Rehberlik : Zeka türleri

Bu görüşlerin eğitim programlarında, öğretmen tutumlarında önemi öyle büyük ki belki de bütün eğitimin eksenlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Ailelerin çocuklarını artık yeni açılardan değerlendirilmesi gerekiyor. ‘Matematiğe pek aklı ermiyor’ sanılan çocukların bir yana itilmeleri değil, “hangi alanlarda zeki oldukları”nın araştırılması gerekiyor. Gençlerin mesleğe yönelişlerinde bu teorinin bilinmesi özel bir önem taşıyor.
Howard Gardner de Daniel Goleman gibi çığır açıcılardan. Nasıl “duygusal zekâ” ile insanla ilgili alanlar sarsıldı ise şimdi de “değişik alanlar zekâsı” ile yeniden sarsılacak. Bunlar doğru sarsıntılardır ve pek çok yanlış bu sarsıntılarla düzelecektir.
Howard Gardner’ın kitabını yayımlayan Enka Okulları’nın yöneticilerini ve kitaba emeği geçenleri yürekten kutluyorum. Endüstri ve eğitim kurumlarının çok önemli yayınları iletmesinin önemini vurgulamak istiyorum. Eczacıbaşı, MESS, boyner Holding ve Enka Okulları bu kuruluşlar arasında yer alıyor. Aslında her kuruluş bu alanda kendisinde sorumluluk görmelidir.
Geleceği yeni bakış açılarıyla görebilmeliyiz.



Kurnazlık mı zeka mı?
‘Şark kurnazlığı’, başkalarını yanıltarak, belli etmeden kandırarak istediğini elde etmeyi belirten bir deyimdir.
‘Aklı var, ama fikri yok’ deyimi de, düşünmeden hareket eden insanların yaptıkları için kullanılır.

‘Zekâ’ sözcüğünü ise bir konuda, bir alanda, bir işte ‘yapılması gerekeni, yapılması uygun zamanda, yapılması uygun yerde, sonucu başarılı olacak biçimde yapma’ anlamında kullanırız.
Böyle davranmayanlar ‘akılsız’, ‘düşük zekâlı’, ‘zekâ fukarası’ olarak nitelendirilir.
‘Kurnazlık’ ile ‘zekâ’ arasındaki fark ‘zaman ölçeğinde’ ortaya çıkar. ‘Kurnazlık’; zaman içinde ortaya çıkıp yapanı güç durumda bırakırken ‘zekâ’; zaman içinde yapanın ‘akıllı olduğunu’ daha iyi kanıtlar.



Kurnazlığı zekâ sanıp, zekâ yerine koyup ödüllendiren kültürler hiçbir zaman kalıcı başarılara ulaşamazlar. Bu kültürler içinde yaşayan insanlar günü birlik yaşar, yüzeysel değerlendirmelerle avunur, basit başarılarla hayatını sürdürür.
Onun için de ‘sayıya dayanan insan gücü’ nün ‘evrensel etkinlik alanında’ hiçbir önemi yokken ‘yetkinliğe dayalı insan gücü’ her alanda ‘etkinliğini, üreticiliğini, yaratıcılığını’ sürdürür.
Çok yönlü bir zekâyı, problem çözümünde tanıyabiliriz:
1. Fark etme, (bunun için duyarlılık ve kabul edebilme gereklidir.)
2. Kavrama, (bütünlük algısı ve cesaret gerektirir.)
3. Olabiliri ölçme, (kendini ve koşulları ölçebilmeyi gerektirir.)
4. Olamazı ölçme, (günümüzü bilme, önceyi ve sonrayı hesaplama)
5. Uygunluk analizi, (kendini bilme, kişiliğini tanıma, değerler.)
6. Veri değerlendirmesi, (analiz yetisi, objektif tutum)
7. Yeni seçenekler sentezi, (pozitif düşünme, risk alabilme)
8. Seçenekler içinde karar verebilme, (cesaret, dayanıklılık)
9. Verdiği kararla harekete geçebilme, (irade, engelli koşuculuk)
10. Sonucu ölçerek yararlanma, (süreç ölçümü, deneyim, geleceğe aktarım)


Bu ‘On Adımda Zekâ’ süreci iyi değerlendirildiği zaman hem ‘akademik zekâ’nın hem ‘duygusal zekâ’nın bir sorunun çözümünde çok önemli rolleri olduğunu görebiliriz. Aynı zamanda okulda yapılan eğitimin, kitle iletişim araçlarının etkilerinin, insanlardan beklediklerimizin çeşitli yanlarını da görebiliriz.
Problem, ister üzerimize saldıran bir köpekten korunma olsun, ister kazanmamız gereken bir sınav olsun, isterse gol atmaya hazırlanan bir futbolcu olsun, yapmamız gerekenlerin sırası bozulmaz. Değişen, bu sürecin hızıdır ve sürecin aşamalarını ne oranda kontrol edebildiğimizdir.
Eğer bir insan:
Fark ediyor, ama sorunun bütününü kavrayamıyorsa çözümü bulamaz. Bulduğu çözüm doğru çözüm olmayacağı için de kendi dışında etkenlere yüklenerek (şans, kader, filancanın suçu, fişmancanın kusuru) kendini rahatlatır.
Eğer bir insan:
Fark ediyor bütünü de kavrıyor, ama ‘olabilir-olamaz sınırları’nı ölçemiyorsa başarı oranını önemli ölçüde düşürür. Sonra da neden başarılı olamadığını anlamakta zorluk çeker.
Eğer bir insan:
Kendine ait olması gereken ‘düşünme ve yapma’ işlevini bir otoriteye bırakmışsa (otoriter aile, otoriter eğitim, otoriter siyasal sistem, grup otoritesi gibi) o kişi ‘yeni seçenekler üretme ve seçenekler içinde karar verebilme, verdiği kararla harekete geçme’ aşamalarını yapamaz. Bu durumda o adımlarda da ne yapacağının kendisine söylenmesini bekler.


