Medeniyetler Tarihi

TAHT PEŞİNDE

Babür bu çarpışmalar içinde pişmiş cesur, iradeli, ince zekâlı bir adamdı. Yenilgisinden yılmadı, yanındaki askerleri ile birlikte Afganistan'a geçti, büyük bir güçlükle karşılaşmadan Kabil'i ele geçirdi (1504). Merkezi Kabil olmak üzere küçük bir devlet kurdu, Fergana ve Semerkant'tan kaçıp gelen Türkleri de buralara yerleştirdi. Bir süre eski ülkesini geri almak, egemenliğini Türkistan'a yaymak için savaştıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine gözünü Hindistan'a çevirdi.
 
HİNT PADİŞAHI BABÜR

O zamanlar Hindistan kargaşalık içinde bir ülke, bir ülkeden de öte âdeta bir kıtaydı. Babür bunu fırsat bilerek güneye yöneldi. Zaten o sırada Delhi padişahlığı için kendisine başvurmuşlardı. Bu fırsattan yararlanarak Hindistan'a yürüdü, 1524'te Pencap'ı, 1526'da kanlı bir çarpışma sonunda Delhi'yi ele geçirdi. Art arda öteki büyük şehirleri de ele geçirerek 1528'e kadar Kuzey Hindistan'ın fethini tamamladı.

Babür'ün kurduğu imparatorluk 1858'e kadar 332 yıl sürdü. Babür'ün ölümünden sonra yerine geçen Hümayun devrinde imparatorluk sarsıntı geçirdiyse de onun oğlu Ekber Şah zamanında en yüksek kudretine ulaştı. Avrupalıların Büyük Moğol İmparatorluğu adını verdikleri bu büyük Türk-Hint İmparatorluğu Babür ve Ekber şahların attığı sağlam temeller sayesinde yüzyıllarca yaşadı
 
BABÜRNAME

Babür, aynı zamanda sairdi. Başından geçenleri, başarılarını ve yenilgilerini bu eserinde anlatmıştır. Türkçe'nin Çağatay diyeleğinde yazılmış olan Babürname büyük dillerin hepsine çevrilmiştir.
 
Bizans İmparatorluğu



İmparator

Bizans'ın imparatorluk kavramı Roma ve Helen kaynaklıdır. Tanrı-imparator anlayışı ve uygulaması Hıristiyanlaşmış haliyle karşımıza çıkmaktadır. İmparator, Tanrı iradesiyle gönderilmiş bir kişidir. Tanrı'nın seçilmiş kuludur ve onun himayesinde hüküm sürmektedir. Kilise ve imparator bir bütündür ve imparator kimsenin sorgulayamayacağı ve buna cüret edemeyeceği son derece önemli bir şahıstır.

Bu özellikler taşıyan kişinin başında olduğu imparatorluk da, tüm devletlerin, kavimlerin içinde olduğu ortaçağ hiyerarşisinin tepesinde bulunmaktadır. Törenler hipodromda yapılır ancak hükümdarlık ünvanının verilişinin en önemli aşaması, taç giyme, Ayasofya'da gerçekleşirdi. Patrik yeni hükümdara tacını giydirir ve hükümdar kendini " Tanrı'nın sevgili ve yeryüzündeki vekili" olarak tanıtırdı.
 
Hukuk

İmparator, adalet örgütünün başıydı. 14.yüzyılın başlarına kadar en yüksek mahkeme imparatorun başkanlık ettiği mahkemeydi. Üyeleri yüksek memurlardan seçilirdi. Ağır suçlar burada görüşülür ve karara bağlanırdı. Bu yüksek mahkemenin dışında, yüksek daire başkanlarının yönettikleri mahkemeler ve ayrıca kentlerde birçok ilk mahkemeler bulunmaktaydı.
 
Ordu

Bizans ordusu kara ve deniz kuvvetlerinden meydana geliyordu. İmparatorluğun kurulduğu dönemde kara ordusu iyi örgütlenmiş ve iyi eğitim görmüştü. Kara ordusu sınırlarda oturan birliklerle merkezde bulunan ve her cepheye gönderilen esas kuvvetlerden oluşurdu. 7. yüzyılda ordu ordu örgütünde önemli değişiklikler oldu.

