Felsefik Hikayeler ve Deyişler

ülkenin birinde

ülkenin birinde kral birgün çok güzel bir deniz manzarası çizmesi için ülkenin en iyi iki ressamını çağırır...
resimlerden hangisini beğenirse onu alıcak ve ressama yüklü bir meblağ ödeyecektir...
ressamlardan biri yaşlı ve tecrübeliyken diğeri çok gençtir...
yaşlı ressam tecrübelerinden faydalanarak göz alıcı, cafcaflı bir deniz manzarası çizmeye başlar, genç ressamsa tek tek her damlayı çizmeye çalışmaktadır...
bir ay sonra yaşlı ressam resmini bitirmişken genç ressam henüz resmin binde birini bile tamamlayamamıştır...
kral resimlere baktıktan sonra yaşlı ressamın yaptığı resmi beğenir, diğeri zaten bitecek gibi gözükmemektedir...
kral biten resmi alır ve genç ressama çizmesine gerek kalmadığını, diğer resmi aldığını söyler...
fakat genç ressam çizmeye devam eder, balıkların pullarına kadar tek tek uğraşmaktadır...
aradan yıllar geçer, genç ressam artık iyice yaşlanmıştır, ölüm fazla uzak değildir ancak hala resmin yarısı bitmemiştir...
bir arkadaşı daha fazla dayanamaz ve ressama sorar...
- artık iyice yaşlandın, bu resmi bitirmeye ömrün yetmeyecek, neden sen de diğer ressamlar gibi resmini bitirmiyorsun..?
ressam şöyle der...
- ben; bu resme bakıp deniz zannetsinler diye değil, denize bakıp resim zannetsinler diye çiziyorum...​
 
