-INDEX- Biyografiler

şık Hüdai ( 1940) Aşık Hüdai (Sabri Orak)
1940 yılında Maraş’ ın Göksun ilçesinin Yoğunoluk köyünde doğdu. 11 yaşından itibaren irticalen şiir söylemeye başladı. Yaşlı ve usta aşıkların yanında kendisini yetiştirmiştir. Küçük yaşta babasını yitirir. Okumayı yazmayı birçokları gibi Hüdai de askerlikte öğrenir.

İki yıl Konya da yapılan aşıklar bayr(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim) katıldı. 1968 yılında şiir dalında birinci olarak Fuzuli ödülünü aldı. 1969 da atışma ve şiir dallarında ikinci olarak Dadaloğlu ve Yunus Emre ödüllerini kazanmıştır. Şiirleri iç dünyasını yansıtır. Tasavvufa yönelmiştir. Şiirlerinde kendine özgü bir incelik ve deyiş güzelliği vardır.

DUYGULAR DÖNÜŞTÜ SÖZE

Erenler Zehir Getirin
Balınan Öldürmen Beni
Bağrıma Diken Batırın
Gülünen Öldürmen Beni

Hiçlik Aleminde Mestim
Varlık Sevdasını Kestim
Yokluk Benim Eski Dostum
Malınan Öldürmen Beni

Yar Diyerek Yana Yana
Can Teslim Ettik Canana
En Yakınım Kıysın Bana
Elinen Öldürmen Beni

Bir Aşktır Düştü Özüme
Yanarım Kendi Közüme
Leyla Görünüp Gözüme
Çölünen Öldürmen Beni

Duygular Dönüştü Söze
Yanık Seda İşler Öze
Dertli Dertli Vurup Saza
Telinen Öldürmen Beni

Hüdaiyim Daldım Gama
Saldı Beni Demden Deme
Asın Kesin Yüzün Amma
Dilinen Öldürmen Beni
 
Aysel Gürel 7 Şubat 1928 tarihinde Denizli’de dünyayaya geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun oldu. Şarkı sözü yazarlığının yanı sıra, edebiyat öğretmeni, tiyatro oyuncusu ve şairdi. Şarkıları arasında dillerde marş olan Firuze, Ünzile, Yalnızca Sitem, 1945, Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam, Değer mi?, Sır, Yolun Başı, Sarıl Bana, Zor Kadın, Aşk, Yanarım, Vur Yüreğim, Abone, Zorba Aşk, Dönmeyeceğim, Ayrıldık İşte, Son Dua, Gençlik Başımda Duman (Ateş Böceğim), Bilmem Hatırladın Mı?, Deli Balım, Yörük Yaylası, Arabesk bulunuyor. Şiir Şimdi ve Senin İçin Sana Değil isimli iki de kitabı bulunan Gürel, şu filimlerde rol aldı: Meyhane Köşeleri, Tek Kollu Canavar, Yurda Dönüş, Mıstık, Gümüş Gerdanlık, Silemezler Gönlümden, Hop Dedik Kazım, Öyle Olsun, Tantana Kardeşler, Kaybolan Saadet, Arzu, Yansın Bu Dünya, Fosforlu Cevriye. Bendeniz Aysel dizisinde de rol alan Gürel son olarak Aysun Kayacı ile birlikte bir reklam filminde rol almıştı. 17 Şubat 2008 tarihinde İstanbul’da öldü.
 
Bayram Bilge Tokel ( 1956) 1956 yılında Yozgat-Boğazlıyan'da doğdu. G.Ü. Teknik Eğitim Fakültesi'ni bitirdi. Milli Eğitim Bakanlığı ve TRT'de çalıştı. Halen Kültür Bakanlığı Ankara Devlet Halk Müziği Topluluğu'nda sanatçı olarak çalışmaktadır. Şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Türkü derlemeleri yaptı. CD ve kaset çalışmaları yaptı.

ESERLERİ
Müzik çalışmaları devam eden şairin Bir Yer Üşür adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır.
 
urhan Çaçan Ağrı'nın Eleşkirt ilçesinde 1960 yılında doğdu. Türk Halk Müziği Sanatçısı. 1978 Yılında TRT Erzurum Radyosunun açmış olduğu amatör sesler yarışmasını kazandı. Daha sonra Ankara'ya ardından İstanbul'a geldi. 1981 yılında ilk albümünü çıkardı. Sefa Geldin, Ben Yarime Neler Alayım, İpek Mendil, Memik Oğlan albümleri ile müzik dünyasında güçlü sesi ile yer edindi. Ayaz Geceler,Yağ Yağmur ve Vurun Dalgalar isimli albümleri ile büyük satış başarısı yakaladı. 'Ağlama, Her Yer Karanlık, Ayaz Geceler ve Yağ Yağmur isimli dört sinema filmi çekmiştir. İlahiler 99 ve Mevlüt Ve İlahiler isminde iki tanede ilahi albümü yapmıştır. Halen Müzik Çalışmalarına Devam Etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Son Albüm Çalışmasını 2007 yılı Nisan Ayında Yalan ismiyle piyasaya sürmüştür.

Albümleri
• Alınyazım 1999
• Beni Anneme (En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)ürün 1996
• İlahiler 99
• Mevlüt ve İlahiler
• Namuzsuz Ayrılık 1998
• Neden Geldim İstanbul'a 1995
• Senden Sonra 1993
• Türküleri Özledim 2000
• Unutulmayanlar 1 1997
• Ayaz Geceler 1988
• Memik Oğlan 1987
• Sus Dinle 2004
• İpek Mendil 1986
• Damla Damla 1992
• Ben Yarime Neler Alayım
• Deh Deyin Kızlar
• Kızlar Çıktı Çayıra
• Sefa Geldin
• Gecenin Yarısı 2002
• Vurun Dalgalar 1990
• Yalan 2007
• Yağ Yağmur 1989
• Burhan Çaçan'ın Sesinden Çakmak Çakmaya Geldik
• Sen Nerdesin & Kış 1991
 
Cahit Atasoy ( 01.03.1927) İlk Türk Musikisi Konservatuarı'nın Kurucularından Doç. M. CAHİT ATASOY 3 Nisan 2002 çarşamba günü vefat etti.

