Değerli Üyelerimiz sizler için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Lütfen 10 saniyede üye olarak bizlere destek olunuz... 😊 Tüm sorunları bize bildirebilirsiniz
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Harezm bölgesi velilerinden “Alaeddin Harezmî” hazretleri
bir gün sevdiği bir talebesiyle oturmuş sohbet ediyordu ki;
- Allah
verdiği sözden döner mi? diye sordu gence.
Delikanlı;
- Hâşâ hocam
dedi
Allah sözünden döner mi hiç?
- İnsan bile sözünden dönerse ne kadar ayıp olur değil mi evladım?
- Tabii efendim. Dönek derler adama.
- Ama insanoğluna bak ki
Allah’ın verdiği söze güvenmiyor
buyurdu. Güvenmiş olsa
günahlardan kaçar
ibadete sarılır.
Daha iyi anlatmak için;
- Bak evladım
buyurdu. Allahü teâlâ kullarını Cennete davet ediyor. Emrettiğim gibi yaşarsanız size sonsuz Cenneti vereceğim
buyuruyor. Ama kullar kabul etmiyor bu daveti. Ne garip değil mi?
Anadolu’da yetişen büyük velilerden “Ankaravî İsmail Rusuhî Efendi”ye bir gün bazı sevdikleri gelip;
- Allah sevgisi kalbe nasıl girer? diye sordular.
Cevabında;
- Kalpten dünya sevgisi çıkınca
Allah sevgisi kendiliğinden girer
buyurdu.
Ve sordu onlara:
- Su dolu bir şişe düşünün mesela.Suyu boşaltırsanız ne olur?
- Yerine hava girer.
- Yani hem su
hem de hava bir arada bulunamaz değil mi?
- Evet efendim
bulunamaz.
- İşte kalp de böyledir
buyurdu. Orada iki sevgi bir anda bir arada bulunamaz. Onda ya “Dünya sevgisi” vardır
ya da “Allah sevgisi”. Kalpten dünya sevgisi çıkarsa
Allah sevgisi kendiliğinden gelir.
Kalpten nasıl çıkar?
Dinleyenler;
- Peki efendim
kalpten dünya sevgisi nasıl çıkar? diye sordular.
- Kalbinde dünya sevgisi olmayan bir mübarek zatın sohbetiyle
buyurdu.
- Öyle zatlar yoksa? dediler.
- O zatların hayatta olmaları şart değil ki
buyurdu. Vefat etmiş olsalar da onları sevmek
kalpten söküp atar dünya sevgisini.
Ve ilave etti.
- Onları sevebilmek için de tanımak lazım tabii.
- Nasıl tanıyacağız? dediler.
- Kitaplarını ve hayat hikâyelerini okumak suretiyle
buyurdu. Bunlar okununca
sevgileri kalbe yerleşir.
***
Bir gün de
cemaatine;
- İnsanın en büyük düşmanı kimdir
biliyor musunuz?diye sordu.
- Bilmiyoruz
dediler.
Nefsin düşmanı!..
- En büyük düşman nefs-i emmaredir
buyurdu. Ama bu
ölmez ve yok olmaz. Çünkü nefis lazım.
- Nefis lazım mı? dediler.
- Evet
buyurdu.Çünkü o işe yarıyor.
- Ne işe yarıyor efendim?
- Mesela insan neslinin devamı ve düşmanla harp ve cihat
nefisle oluyor
buyurdu. Hem bu cihat sayesinde insan melekten bile yüksek olabiliyor.
- Peki efendim
nefis ölmese de zayıflamaz mı? dediler.
- Tabii zayıflar
buyurdu.
- Ne ile zayıflar efendim?
- İbadet yapmakla. Nefsin en büyük düşmanı ibadettir çünkü.
- Hangi ibadet mesela?
- Nefse en zor gelen ibadet
namazdır. Nefis kahrolur her namazda. Öyle zayıflar ki
Tabiinin büyüklerinden “Atâ bin Ebu Rebah” hazretleri
bir günkü sohbetinde;
- “Allah için dökülen gözyaşları
günahları temizler”
buyurdu.
Dinleyenler;
- Efendim
eski büyükler de çok ağlarmış öyle mi? dediler.
- “Evet”
buyurdu. “Bu
bütün velîlerin ortak özelliğidir zaten. İmam-ı âzam hazretlerinin de çok ağladığı meşhurdur.
- İmam-ı Azam mı dediniz?
- Evet. Onun ağlamasından komşuları müteessir olurlardı hatta. Gecenin belli bir saatinden sonra
“İşte İmam yine başladı ağlamaya” derlerdi.
- Neden ağlardı ki efendim?
- Son nefes korkusundan.
Söğüt yaprağı gibi...
