten, vezir. Nazar eden, gören.
Nâzik Terbiyeli, saygılı, nârin, güzel, zarif.
Nazm İncileri yan yana dizmek. Kelimeleri, vezinli, kâfiyeli yan yana dizme. Sıra, tertip.
Nebi Peygamber. Kendisine yeni bir din gelmeyip, kendisinden evvel gelen dinin hükümlerini ortaya çıkarıp yayan peygamber.
Necâset Necis, pis olan, murdarlık.
Necât Kurtulma, kurtuluş, halâs olma, selâmete erme.
Necib Soyu sopu temiz, nesli, aslı pâk olan kimse.
Nedâmet Pişmanlık.
Nedim Meclis arkadaşı, sohbet arkadaşı.Büyükleri, fıkra ve hikâyelerle eğlendiren, tatlı konuşan.
Nefh-i sûr İsrâfil'in (Aleyhüsselâm) kıyâmet kopacağı zaman sûra üfürmesi.
Nefs-i emmâre Nefsin, insanı günahlara sürükleyici hâli. Haramları, mekruhları istemekten kurtulmamış hâli.
Nehy-i anil münker Allahü teâlânın yasak ettiği şeyleri bildirme.
Nekir Kabirde suâl soran meleklerden biri.
Nemime Koğuculuk, çekiştiricilik, dedikoduculuk.
Nemmâm Koğucu, söz taşıyıcı, ara bozan.
Neseb Nesil, soy.
Nesh Fesih, lağvetme. Hükümsüz kılma. Birşeyi kopya etme.
Nesih İslâm harflerinde bir yazı çeşidi.
Neşr Dağılma, yayılma, herkese duyurma.Âhirette hesaptan sonra Cennete, Cehenneme dağılma.
Nezr Adak, adama.
Nifâk Münafıklık, iki yüzlülük, ara bozukluğu.
Nifas Lohusalık hâli. Kadınların doğumdan sonraki özür hâlleri.
Nikâr Farzları ve haramalrı insanlara bildirme. Sofiyye arasındaki emr-i ma'ruf ve nehy-i anil-münker.
Ni'met İyilik,lütuf, ihsân, bahşiş, azık.Yiyeceğe içeceğe dâir şeyler, seâdet, mutluluk.
Nisâb Asıl, esas. Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. Bir meclisin görüşmeye başlayabilmesi için lâzım olan üye sayısı.
Nisfüz-nehar Güneşin tepedeki hâli.
Niyâbet Vekâlet, nâiblik, vekillik, kadı vekilliği.
Niyâz Allahü teâlâya yalvarma, yakarma. Duâ, hâcet, ihtiyâç.
Niyet Kast etme, kalbin bir şeye yönelmesi. İbâdetlerde, yapılacak ibâdetin çeşidine göre şartlarını kalbden geçirmek.
Nizâ' Çekişme, kavga, ağız münâkaşası.
Nizâm Dizi, sıra, düzen, usül, tertip yol. Zamânın ve işin çeşidine göre konulan esaslar.
Nizamnâme Konulan nizam ve usûlü içine alan ve ne yolda hareket edileceğini bildiren resmi hükümler.
Nûr Aydınlık, parıltı, parlaklık, her çeşit karanlığın,zulmetin zıddı.
Nübüvvet Nebilik, peygamberlik.
Nükte İnce ma'nâlı söz.
Nüsha Yazılı, yazılmış şey.Yazılı bir şeyden çıkarılan sûret.
Nüzül Aşağı inme. Konağa inme, konaklama. Felç olma.
 
Oba Ev biçimi, birkaç direkli uzun bölme hâlinde keçeden yapılmış göçebe çadırı. Çadırlardan meydana gelen küçük topluluk. Göçebe âilesi.
Okka Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. 1750 gramdır.
Ordugâh Ordunun konakladığı yer.
Ortaklık İki ve daha ziyâde kimsenin aralarında anlaşarak kurdukları şirket.
Oruç İslâmın şartlarından biri olup, niyet ederek, tan yerinin ağarmasından güneş batıncaya kadar yemeği, içmeği ve cimâyı terk ederek yapılan ibâdet.
Oruç kazâsı Tutulamayan veya bir özür ile bozulan farz ve vâcib oruçlar ile, niyet ettikten sonra bozulan nâfile oruçların sonradan gününe gün tekrar tutulması.
Oruç keffâreti Mükellef olan kimsenin, Ramazân-ı şerif orucunu özürsüz bozması hâlinde, altmış gün ardarda, birgün de bozduğu orucun yerine tutması lâzım gelen oruç.
Ölmek Dünyâ hayâtının bitip âhiret hayâtının başlaması. Rûhun bedenden ayrılması.
Ömre Hac zamânı olan beş günün dışındaki günlerde, ihram ile tavâf ve sa'y yapmak, saç kazımak veya kesmek.
Örf Âdet, gelenek, hüküm. Sarık saranların giydikleri bir çeşit kavuk.
Örfi Âdetle ilgili.
Öşür Topraktan alınan mahsûlün zekâtı.
Özür Bir kusur veya suçun hoş görülmesini gerektiren sebep.
 
Pâdişâh Hükümdârlar hükümdârı. büyük hükümdâr.