1 Mart 1927'de Trabzon'da doğdu.İstanbul Erkek Lisesi'nde orta ve liseyi bitirdi. İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. İstanbul Konservatuarı'na girdi. Orada Batı Müziği okudu.1947'den başlayarak önce Haydar Sanal'ın, sonra Hüseyin Saadettin
Arel'in talebesi oldu. 1949'dan itibaren Arel'den özel dersler de almaya başladı. Annoniden sonra kontrpuan, füg, enstrümantasyon ve yüksek solfej öğrendi. Arel'in hocası Edgar Manas'a devam etti. Dr. Suphi Ezgi ile bir müddet klasik Türk Musikisi üzerindede çalıştı.Chant ve yüksek chant dersleri aldı . İstanbul Opera Stüdyosu'nda opera derslerine devam
etti. Keman dersleri aldı. Daha önce tanbur dersi de almıştı. Bariton ve hânende olarak çalıştı. Üniversite Korosu'nda Ercümend
Berker'in de talebesi oldu. İleri Türk Musikisi Cemiyeti'nde nazariyat, solfej ve armoni okuttu. Başta yeni İstanbul olmak üzere gazete ve dergilere yüzlerce Batı ve Türk Musikisi kritiği, makalesi yazdı. Film müziği de yapmıştı.Atasoy, Arel ekolünün önemli bir bestekârı kabul edilir. Türk Musikisi nazariyatını Arel'den ilk öğrenenlerden biriydi.

İTÜ TMDK'nın kurucularından olan ATASOY İTÜ TMDK'da lisans ve yüksek lisansta Türk Musikisi Solfej ve Nazariyat, Terminoloji dersleri verdi.03-Nisan 2002 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştu.

05 Nisan 2002 Tarihinde İ.T.Ü. Taşkışla Binasında Saat 10:30'da tören yapıldı. Öğle Namazını mütakip Fatih Camii'nde Cenaze Namazı kılındı ve Edirnekapı Şehitliğine defnedildi.
 
Cemal Ünlü ( 1949) 1949'da Üsküdar'da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdi. 1966 yılında Üsküdar Halkevi'nde çalışmaya başladı. 1969'da LCC tiyatro okuluna girdi. 1973'te AÇOK (Anadolu Halk Oyunları Kolu) girişiminin içinde yönetici, oyuncu ve yönetmen olarak yer aldı. 1979 yılında girdiği İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda günümüze kadar pek çok oyunda görev aldı. Aynı zamanda geleneksel gölge oyunu Karagöz konusunda geleneklere bağlı bir anlayışla çalışmalar yaptı. Açık Radyo'da dört buçuk yıl süren "Taş Plaklarda Saz ve Söz" ve "Sadanüvis" gibi eski kayıtları tanıtan programlar yaptı.

HAKKINDA YAZILANLAR

Cemal Ünlü'nün "Git Zaman Gel Zaman" Kitabı ARSC Ödülü'nü Kazandı.

ARSC (Association for Recorded Sound Collections/Ses Kayıt Koleksiyonları Birliği) 1991 yılından başlayarak tarihsel ses kayıtları ile ilgili çeşitli dallarda ödüller vermektedir. 2005 Dünya Müziği Kayıtları konusundaki en iyi araştırma ödülü Cemal Ünlü'nün yazdığı ve Pan Yayıncılık tarafından 2004 yılında yayımlanmış olan "Git Zaman Gel Zaman" adlı kitaba verildi.

İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçısı ve taş plak koleksiyoncusu Cemal Ünlü'nün bu kitabı Türk Kayıt Tarihi konusunda yapılmış en kapsamlı çalışmadır. Kitabın ilk bölümünde fonograf, gramofonun icadı dünyadaki gelişimi belgelerle anlatılmakta, ikinci bölümde ise Türk Kayıt tarihinin başlangıcı ve gelişimi okura sunulmaktadır. Kitabın ekler bölümünde taş plaklarda yer alan bir cok sanatçının özgeçmişleri ve Tanburi Cemil Bey'in Orfeon Record plaklarının değerlendirmelerini kapsayan defterinin tıpkıbasımı yer almaktadır.

Ayrıca kitaba eklenen CD-ROM'da 1905 -1965 yılları arasında yayımlanmış taş plak kataloglarında yer alan 15.000'i aşkın plağın katalog bilgileri bulunmaktadır. Okura bu kayıtları firma, eser, makam ve yorumcu ismine göre arama imkânı da sunulmuştur.

ARSC, 1966'ta kurulmuş, 23 ülkede 1000'den fazla üyesi olan, kâr amacı gütmeden her türlü ses kaydına ilişkin araştırma, inceleme, yayın ve bilgi paylaşımını amaçlayan bir kurumdur ([Linkleri görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. [COLOR=#432b18]Kanka.net üyesi olmak için burayı tıklayınız.[/COLOR]]).

2006 yılında 20. yılını kutlayacak olan Pan Yayıncılık 1986 yılından beri Türk müzik kültürü için çok önemli kaynak kitaplar yayımlamıştır ([Linkleri görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. [COLOR=#432b18]Kanka.net üyesi olmak için burayı tıklayınız.[/COLOR]]).
 
Chopin Frederic Francois Chopin

(Zelazowa Wola,1810-Paris, 1849)

Chopin müzik tarihinin gelmiş geçmiş en iyi piyano müziği bestecisi olarak kabul edilir. Tek bir enstrümanı kullanarak, Mozart, Beethoven, Bach gibi en büyükler arasında yerini almıştır. Piyano konçertolarının dışında, alışılagelmiş formları pek kullanmayan Chopin, 39 yıllık kısa yaş(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim) 55 Mazurka, 24 prelüd, 27 etüd, 19 noktürn, 13 polonez, 4 balad ve 4 scherzo sığdırmıştır.

Chopin 1810 yılında Polonya’da doğdu. Fransız asıllı babası, aristokrat ailelerin çocuklarına özel Fransızca dersi veriyordu, daha sonra Varşova Lisesi’ne öğretmen oldu. Chopin ilk müzik derslerini Polonyalı annesinden aldı. 6 yaşına geldiğinde, dehası ortaya çıkan besteci oldukça yaratıcı düzenlemeler yapmaya başladı. Bunun üzerine Zvyny’den ders almaya başladı. Bach, Mozart ve Beethoven’ın eserlerini inceledi.