İmam-ı Rabbani hazretleri de Mektubat kitabında
“İmanımın gitmesinden söğüt yaprağı gibi titriyorum” buyuruyor.
***
Bu zat
devlet adamlarından kaçar
zenginlerle görüşmezdi. Zamanın sultanı
bir gün bir torbaya “Altın” doldurup bir adamıyla gönderdi bu büyük veliye. Sultanın adamı gelip çaldı kapısını. Açtığında
o keseyi uzatıp;
- Efendim
bunu size gönderdiler
lütfen kabul buyurun
dedi.
Mübarek;
-”Hayır
kabul edemem”
buyurdu.
- Neden? deyince;
- “Çünkü bu altınlardan sultanın kokusu geliyor” buyurdu. “Alamam”.
Adam
mecburen itiraf etti:
- Evet efendim
bunu sultan gönderdi size. Ne olur kabul edin.
Biz garip kimseleriz
Buyurdu ki:
- Kardeşim
biz garip kimseleriz. Dünya adamlarıyla işimiz olmaz bizim.
***
Bir gün de;
- “Efendim
günahımız çok. Yarın ahirette hâlimiz ne olacak?” diye sordular bu zata.
- Merak etmeyin
buyurdu.
- Neden? dediler.
- Çünkü bu gemi selametle sahile çıkarsa
yalnız kaptanını değil
gemide kim varsa hepsini çıkarır
buyurdu. Siz bu gemiden düşmemeye bakın.
- Biz hangi gemideyiz ki efendim?
- “Ehl-i sünnet gemisi”ndeyiz. İmam-ı azam hazretlerinin gemisindeyiz yani. Buna
her nimete onun sayesinde kavuştuğunu söylüyordu yakınlarına.
Bir gün;
- Efendim
hocanızdan çok bahsediyorsunuz
dediler.
- “Evet öyle”
buyurdu.
-Onu çok mu seviyorsunuz?
- Nasıl sevmem. Ne biliyorsam hepsini ondan öğrendim. Bu nimetin şükrünü yapmam mümkün değil. “Yüz sene” ömrüm olsa
bu ömrümün tamamında onun kapısında “hizmetçilik” yapsam
yine hakkını ödeyemem.
- Pekii ondan neler öğrendiniz ki
böyle çok seviyorsunuz?
Bir tek şey öğrendim
- Neler öğrenmedim ki! Ama bir şey var ki
o hepsine bedeldir. O da
“Hak” nedir? “Batıl” nedir? Bunu öğrendim.
- Bu
o kadar mühim mi ki?
- Elbette. Dünyada en zor şey
hakkı batıldan ayırmaktır. Peygamber Efendimiz bile
“Yâ Rabbî
bana hakkı batıldan ayırmayı nasib eyle” diye dua ederlerdi.
???
Bir gün de bazı sevdikleri bu zata gelip;
- Efendim
Allahü teâlâ
“Dua edin
kabul edeyim” buyuruyor. Ama dua ediyoruz
kabul olmuyor. Acaba sebebi nedir? diye sordular.
Onlara;
- “Duanızın kabul edilmediğini nereden biliyorsunuz?” diye sordu.
İsteklerimiz olmuyor
- İstediklerimiz olmuyor da ondan
dediler.
- Bu
duanızın kabul edilmediğini göstermez ki.
- Göstermez mi?
- Evet göstermez. İhlasla yapılan her dua
mutlaka kabul olur. Ancak zamanı var. Hem sonra Allahü teâlâ sevdiği kullarının duasını bazan geciktirir.
- Neden?
- Çünkü onun
kendisine yalvarmasını sever de ondan. Sıkıntısını hemen gidermeyip
daha çok yalvarmasını ister. Karşılığında da ona çok sevap verir.
- Yani duaya devam mı edelim efendim?
- Elbette. Dua etmeye devam edin ve kabul olunduğundan da hiç şüphe etmeyin. Dünyada olmasa da ahirette verilir karşılığı.
müminin aynasıdır
Anadolu evliyasından “Atâ Efendi”ye
bir gün mahalleden birkaç kişi gelip
- Efendim
“Mümin
müminin aynasıdır” deniyor. Bu ne demek? diye sordular.
- “Anlatayım”
buyurdu.
Ve şöyle anlattı:
Bir gün
Peygamber Efendimiz
Eshabın büyükleriyle bir yerde otururken yanlarına edepsiz biri gelip hakaret etti.
- Efendimize mi hakaret etti?
- Evet. “Senin kadar kötü
senin kadar çirkin birini görmedim”dedi Efendimize.
- Eshab-ı kiram ne yaptılar peki?
- Efendimize baktılar. Bir işaret etse
parçalayacaklardı adamı.
“Doğru söylüyorsun!”