Bir toplum için en önemli konu ‘yetkin insan yetiştirmek’tir. Yetkin olmayan insan yetiştiren eğitimin de, meslek sahibi olmanın da, bir işte çalışmanın da 21.yüzyılda hiçbir önemi olmayacaktır.

Onun için de her ülke gibi Türkiye’nin de en önemli sorunu, ‘aile, okul, çalışma ile ilgili sistemlerinin) hangi amaca yönelik çalıştığıdır: Bilineni yinelemeye yönelik standart koruyuculuk hedefi mi, yoksa eleştiren, tartışan, daha doğruyu bulmaya çalışan yetkin insan örgütlü toplum hedefi mi?
Bugünkü uygulamalar aslında pek değişmeden sürüp giderken en büyük kaybımız ‘zekâsını çok yönlü kullanabilen yetkin insanlar’ olmaktadır. Bunun sonucu ‘günü birlik oyunların kurnazları’nın çoğalmasıdır ki bu durum bir toplum için en büyük tehlikedir. ‘Yetkin insanlar’ olmadan ‘örgütlü toplum’ olamayacağının anlaşılması için daha çok zamanın geçmesi mi gerekiyor?
 
Sosyal Değerler Değişiminin Çocuklar Gençler Üzerindeki Yansımaları


1. Toplumların değerleri birçok değişkene bağlı olarak

sürekli değişir. Ekonomideki değişmeler, kentleşme olgusu, aile içi beklentilerin değişimi, bilimsel-teknolojik gelişmeler, haberleşme ve ulaşım sistemlerinin değişmesi, bilgi iletişimin hızlanması, kültürel değişim gibi pek çok faktör “sosyal değerler sistemi”nde değişmelere yol açar. Bu değişimleri önceden verilmiş kararlarla “doğru” ya da “yanlış” diye nitelemek olayı anlamak bakımından olumsuz bir yaklaşımdır. Değişimin ne yönde olduğuna, neleri hedeflediğine, bireysel ve sosyal hayatı nasıl etkilediğine bakarak değişimi anlamaya çalışmak doğru olacaktır.
 
2. Son on yıllarda (1970-1980,1980-1990,1990

2000) dünyada görülen eğilim, ekonomik değişim temelli olmaktadır.
Bu eğilim, “bütün dünyayı tek bir pazar” olarak gören, bu hedefi gerçekleştirmeye çalışan “globalleşme-küreselleşme” eğilimidir. Bu eğilim, dünya çapında bir “tüketim anlayışı” benimsetmekte ve yaygınlaştırmaktadır. “Daha çok tüketme, daha çeşitli tüketme, her yaşta tüketme” anlayışına dayanan bu hedef, tüketimi artırarak üretimi artırma ve refahı paylaşma yöntemine dayanmaktadır. Endüstri ve üretimin pazar hedefleri doğrultusunda yeniden organize edilmesinin de desteğiyle “sosyal değerler” bu hedef yönünde değiştirilmektedir.

Daha önceki on yılların (1930-1940, 1940-1950 gibi) “üretim ve biriktirme (tasarruf)” anlayışına dayalı “sosyal değerler”in önemini yitirdiği, onun yerine “tüketim toplumu” değerlerinin geldiğini görmek gerekiyor. Üretim ve biriktirme anlayışına dayalı sosyal değerler, kişisel ve toplumsal üretkenliği “yüksek sosyal değerler” olarak aktarmaktaydı.


“İşleyen demir pas tutmaz.”
“Sakla samanı gelir zamanı.”
“Yamalı giymek ayıp değildir, kirli giymek ayıptır.”
“Haydan gelen huya gider.”
Bu atasözleri ve özdeyişler, “üretim ve biriktirme” anlayışına dayalı bir hayat biçiminin ölçütleriydi. Birbirinden çok farklı olmak eleştirilecek, kınanacak bir durum olarak görülürdü. İnsanlar pazara file ile değil torba ile giderlerdi. Çünkü, fileden ne alındığı belli olurdu. Belki başka insanlar bunları alamaz ve imrenirlerdi. Aşırılık, göze çarpmak, başkalarından üstün olmaya çalışmak ayıplanırdı. İnsanların birey olarak, aile olarak, topluluk olarak değerleri de “üretmek ve biriktirmek” üzerine kuruluydu.
 