1822’de Varşova Konservatuarı’na yazılan Chopin, Joseph Elsner’den, kontrpuan dersi aldı. Constantia Gladkowska’ya aşık olan besteci, 16 yaşında ilk bestelerini sevgilisi için yaptı. Bu arada, öğrencisinin dehasını anlayan Elsner bir tavsiye mektubu yazarak, Chopin’in Avusturya’ya gitmesini sağlamıştır. Besteci Viyana’da birinci piyano konçertosunu çaldı. Ardından 1829 ile 1830 yılları arasında çeşitli kentleri gezen Chopin bir dizi konser verdi. Ancak Viyana klasik akımın merkeziydi, Chopin’in kullandığı serbest formlar burarda pek ilgi çekmedi. Bunun üzerine Chopin, 1831 yılında sadece Lizst, Berlioz gibi müzisyenleri değil aynı zamanda Hugo, Balzac gibi yazarları, Delacroix gibi ressamları buluşturan, Romantik Dönemin sanat başkenti Paris’e yerleşmeye karar verdi. Tam bu arada Polonya ve Rusya arasında bir savaşın başlamak üzere olduğunu öğrendi. Paris’e gitmeden önce, evine eşyalarını toplamaya giden Chopin’den, çocuklarının güvenliğini düşünen ailesi, bir daha Polonya’ya gelmeyeceğine dair söz vermesini istedi. Sözünü tutan Chopin, 1831’de Paris’e yerleştikten sonra, bir daha geri dönmedi, ancak Polonya’yı çok seven Chopin, bir arkadaşının hediye ettiği, Polonya toprağıyla doldurulmuş gümüş kupayı, yanından ömrü boyunca ayırmadı, hatta bu kupa vasiyeti üzerine, öldükten sonra da vasiyeti üzerine mezarına gömüldü.

Babası Fransız olduğu için, Chopin Fransa’ya alışmakta çok zorluk çekmedi. Zengin ailelerin çocuklarına piyano dersleri vererek geçimini rahatlıkla sağlayabiliyordu. Maddi sıkıntısı olmayınca, Chopin çok iyi bir piyano virtüözü olmasına karşın, büyük konser salonlarında çok az çalmış, daha çok küçük topluluklara ev konserleri vermeyi yeğlemiştir.

Maria ve daha sonra Potozhka’yla yaşadığı, hayal kırıklığıyla sonuçlanan ilişkilerinin ardından Chopin’i Lizst, ünlü yazar George Sand ile (Aurore Dudevant) tanıştırdı. Chopin, Sand’i gördüğünde aşık olmaktan çok şaşırmıştı. 3 çocuk annesi ve kendisinden 6 yaş büyük olan bu kadın, toplumun genel kurallarını küçümsüyor, tepkisini erkek kıyafetleri giyerek gösteriyordu. Ancak zamanla aralarında oldukça tutkulu bir aşk başladı. 1839’da çift birlikte Mallorca’ya gitti. Chopin 24 prelüdünün büyük kısmını bu dönemde tamamladı. 1847 yılına kadar Sand’in Nohant’taki evinde birlikte yaşadılar. George Sand, sağlığı oldukça bozulan Chopin’e bir çeşit annelik yapıyordu. Sağlığına rağmen, bu yıllar Chopin’in en verimli olduğu, en güzel eserlerini yazdığı yıllardır. 1847 yılında Sand çocukları çiftin ilişkisinin sona ermesine yol açtı.

Ayrılığın ardından İngiltere’ye giden Chopin, bu seyahatten oldukça zayıf düşmüş olarak döndü. Aradan bir yıl geçmeden, 1849 yılında, genç yaşta veremden öldü.

Chopin’in müziği oldukça yenilikçidir. Karmaşık kromatik armoniyi Polonya halk ezgileriyle mükemmel bir uyum içinde kaynaştırmıştır. En iyi eserleri olarak Etude Revolutionaire (Devrimci Etüd), Fanta(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim) İmpromptus, Nocturne No.20 ve Cenaze Marşı (2. Piyano Sonatı) gösterilebilir. Besteciliğinin yanında Lizst’den sonra belki de gelmiş geçmiş en iyi virtüözdür. Çalış tekniği olarak Mozartçı geleneği devam ettirmiş, piyanonun kullanım imkânlarının gelişimine katkıda bulunmuştur.
 
Cinuşen Tanrıkorur 1938 Fatih/İstanbul doğumlu. İtalyan Lisesi ve Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümü mezunu (1965). İmar ve İskân Bakanlığı, TRT ve Kültür Bakanlığı'nda memur, ud sanatçısı ve yönetici olarak çalıştı. 28 Haziran 2000'de vefat etti.

Cinuçen Tanrıkorur iyi bir ud sanatkârı olduğu kadar hususî vasıflara sahip bir müzikolog ve hocadır. Eserlerinin çoğu yaygın olarak icra edilmediği için bestekârlığı yeteri kadar bilinmemektedir. XX. Yüzyıl Mevlevî âyini bestekârları arasında yeri vardır. Ayrıca henüz basılmayan Ud Metodu ve Türk Müziği Elkitabı eserleri de emek mahsulü çalışmalardır.

Bazı eserleri:

Saz ü Söz Arasında (Hatırat)
Müzik-Kültür-Dil
Osmanlı Dönemi Türk Musikisi
Türk Müzik Kimliği
 
332.jpg

Çekiç Ali
( 1932) 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve aciliteden dolayı verilmiştir. Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali...Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı da Ersan'dır. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuş.
O yıllarda İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali'nin haklı itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf uydururur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur. Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle...

Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali'yi Kırşehir türkü ve bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu hayatın ayrınıtılarında gizli. Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali'nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi uyarışını yapacaktır.
Hacı Taşan'dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş'tan ise dört yıl önce dünyaya gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin felci onu aramızdan ayırır. Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973'de hayata gözlerini yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir. Bu kadar kısa bir hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir, bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış 45'likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek.
Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından birini teşkil eder. Bu, Muharrem Ertaş Okulu'nun Hacı Taşan'la birlikte en yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali'ye haklı bir ün kazandırır.

Gerçi Çekiç Ali'nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta'nın dizinin dibine oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek kurmuşluğu yok ama, 1980'li yıllara kadar, "yaşayan en büyük Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta'nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen imkansız. Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç Ali'nin eşi Fatma Hanımın dayısı. Muharrem Ertaş, "ustaların ustası" diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta'dan tevarüs ettiği geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan, gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de etkisinde kalmamak elbette mümkün değil.

Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur. Bu portre oldukça başarılı ve pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda.
Çekiç Ali'nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca değinmekte fayda var. Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir bahistir. Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar, nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz.

Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı özellliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali'de bir arada bulunduğunu görüyoruz. Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan'daki sanatsal derinliği ve Neşet Ertaş'daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç Ali'yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir sestir. Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali'de en rafine şekliyle karşımız çıkar.

Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini gösterir. Çekiç Ali'nin sazından bazan uda, bazan cümbüşe benzer sesler duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu hissederiz. Çekiç Ali'nin 1960'lı yıllarda, Bayram Aracı ile birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim. Bu tavır ve edanın özellikle oğlu Aydın Çekiç'te devam ettiğini görüyoruz. Aydın Çekiç, sesi ve bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir.

Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek meslekte kendini yetiştirmiştir. Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylüyor. Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim.
Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de ilgilenen Çekiç Ali'nin 1969 yılında İstanbul'da düzenlenen ulusal bir yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var. Özel bir bankanın düzenlediği 9.Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir halk oyunları ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir ekibi kazanır. Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra eden Çekiç Ali'nin bireysel katkısını gözardı etmemek gerek.

Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi sanatçılık yateneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır. Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir. Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak benimsediği için yapmıştır. Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik (spontane), Çekiç Ali'nin üslubunun en belirgin ik özelliği sayılabilir.

Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar.
Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin birlikteliği ve iç içeliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya çıkarır. Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup...Çekiç Ali bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan'dan biraz farklı bir stilde ve karar sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar. Muharrem Ertaş'ın sürekli, Hacı Taşan'ın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih etmiştir. Neşet Ertaş'ın da -daha çok Bayram Aracı'dan hareketle- bu tarzı benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük bir yaygınlık kazanır. Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle öbürüne göre daha sınırılı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar.

Çekiç Ali'nin repertuvarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan oluştuğunu görüyoruz. Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı/ müziklendirdiği" bir eseri de yoktur bilindiği kadarı ile. Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için de geçerli olduğunu söyleyelim. Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine imza atmış bir sanatçıdır.

Çekiç Ali'nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta. Ağıtlar ise, yörede yaşanmış acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra, en çok da Toklumenli Aşık Said'in (1835-1910) ve Aşık Said'in oğlu Aşık Seyfullah'ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan ibaret. Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb. bozlaklar bunlardan bazıları. Muharrem Ertaş Okulu'nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç Ali'yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz. Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışarak herkesle dost ve kardeşce yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.

Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda.
Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok sanatçı var ki, isimlerini altalta sıralamak bile sayfalar tutabilir. Tabi bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir. Elbette değişen ve artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde taşıyarak.
 
Daimi ( 1932) Aşık Daimi (İsmail Aydın). Aşık Daimi 1932 yılında İstanbul'da doğdu, aslen Erzincan'ın Tercan ilçesindendir. Ali Babaoğullarından Baba Daimi, Birinci Dünya savaşı sıralarında İstanbul'a göç etmiştir. Aşık Dami'nin iki dedesi de saz şairiydi o nedenle saz çalmayı ve söylemeyi kolayca öğrendi. Bir süre sonra da kendi deyişlerini okumuştur. İstanbul'dan ayrılarak bir süre baba diyarında kalan aşık 1950 yılında evlendi iki kızı ile iki oğlu dünyaya geldi. 1962 yılında bir daha dönmemek üzere İstanbul'a yerleşti.

TRT Genel Müdürlüğü'nce açılan sınavı kazandı. O tarihden sonra kaşeli sanatçı olarak görevini sürdürdü. Zaman zaman yurtiçi ve yurtdışında konserler verdi.En çok bilinen eserleri : Ne ağlarsın , seherde bir bağa girdim , bir seher vaktinde.......

Bir Seher Vaktinde

Bir Seher Vaktinde İndim Bağlara
Öter Şeyda Bülbül, Dil Yarelenir
Bakmaz Mısın Sinemde Dağlara
Derdim Dökmeye Dil Yarelenir

Boş Geçirmeyelim Gel Bu Çağları
Dolaşalım Sahraları Dağları
Bir Gün Gazel Döker Ömrün Bağları
Eser Sam Yelleri Dal Yarelenir

Daimi’yim Yanar Aşkın Çıragı
Dostun Muhabbeti Cennet Otağı
Ancak Şu Dünyada Derdim Ortağı
Sazım Figan Eder Tel Yarelenir

xxxx
Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahim

Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahim,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.
Göklere Erişti Figânım Ahım,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.

Bir Gülün Çevresi Dikendir Hardır,
Bülbül Har Elinde Ah İle Zardır.
Ne Olsa Da Kışın Sonu Bahardır,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.

Daimi'yem Her Can Ermez Bu Sırra,
Gerçek Aşık Olan Erer O Nûra.
Yusuf Sabır İle Vardı Mısır’a,
Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.
 
Abdullah Kiğılı </B>
İşadamı. Meşhur Kiğılı Mağazası, Fenerbahçe eski yöneticisi ve Futbol Federasyonu eski Başkanı Abdullah Kiğılı'nın sahibi olduğu bir hazırgiyim markası. Anlaşılacağı üzre soyadlarını marka ismi yapmışlar. Aile köken olarak Bingöl'ün Kiğı ilçesinden göçme olduğu için soyadı kanunu çıktığında Kiğılı soyadını almışlar.
 
Abraham Eremyan Paşa ( 1883)- (1918) </B>
(1883-1918) Ermeni diplomat. İstanbul'un eski sarraflarından Kevork Eramyan'ın (1816-1900) oğludur. İlk tahsilini özel öğretmenlerden aldı. Meşrutiyet'te II.Abdülhamit Han tarafından Ayan azalığına tayin edildi. İkinci Meşrutiyet'te ilk ayandan hayatta kalmış üç kişiden biri olan Abraham Eremyan Paşa, İstanbul'da boğazın iki yakasında Karadeniz'e kadar uzanan geniş arazilerin sahibiydi. Osmanlı Devleti'nde, Abraham Eremyan Paşa'nın dışında Ermeni kökenli ayan üyeleri şunlardı; Ohannes Kuyumcuyan, Manuk Azaryan, Gabriel Nuradunkyan (Dışişleri Bakanı), Ohannes Sakız Paşa, Artin Dadyan Paşa, Harutyun Dadyan Paşa.

Kaynak:Ermeni Portreleri Hüdavendigar Onur Burak Yayınları İstanbul 2000
 
Adem Çetin </B>
Adem ÇETİN 1977 yılında Giresunun Dereli ilçesi Pınarlar köyünde dünyaya gelmiştir.
Süllü köyü ilk okul 1. sınıfta iken alisesi geçim zorlukları nedeni ile 1986 yılında İstanbul Pendiğe göç etmiştir, ilk okul 1.ve 2. sınıfı Pınarlar köyünde tamamladıktan sonra kendiside İstanbula gelerek öğrenim hayatına Pendikte devam ettirmiştir, orta okul yıllarında iken babası Fahri ÇETİN 1989 yılında taşımacılık sektöründe nakliyat işine yönelerek ilk ticari faliyeti başlatmıştır baba Fahri ÇETİN in işlerinde gelişme, ilerleme kaydedilmesi ile birlikte abisi Yusuf ÇETİN de ilk iş hayatına bu dönemde 1993 yılında geçiş yapmıştır, çok zaman geçmeden ortalama 1 yıl sonrası gibi Adem ÇETİN de bu birlikteliğe dahil olmuştur.