Thema sistemi ile eyaletlerdeki askeri birlikler yeni bir sisteme bağlandı. Strategos, aynı zamanda themasının askeri birliklerinin komutanıydı. Kara ordusu piyade ve süvari olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Silah olarak kılıç, kalkan, mızrak, zırh ve çeşitli savaş baltaları, mancınıklar kullanılıyordu. Bizans İmparatorluğu kurulduğu zaman düzenli bir donanması olmadığı gibi 7. yüzyıla kadar Bizans'ın denizlerde kuvvetli bir düşmanı da yoktu. Fakat Müslüman donanmasının kurulmasından ve Bizans'a karşı ilk başarıları kazanmasından sonra donanmanın önemi anlaşılmış ve deniz kuvvetleri esaslı bir biçimde örgütlenmişti.

Herakleios reformları ile bütün deniz kuvvetleri tek bir ad altında birleştirildi. 3. Leon zamanında deniz kuvvetleri İstanbul donanması ve deniz themaları donanması olarak ikiye ayrıldı. 10. yüzyılda donanma 3-5 Dromondan meydana gelen birliklere ayrıldı. Rum ateşi en önemli silahlarıydı. 11. yüzyıldan itibaren Bizans donanması zayıfladı. 2. Andronikos donanmayı kaldırınca denizlerde üstünlük Venedik ve Cenova'ya geçti. 3. Andronikos donanmayı tekrar kurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı.
 
Bilim

Bizans İmparatorluğu'nda bilim ve fikir hayatı ilk iki yüzyıl boyunca Antik Yunan ve Latin dünyası arasındaki ilişkilere sıkı sıkıya bağlıdır. Büyük Constantinus ile birlikte Hıristiyanlık resmen kabul edilmekle beraber Antik geleneğini devlet ve fikir hayatı üzerinde birinci derecede etkili olduğu kesindir.

Putperestliğin son kalıntıları 6. ve 7. yüzyılda kaybolmuş, Antik dşüncenin son kalesi olan Atina Okulu 529 yılında kapatılmıştır. Bu arada Hellenistik düşüncenin devam ettiği Mısır, Suriye ve Filistin'in müslümanlar tarafından alınması ile bütün bilim ve kültür hayatı İstanbul'da toplanmıştır
 
Tarihçilik

Bizans İmparatorluğu'nda tarihçilik çok önemli idi. Bizans tarihçilerinin eserleri yanlız Bizans İmparatoru için değil, ilişkide bulunduğu kavimlerin tarihi içinde değerli bilgiler içermektedir. Bizans tarihçiliği kilise tarihi ve dünya tarihi ile başlar. Örneğin: Eusebios'un Khronogrophia'sı, Theophanes'in Khronogrophia'sı, Skylitzes'in Synopsis Historion adlı eserleri.

Genel dünya tarihine paralel olarak Antik tarzda yazılan monografilerde Bizans'ın kuruluşundan yıkılışına kadar olan dönem konu alınır. Prikopius'un Gizli Tarih'i ve Yapılar adlı eserleri. Tıp, matematik, astronomi, kimya, botanik, zooloji gibi bilim dallarında ise çok fazla eser yoktur
 
Edebiyat

Bizans edebiyatı, diğer konularda olduğu gibi ilk zamanlar Antik edebiyatın bir devamıdır. Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edilmesine rağmen eski putperest edebiyat hemen ortadan kalkmamıştır. Ancak Hıristiyan düşünüşü çok geçmeden edebiyatta da ağırlığını ortaya koymuştur. Şekil olarak eskiye bağlı kalmakla beraber ruh bakımından Hıristiyan idi. Bizans yazarlarının çoğunda Kitab-ı Mukaddes'in bilinmesi, Antik eserlerin bilinmesi kadar önemli sayılırdı.

Bizans edebiyatı en parlak dönemini Justinianos zamanında yapmıştır. İstanbul merkez olmakla beraber Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır'daki kentlerde de canlı bir edebi faaliyet göze çarpıyordu. Tarih, hukuk, bilim ve teknoloji şiirin konusunu oluşturuyor ve her çeşit düz yazı şiire çevriliyordu.
 