3. Tüketim toplumunun “sosyal değerler”i ise “bireysel

üstünlük, hırslı rekabet, buna dayalı daha çok kazanmak, daha çok harcamak” üzerine kurulmuştur. Artık, daha çok ve çeşitli tüketim araçlarını kullanmak, bunları da başkalarına göstermek, üstün olduğunu hissetmek, bu üstünlüğün devamını sağlamak için çalışmak bu anlayışın temel felsefesini oluşturmaktadır.


Bu felsefe içinde “bir ev” hayatın yorumu olarak sunulmaktadır.
Bir otomobil, sahibinin kişiliğinin simgesi olarak tanımlanmaktadır.
Tüketim araçları artık “sosyal değerler” olarak yorumlanmaktadır.
Böylece de, tüketim malları yaşamanın amacı olmakta, onlar için çalışmak, kazanmak ve ödemek hayatın anlamını oluşturmaktadır.

Bu değerleri yerleştirmek için de “sahip olmak ve tüketmek” sosyal davranış olarak benimsetilmektedir. Daha önceki dönemlerin “üret, biriktir ve paylaş” diyen öğretisi, yerini “sahip ol, tüket,üstün ol” diyen yeni bir öğretiye bırakmaktadır.
Ekonomi bu yeni anlayışa göre düzenlenmekte, ödeme gücü olmayanlara kredi kartları ile ödeme olanakları sunulmakta, bunların nasıl ödeneceği konusu ise tüketicinin kendisine bağlı kalmaktadır..
 
4. Beş alanda belirlenen beş sosyal değer ölçütüne göre değişimi incelersek:
4.1 Kişilik Değerleri:
4.1.1. Çalışmayı, üretmeyi, yaratmayı geliştirme
4.1.2. Sorumluluk alabilme, taşıyabilme, kendi kararlarını verebilme
4.1.3. Dayanışma, paylaşma, sinerji yaratma
4.1.4. Hak ettiğini kazanma, kazandığını hak etme
4.1.5. Özgüven kazanma, kendi değerini, sevgiyi, saygıyı bilme
4.2. İşlev Değerleri:
4.2.1.Yararlı olma, işe yarama
4.2.2.Grup çalışması yapabilme
4.2.3.Neyi neden yaptığını anlama
4.2.4.Hedef koyabilme, geliştirebilme
4.2.5.Program yapabilme, uygulayabilme
4.3. Ait olma Değerleri:
4.3.1.Aileye ait olma (etnik köken, yöre,din)
4.3.2.Kuruma ait olma (okul, işyeri)
4.3.3.Ulusa ait olma
4.3.4.İnsanlık ve uygarlığa ait olma
4.3.5.Geleceğe ait olma
4.4. Saygınlık (Prestij) Değerleri:
4.4.1.Güvenilir olma
4.4.2.Kararlı olma
4.4.3.Dürüst olma
4.4.4.Başkasına zararlı olmama
4.4.5.Kendi hakkını koruma, başkasının hakkını koruma
4.5. Statü Değerleri:
4.5.1.Etiketleme değil, işlevlere önem verme
4.5.2.Kendi kazandığına önem verme
4.5.3.Üstünlük ya da aşağılık duymadan kendi değerini bilme
4.5.4.Başkalarının verdiği değeri ölçebilme
4.5.5.Kendi değerini doğru ölçebilme

Sosyal değer değişimini beş alanda seçilmiş beş ölçütle irdelemeliyiz.​
 
5. Sosyal değişimi doğru algılıyabilmek:

Tarım toplumlarının öğretisi (üret ve biriktir) olmuştur. Endüstri toplumu ise “üret ve kullan” dönemine geçti. Bu değişimi ekonomik ve sosyal güvenliğin değişimi sağlamıştır. İnsanlar artık kullanmayı da öğrenmelidir. Bilimsel ve teknik gelişmeleri de teknolojik hayatın her alanına sokarak yaşamayı kolaylaştırmış, insanlara daha çok zaman bırakmayı da sağlamıştır.

Ancak, son on yılların “tüketim toplumu anlayışı” ölçüleri elden kaçırarak insanları uluslararası şirketlerin kârlarının artırılması doğrultusunda zorlamaya başlamıştır.








Bu durumda şöyle bir değişim yaşanmaya başlanmıştır:

Tarım toplumlarının öğretisi: Üret ve biriktir. Kazandığından daha azını harca.
Endüstri toplumlarının öğretisi: Üret ve kullan. Kazandığın kadar harca. Harcadığın kadar kazan.
Küreselleşme öğretisi: Tüket… Üstün ol. Önce harca, sonra harcama kazancını yetiştirmeye çalış. Yetişmezse borç al, sonra ödersin.
Öğretiler arasında bu denli nitelik farkları olmuştur.