Sordular yine:
- Efendimiz bir şey buyurdular mı?
- Evet
“Doğru söylüyorsun”buyurdular.
Ve devam etti anlatmaya:
O edepsiz adam gitti. Az sonra hazret-i Ebu Bekir geldi oraya. Efendimizi görünce
- “Yâ Resulallah! Ömrümde senin kadar güzel
senin kadar sevimli bir kimse görmedim”dedi.
- Efendimiz ne buyurdular peki?
- Yine “Doğru söylüyorsun”
buyurdular.
- Çok şaşırdık efendim
ikisine de “Doğru söylüyorsun” buyurmuşlar.
- Evet. Eshab-ı kiram da şaşırdılar ve “Yâ Resulallah! O adama da doğru söylüyorsun dediniz
Ebu Bekir’e de. Hikmeti nedir?” diye sordular.
- Efendimiz ne buyurdu peki?
- “Ben aynayım”
buyurdular. “Bana bakan
kendini görür. İkisi de kendilerini görüp
gördüklerini söylediler”.
Kul hakkı mühimdir
Bir gün de cemaatine;
- “Ahirette her şeyden hesap var”
buyurdu. “Hele kul hakkı çok mühimdir.”
- Efendim
kul hakkı
sadece maddî şeylerde mi olur? diye sordular.
- “Hayır
manevî de olabilir”
buyurdu. Mesela “gıybet”.
- Gıybet kul hakkına girer mi ki?
- Elbette. “İftira” da kul hakkıdır
“Su-i zan” da. Hatta “Mümine sert bakmak” bile kul hakkına girer.
- Peki ne tavsiye edersiniz efendim?
- Ölmeden önce helallaşın. Yoksa çok zor olur ahirette
çaresi bulunmaz. Çünkü cenab-ı Hak kul hakkını affetmiyor. Helallaşmaktan başka çare yoktur.
ne yapayım? diye sordu.
Büyük veli cevaben;
- “Öyleyse tövbe et”
buyurdu.
- Tövbe mi edeyim
neden?
- Çünkü kula gelen her sıkıntı
işlediği bir günah sebebiyledir evladım. Derhal Allah’a dön ve tövbe et.
- Peki efendim
insanlardan iyilik görmek nedendir acaba?
Buyurdu ki:
- Bu da
yapılan bir “İyi iş”in
bir “Hayırlı amel”in neticesidir. Sen de mümkün olduğu kadar herkese iyilik yap oğlum. Zayi olmaz. Mutlaka karşına çıkar.
En mesut insan
Bir gün de sohbetinde;
- “Dünyada en mesut insan kimdir
biliyor musunuz?” diye sordu cemaatine.
- Bilmiyoruz
dediler.
Buyurdu ki:
- En mesut insan
“Peki” diyendir.
- Kime peki diyeceğiz efendim?
- Tabii ki “Hak söz”e. Yani “Allah adamları”na
“Ehl-i sünnet alimleri”ne. Büyüklere “Peki” diyen kazanır. Eshab-ı kiram niçin bu kadar çok yükseldiler dersiniz?
- Niçin efendim?
- Resulullaha “Peki” dedikleri için.
Sordu yine:
- Ebu Cehil ve yandaşları niçin kaybettiler acaba?
- Resulullaha “Hayır” dedikleri için mi?
- Evet. Ona itiraz ettiler. Hak sözü dinlemediler ve kaybettiler.
Peki deyin
kazanın!
Şöyle bitirdi:
- “Peki demek” melek sıfatıdır. “İtiraz etmek” ise şeytan sıfatı. Siz melekliğe özenin. Peki deyin ve kazanın. Rahat edersiniz.
***
Bir gün de;
- Başarının sırrı nedir? diye sordular bu zata.
Cevabında;
- “Birlik beraberlik
dürüstlük ve iyi hedef seçmektir” buyurdu.
- Hedefimiz ne olmalı? dediler.
- “Bir kişinin daha hidayetine sebep olup
onu Cehennemden kurtarmak olmalı” buyurdu. “Yanan bir evden birini kurtarmak
çok büyük sevaptır. Fakat bu bile bir insanı “Cehennem ateşi”nden kurtarmanın yanında hiç kalır yine de.”
Ben yaptım” demeyin!
Buhara evliyasından “Ebu Hafs-ı Kebir” hazretleri
bir günkü sohbetinde;
- “Kardeşlerim
mim’li konuşmayın. Böyle konuşmak nefsanidir”
buyurdu.
Dinleyenler;
- Nasıl yani? dediler.
Buyurdu ki:
- Yani hayırlı bir iş yapınca
“Ben yaptım
ben ettim” demeyin. Böyle konuşmak
kula yakışmaz.