Önemli şairler arasında Nannos, Romanos, Musaios, Patrik Sergios'u sayabiliriz. 7. yüzyılın ortalarından itibaren Bizans edebiyatında bir duraklama dikkati çekmektedir. Özellikle ikon-oklazma yanlız kutsal resimleri yok etmekle kalmamış aynı zamanda bilim ve edebi faaliyetlerin de durmasına neden olmuştur. Bu dönemde çoğunlukla din konuları işlenmiştir. Ayrıca din uğruna ölenlerin biyografileri de bu dönemde oldukça yoğun işlenen konular arasındadır.

Bizans'ın ilk kadın şairi Kosia bu dönemde yaşamıştır. İki yüzyıl devam eden duraklama döneminden sonra yeni ve parlak dönem İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulmasıyla (863) başlamıştır. Antik ve Bizans eserleri toplanmış ve incelenmiş, özetlerini içeren ansiklopediler yazılmaya başlanmıştır. Bunun en önemli örneği Suidas'dır.

Bu dönemde ayrıca milli destanlar, epigramlar, ilahiler, manzumlar yazılmıştır. 12. yüzyıldan itibaren halk diliyle yazılmış didaktik, satirik, lirik şiirlere, atasözlerine ve hikayelere rastlanır. Diğer yandan eski mitolojik konular halk edebiyarı üzerinde etkili olmuştur.
 
Eğitim

Öğretim yaygın değildi. Daha çok erkek çocuklar okula gönderilirdi. Öğretimde Antik Yunan yazarlarının metinleri okutuluyor ve açıklanıyordu. Orta öğretimin amacı memur yetiştirmekti. Büyük Constantinus'un, İstanbul'u başkent yapmasından sonra imparatorluğun çeşitli bölgelerinden, özellikle de Atina, Mısır ve Suriye'den gelen bilginler burada toplanıyor ve burasını bir bilim merkesi haline getiriyorlardı.

2. Thedosius döneminde İstanbul'da ilk yüksekokul kurulmuştu. Eğitim süresi 5 yıldı. Sonraki dönemlerde kapatılan bu okul, 863 yılında tekrar açılmıştır. Burada felsefe, matematik, astronomi, gramer ve müzik okutulmaya başlandı. İstanbul'da Thedosius'tan itibaren kurulan ve kapatılan üniversite ve yüksekokulların dışında patrikhaneye bağlı olan ve teoloji öğretimi yapan okullar da bulunuyordu. Burada dini derslerin yanında Eski Yunan felsefesi, dil ve edebiyatı, matematik gibi dersler de veriliyordu
 
Din

Bizans İmparatorluğu'nda dinin ve dolayısıyla kilisenin önemi çok büyüktü. Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonra kiliseye karşı zaman zaman imparatorların önlem almasına rağmen kilise her zaman saygınlığını korumuştur. Patrik imparator tarafından seçiliyordu ve patrik imparatora taç giydiriyordu.

Kiliseye bağlı olarak geniş bir manastır ağı kurulmuştu. Halkın manastırlara olan ilgisi oldukça fazlaydı. Kimileri hayatı boyunca buraya kapanırken kimileri de maddi destek sağlıyordu. Bizans İmparatorluğu'nda manastırların böyle önemli olmasını nedeni; çeşitlilik gösteren, esnek ve akışkan bir kurum olması, toplumun ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olması, her sınıftan insana açık olmasıydı. İnsanlar buraya gelip, Tanrı'ya olan borçlarını ödemekte ve aynı zamanda huzur, mutluluk ve güven dolu bir hayat yaşamaktaydılar.
 
Ekonomi

Bizans İmparatorluğu'nda ekonomik hayatın temelini tarım meydana getiriyordu. Toprak devletin malıydı. Themalara bölünmüştü ve buralara askeri valiler atanmıştı. Valinin görevi theması içinden gelen toprak gelirlerini imparatora iletmektir. Devlet tarım yapması için kişiye toprak verir o da burayı işler, böylece hem ailesinin ihtiyacını karşılar hem de ürün fazlasını satarak vergi giderlerini karşılardı.