NERGİS İLKESİ
Kızım defalarca telefon edip, "Anne, zamanları geçmeden gelip nergisleri görmelisin" demişti. Aslında gitmek istiyordum, ama Laguna'dan Arrowhead Gölü neredeyse iki saatlik araba mesafesindeydi. Biraz gönülsüzce, "Haftaya Salı geleceğim" diye söz verdim. Çünkü bu üçüncü telefon edişiydi.
Ertesi Salı yağmur ve soğukla birlikte geldi. Ama ne çare, söz vermiştim bir kere ve bu yüzden arabaya atlayıp gittim. Carolyn'in evine girip kızımı kucakladıktan ve torunlarımla hasret giderdikten sonra dedim ki, "Nergisleri boş ver Carolyn! Yol sisten görünmüyor. Zaten şu anda seni ve çocukları o kadar çok özlemiş durumdayım ki bir metre daha araba kullanmayı
düşünmüyorum!"
Kızım sakince gülümsedi ve "Biz her zaman böyle havalarda araba kullanıyoruz, anneciğim" dedi. Bense, "Hava açılmadan dünyada tekrar yola çıkmam. O zaman da doğru evime döneceğim!" diye kararlı bir şekilde konuştum. Carolyn, "Arabamı almak için beni garaja kadar ***ürebileceğini düşünmüştüm" deyince "Ne kadar mesafede?" diye sordum. "Sadece birkaç yüz
metre ötede" dedi Carolyn. "Tamam o zaman, ***ürürüm. Nasılsa bu kadar yola alışığım" dedim. Yola çıktıktan birkaç dakika sonra "Nereye gidiyoruz biz? Bu yol garaj yolu değil!" diye sordum. Carolyn gülerek, "Garaja uzun yoldan
gidiyoruz" dedi, "Nergislerin yolundan." "Carolyn!" dedim sert bir sesle, "lütfen geri dön." "Tamam anne", dedi Carolyn, "inan bana; bu fırsatı kaçırırsan kendini asla bağışlamazsın."
Yirmi dakika kadar sonra küçük bir çakıl yola saptık ve ileride bir kilise gördüm. Kilisenin diğer ucunda elle yazılmış "Nergis Bahçesi" yazısı vardı. Arabadan çıkarak her birimiz bir çocuğun elinden tuttuk ve patikadan aşağı
doğru yürüyen Carolyn'i takip etmeye başladım. Patika yolun dönemeç yaptığı yeri döner dönmez gördüklerim karşısında nefesim kesildi. Dünyanın en göz alıcı görüntüsü gözlerimin önünde uzanıyordu. Sanki birisi koca bir kazan
dolusu altını alıp dağın zirvesinden aşağıya, yamaçlarına doğru boca etmişti. Çiçekler görkemli bir şekilde, helezonlar halinde, koyu turuncu, beyaz, limon sarısı, somon pembesi, hardal ve krem, rengarenk, adeta kurdeleler gibi ardarda dizilmişlerdi. Aynı renkteki çiçekler bir arada ekilmiş olduğundan, her biri kendi rengindeki bir ırmağı andırırcasına akıp gidiyordu.
Beş dönüm çiçek vardı. "Fakat, bütün bunları kim yaptı?" diye sordum Carolyn'e. "Sadece bir tek kadın" diye cevapladı, "Kendisi de burada yaşıyor; burası onun evi." Tüm o ihtişamın ortasındaki küçük ve mütevazı, iyi bakılmış, A şeklindeki bir evi gösterdi. Eve doğru yürüdük. Evin girişindeki bahçede bir tabela gördük.
"Cevaplayabildiğim Kadarıyla Soracaklarınızın Yanıtları" yazıyordu tabelada. İlk yanıt basitti, "50.000 çiçek soğanı" diyordu. İkinci yanıt, "Hepsi birerbirer, bir kadın tarafından. İki el, iki ayak ve birazcık akıl ile." Üçüncüsü, "1958'de başlandı" idi. İşte bu, Nergis İlkesi buydu. O an benim için hayatımı değiştirecek bir deneyim oldu. Hiç görmemiş olduğum bu kadıncağızı düşündüm, aşağı yukarı kırk yıl önce bu işe koyulan, her seferinde bir çiçek soğanı ekerek, görülmesi bile zor bir dağa göz zevkini
ve neşesini getirmiş olan o kadını. Ama, her seferinde tek bir çiçek soğanı ekerek, yıllar boyu süren çabası sonucunda dünyayı değiştirebilmişti. Bu bilinmeyen kadın, içinde yaşadığı dünyayı ebediyen değiştirmişti. Tarifi zor bir büyülü ortam, güzellik ve ilham yaratmıştı.
Onun nergis bahçesinin öğrettiği ilke, en çok bilinen prensiplerden biriydi. Yani, amaçlarımıza ve arzularımıza doğru her seferinde bir adım atarak -daha çok küçük birer adım atarak- ulaşmayı öğrenmek, bir iş yapmayı sevmesini öğrenmek ve zaman birikiminin nasıl kullanılacağını öğrenmek.
Zamanın küçük parçacıklarını ufak günlük çabalarımızla çarptığımız zaman, kendimizin de muhteşem şeyler yapabileceğimizi görürüz. Biz de dünyayı değiştirebiliriz. "Yine de bu beni biraz üzüyor" dedim Carolyn'e. "Düşünüyorum da, otuz beş-kırk yıl önce böyle güzel bir amaçla ben yola çıkmış olsaydım, şu anda ne kadarına ulaşmış olabilirdim acaba?" Kızım, günün anlamını, kendine has tevrıyla kısaca, "Bunu öğrenmeye hemen yarın başla!" diyerek özetledi.
Dün kaybettiğimiz saatleri düşünmenin hiçbir yararı yok. Pişmanlığımızın nedenlerinden bahsedeceğimize kutlanacak bir ders almak istiyorsak, "Bunu bugün nasıl işe yarar hale getirebilirim?" sorusunu sormamız yeterlidir.
 
Kurabiye hırsızı


[FONT=Franklin ***hic Medium]Bir kadın havaalanında bekliyordu. Uçağının kalkmasına epeyce zaman vardı. Havaalanındaki kitapçıdan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, kendisine oturacak bir yer buldu. Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, bir ara yanında outran adamın oldukça cüretkar şekilde aralarındaki paketten birer birer kurabiye aldığını gördü ama görmezlikten geldi. Bir yandan kitabını okurken, bir yandan da saatine bakıyordu. “Kurabiye hırsızı” bu arada kurabiyeleri yavaş yavaş tüketiyordu.

Kadının kulağı satin tik taklarındaydı ama bunlar sinirlenmesini engelleyemiyordu. Kendi kendine düşünüyordu: “Kibar bir inisan olmasam şu adamın gözlerini morartırdım”. Ama kurabiyeye her uzandığında adam da elini uzatıyordu.