- Peki efendim
mesela çok çalışıp uğraşarak zor bir işi başarsak
yine mi “Ben yaptım” demiyeceğiz?
- Evet. Çünkü siz o işi Allahın yardımıyla başardınız. Cenab-ı Hak fırsat
imkân ve kabiliyet vermeseydi
siz o işi yapamazdınız.
Sen nasib etmeseydin...
- Peki
ne dememiz lazım efendim?
- “Yâ Rabbî
sana sonsuz şükürler olsun ki
bu hayırlı işi bana nasib ettin. Sen bu imkânı vermeseydin
ben bu işi yapamazdım” demeliyiz.
***
Bir gün de bazı gençler bu zata gelip;
- Bize nasihat eder misiniz? dediler.
Onlara;
- “İki şeye dikkat edin” buyurdu. “Birincisi
ibadetleri seve seve yapın. İkincisi de kul hakkına girmeyin. Varsa
helallaşın hemen”.
-Ya biz haklıysak? dediler.
- “Olsun
yine de helallaşın” buyurdu. “Çünkü hiç belli olmaz. Belki de sen haksızsın. Karşıdaki haklıdır. Her şeyin doğrusu ahirette ortaya çıkacak”.
Haklı olduğu halde...
Ve ekledi:
- Haklı olduğu halde haksızlığı kabul edene Cennette büyük bir köşk verilecektir. Bunu Peygamberimiz haber veriyor ve “Kefili de benim” buyuruyor.
***
Bir gün de sevdiği bir gence;
- “Evladım
sana tavsiyem
fütüvvet sahibi ol” buyurdu.
Delikanlı;
- O nedir ki? deyince;
- “Fütüvvet” gücendiğin kimseye iyilik etmek
sevmediğine ihsanda bulunmak ve sıkıldığın insana güleryüz göstermektir
meleklerin size imrenmesini ve size dua etmelerini ister misiniz?” diye sordu.
- Tabii efendim
çok isteriz
dediler.
- “Öyleyse şu iki şeyi yapın”
buyurdu. “Birincisi
birbirinizi çok sevin. İkincisi de bir araya geldiğinizde faydalı şeyler konuşun”.
- Ne konuşalım efendim?
- Mesela islâmiyetten konuşun. Allah’tan bahsedin. Açın bir “İlmihal kitabı” okuyun.
Ve ilave etti:
- Allah rızası için üç beş kişi bir araya gelir de “dînî sohbet” ederlerse
gökteki melekler onlara imrenir ve dua ederler onlar için.
“Kendinizi sevmeyin!”
Bir gün de
bir genç gelip;
- Efendim
ben Allahü tealayı sevmek istiyorum
ne yapayım? diye sordu.
Cevaben;
- “Öyleyse kendini sevme” buyurdu. “Çünkü kendini seven
Allah’ı sevemez. Allah’ı seven de nefsini sevemez. Ayrıca nefsini seven
büyüklerden istifade edemez.
Genç sordu yine:
- Büyüklerden istifade etmenin alameti nedir ki efendim?
Buyurdu ki:
- Onlar
kimseye yük olmaz. Üstelik herkesin yükünü çekerler.
???
Bir gün de sevdikleriyle sohbet ederken;
- “Kardeşlerim
her işi Allah için yapın” buyurdu. “İnsanların takdirini değil
Rabbimizin rızasını düşünün.
“O beğensin yeter!”
- İnsanların beğenmesi mühim değil mi? dediler.
- “Hayır” buyurdu. “Onlar bugün över
yarın söverler. İnsanların takdirini bekleyenler
kime benzer
biliyor musunuz?”
- Kime efendim?
- Alışveriş için pazara giden şu insana benzer ki
para kesesini açtığında
içinin “Çakıl taşı”yla dolu olduğunu görür. Hiçbir işe yaramaz tabii”. İşte “İhlassız ameller” de bir işe yaramazlar ahirette.
Şöyle bitirdi:
- Ahirette
sadece “Allah için” yaptığımız amellerden fayda göreceğiz. İhlassız amellerimiz “Kirli paçavra” gibi çarpılacak yüzümüze.
“Garantin var mı?”
Büyük veli;
- “Yaşlanacağına garantin var mı?” buyurdu. “İnsan ömrünün en kıymetli zamanı gençliktir. Bu en kıymetli zamanı
en kıymetli şeylerle geçir!”
- Ne ile mesela?
- En kıymetli şey “İslâmiyete uymak”tır kardeşim. Yani Rabbimizin emirlerini yapıp
yasak ettiklerinden sakınmak. Bu ikisinden daha mühim iş yoktur.
***
Bir gün de;
- Efendim
ahirette ilk sual neden olacak? diye sordular.