Büyük bir azim ve gayretler içerisinde çalışmlar gösteren ÇETİN ler mevcut iş sahalarını biraz daha genişleterek odun kömür ticareti ilede uğraş göstermeye başlamışlardır, sonrası gelen yıllarda Türkiyede ortaya çıkan ekonomik krizden ve devalüasyondan ÇETİN ler ciddi bir şekilde yara almış ve hızla gerileme dönemine girmişlerdir, bu dönemde ÇETİN ler kendilerine göre büyük maddi kapıplar vermişlerdir, sonrasında baba Fahri ÇETİN iş hayatından çekilmiştir, abisi Yusuf ÇETİN ile büyük bir boşlukta kalan Adem ÇETİN yılmayarak adeta iş konusunda savaşarak gece gündüz demeden çalışarak tekrar gelişme ve büyüme dönemine girmişlerdir, ülke ekonomisinin iyi olmadığı O yıllarda başarı sağlayan Adem ÇETİN ve abisi Yusuf ÇETİN birlikte elektronik sektörüne yönelerek NOKTA ALARM Elektronik Güvenlik Sistemleri San Tic Ltd Şti ni kurmuşlardır, NOKTA ALARM ismi ile etkili işlere başarılara imza atmışlardır, Adem ÇETİN in yönetim kurulu başkanlığını yaptığı NOKTA ALARM Güvenlik Firması, sektörde kısa zamanda bir marka olmuştur, istikrarlı ve kararlı bir şekilde büyüme içerisinde olan ÇETİN ler 2003 yılında HOROZ KARGO ile kısmi ortaklık anlaşması imzalayarak taşımacılık sektörüne NOKTA LOJİSTİK ünvanı ile yeniden giriş yapmışlardır beraberinde ÇETİN ler 2004 yılında gıda sektörünede girerek GİMPAŞ Marketler Zincirinin ortağı olmuşlardır, Adem ÇETİN nin yönetim kurulunda olduğu her iş sahasında kurumsallığa önem verilmiştir, iş hayatında duygusallığa yer vermeyen Adem ÇETİN yeni iş sahaları oluşturma haricinde mevcut iş alanlarında başarılı olma ve mevcut iş sahalarının genişletilmesinde etkili çalışmalar yaparak bulunduğu bölgede yeniliklerin ve extra isdihdamın oluşmasını sağlamıştır, birlik ve beraberliğe önem veren Adem ÇETİN dernek, vakıf vb.gibi bazı sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalar içerisinde olup bu kurumlara insiyatifinde maddi ve manevi destekler vermektedir.

Birlikten kuvvet doğar inancı ile Giresunlu Genç İş Adamları Derneği ( GİGİAD ) nin kurulmasını ve iş adamlarının bir araya gelmesini sağlayarak bölge ticaret hacminin yükselmesine katkısı olmuştur. Toplumsal meselelere daha yakın ve faydalı olabilme amacı ile Giresunlu Genç İş Adamları Derneği (GİGİAD) ynt krl bşk görevini yapmaktadır, memleketi Giresuna olan sevgisi ve özlemi karşısında tüm tatillerini doğduğu yer olan memleketi Giresun'da yaylalarda yapmaktadır.

Adem ÇETİN evli ve 1 çocuk babasıdır, ailesi ile birlikte Kocaeli ili Gebze ilçesinde ikametgah etmektedir.
 
Ahi Evran </B>
XIII. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiştir. Denizli, Konya ve Kayseri’den sonra 1277 yılında Kırşehir’e yerleşmiştir. Gençliğinde debbağlık sanatını öğrenmiş, kısmen ticaretle uğraşmıştır. Önce debbağ esnafının piri, sonrada tüm Türk İslam esnafının piri olmuştur.

Ahi Evran, kurduğu inanç düzeni ile esnafı uyarmış, ahlaki ve sosyal kuralları ile dayanışmayı sağlamış, ekonomik yaşamı canlandırmıştır.Ahlak ile sanatı bir ahenk içerisinde birleştirerek, Ahi Teşkilatını kurmuş ve tüm Anadolu’ya yaymıştır. Ahi Evran-ı Veli yaklaşık 1215 ile 1220 yılları arasında Horasan’da doğmuş, 92 yaşında Kırşehir’de vefat etmiştir. Türbesi Kırşehir’dedir.
 
Ahmet Ertürk </B>
HAKKINDA YAZILANLAR

'TMSF Başkanı Ahmet Ertürk komando kampında imamdı'

Araştırmacı İsmail Nacar, TMSF Başkanı Ahmet Ertürk'ün gençliğinde anti-komünist bir komando kampında imam olarak görev yaptığını söyledi. Nacar'ın da bulunduğu kampta tek tip mavi gömlekler giyiliyordu

Ahmet Erhan Çelik - Ankara

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Ahmet Ertürk'ün gençliğinde anti - komünist bir komando kampında "imam" olarak görev aldığı ortaya çıktı. Ertürk gibi Malatyalı gençlerin katıldığı kamp 1969 yılında kuruldu. Gençlerin uzun kollu ve yakasız tek tip mavi gömlekler giydiği kampın, "silahlı eğitim" aşamasında dağıtıldığı öğrenildi.

TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, bu konudaki sorumuza şu yanıtı vardı: "Bunlar kişisel konulardır. Evet ya da hayır demem. Değerlendirme yapmam gerekirse felsefi çerçeveyi koruyarak ben yaparım."

Ertürk'ün geçmişiyle ilgili açıklamalar, "Biz ağabey - kardeş gibiydik" diyen araştırmacı İsmail Nacar'dan geldi. Nacar, Ertürk'ün, "Erbakan İslamcılığı Türkiye'ye yapılmış kötülüktür" başlığıyla 17 Temmuz tarihli Milliyet Business'ta yayımlanan açıklamaları üzerine konuşma kararı aldığını belirterek, "Ertürk, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Korkut Özal'ın tepkisini çekmemek için geçmişini saklamaya çalışıyor" diye konuştu. Nacar, sorularımıza şöyle yanıt verdi:

'Haksızlık ediyor'

Ertürk'ün komando geçmişiyle ilgili neden açıklama yapıyorsunuz?

Milliyet Business'taki söyleşiyle ilgili bana çok telefon geldi. Gazeteyi okuduğumda da dünyam başıma yıkıldı. Ömrümüzü idealizm için harcadık. Ama gelinen noktada TMSF gibi mazlumların hakkını koruması gereken bir kurumun başındaki insan mevcut konumunu korumak için hak ölçülerini unutarak geçmişine ve insanlarına haksızlık ediyor.