Sonunda pakette tek kurabiye kalınca kendi kendine, “Bakalım şimdi ne yapacak?” dedi. Adam yüzünde asabi bir gülümsemeyle son kurabiyeye uzandı, kurabiyeyi ikiye böldü. Yarısını ağzına atarken, diğer yarısını kadına Verdi. Kadın, kurabiyeyi adamın elinden ‘kapar gibi’ aldı. “Aman tanrım,, ne cüretkar ve kaba bir adam. Teşekkür bile etmiyor” dedi içinden. Hayatında bu kadar sinirlendiğini hatırlamıyordu.

Uçağı anons edilince derin bir nefes aldı. Eşyalarını topladı ve çıkış kapısına yöneldi. “Kurabiye hırsızı”na bakmadı bile. Uçağına bindi ve rahat koltuğuna oturdu. Sonra bitirmek üzere olduğu kitabını almak üzere elini çantasına uzattı.

Gözleri şaşkınlık içinde açıldı. Bir paket kurabiye çantasında duruyordu. Çaresizlik içinde inledi, “Bunlar benim kurabiyelerimse, ötekiler de onundu ve kurabiyelerini benimle paylaştı.”

Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle. Kaba ve cüretkar olan “kurabiye hırsızı”
kendisiydi. (Valerie Cox)

"Hayat, başkalarını suçlamadan önce kendimize dönüp bakmamız gereken yerdir."
[/FONT]​
 