Genel olarak buğday, üzüm, tahıl ürünleri, meyve, pamuk yetiştirilir; arıcılık, hayvan yetiştiriciliği (koyun, keçi, sığır ve at) yapılırdı. Bizans sanayisi deyince akla tekstil gelmektedir. Başta pamuklu ve ipekli dokumacılık olmak üzere ketencilik ve halıcılık ileri düzeydeydi. Madencilik, camcılık, kuyumculuk da oldukça gelişmiştir. Her sanayi kolu loncalar şeklinde örgütlenmiş ve sıkı devlet kontrolü altında idiler.
 
Konstantinapolis

Büyük Constantinus, doğudaki başkent olarak, Antik dönemin devamı olabilecek şehirleri değil, İstanbul'u (konstantinapolis'i) seçti. Her taraftan işçi, sanatçı ve malzeme getirtti. Roma, Atina, İskenderiye, Efes ve Antakya'nın en güzel tapınakları yeni kenti süslemek için kullanıldı.

Yeni merkezi Roma'ya benzetmek için elinden geleni yaptı ve 330 yılında şehri büyük bir törenle açtı. İmparator, doğudaki başkent olarak Antik devir devamı olabilecek şehirleri değil, Konstantinapolis'i seçmişti. Bunun nedenleri arasında kentin coğrafi konumu, ekonomik ve siyasal koşulları sayılabilir.
 
Bilge Kağan

Bilge Kağan, 683 yılında doğdu. Babası Göktürk Devleti'ni yeniden kuran İlteriş Kutlug Kağan, annesi İlbilge Hatun'dur. 8 yaşında babasını yitiren Bilge, 24 yıl boyunca Göktürk Devleti kağanlığı yapan amcası Kapağan Kağan'ın elinde büyüdü.

Bilge Kağan, amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal'ı devirerek 32 yaşında Göktürk Devleti'nin başına geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge'nin ilk işi iyi bir yönetim oluşturmak oldu. Bunun için, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tegin'i, vezirliğe de Tonyukuk'u getirdi.

Bilge Kağan'ın en büyük hayali milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karşı çıkarak, "Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildiler. Su ve otlak peşindedirler. Avcılık yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savaşçıdırlar. Kendilerini güçlü görünce, orduları yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayı üstünlüklerini böylece etkisiz kılarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsanız ve bir kez Çin'e yenilirseniz, onların tutsağı olursunuz " dedi.
 
Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm'i yaymak hevesine kapıldı. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm'in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi. Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk'un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları yapmadı.

Bilge Kağan döneminde Göktürk Devleti'nin sınırları Çin'in Şan-Tung ovasından, İç Asya'da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani ırmağı havalisi ve Batı Demir Kapı'ya (Ceyhun Irmağı'nın yakınında Semerkant-Belh yolu üzerinde) kadar ulaştı. Önce veziri Tonyukuk'u sonra kardeşi Kül Tegin'i kaybeden Bilge Kağan'ı, Çinlilerle işbirliği yapan bakanı Buyrak Cor zehirledi. Yatağında hasta yatarken, kendisini zehirleten bakan ve yardımcısını öldürten Bilge Kağan, 25 Kasım 734'de öldü. Bilge Kağan'ın cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde büyük bir törenle defnedildi.
 
Cengiz Han


1167 yılında doğdu. Moğol Kağanı ve Moğol Devleti'nin kurucusudur. Asıl adı Temuçin’dir. Temuçin, 13 yaşlarında iken, babasını kaybetti. Henüz küçük olduğundan, kabilesi, onu bırakıp Tayciutlar’a katılmak istedi. Annesi Helün Hatun, binbir çaba ile kabilenin küçük bir bölümünü geri çevirebildi. Nice güçlük ve sıkıntıya rağmen, varlıklarını sürdürebildiler. Bütün bu olaylar sırasında, Temuçin’deki önderlik yetenekleri kendisini belli ediyordu.

Cengiz, han olduktan sonra Çin’deki Kitün/Chin Sülalesi'nin, kuzey sınırlarında Tatarlar’a karşı giriştiği bir harekete katıldı ve Tatarlar ezildi. Ona göre Tatarlar, atalarına kötülük edip, ölümüne neden olmuşlardı. 1202’te Tatar kabileleri ile savaştı ve onları yendi.