Bu farklar da insanlarda “sosyal değer” değişimine yol açmıştır.
Daha önceleri, kullanılan mallar, sahip olunan araçlar, tüketimin getirdiği ürünler hayatı kolaylaştırmaya, güzelleştirmeye yarıyordu.
Oysa artık kullanılan mallar, sahip olunan araçlar hayatın amacını oluşturmaktadır. İnsanlar, araçlar ve mallar için çalışır duruma gelmişlerdir.
Daha önceleri insanlar “gereksinmeler için” alışveriş yapardı.
Şimdi ise “alışveriş yapmak” bir gereksinmedir.
Çünkü insanın değeri, insanın konumu, insanın sosyal yeri bu araçlar ve mallarla belirlenmektedir.




6. Çocukların ve gençlerin değer kazanımı:
Çocukların “kendilik değeri” oluşumu küçük yaşlarda başlar. Bu yaşlarda “kendinin farkında olmaya başlayan” çocuk, çevresinin kendine verdiği değerle kendi değerini oluşturur. Çocuğun üretme ve yaratma becerileri “kendilik değeri”nin en önemli alanıdır.

Çocuğun çizdiği bir çizgi, tırmandığı yerde bulduğu bir kutu onun becerilerinin göstergesini oluşturur. Çocuk bunların fark edilmesini, değerlendirilmesini bekler.
Çocuğun çabalarının amacı, içinde bulunduğu bağımlı durumdan kurtulmak, bağımsız olmak, becerilerini artırarak erişkinlerin arasına katılmaktır.
Onun için de, çocuğun yapabileceği her şeyi ona yaptırarak kendilik değerini geliştirmek doğru bir çevre davranışıdır.

Ama “tüketim toplumu öğretisi” bu davranış yerine çocuğa “tüketerek ve sahip olarak” değer kazanmayı öğretmektedir. Tatlı yiyecekler ya da fast-food yiyecekler (hamburger vb.) ile hazırlanmış içecekler (kola vb.) tüketimi çocuk için kendi başına değer olarak sunulmaktadır. Oyuncak sahibi olmak, bu oyuncakların prestijini paylaşmak da “sahip olma değeri” olarak çocuğa aktarılmaktadır. Böylece çocuklar da küçük yaşlardan başlayarak tüketim toplumunun “sosyal değer” sistemine ortak edilmektedir.

Çocukların egoları bu öğretiyle beslenmekte, aşırı koruyucu bir aile kültürünün etkilerinin de eklenmesiyle “aşırı bencil, doyumsuz, sorumluluğu öğrenemeyen, ne yapılsa hoşnut olmayan” çocuklar yetiştirilmektedir.

Bu biçimde yetiştirilen çocuğun gençlik döneminde kazanması beklenen “kimlik değerleri” de gene tüketim toplumunun öğretisi tarafından yönlendirilmektedir.
“Tüket-sahip ol-üstünlüğünü kanıtla” öğretisi altındaki genç, kimlik değerlerini “markalı mallar giymekte”, “hak etmeden kazanmakta ve kullanmakta”, “kişiliğini üstün olmakta arama” yoluyla edinmektedir.
Bu değerler içindeki genç, kendisini herhangi bir şeyden sorumlu tutmamakta, kendi dışındaki herkesi (anne-baba, öğretmen, arkadaş, toplum, devlet vb.) kendine karşı sorumlu tutmaktadır. Kendisi kimse için bir şey yapmak zorunda değildir, hatta kendisi için bile bir şey yapması gerekmemektedir. Çevresindeki herkes onun için her şeyi yapmak zorundadır. Bencil ve sorunsuz davranışları nedeniyle başarısız olan genç bunun sorumluluğunu da kendisinden başka herkese yüklemektedir.

Düşünce ve duygularını oluşturamayan, paylaşamayan genç bir yandan yalnızlığın sıkıntılarını yaşamakta, öte yandan olan biteni anlayamamaktadır. Bunun sonucunda da boşvermişlik, aldırmazlık, umursamazlık gibi sorumsuz tavırlar gelişmektedir.

Geçmişin “yokluk içinde kendini arayan” insanı, günümüzde “bolluk içinde kendini bulamayan” insanına dönüşmektedir. Üstelik de bu bolluk, insanı doyurmak şöyle dursun daha aç, daha açgözlü, daha doyumsuz yapmaktadır.




7. Doğru sosyal değerler sistemini kurmak zorundayız:
Endüstri gelişecek, toplumlar bunu da aşarak “bilgi toplumu” olma aşamasına geleceklerdir. Bilimsel-teknolojik gelişmeler hızlanacaktır. Elektronik dünyası, genetik ufuklar, iletişim hızı, ulaşım gücü sürekli artacaktır.

Ama unutulmaması gereken gerçek, insanları da toplumları da “değerler sistemi”nin yönettiğidir. Eğer “insan olma değerleri”ne sahip olamazsak, bu değerleri geliştirerek yaşamayı öğrenemezsek, kendimizi başka değerler sistemine teslim ederiz. Tüketim toplumunun “tüket-sahip ol-üstünlüğünü kanıtla” öğretisinin değerleri insanın değil, insanın ürettiği ürünlerin, araçların, malların, paranın değerleridir. Bugün bu tehlikeye büyük ölçüde sürüklenmiş durumdayız. Kendimizi toparlamak, insanlık tarihinin acı tatlı deneyimleriyle kazanılmış, büyük düşünürlerin katkılarıyla zenginleştirilmiş “insanlık değerleri”ni yeniden önümüze koymak, bunlara sahip olmak, hayatımızın yönetimini bu değerlerle yapmak zorundayız.