- “Îman”dan olacak
buyurdu. “Çünkü Cennete girmek îman ile olur. Ama bir şartla. Doğru ve sağlam olması lazım o îmanın”.
- Hangi îman doğrudur hocam?
- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uygunsa
o îman doğrudur.
-Îman doğru olmazsa?dediler.
“Ateşle temizlenir!”
- Îmandaki bozukluk
ancak “Cehennem ateşi”yle temizlenir
buyurdu.
- Şefaat yok mudur efendim?
- Var ama îtikat bozukluğu şefaatle affolmaz. Şefaatle ancak ameldeki noksanlıklar affedilebilir.
***
Bir gün de;
- İnsan
sevdiğine isyan eder mi? diye sordu cemaatine.
- Etmemesi lazım
dediler.
Buyurdu ki:
- Evet. İnsan
sevdiğinin sözünü dinler. Zira sevmek
itaati gerektirir. İtaat etmeyen
sevmiyor demektir. Öyleyse Rabbimize itaat edelim. Edemiyorsak
Şam evliyasından “Ebu İdris Havlanî” hazretleri bir günkü sohbetinde;
- İnsan bir sefere çıkacak olsa
yanına eşya olarak ne alır? diye sordu cemaatine.
- Gittiği yerde ne lazım olacaksa
o şeyleri alır
dediler.
- Pekii daha fazlasını alırsa ne olur?
- Ahmaklık olur efendim.
Buyurdu ki:
- İşte bizler de birer ahiret yolcusuyuz kardeşlerim. Bize orada ne lazım olacaksa
onun tedarikine bakalım.
- Onlar nedir ki efendim?
- “Salih amel”dir. Yani ihlasla yapılan iyi iş ve ibadetlerdir. Bu dünyada Allah için yaptığımız her icraat
orada işe yarar.
Nimetler içindeyiz
Bir gün de;
- “Kardeşlerim
Allahü teâlâya sonsuz kere sonsuz hamd olsun ki
bizlere çok büyük nimetler vermiş” buyurdu.
Sordular:
- O hangi nimetler efendim?
- Mesela “Îman nimeti”. Kâfirlere vermemiş bunu. Onlar
hem dünyada azap içindeler
hem de ahirette.
- Efendim
onların da huzur içinde olanlarını görüyoruz.
- Hayır
o
görünüşte öyledir. İslâmın dışında rahat ve huzur yoktur ve olamaz. Kâfirler
“Sarhoş” gibidirler bu dünyada. Nasıl ki sarhoşlar bir müddet sonra ayılırlar. Bunlar da ölünce ayılacaklar. Ama o ayılma fayda vermeyecek onlara.
Müddet bitmiştir
Ve ilave etti:
- Çünkü müddet bitmiştir. Ne “Tövbe etme” fırsatı vardır artık
ne de “Îman etme” imkânı.
***
Bir gün de “Ana baba hakkı”ndan bahsediyordu ki;
- En büyük ibadet
ana babanın kalbini kazanmaktır
buyurdu.
- Ya kalpleri kırılırsa? dediler.
Buyurdu ki:
- Bu
o evlat için en büyük felakettir.
- Efendim
Allahü tealanın rızası
ana babanın rızasına bağlı deniyor
bu doğru mu?
- Elbette. Ana babanız sizden razı olmadıkça Allahü teâlânın sevgili kulu olamazsınız.
Allah’a dönmektir. Allahü tealanın emir ve yasaklarına göre yaşayanlar
dünyada da sıkıntı çekmezler
ahirette de. İslamdan ayrılınca sıkıntı başlar.
Allah
kuluna acır
Bir gün de;
- Kardeşlerim
cenab-ı Hakkın kullarına merhameti
bir annenin yavrusuna olan merhametinden daha çoktur
buyurdu.
Daha iyi anlaşılması için de;
- Bir anne
yahut baba
ne kadar yaramaz olursa olsun
evladını tutup ateşe atar mı? diye sordu onlara.
- Atmaz tabii
dediler.
Buyurdu ki:
- İşte cenab-ı Hak da hiçbir kulunu durup dururken Cehenneme atmaz.
- Cehenneme atılanlar yok mu efendim?
- Var ama
onları Allah atmıyor ki.
Kendi kendilerini
atıyorlar
- Ya kim atıyor?
- Onlar
kendi kendilerini ateşe atıyorlar. Bir adam evinin damına çıkıp intihar etse
bunda suç kimindir?
- Tabii ki kendisinin.
- İşte Cehenneme gidenler de aynen böyledir. Allahü teâlâ
kulları Cehenneme gitmesin diye hep ikaz ediyor.
- Nasıl ikaz ediyor?