Cengiz Han, Moğolistan’ın tek gücü durumuna gelmişti. 1206 İlkbaharı'nda, Onon Irmağı boylarında bir kurultay toplandı. Bu kurultay, bütün kabilelerin temsilcileri Han Cengiz’i, bakanlığa (Kağan) getirdiler. Cengiz unvanı da bu sırada verilmiş olmalıdır.
 
Cengiz Kağan, Çin’den batıya giden ticaret yolunu denetimlerinde tutan Tangutlar’la savaştı. 1209’da kendisi de sefere katıldı. Başkent Ning-hia düşmediyse de, Tangutlar denetim altına alındı. Cengiz Kağan, Asya’nın doğusunda büyük bir güç olarak ortaya çıkarken, Orta Asya’nın kudretli devleti de Harezmşahlar’dı. İki ülke arasında birçok elçiler gidip gelmişti. Cengiz, iki ülke arasında özellikle ticaretin gelişmesinden yana olduğunu belirtmiş, Harezmşah'tan gelen kervan mallarını uygun fiyatlarla satın almıştı.

Cengiz, 1218’de bir kaç elçisi dışında tamamı Müslüman olan tacirlerin yönettiği 450 kişilik bir kervan hazırlatıp gönderdi. Cengiz’in Moğollar’ı tek bir devlet altında toplaması sonucu, eski Göktürk topraklarındaki bazı Türk Boylarının Batı’ya doğru göçü başlamıştır.

Asya’daki dinler mücadelesinde, Cengiz’in Şaman inancında olmasına karşın, siyasal açıdan İslamiyet’e yakınlaşmasıyla İslamiyet’e destek sağlamıştır.

Cengiz’le birlikte Asya’nın iktisadi yaşamı da değişime uğramıştır. Ülkelerarası ticaret yeni boyutlar kazanmış, sınırlar ve gümrükler ortadan kalkmıştır. Asya’da tek bir devletin egemen olmasıyla, Asya’nın batısı ile doğusu arasındaki ticari ilişkiler gelişmiştir. Cengiz Han, 1227 yılında ölmüştür.
 
Büyük İskender



Makedonya kralı (M.Ö. 356-323). Asya içlerinde fethedilmiş binlerce kilometre, geniş yankılar uyandıran bir dizi zafer, uçsuz bucaksız bir imparatorluğun tek sahibi... İlkçağ'ın en büyük fatihi Büyük İskender'in serüveni kısaca böyle özetlenebilir. İskender, daha çocuk denecek yaşlarda, babası Makedonya kralı Filip'in (Philippos) sarayında zekâsı ve canlılığıyla kendini göstermeyi bildi.

On üç yaşına geldiğinde, ünlü Yunan filozofu Aristoteles onun eğitimiyle görevlendirildi. On beş yaşındayken, kendi gölgesinden bile ürken ve kimseyi sırtına bindirmeyen Bukephalos adlı ata binmeyi başardı. 336 yılında kral olduğu zaman henüz yirmi yaşındaydı.
 
Zafer Peşinde

İskender tahta çıkar çıkmaz, muhteşem bir düşü gerçekleştirmeyi, doğuyu fethetmeyi aklına koydu. 334 yılının ilkbaharında, 37,000 askerle Hellespontos'u (Çanakkale Boğazı) geçip Pers kralı Darius (Dara) III'ün kalabalık ordusunu yendi. Gordion'da, o güne dek kimsenin çözemediği ünlü Gordion düğümünü bir kılıç darbesiyle kesiverdi: kentin kehanetinde, bu düğümü çözecek kişinin bütün dünyaya egemen olacağı söylenmişti.

Birkaç ay sonra, İssos Ovası'nda Pers kralının ordularına karşı yeni bir zafer kazanıp hükümdarın paha biçilmez hazinelerini ele geçirdi. Bu savaştan sonra Mısır'a doğru indi, İskenderiye şehrini kurdu, çölde ilerledikten sonra tekrar kuzeye doğru çıktı. Dicle ve Fırat'ı aştı, Arbela'da (Erbil) Darius'un son ordusunu da bozguna uğrattı (331).
 
Geri
Üst