RESSAM'IN HATASI
Eski bir Hint masalı şöyle sürer gider.
Bir zamanlar çok büyük bir ressam varmış.Eserleri herkes tarafından beğenilirmiş.Ülkenin kralı bile onu Onur madalyası ile ödüllendirmiş.Ona Hint'çe de renklerin ustası anlamına gelen "Ranga Charya"adı verilmiş.Ama hayranları ona kısaca "Ranga Guruji"derlermiş.
Ranga,yıllar içinde,alanındaki ustalığını kanıtlarcasına kendine özgü bir renk stili geliştirmiş.Çok çalışması,yorumu ve konuya kendini vermesi,kendinden sonra gelenlerin takip etmesi için örnek olmuş.
Bir sanat okulu açmış ve orada müritlerine sanatın inceliklerini öğretmeye başlamış.Belli bir müfredatı ve süresi yokmuş okulun.Öğrencinin,yeteneğinden ve bilgisinden kendisi tatmin olduktan sonra onu sanat dünyasına takdim etmesi okulun özelliğiydi.
Kendince bir "Öğrenci Değerlendirme "yöntemi geliştirmişti.Bu,onun çalışma yöntemi gibi,
dünyada eşi olmayan bir yöntemdi.
Okulunda bir öğrenci olan Rajeev çok aceleciydi.Allah vergisi bir yeteneğe sahipti ve Ranga'nın aradığı özellikler doğrultusunda;diğer öğrencilerden çok daha hızlı bir başarı gösteriyodu.
Ranga ondaki bu gelişmeden çok memnundu.Çok övgü ve teşvik almaktan dolayı Rajeev merakla Ranja Guruji'nin onu artık bir ressam olarak ilan edeceği ve hayatının bu şekilde devam etmeye başlayacağı günü bekliyordu.
Bir g,çok kibar bir şekilde Ranga Guruji'ye final uzmanlık sınavını ne zaman alacağını sordu.Ranga gülümsedi ve dedi ki: "Rajeev,sen benim gelecek vaad eden öğrencilerimden birisin.Çok kısa sürede sanatın inceliklerini öğrendin.Sanırım şimdi final sınavının zamanı geldi."
"Sınav konumun ne olduğunu söyler misiniz,Guruji?"Rajeev mutluluğunu ve heyecanını saklamakta zorlanıyordu.
Ranga "Rajeev,bir resim yapmanı istiyorum,bu senin en iyi resmin olmalı ve herkes hayran kalmalı.
Şimdi acele etme ve hayatının şaheserini yap."dedi.
Rajeev gece gündüz çalıştı;en güzel resmini yaptı ve Ranga Guruji'ye getirdi.
Ranga: "Şimdi bunu şehrin meydanında halkın beğenisine sun."dedi. "insanların senin eserini görmelerine izin ver.Resmin altına büyük ve koyu harflerle,bu resmin halkın değerlendirmesi için oraya konulduğunu ve resimdeki hataların izleyenler tarafından resmin üzerine bir X çizerek belirtilmesini yaz."
Rajeev Ranga'nın dediklerini yaptı..Resmi şehrin en merkezi yerine koydu.Birkaç gün sonra Ranga gidip onu getirmesini söyledi.
Rajeev meydana giderken çok heyecanlıydı.Ancak oraya vardığında çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı.Tüm resim baştan aşağı X işaretleriyle doluydu.Başarısızlığı böylece anlaşılmıştı.Büyük bir kalp kırıklığıyla
resmi Guru'ya gösterdi.
Ranga O'na asla umutsuzluğa kapılmamasını ve yeniden bir resim yapmasını tavsiye etti.
Rajeev yeni bir sanat şaheseri daha yaptı.Ranga daha önce söylediği şeyleri tekrarladı.Ancak en son satırda değişiklik yaparak.Bu kez Rajeev'e resmin yanına boya ve fırça da koymasını söyledi Resmin altına yazdığı mesajda izleyicilerin hataları bulması ve resmin yanında bulunan malzemeleri kullanarak düzeltmeleri istenmişti. Birkaç gün sonra Rajeev resmi almaya gittiğinde şaşırdı.Çünkü resmin üzerinde hiçbir işaret olmadığı gibi aynına konulmuş olan malzemelere de hiç dokunulmamıştı.
Rajeev resmi Guru'suna sunarken çok mutlu olmuş ve kendine güven dolmuştu. Ranga yine gülümsedi,ve"Rajeev bugün öğrenmiş olduğun bu dersle birlikte artık senin eğitimin tamamlandı."dedi.
"Sevgili oğlum,eğer bu dalda mükemmellik ve yücelik istiyorsan sadece sanatta ustalaşmış olman yetmez. Ama insanların,eline fırsat verildiğinde hiçbir şey bilmedikleri bir konuda bile eleştirip,değerlendirme eğiliminde olduklarını da öğrenmen gerekir."
"Eğer dünyayı seni yargılayacak kişi olarak kabul edersen hep hayal kırıklığına uğrarsın.insanlar hiçbir bilgisi ve ciddiyeti olamadan yargılamalarda bulunur ve birbirlerine fikirlerini söylerler.Senin ilk resmini X lerle doldurdular.,çünkü onları engelleyecek hiçbir risk yoktu.Ve çogunun bu konuda hiçbir yeteneği ve bilgisi de yoktu.Ama onlara sunulan bu fırsatı memnuniyetle değerlendirdiler.Ama aynı insanlar,hataları bulup düzeltmeleri istendiğinde hiç biri bunu yapmadı.Çünkü bu kez onların bilgisi ve yeteneği risk altındaydı;bu konudaki eksikliklerini göstermekten çekindiler.Uzak durmayı tercih ettiler."
Ranga devam etti:"Böylece sevgili oğlum,senin çalışman,senin yeteneklerin,senin bilgin,senin sanat alanındaki çabaların,senin çok çalışmanın ve içten uğraşılarını değerli bir ürünüdür.Bunu dünyaya bedava sunma.O zaman çalışman ilk resminin uğradığı sonuca uğrar."
"Kendinin yargıcı ol ve değerini kendin belirle ama bunu adalet ve eşitlik ilkeleriyle yap.Ve böyle davrandığında seni temin ederim ki asla ne kendin ne de eserinle hayal kırıklığına uğrarsın."
"Son olarak bir de bu; başkalarının eserlerini de senin değerlendirme hakkın olmadığı anlamına gelir.
"Tanrı seni korusun!Oğlum."
Rajeev'in gözlerinde saygı ve neşe dolu yaşlar vardı.Kalbinin derinliklerinde;eğer bu son dersi almasaydı eğitiminin eksik olacağını hissediyordu.
 
HAYAT
Zamanın birinde, bir adam çalismak amaci ile çok uzaklara gitmis ve yillarca çalismis. Sonunda memleketine dönme zamani gelmis. Bu çalisma sürecinde toplam 3000 akçe biriktirmis ve evinin yolunu tutmus.