Siz o söyleşide Malatya Hareketi'ni soruyorsunuz ama Ertürk hareketin fikri lideri Sait Çekmegil'in adını saklıyor. Çünkü bu hareket tasavvuf karşıtıdır. Ertürk, tasavvuf ve tarikatla yoğrulmuş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve Korkut Özal'ın tepkisini çekmemek ve yerini korumak amacıyla hem Çekmegil'in adını söylemiyor hem de doğruları anlatmıyor.

Bilinmeyen kitap

Sait Çekmegil adı ne ifade ediyor?

(Ertürk) Çekmegil ismi duyulduğunda İskenderpaşa ve İsmailağa dergâhlarında hakkımda şüphe uyanır diye düşünüyor. Çekmegil, Ecevit'ten Demirel'e, Erbakan'dan Özal'a bir çok liderden iltifat gören itibarlı bir fikir adamıydı.

Ama hurafelere ve Erbakan İslamcılığına karşıydı. Biz 4 üniversiteli olarak 1974 yılında "Çekmegil'in Eseri Neyi Anlatır?" adıyla bir kitapta yayımladık. O üniversiteliler arasında Ertürk de vardı. Ertürk de Çekmegil'le birlikte anılan Malatya ekolünden gelir.

'Kampı yüzbaşı kurdurdu, mavi gömlekliler denildi'

Komando kampını nerede, nasıl kurdunuz?

Kampı komünizm tehlikesine karşı sonradan yüzbaşı olduğunu öğrendiğim bir askerin telkinleriyle 1969'da Malatya'da kurduk. Kamp, Malatya'dan Elazığ'a giderken tepeyi aştığınızda solda tepede ağaçlık bir yerdi. Kampa katılan gençlere Mussolini'nin kara gömleklilerinden esinlenerek mavi gömlekler diktirdik.

Kampın imamı olarak da Ahmet Ertürk'ü tayin ettim. Vücudu zayıftı ama güzel Kuran okuyordu, kamptaki gençlere namaz kıldırıyordu. Ben o zaman 19, Ertürk ise 17 yaş civarındaydı. Ama iş silahlı eğitime geldiğinde kampı dağıtma kararı aldık. Ertürk'ün babası Sait Ertürk de içimizdeydi.

Sözünü ettiğiniz askerle nasıl tanıştınız?

Malatya'da Söğütlü Camii vardır. Orada namaz kılarken tanıştığım bir adam vardı, 35 - 40 yaşlarında biri. Adını bile bilmiyordum, kamp meselesini bana o açtı. Daha öncede bana Hitler'in Kavgam, Mussolini'nin Kara Gömlekliler İhtilali gibi kitaplar getirmişti.
Ben de Ertürk dahil 30 - 40 arkadaşa bu kitapları dağıtmıştım. Kamp meselesini açınca bizi bir tüccara (En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)ürdü. Oradan mavi kumaş aldık, arkadaşların ölçülerine göre terzide gömlek diktirdik.

Gömlek modeli nasıldı?

Gömlekler uzun kollu ve yakasızdı. Mussolini'nin kara gömleklerinden esinlenmiştik. Herkes kampta bu mavi gömlekleri giyerdi.

Kamp faaliyeti ne kadar sürdü, katılımcı sayısı neydi?

20 - 25 kadar genç vardı. O asker silahlı eğitim filan demeye başlayınca kampı kapattık. Zaten Çekmegil de böyle şeylere şiddetle karşıydı. Bir gün (Malatya'daki) İsmet Paşa heykelinin önünde o camide tanıştığım kişiyi gördüm. Siması hiç yabancı gelmedi ama yüzbaşı kıyafeti içindeydi. Yüzüne dikkatle bakınca beni tanıdı, "Kusura bakma ben askerdim" dedi. O tarihlerden sonra ne ben kendisini gördüm ne de o beni gördü. Ben de tamamen partiler üstü, gruplar üstü bir konum aldım. Ne sağ ne sol görüş içinde olmadım. Kendimi fikri bir gerilla gibi geliştirdim.

Sait Çekmegil kimdir?

Malatya'nın yerlilerinden olan Sait Çekmegil 1926 yılında doğdu, geçen yıl 24 Temmuz'da vefat etti. İslami kesimde fikri disiplin - ekol sahibi kişi anl(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim)(En büyük netbilgini.net bebeğim) gelen 'mütefekkir' sıfatıyla anılan Çekmegil, "eleştirel" görüşleriyle tanınıyor.

Çekmegil, Anadolu'da tasavvuf karşıtı en önemli fikri akım kabul edilen Malatya Hareketi'nin lideri kabul ediliyor. "Eleştirel, doğru ölçüyü arama ve buna göre sonuca ulaşma" diye tanımlanan düşünce yöntemi nedeniyle dergâh, şeyh ve tarikatlara karşı olan Çekmegil, Korkut Özal başta olmak üzere Özal ailesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Refah Partisi eski Genel Başkanı Necmettin Erbakan gibi isimlerin 'ilişkide olduğu iddia edilen' İsmailağa, İskenderpaşa gibi cemaatleriyle fikri mücadele yürüten en önemli isimlerden biri olarak tanınıyor.

Aynı zamanda yazar ve şair olan Çekmegil'in "Ruhta İnkılap", "İnsanoğlu Kendini Arıyor", Dünya İslam Devleti" gibi 40 yakın kitabı bulunuyor. Necip Fazıl Kısakürek'le birlikte Büyük Doğu'nun kurucuları arasında yer alan Çekmegil'in asıl mesleği ise terzilik.
Malatya Hareketi'ndeki en önemli olay ise 1952 yılında Vatan gazetesinin Başyazarı Ahmet Emin Yalman'a yönelik suikast olarak gösteriliyor. Çekmegil'e bilgi verilmeksizin gerçekleştirilen ve tetikçi olarak Hüseyin Üzmez'in yer aldığı bu suikast İslamcı kesimdeki ilk silahlı eylem kabul ediliyor.

Ertürk kitabını yazdı

Sait Çekmegil hakkındaki yazıların derlendiği "Çekmegil'in Eseri Neyi Anlatır?" başlıklı kitap 1974 yılında Sanih Yayınları tarafından basıldı. Kitabı derleyen ve kendilerine üniversiteliler adını veren 4 kişilik ekipte Ahmet Ertürk'de bulunuyor. Diğer üç üniversiteli ise şöyle: Sacit Duman, İsmail Öztoprak ve İsmail Nacar.

Başbakan'ın başdanışmanlarından Cüneyt Zapsu'nun dedesi ve Ehli Sünnet dergisi başyazarı Abdurrahman Zapsu hoca efendinin Çekmegil'le ilgili yazısında ise Çekmegil'den "devrimci" sıfatıyla söz ediliyor. Dede Zapsu'nun yazdıkları şöyle:
"Ruh meselelerini birçok kimseler ele almışlardır. Mesela İbni Sina'nın ruh manzumeleri... İmam Gazali'nin ruh hakkındaki inkılabı (devrimi) kendi yaşadığı asrın icabına göredir. Bizim yaşadığımız asrın icabına göre de inkilab isteyen aziz şairimiz Said Çekmegil...