- Kur’an-ı kerimde
“Aman kullarım! Yapmayın
etmeyin
yoksa yanarsınız!” buyuruyor. Kur’an-ı kerim
baştan sona bu ikazlarla dolu. Ama bu kadar ikaza rağmen insanoğlu yine büyük günahlar işleyip Cehennemi hak ediyor.
Şöyle bitirdi:
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası
Şam’da yetişen velilerden “Ebu İshak-ı Şâmî” hazretleri
bir gün talebelerine;
- Çocuklar
“bir şey” var ki
o “bir şey”e kavuşan
her şeye kavuşur. O bir şeye kavuşamıyan
hiçbir şeye kavuşamaz
buyurdu.
Gençler merak edip;
- O nedir ki? dediler.
Buyurdu ki:
- Hakiki bir “İslâm alimi”ni tanıyıp onu sevmek ve sohbetinde bulunmaktır. Çünkü o büyük âlimlerin nasihatlarına göre yaşayan
dünyada rahat ve huzurlu olur. Ahirette de sonsuz Cennet nimetlerine kavuşur.
- Böyle bir zat yoksa efendim?
- Onlar yoksa kitapları var. Onların kitabını okuyan da her nimete kavuşur.
İyilerle birlikte olun!
Bir gün de nasihat istediler bu zattan.
- “Daima iyilerle beraber olun” buyurdu. “Neden böyle söylüyorum
biliyor musunuz?”
- Neden efendim?
- Çünkü bir kimse
bir “cüzzamlı hasta” ile bir evin aynı odasında yedi sene birlikte kalsalar
hatta aynı tabaktan yiyip aynı yatakta yatsalar.
- Evet efendim.
- Cüzzam
çok bulaşıcı bir hastalık olduğu halde
yine de bu cüzzamın o sağlam adama geçmeme ihtimali vardır. Fakaat bir mahallede bir “kötü insan” olsa
onun kötülüğünün diğer insanlara geçmeme ihtimali yoktur.
Herkes pişman olacak!
Bir günkü sohbetinde de;
- Kardeşlerim
herkes öldüğünde pişman olup “Eyvaah!” diyecek
buyurdu.
- Herkes mi pişman olacak? dediler.
- “Evet
herkes pişman olacak” buyurdu. “Ama kâfirlerin pişmanlığı daha çok olacak tabii. (Aaah! Keşke îman etseydim)diyecekler
ama nafile.”
- Müslümanlar da pişman olacak mı efendim?
- Elbette. Onlar da
“Aaah! Keşke şu şu günahları işlemeseydim. Keşke şu iyilikleri de yapsaydım” diyecekler. Ama bu da nafile. Çünkü imtihan bitmiş
fırsat elden gitmiştir. Geri dönüş de yoktur oradan.
Şöyle bitirdi:
- Herkes
Balıkesir evliyasından “Yürek Dede” hastalandı bir gün. Öyle ki
ayağa kalkacak takati kalmamıştı. Hanımı yemeğini yanına getirir
abdestini almaya yardım ederdi. Ama bir gün
sevenleri ziyaretine geldi bu zatın. Onları görünce mübarek fırladı yataktan ve koyu bir sohbete koyuldu onlarla. Unuttu hastalığını. Kendinden geçti adeta. Hanımı da bitişik odada olup
onun bu haline taaccüp etmişti. Misafirler gidince hışımla girdi yanına.
- Efendi ne bu hal?
- Hayrola hanım
ne oldu?
- Hani sen hastaydın?!
- Evet hastaydım
ama...
- Kusura bakma ama
ben senin hastalığına inanmıyorum artık.
- Neden hanım? N’oldu ki?
“Bütün nazın bana!”
- Misafirlerle nasıl konuşuyordun öyle. Bütün nazın bana mıydı yani?
- Yok hanım
yanlış anladın
ben...
- Hayır hayır
bundan sonra bana hastayım falan deme sakın. Hizmet de bekleme
tamam mı?
Gülümsedi Mübarek;
- Haklısın hanım. Ama ne yapayım
elimde değil işte.
- Neymiş elinde olmayan?
- Gönül dostlarını görünce hastalığımı unutuyorum hanım. Allahü teâlâdan bahsedince
İslâmiyetten konuşunca
kendimden geçiyorum. Rabbim güç kuvvet veriyor
şifa buluyorum.
???
Bir gün de sevdiği bir gence;
- Dinimizden bir kelime öğrenip başkasına öğretmek
bin kere nafile hacca gitmekten daha çok sevaptır
buyurdu.
Dini kimden öğrenelim?
Delikanlı;
- Efendim
ben de dinimi öğrenmek istiyorum
dedi. Acaba nereden öğrenebilirim?
- Ehli sünnet alimlerinden
buyurdu.
-Ehli sünnet alimi yoksa efendim?