Bu insanlık öğretisi de:
“İnsan için üret, insanla paylaş, yaşamak için kullan, hak ettiğini kazan, kazandığını hak et” diyen öğretidir.
Yetkin kişilikli bireyi, örgütlenmiş uygar toplumu yaratacak olan da bu öğretidir. Bu öğretinin hayata geçirilmesi için başta eğitim kurumları olmak üzere toplumun bütün kurumlarının görevleri ve sorumlulukları vardır. Bencil çıkarcılığı, hak edilmemiş kazançları, üstün olduğunu kanıtlamaya dayalı hırslı rekabeti değil, “insan olmayı, insanca yaşamayı, insanca paylaşmayı” öğrenmeli ve öğretmeliyiz.
İnsanlığın başka bir kurtuluş yolu da görünmemektedir​
 
ZİK ZEKASI

Nörolojik bakış açısından müzik zekası (ritmik zeka), zeka türlerimizin ilk önce gelişenidir. Anne karnındayken bile çevremizi saran ses. ritim ve titreşim dünyasını bir an düşünün. Bazılarına göre bu zeka sadece müzik ve ritimden ibaret olmadığından aslında "işitsel/titreşimsel zeka' olarak adlandırılmalıdır. Ses ve titreşimler, ister doğal olsun isterse insanların yarattığı ortamlardan gelenler, makineler, enstrümanlar ya da korolar olsun bu zeka tüm ses ve titreşim dünyasıyla ilgilidir.
Aynı zamanda müziğin, ritmin,sesin ve titreşimin "bilinci etkileme" efektleri de diğer zeka türlerinin hepsinden daha güçlüdür. Müzik, ses, ritim ve titreşimin ruh halimizi değiştirme, dinsel duyguları coşturma, ulusal sevinçleri uyandırma, başka birine sevgi, derin üzüntü veya acıyı ifade edebilme gücünü düşünün. TV ya da film seyrederken bunların yarattığı etkiyi gözünüzün önüne getirin: biraz sonra ne olacağını sezinlememizi kolaylaştırır, sahnedeki aksiyonu geliştirir ve etkisini güçlendirirler ve karakterleri daha iyi anlamamıza yardımcı olur.
Kendi müzik zekanızı (işitsel/titreşimsel zekayı) daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:
Gün içinde yapabildiğiniz kadar, seyrettiğiniz çeşitli programları (örneğin bir güldürü programını, televizyon dizisini ya da bir detektif filmini) hayal edin. Hayal ettiğiniz duruma uygun bir fon müziği düşünün; örneğin endişe ya da merak uyandıran bir fon, marş, vals, acid rock, romantik ya da melodik bir müzik. Müziğin zihninizde çaldığını hissedin!
Masanızda oturuken işitme duyunuzun artırma-azaltma düğmesi olduğunu ve onu isteğinize göre artırıp azaltabildiğinizi düşünün. Çok sessiz olun ve çevrenizde olup biten her şeyi duymaya çalışın. Normal durumlarda duymadığınız neleri duyuyorsunuz? İşitme duyunuzu daha fazla açıp odanın dışından gelen sesleri de duymaya çalışın. Son olarak daha da açıp binanın dışından gelen sesleri dinleyin.
Başka biriyle yaptığınız herhangi bir konuşmada sizin ve karşınızdakinin konuşmasının tonunu, ritmini ve sesinizin yüksekliğini izleyin. Kendi konuşmanızın tonunu değiştirerek konuşmanın havasını değiştirmeyi deneyin; örneğin heyecan, kızgınlık, sıkıntı ve benzeri mesajları, söylediğiniz şeyleri değil onları söyleme şeklinizi değiştirerek iletmeye çalışın.Değişik konuşma ritimlerinin konuştuğunuz kişiyi nasıl etkilediğini gözlemleyin; örneğin hızlı, kesik kesik ya da daha yavaş konuştuğunuzda ne olduğuna bakın. Kendinizi konuşan ya da dinleyen olarak düşündüğünüzde sesinizin perdesinin nasıl etkilediğine bakın.
Herhangi bir iş gününüzde o günün bir Broadway müzikali olduğunu düşünün. Gün içinde çeşitli şeyler olurken kendinizin Rogers ve Hammerstein ya da Andrew Lloyd Weber olduğunu düşünün. Göreviniz popüler şarkıları olan olayları vurgulayacak ya da etkisini güçlendirecek şekilde hayali izleyici kitleniz için günün bu prodüksiyonuyla entegre etmek. Bu özel "müzikli anlarda" bir an duraklayıp birkaç dakika kendi kendinize şarkıyı mırıldanın ve durum içindeki pozisyonunuzun nasıl değiştiğini gözlemleyin.