Papa Katolik hıristiyanların en büyük dini lideri, reisi.
Pâre Parça, adet, tâne.
Paşa Osmanlı Türklerinde, vezirlere veya askeri ve mülki yüksek rütbelerine verilen ünvan. Şimdiki generaller.
Pâye Rütbe, makam, mertebe, me'muriyet derecesi.
Pâyidâr İyice yerleşmiş, sürekli, kalıcı.
Pazarlık Alış-verişte fiyat tesbit etmek için alıcı ile satıcı arasındaki çekişme.
Peri Bkz. cin.
Perişân Dağınık, dağılmış, toplu olmayan.
Pertev Parlaklık, nûr, ziyâ, şu'â.
Perver Besleyici, besleyen, yedirip içiren, geçindiren. Terbiye eden. Yetiştiren, ilerleten, feyizlendiren.
Pes Geri,arka. Sessiz, yavaş sesle olan. Karşındakinin üstünlüğünü kabul etmek. Yenilgiyi kabul etmek.
Peydâ Açık, belli. Mevcut ve meydanda olan.
Peyderpey Birbiri arkasından, birbirini ta'kib ederek, azar azar.
Peyker Yüz, çehre, beniz, surat.
Peymân Sözleşme, yemin.
Pir Koca, yaşlı kimse, ihtiyâr. Bir tarikatın kurucusu. Bir mesleğin kurucusu.Tasavvuf büyüğü.
Puhte Pişmiş, pişgin, tecrübe görmüş, olgunlaşmış.
Put Allahü teâlâya inanmayanların taptıkları resim ve heykel. Hıristiyanların taptığı haç.
Putperest Puta tapan.
 
Rab Efendi, sâhip, mâlik. Kâinâtın sâhibi, mâliki olan Allahü teâlâ.
Râbıta Münâsebet, alâka. İki şeyi birbirine bağlama, dostluk bağlarını pekiştirme. Kalbini hocasının kalbine yöneltme.
Râcih Diğerinden daha üstün. Daha ileri, daha ehemmiyetli. Tercih olunan.
Rahim Esirgeyen, acıyan, merhametli.
Rahle Üzerinde kitap okumak, yazı yazmak için kitap, kâğıt, hokka konulan dar ve alçak masa.
Rahmet Esirgeme, acıma, merhamet.
Rakik İnce, nârin, yufka yürekli. Merhametli çabuk üzülen. Azatsız köle, câriye.
Rasadhâne Gök cisimlerini husûsı âlet veya sâbit dürbün ile gözetleme ve incelemeğe yarayan binâ.
Râsih Sağlam, sâbit. Dini bilgilerde derin ve hakikatları bilen.
Raûf Çok merhametli, çok acıyan.
Râvi Rivâyet eden. İşittiği haberleri, sözleri başkalarına ulaştıran. Hadis-i şerifleri rivâyet eden.
Reâye Bir hükümdarın yönetimine bağlı olup vergi veren halk. Korunmaları devlete âit olan insanlar.
Recâ Emel, umut, ummak.
Red Geri çevirme. İtip öteye atma. Kabûl etmeme, râzı olmama , tanımama. İnkâr etme.
Reddiye Bir fikri, bir düşünceyi, bir doktrini çürütmek maksadıyla yazılan yazı.
Ref Kaldırma, yükseltme, yukarıya çıkarma.
Re'fet Acıma, esirgeme, lütuf ve merhamet.
Refref Peygamberimizin(Sallallâhü aleyhi ve sellem), mi'râc gecesi Sidret-ül-müntehâdan i'tibâren üzerine oturarak yükseldiği Cennet yaygısı.
Rehber Yol gösteren, kılavuz. Bir kimsenin veya topluluğun doğruyu bulmasını sağlayan kimse.
Rehin Bir alacak karşılığında, alacağın tamâmının alınmasını mümkün kılacak bir malın alıkonulması.
Reis-ül- küttâb Onyedinci yüzyıla kadar Osmanlı Devleti'nde dış işleri bakanı.
Reis-ül-ülemâ Âlimlerin başı, en üstünü.
Rekâik İnce, nâzik olan şeyler.
Reşha Testi gibi bir kaptan çıkan sızıntı, terleme.
Revâc Sürüm, geçerli olma. Değerli olma.
Reyhân Fesleğen denilen güzel kokulu bitki.
Rıda Süt emme.
Rıdvân Cennetin muhâfızı ve kapıcısı olan meleğin ismi. Hoşnutluk.
Rıfk Yavaşlık, tatlılık, yumuşak huyluluk.
Rıtl Yaklaşık olarak okkanın üçtebirine denk sıvı ölçüsü.437,5 gram.
Rızâ Hoşnutluk, memnunluk, râzı olma, karşı koymama, boyun eğme, uzlaşma. Kendi isteği ile davranma. İsteyerek yapma.
Rızk Allahü teâlâ tarafından ayrılmış, takdir edilmiş olan ni'met. Yiyecek ve içecek ile ilgili olan maddeler.
Riâyet Gözetme, sayma, değer verme, ağırlama.
Ribâ Fâiz.