- Onlar yoksa
kitapları var evladım. O âlimlerin halis niyetle yazdıkları kitapları okuyan
hem dinini doğru olarak öğrenir
hem de feyz alır.
- Feyz mi
o da ne demek?
- Feyz
“nur” demektir oğlum. Yani o büyüklerin kitabını okuyanın kalbi nurlanır
temizlenir
parlar.
- Kalbin temizlendiği nasıl anlaşılır ki?
- Kalbi temizlenen kimseye ibadetler tatlı
bir gün sevdikleriyle sohbet ederken;
- Kardeşlerim
bazı müstesna kimseler
mahşerdeki “bin sene”yi
Arş-ı âlânın gölgesinde
nurdan kürsîlerde oturarak geçireceklerdir
buyurdu.
- Onlar kimlerdir? dediler.
- Dünyada iken
Allahü teâlânın dinine hizmet edenler ve Onun kullarının müşkillerini halledenlerdir
buyurdu.
- Ne mutlu onlara.
- Evet. Ama İslâma hizmet etmek zor iştir. Allahü teala bu zor işi
en fazla güvendiği ve en çok sevdiği kimselere vermiştir.
- Onlar kimlerdir ki efendim?
- “Peygamber Efendimiz” ve Onun varisi olan “Ehl-i sünnet alimleri”dir.
Ne tavsiye edersiniz?
Bir gün de gencin biri bu zata gelip;
- Efendim
dünya zevklerine çok düşkünüm. Bana ne tavsiye edersiniz? diye sordu.
Cevabında;
- Günah olan dünya zevklerine düşkünlük
nefistendir
buyurdu. Halbuki biz
nefsi ezmekle emr olunduk.
- Kendi nefsimizi mi ezeceğiz?
-Evet. Çünkü nefsimiz
Allahü teâlânın düşmanıdır oğlum. Onu ezmemiz lazım. Biz onu ezmezsek
o bizi ezer.
- Nefs nasıl ezilir ki efendim?
- “Riyazet” ve “Mücahede”ile. Yani nefsin istediği şeyleri yapmamak
istemediği şeyleri yapmakla.
Şöyle özetledi:
- Nefsi ezmenin yolu
“İslamiyete uymak”tır oğlum.
Asıl servet nedir?
Bir gün de sohbetinde;
- “İnsanın serveti” deyince ne anlıyorsunuz? diye sordu cemaate.
- Parası
evi
eşyası... dediler.
- Hayır
bunlar değil
buyurdu.
- Ya nedir efendim?
- Asıl servet
ölürken yanında ***ürebildiğidir.
Cemaat
hayretle sordu:
- İnsan ölürken ne ***ürebilir ki?
- Sadece “Salih ameller”ini.
- Salih amel’den maksat?
- “Salih amel”halis niyetle
ihlasla
yani sırf “Allah için” yapılan amellerdir. Allah için yapılmayanlar
Hindistan evliyasından “Emanullah Lahorî” hazretlerine
bir gün bir genç gelip;
- Efendim
“Dünyadan sakınınız!” buyuruluyor
bu ne demek? diye sordu.
- “Dünyadan sakınınız!” demek
“Haram ve günahlardan sakınınız!” demektir
buyurdu.
Sordu tekrar:
- Nefsin ve ruhun lezzet aldığı şeyler aynı mıdır?
- Hayır. Her uzvun lezzet aldığı şeyler başkadır.
- Nefs
nelerden zevk alır mesela?
- Nefsin gıdası
“haram” ve “günahlar”dır.
- Ya ruhumuz efendim?
- Ruhun gıdası
manevi şeylerdir. “İbadet
sohbet
namaz...” gibi.
Dünyada en büyük zevk
Bir gün de talebesinden biri;
- Efendim
dünyada en büyük zevk nedir?diye sordu bu zata.
Cevabında;
- Allahın dinini
Onun kullarının ayaklarına kadar ***ürmek ve bu yolda karşılaşılan sıkıntılara sabretmektir
buyurdu.
- Kalbleri temizlemenin ilacı nedir?
- Allah dostlarının sohbetidir.
- Öyle zatlar yoksa peki?
- Onlar yoksa
kitapları var evladım. O kitapları okumak da kalpleri temizler.
Sordu yine:
- Hangi dualar kabul olmaz hocam?
- Haram giren ve haram çıkan ağızla yapılan dualar kabul olmaz evladım.
Hangi dua kabul olur?
- Pekii hangi dualar kabul olur?
- Helal yiyen ağızla
kırık kalple ve büyükleri vesile ederek yapılan dualar kabul olur
buyurdu.
***
Bir gün de;
- Tevekkül nedir? diye sordular bu zata.
- “Tevekkül” sebebine yapışıp
o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir
buyurdu.
- Çalışmadan tevekkül etmek olmaz mı?