Gün içinde bir sandalyede otururken ya da koridorda yürürken çevreden gelen titreşimlere kulak verin.Deprem ölçer aygıtı olduğunuzu varsayın. Kendi içinizdeki "Richter ölçeğinize" bu titreşim motiflerini kaydedebiliyor musunuz bir bakın. Yolda binanızın yanından geçmekte olan otobüslerin ya da kamyonların gürültüsüne, radyosu bangır bangır bağırarak geçen bir arabaya, yeni bina inşaatından gelen gürültülere, yolda çalışma yapan işçilerin gürültüsüne kulak verin.
Günlük çalışma şartlarınıza uygun olarak, karşı karşıya kaldığınız sorunları daha etkili çözebilmenizi sağlamak amacıyla ruh halinizi ya da duyarlılığınızı etkileyecek değişik türlerdeki müzikleri dinlemeyi deneyin. Örneğin kendinizi çok stresli ya da gergin hissediyorsunuz. Hangi müzik sizin sakinleşmenizi ve rahatlamanızı sağlayabilir? O müziği koyun ve kendinizi müziğin sihirli notalarına bırakın. Ya da kendinizi yorgun ve bitkin hissediyorsunuz. Hangi müziğin sizi toparlayacağını ve enerji vereceğini düşünüyorsunuz? Onu dinleyin ve ruh halinizi gerçekten değiştirip değiştirmediğini görün.
Her zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Müzik zekasının temel özellikleri şunlardır:
· Müzik ve ritim yapısını beğenme/değerlendirebilme
· Müziği duyma şemaları ya da kareleri
· Seslere ve titreşimsel motiflere duyarlılık
· Ses, ritim, müzik, ton ve titreşimleri tanıyabilme, yaratabilme ya da yeniden üretebilme
· Ton ve ritimlerin kendilerine has kalitelerini değerlendirebilme​
 
SOSYAL ZEKAİster bir spor takımı, ister işinizdeki bir çalışma grubu isterse bir organizasyondaki grup projesi olsun bir takımın parçası olmaktan dolayı yaşadığınız güzel deneyimleriniz var mı? Diğerleriyle çalışmaktan öğrendiğiniz önemli şeyleri hatırlayabiliyor musunuz? En son ne zaman size birisi bir konuyu anlatmaya ya da öğretmeye çalıştı? Kendi kendinize bitiremeyeceğiniz bir işi ya da projeyi (başka kişilere bağımlı olduğunuz durumlar) başkarıyla bitirdiğinizi hatırlıyor musunuz?
Sosyal zekanın ilgi alanı insan ilişkileri, başka kişilerle ortak çalışma, diğer insanları tanıma ve onlardan bir şeyler öğrenme konularıdır. Zamanımızın çoğunu diğer insanlarla çalışarak ve iletişim kurarak geçirdiğimizden bazı açılardan bu zeka türlerinin içinde en anlaşılabilir olanı olarak gözükebilir. Yine de bu konuda ne kadar iyiyiz? Diğer kişilerle yoğun çalışmalar gerektiren durumlarda her şeyi yeterince anlıyor ve değerlendirebiliyor muyuz?
Çocukluk günlerimizden başlayıp, okul hayatımız yoluyla çalışma hayatına dönüşen dönem boyunca çoğu Batı toplumlarının normal sosyalleşme süreci nasıl rekabetçi ve dayanaklı bir birey olacağımız konusunda bize binlerce eğitim fırsatı sunar. Sosyalleşme yetenekleri ya da özellikleri konusunda ise benzer bir eğitimi almamız çok nadirdir. Bu zeka türünün özellikleri çok karmaşık ve zor farkedilir olmasına karşın gerçek değeri genelde bilinmez.
 