Ricâl İleri gelenler. Devlet ileri gelenleri.Büluğa ermiş erkek çocuk.
Ricâl-i Hadis Hadis-i şerifi rivâyet eden âlimler.
Ricât Geri dönme, geldiği yere doğru hareket. Daha çok askeri birlikler için kullanılır.
Rif'at Üstünlük.
Rihlet Göç, yer değiştirmek. Ölüm.
Rikkat İncelik, yufkalık, merhamet etmek.
Risâle Mektub. Mektub şeklinde yazılan küçük kitap.
Rivâyet Bir haber ve sözü aktarma.
Riyâ İki yüzlülük, yalandan gösteriş, mürâilik.
Riyâkâr İki yüzlü. Gösteriş için yalandan takva veya samimiyet gösteren.
Riyâset Baş olma, başkanlık.Bir topluluğun veya meclisin başkanlığı.
Riyâzet Nefsi kırma, rahat ve hoşa gidecek şeylerde uzak durup, perhiz veya az şeyle yetinerek yaşayış.
Riyaziye Matematik.
Rub-i dâire Dâirenin dörtte biri.Rub-i dâire, astronomide namaz ve imsak vaktini bulmada kullanılır.
Ruhbân Râhibin çoğulu.Hıristiyan din adamı. Dünyâ işlerinden uzaklaşıp yanlız yaşama.
Ruhsat İzin, müsâade. Genişlik, kolaylık.
Rumeli Osmanlı topraklarının Avrupa'daki kısmı.
Rûz-i cezâ Cezâ günü. Hesâb günü.
Rûznâmeci başı Takvim yazan, takvim hazırlayanların başı.
Rücû Geri dönme, mevzûya dönme, cayma, sözünden dönme.
Rükû Namazda elleri dizlere koyup, eğilme hareketi.
Rükün Namazın içindeki farzlar. Bir şeyin en sağlam ve kuvvetli tarafı. Mübârek Kâ'be'nin temeli.
Rüşd Doğru yolda gitme, doğru yolu bulma. Doğru düşünebilecek akli seviyeye gelme. Temyiz sâhibi olma. Bâliğ olma. Bülûğ çağına gelme. Gusl abdesti alacak yaşa gelme.
Rü'yet Görme, görüş. Yeni ayı görme. Bakma, idâre etme, yönetme, çevirme.
 
Sâ Hanefi mezhebinde, binkırk dirhem darı veya mercimek alacak bir kab. (3500 gram civârında)
Saâdet Mutluluk, bahtiyarlık. Dünyâda ve âhirette mutluluk.
S'abık Geçen, geçmiş, evvelki, önceki.
Sabr Başa gelen acılı ve üzücü hâdiseye veya haksızlığa karşı ses çıkarmama, katlanma, dayanma.
Sadaka Allah rızâsı için fakirlere verilen şey.
Sadaka-ı fıtr Ramazan bayramının birinci günü, nisâb miktarı malı olan müslümanların fakir müslümana verdiği sadaka.
Sadâret Başta bulunma.öne geçme,başkanlık, sadrâzamlık.
Sadât Seyyidler.
Sâdık Doğru. Yalan ve uydurma olmayan. Sözünde duran
Sadrâzam Pâdişâh vekili, başvezir. Başkan.
Sadûk Hadis-i şerif râvisi için; güvenilir, doğru.
Safâ Duruluk, berraklık, saflık.
Sagir Küçük, ufak.
Sahâbe İmân etmiş olarak peygamberimizi (Sallallâhü aleyhi ve sellem) görenler.
Sahn medreseleri Sekiz medrese.Fâtih Sultan Mehmed'in Fâti'de yaptırdığı medreseler.
Sahur Ramazân-ı şerifte oruç tutmak için, şafaktan önce yenen yemek.
Sahv Ayıklık. Sekr hâlinden kurtulma.
Sa'id Bahtiyâr, mübârek, mes'ûd. Cennetlik olan.
Salâbet Katılık, peklik, dayanıklılık, kuvvet. Dini kuvvet.
Salâh İyilik. Bir şeyin; iyi, istenilen öğülmeye değer şekilde bulunması.Kendini ibâdete verme.
Sâinâme Bir senelik takvimi, hâdiseleri ve çeşitli durumları gösteren, her sene çıkarılan süreli kitap,yıllık.
Samed Kimseye hiç bir şeye muhtaç olmayan. Ezelden ebede kadar her şeye sâhip olan Allahü teâlâ.
Sancâk-ı şerif Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) sancağı.
Sanem Kâfirlerin taptığı put.
Sâni Yapan, yaratan. Gökleri ve yeri yaratan.
Sarâhaten Açıktan. Açık bir şekilde.
Sarf Harcama yapma, masraf etme. Parayı bir mala harcama.
Sarf veNahiv Arabcada dili meydana getiren kelimelerin çekimlerinden bahseden ilme ''sarf'' cümle içinde kullanılmasından bahseden ilme de ''nahiv'' denir.
Sarrâf Para hâlinde veya her şekil eşya hâlindeki altını altına veya gümüşü gümüşe veya birbirine satmak.
Satvet Biri üzerine kuvvetle sıçrama, üstünlük.