İsmail Nacar kimdir?

1950 yılında Malatya'nın Akçadağ ilçesi Kurtuşağı köyünde doğdu. Lise eğitimini Elazığ'da ve Adıyaman'da tamamlayan Nacar, lisans eğitimini Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Ortaçağ Tarihi Kürsüsü'nde yaptı. Nacar, 1970'li yılların başından 80'li yılların sonlarına kadar Yeni Atılım dergisini çıkardı. Tarikat ve tasavvuf düşüncesine yönelik eleştirileriyle tanınan Nacar'a "solcu İslamcı" sıfatı takanlar oldu.

Ertürk Milliyet Business'ta ne demişti?

Ahmet Ertürk, 17 Temmuz tarihli Milliyet Business'ta yayımlanan söyleşide memleketi Malatya'dan doğan ve kentin ismiyle anılan fikri hareket hakkında açıklamalarda bulunmuştu. Saatçi Musa adıyla anılan ve Ahmet Emin Yalman suikastının planlayıcısı olarak bilinen Musa Çağıl'la ilgili anılarını da aktaran Ertürk Malatya Hareketi için şunları şöylemişti:

"Eğer Malatya Hareketi diye bir şey varsa bu tasavvuf karşıtı bir hareketti. İsmail Nacar'ı tanırsınız. Nacar o dönemlerde yeni liseyi bitirip Malatya'ya gelmiş bir adamdı. 1968'li yıllardan söz ediyoruz. O dönem Malatya'da solun yükseldiği yıllardır. Nacar'da daha çok MHP'nin sürüklediği hareketlerin içinde yer alan aktif birisiydi. İsmail'le o dönemden bizim tanışıklığımız vardır. İsmail'in şu andak söylemi nasıldır? Tasavvuf karşıtıdır. Tasavvuf literatürünü yerden yere vuran görüş aslında Malatya'ya hâkim olan görüştür. Tasavvufun yanlış bir islam yorumu olduğuna inanılır. Saptırılmış diyenler de vardır."
 
Ahmet Özal ( 1955) </B>
Malatya Milletvekili-Bağımsız

Tevfik Ahmet Özal ANKARA - 1955, Turgut, Semra - ABD North Carolina State Üniversitesi, Ekonomi Master - İngilizce - Ekonomist - Kanal 6 televizyono eski sahibi.Evli, 2 Çocu
 
Selim Sarper (1899 -?); Türk siyaset adamı. İstanbulda doğmuştur. Amerikan Kolejinde lise öğrenimini gördükten sonra, Almanyada hukuk öğrenimi yapmıştır. Memuriyet hayatına öğretmenlikle başlamış, sonradan Dışişleri Bakanlığına girerek, çeşitli memuriyetlerde bulunmuştur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Matbuat Umum Müdürlüğü yapmış, Moskova büyükelçisi olmuş, Birleşmiş Milletlerdeki devamlı delegeliğimize getirilmiştir. 27 Mayıs, 1960 hareketinde Dışişleri Bakanlığına getirilmiş, 15 Ekim 1961 genel seçimlerinde C.H.P. adayı olarak İstanbuldan milletvekili seçilmiştir.
 
Salih Reis (?- 1566); Osmanlı denizcisi. Bigada doğmuştur. Yıllarca Akdeniz de korsanlık yapmış, Turgut Reisle birlikte çeşitli deniz savaşlarına katılmış, onunla birlikte Venediklilere esir düşmüştür. Barbaros Hayrettin tarafından kurtarılınca Tunus muharebelerine katılmış ve büyük yararlıklar göstermiştir. 1553te Faa şehrini ele geçirmiş. 1556 da Cezayir beylerbeyi olmuş. Kanuni Süleyman tarafından paşa lık unvanı verilmiştir.
 
Gerçek adı Ömer Zülfü Livaneli�dir. 20 Haziran 1946 yılında Konya-Ilgın�da doğan Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye�nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300�e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.

Bugüne kadar üç uzun metrajlı film yönetti; "Yer Demir Gök Bakır", "Sis" ve "Şahmeran". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "Altın Antigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre, ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi bir çok televizyon şirketine satıldı.

Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk - Kul Forumu'nda yer aldı.

Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.

1996 yılında Paris�te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, orjinali ilk kez 1978�de çıkan "Nazım Türküsü"adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.

Arafta Bir Çocuk", "Engereğin Gözündeki Kamaşma" ve "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm" kitaplarının yazarı olan Livaneli, halen Sabah Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir.
 
Epiktetos
Serdar YILDIZ


Epiktetos bir Anadolulu... Miladi 55-135 (I-II yy) yılları arasında yaşamış bir filozoftur. Frigya'da Hierapolis (yani şimdiki Pamukkale yakınları)'te doğmuştur. 'Epiktetos' aslında bir isim değildir. Köle, esir mânâsına gelen bu kelime hayatı boyunca yaşadıklarından dolayı ona isim olarak konmuştur.
Miladi 90 yıllarında Roma'dan, tüm filozoflarla beraber kovulunca, Yunanistan'da bir okul açtı ve İzmitli bir talebesiyle yaptığı sohbetleri Epiktetos Risalesi (Düşünceler ve Sohbetler) adı altında kitap olarak topladı. Toplam sekiz kitaptan oluşan risalelerin sadece dördü günümüze kadar gelmiştir.

Düşünceler ve Sohbetler
Epiktetos'un sohbetleri Düşünceler ve Sohbetler isimli kitapta toplanmıştır. Bu kitapta yer alan düşünceleri ayrıntılı incelediğimizde, 'ahlâk ve insan kriterleri' karşımıza çıkar. Yaşadığı dönem itibariyle hep insanları doğru ve güzel ahlâka davet etmiştir.

Öğüt verirken ölümü devamlı kullanır: 'Ölüm, sürgün ve bunlara benzeyen 'korkunç gibi görünen şeyler, bilhassa ölüm daima gözünün önünde olsun. O zaman asla gereksiz saplantıların olmaz ve dünyalık hiçbir şeyi delice arzulamazsın.' der. Çoğu zaman dindarlıktan pozitif olarak bahseder ve der ki: 'Fayda nerede ise, şefkat, sevgi ve merhamet de oradadır. Böylece bir kimse arzularını ve nefretlerini kanunu Yaratan'ın tespit ettiği kaidelere göre tanzim ederse, dindarlığını ve şefkatini kuvvetlendirmiş olur.'