Kendi sosyal zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:
Başka biriyle yaptığınız söyleşinin sonunda "Seni doğru anladığımdan emin olmak için konuştuklarımızı özetleyeyim" deyin. Sonra söyleşiyi özetleyip karşınızdakinden hata varsa düzeltmesini isteyin. Konuştuğunuz kişiden ayrıldıktan sonra daha iyi bir dinleyici olmak için söyleşide yapmış olabileceğiniz en az üç şeyi listeleyin. İlerideki söyleşilerinizde bu "dinleme stratejilerini" bilinçli olarak uygulayın.
Sorun çözmeye yönelik bir toplantıda otururken yaşadığınız çeşitli etkileşim modellerine dikkat edin. Şu tür şeyleri izleyerek zihninizden bir takım notlar alın (mümkünse yazılı notlar da olabilir): Kim, ne zaman konuşuyor? Çeşitli kişilerin aynı fikirde olduklarını ya da olmadıklarını göstermek için kullandıkları sözlü ya da sözsüz ipuçları nelerdir? Kişiler "kendilerine atanmış roller" yerine ya da onlara ek olarak ne tür roller üstleniyorlar (örneğin kim "şeytanın avukatını" oynuyor?, kim "arabulucu"?, kim "ortamı yumuşatıyor"? Fark ettiğiniz değişik görüş açıları nelerdir? (örneğin kim taviz vermeye yatkın?, kim zaten kararını vermiş?, kimin kafası karışmış ve aydınlatılmaya ihtiyacı var? ve benzeri). Toplantıdan sonra daha iyi bir toplantı nasıl yapılabilirdi sorusuna vereceğiniz üç seçeneği listeleyin.
İşte ara verdiğinizde ya da öğle yemeğinde tanımadığınız ya da normalde konuşmadığınız insanların bulunduğu bir yere gidin. Bu yerde "insanları izleme" alıştırmaları yapın. Çeşitli kişilerin neler hissettiğini ya da sizin gözlemlerinize dayanarak ne tür hikayeleri olduğunu tahmin etmeye çalışın. Giysilerinin size neler söylediği ya da yürüyüşlerinden veya duruşlarından neler sezinlediğiniz veya başka kişilerle ilişkilerine bakarak ne tür insanlar olduklarını düşündüğünüz gibi konulara dikkat edin. Uygun bir fırsat bulduğunuzda izlediğiniz biriyle kısa, havadan sudan bir konuşma yapmaya çalışın ve sezgilerinizin doğru olup olmadığını denetleyin. Konuşmaya girmek için şu tür ifadeler kullanabilirsiniz: "Kravatınızdaki desenler çok hoş. Nereden aldınız?" ya da "Okuduğunuz kitap hakkında çok şey duydum, herkesin söylediği kadar iyi mi?" Konuşmanın nereye doğru gittiğini ve izlediğiniz insanlar hakkındaki sezgilerinizin ne kadarının doğru olduğunu bulmaya çalışın.
Bir TV show'u ya da filmi seyrederken ya da güzel bir roman okurken ana karakterlerin yerine kendinizi koymaya çalışın. Hayata onların gözünden bakın ve özellikle aynı görüşte olmadığınız konularda onların görüş açılarını yakalamaya çalışın. Kendi bakış açınıza en yakın karakterlerle başlayın ve daha farklı olduğunuz karakterlere doğru ilerleyin.Unutmayın, kendi inançlarınızı ya da değerlerinizi değistirmeye çalışmıyorsunuz sadece onlarınkini tam olarak anlamaya çalışıyorsunuz!
Parçası olduğunuz bir takımla birlikte çalışırken listeleyebildiğiniz kadar "etkili takım çalışması stratejilerini" listeleyin; örneğin herkesin kendi üstüne düşeni yapması, uzlaşmaya istekli olma, birbirini cesaretlendiren ya da destekleyen bireyler, takımın hedeflerinin ve/veya misyonunun kolay anlaşılabilir ve açık olması gibi.


Takım çalışmasını daha verimli hale getirebilecek stratejileri de listeleyin. Gelecek aylarda takımla çalışmayı sürdürürken bu "iyileştirme stratejilerinden" bazılarını farkettirmeden uygulayıp uygulayamadığınıza bakın.
Haftanın en az iki gününde başka birisiyle konuşurken onun beğendiğiniz ya da takdir ettiğiniz bir yönünü bulmaya çalışın ve bunu ona söyleyin. Örneğin yeni giysisi ya da saçı hakkında yorum yapın; toplantıda söylediği bir şeyi ne kadar beğendiğinizi ya da gülüşünün sizi nasıl ferahlattığını söyleyin. İki yüzlü davranmayın. İyi yönleri görmeyi "kötü yönleri" göz ardı etmeye çalışın. Bu tür yorumların diğer insanları ve sizi nasıl etkilediğini dikkatlice izleyin.
Bir arkadaşınızdan (güvendiğiniz birinden) bitirdiğiniz bir iş, yazdığınız ya da yarattığınız bir şey hakkındaki düşüncelerini dürüstlükle söylemesini isteyin. Onlara en çok neyi beğendiklerini, neyin işlerine yarayacağını, onların üzerindeki etkisini, daha çok nasıl geliştirilebileceğini, hangi açılardan karışık olduğunu ya da açık olmadığını, nerelerde sorularının olduğu ve hangi konularda sizinle farklı görüşe sahip olduklarını sorun. Onlar fikirlerini söylerken bu yorumları sizin gelişmenize yardımcı olacak eleştiriler olarak kabul etmeye çalışın. Herhangi bir şekilde savunmaya geçmeye kalkmayın ya da moralinizi bozmayın. Vermeniz gereken tek karşılık eleştirilerini biraz daha açıklamalarını istemek olmalıdır. Daha sonra kendi kendinize şu soruları sorarak eleştirilerini değerlendirin: "Eleştiriler neye yönelikti?", "Hangi noktaları kaçırmış gözüküyorlar?"


Her bir zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Sosyal zekanın temel özellikleri şunlardır:
· Etkili sözlü ya da sözsüz iletişim
· Diğer kişilerin ruh hallerine, hislerin, mizaçlarına ve motivasyonlarına karşı duyarlılık
· Grup içinde birlikte çalışma
· Başka birini iyi dinleyebilme ve görüş açılarını anlayabilme
· Kendini başka birinin yerine koyabilme
· "Sinerji" yaratabilme ve muhafaza edebilme
 
ÇOKLU ZEKA ANKETİ

Çocuklarda Çoklu Zekanın anlaşılmasında yardımcı olacak bu anketteki soruları çocuklara sorabilir ya da onlar adına siz cevaplayabilirsiniz. (Yaşı küçük olan çocuklar için soruları anne-babalar ya da öğretmenler cevaplayabilirler.) Bu anketi siz büyükler kendinize de uygulayabilirsiniz. Ankette soruları cevaplarken size ya da çocuğunuza uyan her satırın yanına (X) bir işaret koyun ve anketin bitiminde (X) işaretlerinin hangi zeka tipinde daha fazla olduğuna bakınız.
 