Sa'y Safâ ile Merve tepeleri arasında gidip gelme. Çalışma, çabalama, gayret etme.
Sayd Avlamak, balık avlama.
Sayha Bağırma, nâra.
Secâvend Kur'ân-ı kerimin vakf ve vasl gibi okuma kâidelerini ba'zı husûsi alâmet ve işâretle yazma.
Secde Namazda alnı yere koyma.
Secde-i sehv Namazın vaciblerinden birini unutarak yapmayan veya namazın farzlarından birini geciktirenin, namazın sonrasında iki sevh secdesi yapması.
Secde-i tilâvet Kur'ân-ı kerimdeki ondört yerdeki secde âyetinden birini okuyan veya duyanın bir secde yapması.
Seci Nesrin kâfiyeli olması.
Sedd-i İskender Zülkarneyn'in (aleyhisselâm) ''Yecûc Me'cûc''ü hapsetmek için yaptığı sed.
Sefâhat Malını lüzumsuz boş yerlere harcama. Süse, harama, eğlenceye düşkünlük.
Sefer Yolculuk, sayahat. Muhârebeye gidiş.
Seferi Yüzdört kilometreden uzak yola gitmek.(Hanefide)
Sefih Malını haram olan yerlere harcayan.
Sehâvet Cömertlik, el açıklığı.
Seher Sabah vaktinin girmeğe başladığı zaman.
Sehven Yanlışlıkla, yanılarak, unutarak.
Sekine Karar, sükûnet, zihnin ve düşüncelerin toplu olması.
Sekr Kendinden geçmiş hâlde olma.
Selem Belli miktarda peşin bedel ile, belli zaman sonra belli yerde, belli bir malı satın almaktır.
Semi İşitme, işitici olma. Allahü teâlânın sübûti sıfatlarındandır.
Senâ Övme, medhetme. Saygıyla övme.
Seneviyye Senelik gelirler.
Serâb Çölde, ışığın yansımasından, su gibi görünen hayâl.
Serdâr Askerin başı, Kumandanı.
Serir Taht.
Seriyye Düşman üzerine gönderilen beşyüz kişiyi aşmıyan süvâri bölüğü.
Setr Örtmek.
Setretmek Gizlemek, örtmek.
Settâr Fazlaca örten, çok kapatan. Kulların günahını örten Allahü teÂlânın sıfatlarından.
Sevâd Siyahlık, karartı. Yazı karalama, müsvedde. Şehrin dışındaki yerler.
Seyr Yürüme, yürüyüş, gitme, hareket.
Seyyâh Uyak yerlere gidip gelen, gezen.
Seyyid Efendi ağa, bey, ileri gelen.Hazreti Hüseyn'in torunları.
Seyyie Günah, suç, kabahat.
Sezâ Lâyık, yaraşır, uygun, münâsip.
Sıdk Doğruluk, gerçeklik, hakikat.
Sıddik Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemiyen, tasdik eden. Hazreti Ebû Bekr'in lakabı.
Sıfat-ı zâtiyye Allahü teâlânın zâtına mahsus sıfatlar.
Sıla-ı rahm Hısım, akrabâ ile ilişiği kesmeyip, ilişkinin devâm etmesi. Dinimizin emr ettiği hususlardan biridir.
Sır Tek kişinin bildiği, gizli tuttuğu şeyler.
Sırât Yol. Âhirette hesaptan sonra Cehennemin üzerine kurulacak köprü.
Sırat-ı müstekim Doğru yol. Allahü teâlânın beğendiği, râzı olduğu yol.
Siccin Zindan, hapishâne.
Sifâh Câhiliyye devrinde arada nikâh bağı olmadan kadın erkeğin bir arada yaşaması.
Sihir Büyü. Dinimizde büyük günahtır.
Sika Güvenilir. Emniyetli, i'timad edilir.
Sikke Basılmış para.
Silsile Zincir, birbirini ta'kib etme.
Silsilenâme Meşhûr kimselerin soy kütüğünü sıra hâlinde yazan kitap.
Sipâhi Osmanlılar zamânında atlı asker.
Sirâc Çerağı, ışık, kandil, meşâle.
Sirâyet Geçme, bulaşma, yayılma.
Siret Bir kimsenin ma'nevi hâlleri, ahlâk ve tavırları, huyu. Resûlullah efendimizin hayâtını anlatan kitaplar.
Sirkat Çalma, aşırma, hırsızlık.
Siyâkât Husûsi bir hat çeşidi.
Siyer Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) hâl tercümesini anlatan kitaplar ve ilimler.
Sofi Tasavvufla uğraşan.
Sofiyye-i aliyye Yüksek İslâm âlimleri. Tasavvuf büyükleri.
Sohbet Görüşüp konuşma, âhirete âid mes'eleleri konuşma.
Sûfi Bkz. Sofi.
Sûhte Yanmış, tutuşmuş, yanık.
Suhuf Sahifeler.Semâvi dört büyük kitaptan başka gelen yüz kitap.
Sû-i zan Kötü zan.
Sûr Kıyâmet kopacağı zaman, İsrâfil'in (aleyhisselâm) üfleyeceği boru.
Sücûd Secde, namazda alnı, burnu yere koyma.