Epiktetos mütevazı olmayı savunur. Karşısındaki insanın fikirlerine saygılıdır: 'Biri senin hakkında kötü bir şey söylerse sakın kızma ama şöyle karşılık ver: Hakkımda bunu söyleyen hiç şüphesiz başka kusurlarımı bilmiyormuş. Bilseydi, sadece bunu söylemekle kalmazdı!' İnsanlara bir şeyler anlatma noktasında temsilin önemli olduğunu söyler: 'Cahillerin önünde güzel vecizeler sayıp dökme! En iyisi bu vecizelerin emrettiği şeyleri yap. Meselâ bir ziyafette nasıl yemek yenildiğini anlatma. Fakat nasıl yenmesi gerekse öyle ye!' Cahillerle tartışma hususunda ölçülü davranmaya dikkat çeker: 'Cahillerin huzurunda derin ve mühim meseleler açılırsa sükutu muhafaza et. Zira henüz hazmetmediğini ifade etmekte büyük tehlike vardır. Senin bir şey bilmediğini iddia etseler de öfkelenme. Çünkü koyunlar ne kadar yem yemiş olduklarını gidip çobanlarına rapor etmezler. Fakat iyice hazmettikten sonra süt ve yün hâline getirirler.'

Epiktetos, tam bir tevekkül insanıdır. Olayların gidişatını kadere bırakma taraftarıdır: 'Hâdiselerin dilediğin şekilde gelmesini bekleme. Nasıl geliyorlarsa öyle gelmelerini iste. Böylece daima mesut olabilirsin.' der ve şunu da ekler: 'Başıma gelen elemleri ve kederleri ve her şeyi kabullendim. Zira Allah'ın benim için istedikleri, benim kendim için arzu ettiklerimden daha hayırlıdır.'

Dünya malına karşı lâkayttır: 'Her ne olursa olsun, elinden alınan bir şeyi kaybettim deme! Onu geri verdim de! Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü onu geri verdin.' Lâkin onu öldürdüler... Olsun. Onu sana verenin şu veya bu şekilde geri almasının ne ehemmiyeti var?' Dünyayı bir misafirhane gibi tasavvur eder: 'Dünya bir masifirhanedir ve geçici bir ziyafettir. Bir yemek tabağı sana kadar geldi mi... Elini kibarca uzatarak bir parça al. Önünden kaldırdılar mı... Tatminkâr ol, ille de almak isteme! Henüz önüne gelmedi mi, arzuların uzaklara gitmesin. Tabağın önüne gelmesini bekle. Sıranı bekle!'

Epiktetos kendini şöyle ifade eder: 'Ben esir, sakat, fakir, sefilim fakat bir Allah âşığıyım!' Allah'ın yüceliği için; 'Eğer Allah sadece renkleri yaratmış ve onları ayırt edecek gözleri yaratmamış olsaydı bu renkler neye yarayacaktı? Renkleri ve gözleri yaratıp da ışığı yaratmamış olsaydı renklerin bir mânâsı kalır mıydı? Bu üç unsuru birbiri için yaratmış olan kim olabilir? Bu birliğin mimarı kimdir? Tabiî ki Allah'tır. Öyleyse Rabbani bir kudretle idare edilmekteyiz.' der. Bir defasında kendisine şöyle bir soruyla gelirler: 'İstisnasız bütün hareketlerimin Allah tarafından görülmesine beni ikna edebilir misin?' Epiktetos sorularla diyaloğu geliştirir:

-Bütün dünyadaki varlıklar ve olaylar arasında ilişki olduğuna inanıyorsun değil mi?

-Evet.

-Dünyadaki olayların semavî bir kudret tarafından idare edildiğine de kanisin değil mi?

-Evet.

-Demek oluyor ki her şeyin tam zamanında kusursuzca vuku bulduğunu da görüyorsun. Mevsimler, güneş ve ayın değişmesiyle dünyadaki hayat da değişiyor, biz de bundan etkileniyoruz. Yani kâinattaki tüm olaylardan biz de tam olarak etkileniyoruz. Peki kâinatla biz bu kadar bağlantılı isek, onu yaratan Allah onunla ilgisiz olabilir mi?

-Tamam da, birbirinden alâkasız ve uzak meseleleri Allah nasıl görebiliyor?

-Ey hakikatlere kör adam! Senin pirinç tanesi kadar ki ferasetin, bir anda ne kadar çok meseleyle alâkadar oluyor; düşünüyor, bakıyor, yürüyor, kavrıyor, inanıyorsun. Bu fiiller birbirlerinden ne kadar da ayrık fiillerdir, tahayyül edebiliyor musun? 'Güneş bir anda dünyanın çok büyük bir kısmını aydınlatıyor. Güneşi yaratan, (ki kâinatı da o yaratmıştır) dünyanın tamamını kendine aydınlatamaz mı? Ve ey aciz, o küçücük gözünle bir anda birçok şeyi nasıl kavradığını ve gördüğünü düşün. Gece gökyüzüne baktığında, kâinat senin gözün önündedir. Peki ya gözü yaratanın gözünden bir şey kaçar mı?!'

Epiktetos ve Epikürien düşünce
Epiktetos ahlâkî anlayışa sahip olduğu için gayr-î ahlakî duran Epicur'a ciddi eleştiriler yöneltir: 'Ey ahmak! Bu kitapları yazmak için bunca gece uykusuz kalmaya değer miydi? Sıcak yatağından kalkmadan bir solucan gibi hayat sürmen daha iyi değil miydi? Çünkü sana lâyık hayat budur. Zaten yaşamak istediğin böyle bir hayat değil de nedir?' İnsanın iyi ve kötü davranışları konusunda, 'İnsan yanlış olarak algıladığı şeyden uzak durur ve hakikat olarak algıladığını reddedemez. İyi görüneni de atamaz. Bundan dolayıdır ki; Hırsızlık kötü değildir. Kötü olan yakalanmaktır.' şeklinde ortaya konulan Epicurien fikirlere olan düşmanlığını ifade etmekten çekinmez.

Epicurien'in ilâhî hikmeti tenkit babındaki sözleri Epiktetos'u tam anlamıyla çileden çıkarır. Epicurien bir gün şöyle der:

' Bir ilâhî hikmeti var mı acaba, durmadan burnum akıyor.'

Buna cevap olarak Epiktetos:

'Sen sefil bir esirsin. Ellerin ne için var? Burnunu silsene!' der.

Epicurien karşılık verir:

'Dünyada hiç sümük olmaması daha iyi değil mi acaba?'

Epiktetos :

'Burnunu silmek ilâhi hikmeti tenkit etmekten daha iyi değil mi?'

Selâm olsun ona.
 
Geri
Üst