Dilsel Zeka

__ Kitaplar benim için çok önemlidir.
__ Okumaya, konuşmaya ya da yazmaya başlayacağım zaman kelimeleri adeta kafamın içinde duyarım.
__ Dinleyerek daha rahat öğrenirim.
__ Kelime oyunlarından hoşlanırım.
__ Kendimi ya da başkalarını tekerlemeler söyleyerek ya da anlamlı anlamsız birbirleriyle kafiyeler oluşturan kelimeler söyleyerek oyalarım ve eğlendiririm.
__ Arkadaşlarım bazen, konuşurken ya da yazarken kullandığım kelimelerin anlamını soraralar.
__ Okuldaki derslerden Türkçe dilbigisi, tarih ve kompozisyon diğer derslerden (matematik, fen dersleri) daha kolay ve zevkli gelir bana.
__ Arabada giderken ya da yolda yürürken ilan ya da reklam panolarının üzerindeki resimlerden çok yazıları dikkatimi çeker.
__ Sohbet eder ya da konuşurken okuduğum ya da duyduğum şeylerden örnekler kullanırım hep.
__ Geçtiğimiz günlerde yazdığım bir kompozisyon çok beğenildi ve bu yazımla çevremde tanındım.
 
Mantıksal-Matematik zekası

__ Matematik işlemlerini aklımdan kolayca çözebilirim.
__ Okuldaki dersler arasından en çok sevdiklerim matematik ve fen dersleridir.
__ Yetenek ve matematik problemlerini çözmeyi çok severim.
__ Deneyler yapmaktan hoşlanırım. (mesela eğer saksıda yetiştirdiğim çiçeklerin haftalık suyunu iki misline çıkarırsam ne olur gibi.)
__ Bilimdeki yeni gelişmeler ilgimi çeker ve dergilerden takip ederim.
__ Aletlerin, makinaların nasıl çalıştığını merak eder ve bunlarla ilgili sorular sorarım.
__ Matematik ile ilgili oyunlardan, bilgisayar oyunlarından, mantığa dayalı bulmacalar çözmekten, satranç ve dama gibi düşündüren oyunlardan zevk alırım.
__ Nesneleri büyüklüklerine, ağırlıklarına göre sınıflandırmaktan hoşlanırım.
__ Çevremdeki nesnelerin uzunlukları, ölçüleri, sınıflara göre gruplanmaları biliniyorsa bu beni rahatlatır.
 
Görsel Zeka

__ Gözlerimi kapattığımda düşündüklerimi kafamda çok net görebiliyorum.
__ Renklere karşı duyarlıyımdır ve ilgimi çekerler.
__ Fotoğraf çekmeye ya da film çekmeye hep istek duyarım. (Gittiğim pek çok yerde fotoğraf çekmeyi ya da film makinası ile gördüklerimi çekmeyi severim.)
__ Rüyalarım çok nettir ve onları kolay hatırlarım.
__ Hayal kurmayı severim.
__ Hiç bilmediğim bir yerde yolumu bulabilirim.
__ Resim yapmayı ve boyamayı çok severim. Defterlerimin içinde kara kalem karalama resimler görebilirsiniz.
__ Okulda geometri dersi bana cebir dersinden daha kolay gelir.
__ Resimli kitapları ya da yazıları daha çok severim.
__ Yap-boz, labirant gibi oyunlardan hoşlanırım.
__ Film ve slayt seyretmeyi ve fotoğraflara bakmayı severim.
__ Harita, diagram ve tabloları düz yazılardan daha kolay anlarım.
__ Legolar her zaman sevdiğim oyuncaklar arasında yer almıştır.
 
Bedensel (harekete dayalı) Zeka

__ Devamlı yaptığım birden fazla spor var.
__ Uzun süre hareket etmeden bir yerde oturmak benim için oldukça zor birşeydir.
__ Boş vakitlerimi genelde dışarda geçirmeyi severim.
__ Aklıma gelen en iyi fikirler genelde ya koşarken, ya yürüyüş yaparken ya da bir sporla meşgul olduğum zaman gelir.
__ Birisiyle konuşurken genelde anlattıklarımı ellerim ve vücudumu da kullanarak anlatırım.
__ Dikiş dikmek, örgü örmek, tahta oymak, hamur, kil gibi el işleriy ile uğraşmak benim için çok zevklidir.
__ Okumak ya da seyretmektense bir şeyi yaparak öğrenmeyi tercih ediyorum. Uygulayarak
daha iyi öğreniyorum.
__ Beden eğitimi ve el işi dersleri sevdiğim derslerin başında gelir.
__ Koşmayı, zıplamayı, güreşmeyi çok severim.
__ Gördüğüm yeni bir şeye hemen elime alır dokunurum.
__ Tamir işlerini ve eşyaları birbirinden ayırıp tekrar birleştirmeyi severim.
 
Geri
Üst