Süfli Aşağıda bulunan. Aşağıki, Alçak, bayağı, kıymetsiz, i'tibârsiz.
Sükûn Durma, hareket etmeme, kımıldanmama. Bir harfin harekesinin olmaması, sâkin hâli.
Sülehâ Sâlihler.
Sülûk etmek Bir yola girmek, nefsi yenmekle meşgûl olma. Tasavvuf yolunda ilerlemek.
Sülüs Üçte bir. Bir hat çeşidi.
Sünni Ehl-i sünnet İ'tikadında olan müslümanlar.
Sürûr Neş'e, sevinç. Sevinçli yer.
Sütûhi Kederli, sıkıntılı, yorgun beceriksiz.
Şâduman Sevinçli, memnun.
Şafak Güneşin doğmasından önceki alaca karanlık. Güneşin batmasından sonraki alaca karanlık.
Şâhid Gördüğü hâdiseyi mahkeme huzûrundayemin ve yazmakla da'vânın isbâtına yardım eden kimse.
Şaki Haydut, yol kesici. Cehennemlik olan.
Şakirt İlim öğrenen talebe.
Şârih Bir kitabı açıklayan.
Şark Yön. Güneşin doğduğu taraf.
Şa'şaa Parlaklık, parlama. Gösteriş zâhiri süs.
Şath Tasavvufta sekr hâlinde söylenen sözler.
Şâyi Duyulmuş, herkesce bilinen.
Şeb-i arus Düğün gecesi. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi'nin vefât ettiği gece.
Şecâat Yiğitlik, bahadırlık, cesâret, kahramanlık.
Şefâat Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) diğer peygamberlerin ve Allahü teâlânın izin verdiği kimselerin kıyâ günü, günahı olan müslümanları Cehennemden kurtarması.
Şefkât Acıyarak, esirgeyerek sevme.
Şehâdet Gördüğü,bildiği bir hâdiseyi meydana çıkarmak için mahkeme huzûrunda söyleme. Şehit olarak ölmek. Şehitlik.
Şehid Vatan, din ve milletine hizmette ölenler.
Şehremini Osmanlı Devleti'nde, devlete âit binâların bakım ve tâmirâtına bakan kimse.
Şek Şüphe.
Şekâvet Bedbahtlık. Yaramazlık. Haydutluk eşkıyâlık.
Şemâtât Birinin başına gelen belâ ve kedere sevinme.
Şems Güneş.
Şerh Bir kitaba yapılan açıklama.
Şeri-at İslâmiyet.
Şerif Hazreti Hasen'in torunları. Şeref sâhibi.
Şerik Eş, ortak.
Şevk Şiddetli arzu, istek, heves.
Şeyh Yaşlı kimse. Doğru yolu göstermeğe yardımcı olan. Âlimlerin başı.
Şeyhayn Hazreti Ebû Bekr ve Hazreti Ömer (Radıylalâhü anhümâ) için veya İmâm-ı a'zam ve İmâm-ı EbûYûsuf için kullanılan ta'birdir.
Şeyh-ül-hadis Hadis âlimi.
Şeyh-ül İslâm Osmanlı Devleti'nde, mahkeme, medrese ve ilim tahsil eden talabelerin din işlerine bakan en yüksek dini makamdaki kimse.
Şiar Alâmet, nişân, eser, belirti.
Şikâyet Kendi hâlinden veya başına gelen bir sıkıntıdan sızlanma, yakınma.
Şirk Eş koşma, Küfr. Allahü teâlâya eş koşmak.
Şûrâ Konuşma yeri, meclis, danışma kurulu.
Şükr Verilen ni'metleri yerli yerinde kullanma.
Şükûk Şekler, şüpheler, zanlar.
 
Taahhüt Üzerine alma, söz verme.
Taam Aş, yemek
Tâat İbâdet, Allahü teâlânın beğendiği şeyler.
Tabasbus Alçakça yalvarma, yaltaklanma.
Tabiatcılar Dünyâ büyle gelmiş böyle gider diye inananlar. Dehriler. hiç bir dine inanmayanlar.
Tabib-i Hâzık Müslüman, mütehassıs doktor.
Tâbiin Eshâb-ı kirâmdan birini gören müslüman.
Tabut Ölen insanın içine konduğu tahta sandık.
Ta'dil Bkz. Cerh ve ta'dil.
Ta'dil-i erkân Namazın rukû ve secdelerinde dik durmak.
Tafdil Birini diğerlerinden üstün ve değerli tutma.
Tâhir Temiz. Abdest ve guslü bozan şeylerden arınmış olan.
Tahkik Bir şeyin hakikatını arama, doğru olup, olmadığını araştırma.
Tahmid Şükür etme, hamd etme.
Tahrir Yazma. Ders verme.
Tahsisat Bir kurum veya kuruluşta çalışanlara ta'yin edilen yardım ve masraflar.
Tahvil Değiştirme, değiştirilme, döndürme, borç senedi.
Tâib Tövbe eden, tövbekâr.
Takdir Beğenme, değer biçme, değer verme. Ezelde Allahü teâlânın olmasını istediği şeyler. Kader.