Evine dogru giderken yolu büyük bir sehirden geçmis.
Yolda yürürken köse basinda birisi "Bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe" diye bagiriyormus. Adam düsünmüs: 'Nasil olur, bir nasihati bin akçeye satarlar, ben yillarca çalistim ve sadece 3000 akçe biriktirdim'
Bu ise pek akli ermemis ama merak iste. Duramamis ve adama bin akçe vererek o nasihati satin almis. Nasihat "KADERDE NE VAR ISE O ÇIKAR" ve yoluna devam etmis...Ilerde yine köse basinda baska bir adam bagiriyormus "bir nasihat bin akçe" diye. Adam yine dayanamamis bin akçe de o adama vermis ve ikinci nasihati da satin almis. Ikinci nasihat da: GÖNÜL KIMI "SEVERSE GÜZEL ODUR"
Son kalan bin akçesi ile de yoluna devam etmis. Tam sehrin çikisinda yine köse basinda bir adam bir nasihati bin akçeye satiyor. Adam bir parasina bakmis, bir de nasihati satan sahsa, dayanamamis ve kalan son akçesiyle de o nasihati satin almis. Son nasihatte: "HIÇ BIR IS ACELEYE GELMEZ".
Parasiz yoluna devam etmis.
Sehrin çikisinda büyük bir topluluk ile karsilasmis. Topluluk telas içindeymis. Yaklasmis ve radakilerden birine neler oldugunu sormus. Oradan birisi açiklamis, demis ki : Burada sehrin tüm su ihtiyacini karsilayan bir kuyu var, ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmus, göndermiyor. Asagiya kim indiyse bir türlü çikamadi. Simdi herkes korkuyor asagi inmeye" Adam düsünmüs ve ilk satin aldigi nasihat aklina gelmis. "Kaderde ne var ise o çikar" asagi inmeye karar vermis. Aslinda bu nasihatleri herkes bilir ama uygulayabilmemiz için belli bir bedel ödememiz gerekiyor.
Inince canavar hemen yakalamis ve yerine ***ürmüs. Demis ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eger sen bilirsen seni serbest birakirim." Bir dizine sarisin ve dünya güzeli bir kadin, diger dizine de kurbaga koymus ve "söyle bakalim hangisi güzel?" demis. Adam düsünürken aklina ikinci aldigi nasihat gelmis ve "gönül kimi severse güzel odur" demis. Bu cevap canavarin çok hosuna gitmis. Zira canavar,kurbaganin gözlerine asikmis. Adami salmis ve suyu birakmis. Almislar krala ***ürmüsler ve agirliginca altin vermisler.
Adamimiz yoluna devam etmis ve nihayet evine varmis. Evinin camindan içeri bakmis. Bir de ne görsün; karisi genç biri ile diz dize oturuyor. Hemen kilicini çekmis ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklina gelmis "Hiçbir is aceleye gelmez". Kilicini kinina koymus ve içeri girmis. Hos besten sonra karisina o genci sormus. Kadin da: "bey sen gittiginde ben hamileydim ve bir oglumuz oldu. Bu genç senin oglun" demis.

MEVLANA
 
Pers imparatorunun basveziri Büzur Mehir tarafindan

1400 yil önce tasarlanan tavla oyunu; Dünyanin en

popüler oyunlarindan biridir. Zaman kavramindan alinan

ilhamla tasarlananan oyunun zamana böylesine direnmesi

son derece etkileyici.

Senenin birligi olarak tavla bir tanedir.

Tavlanin içindeki karsilikli 6 sar hane

12 ayi temsil eder.

15 açik ve 15 koyu renkli pul,

Ayin 15 gece ve 15 gündüzünü simgeler.

Karsilikli 12 ser hane günün 24 saatidir.

Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranç oyunun Pers

Imparatoruna, yaninda bir mektup ile hediye olarak

göndermistir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir

açiklama yapmazken söyle bir mesaj yazmistir.

Pers Imparatoruna;

Kim daha çok düsünüyor,

kim daha iyi biliyor,

Kim daha ileriyi görüyorsa

O kazanir.

Iste hayat budur...



Pers Imparatoru dönemin en alim veziri olan Büzur

Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu çözmesi ve

kendisinin de karsilik olarak Hint Imparatoruna hediye

edilmek üzere baska bir oyun icat etmesini ister.

Vezir haftalarca çalistiktan sonra gönderilen

satrancin her tas hareketini ve oyunu çözer daha sonra

da on günde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.

Hint Imparatoruna tavla oyunuyla birlikte gönderilmek

üzere söyle bir mesaj hazirlanir.

Hint Imparatoruna;

Evet, Kim daha çok düsünüyor,

kim daha iyi biliyor,

Kim daha ileriyi görüyorsa

O kazanir.

AMA BIRAZ DA SANSTIR.

Iste hayat budur.
 
Geri
Üst