- Hayır. Çalışmadan tevekkül etmek
namaz kılmadan dua etmeye benzer ki
kabul olmaz.
Şöyle bitirdi:
- Sebebine yapışmayan arzusuna kavuşamaz. Allahü tealanın âdet-i ilahisi böyledir çünkü.
bir gün birkaç talebesiyle sohbet ediyordu ki;
- Kıyamet günü evvela “Îman”dan
sonra “Namaz”dan sorulacak
buyurdu. Îman
en büyük nimettir ki
bu nimetin şükrü üç şeyle ifa edilebilir ancak.
- Onlar nedir? dediler.
- Birincisi “Hubb-u fillah”tır. Yani birbirimizi çok seveceğiz. İkincisi
“kalp kırmak”tan titreyeceğiz. Kalp kırmak
Kâbe-i şerifi kazma kürekle yıkmaktan daha büyük günahtır.
- Üçüncüsü nedir efendim?
- Üçüncüsü de
“Affetmek”tir. Birbirimizin kusurunu affedeceğiz. Sabredenin gideceği yer
Cennettir.
En büyük nimet
Bir gün de sohbetinde;
- “Kardeşlerim
Allahü teâlâ
kullarına ihsan ettiği nimetleri üzerlerinde görmeyi sever” buyurdu. “Yani Rabbimiz
bize ihsan ettiği nimetleri izhar etmemizi
göstermemizi istiyor.
- En büyük nimet nedir ki? dediler.
- “Müslüman olmak” nimetidir
buyurdu. Bundan büyük nimet yoktur.
- Bu nimeti nasıl göstereceğiz?
- Güler yüzümüzle
tatlı dilimizle
merhamet ve şefkatimizle göstereceğiz. Ama bir şartla. O nimetin bize gelmesine vesile olan kimseye teşekkür etmeliyiz önce.
- Teşekkür etmezsek? dediler.
O şükür kabul olmaz
Buyurdu ki:
- O zaman Allahü teâlâ şükrümüzü kabul etmez. Çünkü insanlara teşekkür etmeyen
Allahü tealaya şükretmiş olamaz.
***
Bir gün de sohbetinde;
- Köpek olan eve rahmet melekleri girmez
buyurdu. Kalbi de bir ev gibi düşünürsek
o evde de uluyan dört köpek var maalesef.
- Onlar nedir ki? dediler.
- Kibir
kıskançlık
öfke ve şehvet
buyurdu.
Ve şöyle açıkladı:
- Yani kendini beğenmek
Mısır’da yetişen velilerden Emir Hayalî Çelebi hazretlerine
bir gün bazı gençler gelip;
- Efendim
îmanın altı şartından başka ayrıca bir şart daha varmış
öyle mi? diye sordular.
- Evet öyledir
buyurdu.
- Ama Amentü’de imanın şartı altı olarak bildiriliyor. Bunu bize izah eder misiniz.
Buyurdu ki:
- Bakın gençler
Amentü’de bildirilen îmanın altı şartı
inanılacak şeylerdir. Fakat bu altı şartın geçerli olması
ayrıca bir şarta bağlıdır.
- O nedir? dediler.
- “Hubb-u fillah” ve “buğd-u fillah”tır
buyurdu. Yani Müslümanları Müslüman olduğu için sevmek
kâfirleri
küfürlerinden dolayı sevmemektir.
Bu yoksa
îman da yok
- Bu şart yoksa? dediler.
- “Bu olmazsa
îman olmaz”
buyurdu. “Yani Amentü’deki altı şeye inansa bile Müslüman olamaz. Fakat bu
sadece “sevmek” ve “sevmemek”tir. Yoksa dövüşmek ve münakaşa etmek değildir.
***
Bir gün de bir delikanlı bu zata gelip;
- Efendim
bir ahbabın sıkıntısı vardı. Yardım edip onu o sıkıntıdan kurtardım. Hiç teşekkür etmedi. Teşekkür etmesi lazım değil miydi? diye sordu.
- Elbette lazımdı
buyurdu. Fakat...
- Fakatı ne efendim?
- Sen bu yardımı “Allah için” yapmamış mıydın ona?
Allah için yapmıştım
- Tabii ki Allah için yapmıştım efendim.
- Öyleyse niye üzülüyorsun? Sen amelinin sevabına kavuştun. O düşünsün. İnsanlara teşekkür etmeyen
Allahü teâlâya şükretmiş olamaz.
***
Bir gün de;
- Efendim
mümin kime denir?diye sordular bu zata.
- Mümin
elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kimsedir
buyurdu.
Sordular yine:
- En büyük günah nedir?
- Günahın
günah olduğunu bilmemektir.
- Pekii ondan büyük günah?
- Günahı