Taklid Başkasının sözünü, delilini araştırmadan kabûl etmek Müctehid olmayanın dört mezhebden birini taklid etmesi lâzımdır.
Takrir Yerini bulma, ders anlatma, ta'rif etme.
Takriz Bir eseri, manzum veya nesir yazı ile övme.
Takvâ Haramları işlemekten sakınmak.
Talâk Boşama. Bağlı bir şeyi çözme.
Tâlib İsteyen, istekli. talebe.
Ta'likât Şerh, açıklama şeklinde yazılan yazılar.
Tama Aç gözlülük, dünyâ malı hırsı.
Tamahkâr Hırs ve tamah eden, açgözlü, doymaz. Mal ve parayı çok seven. Cimri.
Tasadduk Sadaka verme.
Tasallut Birini son derece rahatsız etme.
Tarikat Yol, meslek. İnsanları olgunlaştırmak, yükseltmek için tasavvuf âlimlerinin ta'kib ettiği yol.
Tâ'ûn Vebâ hastalığı.
Ta'viz Nazar, büyü gibi hastalıklara karşı, Resûlullahdan (Sallallâhü aleyhi ve sellem) gelen duâlar ile Rukye yapmağa denir.
Tavsif Niteliklerini anlatma, sayıp dökme, ta'rif etme.
Tayyib İyi, hoş, güzel, hoş söz.
Tayyibât İyi işler, güzel işler, hareketler.
Tayy-i mekân Bir anda çeşitli uzak yerlere gidebilme.
Tazarru Kendini alçaltarak, hor ve hakir görerek gönül alçaklığı ile Allahü teâlâya yalvarma.
Ta'zir İslâmiyette, edeblendirmek için verilen cezâ.
Ta'ziye Bir akrabâsı ölene teselli verme.
Teaccüb Şaşakalma, hayran olma, hayrette kalma.
Tebdil-i kıyâfet Kılık, kıyâfetini değiştirme başka kıyafete girme.
Tebe-i Tâbiin Tâbiinden birini gören müslüman.
Teberri Allahü teâlânın düşmanlarından uzak durmak, sevmemek.
Teberru Zorlamadan kendi isteği ile bağışta bulunma.
Teberrüken Bereketlenmek için.
Tebzir Dağıtma, serpme. Malı, İslâmiyetin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtma. İsrâf.
Tecdid-i imân Tecdidi imân duâsı okuma. İmânını gideren söz ve işe tövbe ederek, imânı yenileme
Tecrid Bir tarafda tutma, ayırma. Kalbden ve akıldan dünyâ düşüncelerini çıkararak gönlünü yanlız Allahü teâlâya verme.
Tecvid Kur'ân-ı kerimi harflerin çıkış yerlerine, uzatma ve kısaltmalarda dikkat ederek okuma.
Tedricen Derece, derece, azar ,azar, yavaş yavaş.
Tedris Ders verme, ders öğretme.
Tedvin Dağınık hâlde bulunan şiirleri toplayıp bir divan meydana getirme.
Tedvir Çevirme, döndürme, yuvarlak dâire hâline çevirme.
Teenni Yavaş gitme, yavaş hareket etme, gecikme.
Tefekkür Düşünme, zihin yorma. Âhiret hâllerini düşünme.
Tefsir Kelâm-ı ilâhiden, murâd-ı ilâhiyi anlama.
Tefviz Bir işi birine verme, birinin sorumluluğuna bırakma. Allahü teâlâya havâle etme.
Teganni Nağme ile okuma. Mûsiki perdelerine uyarak okuma. Teganni ile ezân ve Kur'ân-ı kerim okumak günahtır.
Teheccüd Gecenin üçte ikisi geçtikten sonra kılınan namaza denir.
Tehevvür Öfke ve hırsla saldırma. Sonunu düşünmeden bir işe saldırma.
Tehlil ''Lâ ilâhe illallah''ı söyleme.
Tekâüd Yaşlılık veya sakatlık sebebi ile maaşının bir kısmı ile hizmetten ayrılma. Emekliye ayrılma.
Tekebbür Kibirlenme.
Tekeffül Birine kefil olma, kefâlet verme, üstüne alma.
Tekfin Ölüyü kefene sarma, kefenleme.
Te'kid Sağlamlaştırma, kuvvetlendirme.
Tekvin Var etme, yaratma, hâsıl etme. Allahü teâlânın sübûti sıfatlarındandır.
Tekzib Yalanlama, yalan olduğunu söyleme.
Telfik Birleştirme, kolaylıkları toplayarak bir araya getirme. Dört mezhebi birleştirmek câiz değildir.
Telhis Özetleme. Teferruatlı olarak yazılmış bir şeyin mühim olan yerlerini alıp, özet hâlinde ifâde etme.
Telkin Ölen kimse gömüldükten sonra, kabir suâl ve cevaplarını mezârın başında sesli söyleme.
Telmih Söz arasında kastedilen bir şeyi ma'nâlı olarak söyleme, Açık söyleme. İmâlı konuşma.
Temenni Dileme, arzu, istek.
Temettû Kâr etme, kazanma. Bir malı kullanma.
Temkin İhtiyat, tedbir.
Tenâkuz Çelişki, zıddiyet.
Terâcim Tercümeler, hayat hikâyeleri.
Terâvih Ramazân-ı şerif ayında yatsının son sünneti ile vitr arasında kılınan yirmi rek'atlık namaz.
Terceme-i hâl Hâl tercümesi.
Tereke Ölen kimsenin bıraktığı mirâs malı.
Tertib sâhibi Kazâya kalan namaz sayısı beşe kadar olan kimse, böyle olan kimse namazlarını sıra ile kılar.
Terviye günü İbrâhim aleyhisselâmın İsmâil aleyhisselâmı kurban etmek vâ'dini yerine getirmek için rü'yâyı ilk gördüğü kurban bayramı gecesinden iki gün evvelki gece.
Teslim Kendini Allahü teâlânın irâdesine bırakma.
Tesvih Sebepsiz geciktirme, atlatma.
Teşrih Açma, yayılma, şerhetme.
Teşyi Uğurlama.
Tevâdu Dünyâ rütbelerinde kendinden aşağı olanlara büyüklük göstermemek. Alçak gönüllülük
Tevazu Bkz. Tevâdu.
Tevcih Çevirme, yöneltme, döndürme, söz atma.
Tevdi Bırakma, emânet etme. Vedâlaşma.
Tevekkül Kalbin, Allahü teâlâya inanması, i'timad etmesi, güvenmesi, onun ile rahat etmesidir.
Tevessül Peygamberimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) veya büyüklerden birini vesile ederek Allahü teâlâya yalvarma. Vesile ettiği kimsenin şefâatını istemek.
Tevfik Allahü teâlânın yardımına kavuşma..
Tevhid Allahü teâlânın birliğine inanma.
Tevsik Sağlamlaştırma, sağlamlaştırılma. Bir hâdisenin doğruluğunu belge ile isbât etme.
Teyemmüm Su bulunmayan yerlerde abdest yerine pak toprak ile elleri, kolları, yüzü niyet ederek mesh etmek.
Tezekkür Ölümü düşünme, hatıra getirme.
Tezellül kendini hor ve hakir gösterme, alçalma, küçülme.
Tezhib Altın ile süsleme.
Tezkiye Kalbin temizlenmesi.
Tılsım Sihir, büyü.
Tımar Osmanlı Devleti'nde sipâhilere verilen mülk.
Tilâvet Tecvid ile Kur'ân-ı kerimi okumak.
Tövbe-i nâsuh İşlediği bütün günahlara bir daha işlememek üzere tövbe etme, pişmân olma.
Töhmet Suçlama, birine isnâd olunan suç, işlendiği sanılan fakat gerçekte meydana çıkmamış olan suç.
Tûbâ ağacı Cennette bulunan, kökü yukarıda dalları aşağıya doğru olan ağaç.
Tûğrâ pâdişâhların mühürü.
Tuğyân Taşma, taşkınlık, azgınlık.Allahü teâlânın emirlerine aykırı hareket etme.
Tûl-i emel Uzun emel, hiç ölmeyecekmiş gibi uzun zaman sonra olacak şeyleri düşünme. Dünyâ malına düşkün olma.
Tumâninet Namazda, kırâatde, rükûda, secdelerde, kavmede, celsede ve diğer yerlerde a'zâların hareketsiz durması.
Türbe Büyüklerin ve âlim zâtların mezârları üzerine yapılan binâ.
 
Ubbâd Âbidler.
Ubûdiyyet Kulluk, kölelik, samimi bağlılık.
Ucb kibir.Kendini beğenmişlik. Yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek bunlarla övünmek.
Ufk-i Şer-i Güneşin ortasının dünyâya dik olduğu noktadan doğu ucunun ayrılması.
Uhrevi Âhiretle ilgili. Âhirete âit.
Ukbâ Âhiret.
Ukde Düğüm, hâlledilmesi zor mes'ele, iş.
Ukûbet Cezâ.Cezâlandırma, eziyet, işkence.
Ulemâ Âlimler.
Ulûfe Osmanlılar döneminde askere üç ayda bir dağıtılan maaş.
Ulvi Yüksek, yüce, ulu.
Umre Bkz..Ömre.
Urûz Altın ve gümüşten başka canlı ve cansız her çeşit mal ev para.
Usturlâb Eskiden gök cisimlerini incelemede kullanılan âlet.
Usûl-i hadis Hadis ilminin dayandığı prensipler, hadis metodolojisi.
Uşr Topraktan alınan mahsûlün zekâtı. Bkz. Öşr.
Uzlet Din ve dünyâ için zarûri vazifelerden başka insanlar arasına karışmamak.
Ücret Emeğe karşılık verilen para, mal.
Üç aylar Receb, Şa'ban ve Ramazân-ı şerif ayları. Receb Alahü teâlânın ayı, Şa'ban Peygamber efendimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) ayı, Ramazân-ı şerif de ümmet-i Muhammed'in ayıdır.
Üdebâ Edipler.
Ülfet Dostluk, yakınlık peydâh etme.
Ümerâ Emirler, beyler, kumandanlar.
Ümidvâr Uman, ümitli olan.
Ümmet Bir peygambere (aleyhisselâm) inananlar.Bir dille konuşan insanların hepsi.
Ümmi Okuması-yazması olmayan.
Ümm-ül-habâis Şarap, içki.
Ümm-ül-kitâb Ezeli olan Kelâm-ı ilâhinin ismidir.
Ümm-ül-kura Mekke-i mükerreme.
Ümm-ül Kur'ân Fâtiha-i şerife.
Ümmehât-ül-
mü'mi-nin Peygamber efendimizin (Sallallâhü aleyhi ve sellem) refikaları, hanımları. Bunlar; ''Hadicet-ül-kübrâ, Sevde bintü Zem'a, Aişe bintü Ebi Bekr, Hafsa bintü Ömer-ül-Fârûk, Zeyneb bintü Cahş, Zeyneb bintü Hüzeyme, Remle bintü Ebi Süfyân, Cüveyriyye bintü Hâris, Safiyye bintü Hayy, Ümmü Seleme, Meymûne bintü Hâris, Mâriyet-ül-Kıbtiyye'' dir. (Radıyallâhü anhünne)
Ünsiyet Alışkanlık, ülfet, dostluk.
Ünvân Kitap, mecmûa, makâle başlığı. Ad, isim, lakab.
Üslûb Tarz, yol, biçim, usül. İfâde yolu.
Üstâd Muallim, öğretmen. Usta, sanatkar. Bir ilim yada sanat alanında üstün yeri olan kimse.Ünüversite profesörü.
 
Vâcib Terki câiz olmayan,yapılması gerekli. Şüpheli delil ile Allahü teâlâ tarafından bildirilen farz derecesine yakın olan emirler.Meselâ, vitir namazı kılmak, Ramazân-ı şerif bayramında fıtra vermek.
Va'd ve vaid Söz verme, üstüne alma. Bir şey vereceğini peşin olarak söyleme. Allahü teâlânın Cennet ile va'di, Cehennem ile vaidi.
Vahdâniyet Allahü teâlânın zâtında ve sıfatında şeriki ve naziri olmamak.
Vahdet Birlik, bir ve tek olma.
Vakur Ağır, temkinli, vakarlı.
Varak Yaprak. Yazma eserlerde sahifenin ön ve arkası.
Vârid Gelen, ulaşan, kavuşan. Bir mes'ele.
Vâris Ölen kimsenin malından hisse almağa hakkı olanlar.
Vasf etmek Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl ve sıfatları söylemek.
Vâsıta İki şey arasında aracı ve bağ olan kimse.
Vasi Ölen bir kimsenin vasiyetini yerine getirmekle vazifeli olan; yetimlerin mallarını, idâre etmekle vazifeli olan kimse. Onu besleyip, büyüten, terbiye eden.
Vasiyet Bir kimsenin ölümünden sonra yapılmasını istediği şeyler hakkında sağlığında verdiği emir ve ısmarlamaları.
Va'z Nasihat, öğüt. Dinimizin imân, i'tikad, emir ve yasaklarını bildirme.
Vazife Bir kimsenin yapmak mecbûriyetinde olduğu iş.
Vech Yüz, çehre, surat. Sebep, vesile, vâsıta.
Vedia Saklanmak üzere emânet olarak bırakılan şey.
Vefâ Sözde durma, borcu yerine getirme ve ödeme.
Vehbi Allahü teâlânın bağış ve ihsânı sonucu olan, Allah vergisi.
Vehm Hayâl. Gerçekte olmayıp, var olduğu kabûl edilen kuruntu.
Vekâr Ağırbaşlılık, olgunluk.
Velâyet Tasavvufta yüksek dereceye çıkmış olan âlimin hâl ve sıfatı.
Veli Allahü teâlânın sevgili kulu. Sâhip. Ni'met sâhibi. Çocuğunun işlerinden mes'ud olan kimse.
Velime Düğün ziyâfeti.
Veliyy-i kâmil Dinimizin bütün ilimlerinde yetişmiş; tasavvuf derecelerinde, irşâd makâmına ulaşmış kimse.
Verâ Dinimizde şüpheli olan şeylerden sakınmağa denir.
Verâset Bir kimsenin ölümünden sonra mallarına vâris olma hakkı.
Vesk Altmış sa' (Bir sa'4200 gram sudur.) bir deve yükü buğday.
Vesvese Şüphe, tereddüt, kuruntu, lüzumsuz düşünme.
Vetr Tek, yanlız, Arefe günü.
Veyl Cehennemde bir çukur ismi.
Vezir-i a'zam Baş vezir, şimdiki başbakan. Padişahın birinci yardımcısı.
Vezn Tartı, tarma.
Vicdân Kalb, his, merhamet, insaf gibi hasletler.
Vilâyet İl. Evliyâlık. Vâlinin idâresindeki yer.
Vird Belirli zamanlarda okunması âdet edinilen âyet-i kerimeler, hadis-i şerif, duâ, tesbih.
Vukûf Vâkif olma, öğrenme, anlama, haberi olma.
Vuslat Sevenin sevdiğine kavuşması.
Vuzûh Açık ve belli olma, şerhe, açıklamaya ihtiyaç kalmayacak şekilde açık olma.
Vükelâ Vekiller.
Vüzerâ Vezirler.
 
Geri
Üst