-teodosİc.` den seÇmeceler. ~

15
EXE RANK

-AUXERRE. `

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
1 Ara 2009
Mesajlar
15,286
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
-AUXERRE. `
027xz.jpg




Soğuk kış gecesinde
Güneşin ocağı da
Yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi,
Ve ne ışık saçıyor kandilim gibi
Ne de gökte parlayan soğuk aya işliyor ışığı.

Yaktım kandilimi komşum yürüdüğünde karanlık bir gecede,
Ve soğuk bir kış gecesiydi,
Rüzgâr kuşatmıştı çam ağaçlarını,
Sessizliğin yığıntısı arasında
O yitip gitti benden, ayrıldı bu daracık patikada,
Ve bu öykü öyle anımsanır ki hâlâ,
Ve dudaklarımda asılı durur bu sözler:
"Yakan kimdir? Tutuşturan kimdir?
Kimdir bağışlayan yüreğindeki bu öyküyü?"

Soğuk kış gecesinde
Güneşin ocağı da
Yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi,
Ve ne ışık saçıyor kandilim gibi
Ne de gökte parlayan soğuk aya işliyor ışığı.

Nima YUSİÇ
 
9e6d8cc3a107180783b1465676c60765.jpg



Gelmek istemiyor gece
Ne sen gelebiliyorsun o yüzden
Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.
Akrepten bir güneş şakağımı yesede.
Ama sen geleceksin.
Dilin tuzlu yağmurlarca yakılmış.

Gelmek istemiyor gün.
Ne sen gelebiliyorsun o yüzden.
Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.
Kurbağalara atarak ağzımda çiğnediğim karanfili.
Ama sen geleceksin.
Çamurlu lağımından karanlığın.

Gelmek istemiyor.
Ne gün,
Ne gece.
Ölebiliriz o yüzden.
Ben senin uğruna.
Sen de benim..

GARCİA LORCA
 
2iigzg2.jpg




Bu sözcükleri kanımla yarattım,
evet, acılarımla yarattım bu sözcükleri!
Anlıyorum sizi dostlar, her şeyi anlıyorum.
Benim olmayan sözcükler girdi araya,
anlıyorum sizi dostlar!
Havalanmak istiyormuşum gibi
kuşların kanatları, bütün kanatlar
imdadıma yetişti,
işte benim olmayan bu sözcükler
ruhumun bu karanlık esrikliğini kurtarmaya geldi.

Şafak,
sıkıntı düğümlerini boğazımda hiç
bu kadar sıkmadı sanki.
Yine de
kanımla yarattım, evet, acılarımla
bu sözcükleri. Yarattım onları!

Neşe için sözcükler yarattım
alev alev bir taçken yüreğim;
çivileyen acının sözcüklerini,
sizi kemiren içgüdüleri,
tehdit eden atılımları,
sonsuz istekleri,
açı kaygıları,
ak şemsiye çiçekleriyle dolu kırmızı bir toprak gibi
çiçeklenen ömrümü örten aşk sözcüklerini.
İçimden taşıyorlardı. Hep taşmışlardır.
Çocuk, acım çığlıktır
ve sevincimdir sessizliğim.

Daha sonra unuttular gözler
herkesin yüreğinin rüzgarıyla
süpürülen gözyaşlarını.

Şimdi söyleyin bana dostlar
nereye saklandığını
hıçkırıkların bu buruk öfkesinin.

Dostlar, nereye saklandığını sessizliğin,
hiçbir kulak, hiçbir bakış
kendisini suçüstü yakalamasın diye.

Sözcükler geldi ve bir şafak gibi
bastırılamaz yüreğim parçalandı onlar arasında,
asılarak uçuşlarına,
sürüklenip, çekilip kahramanca kaçışlarında,
terkedilmiş ve çılgın ve onlar altında unutulmuş yüreğim
ölü bir kuş gibi, kanatlarının gölgesinde.


Pablo Neruda
 
b-121145-k%C4%B1r%C4%B1k_kalp.jpg



Düş kırığı
Ve onulmaz yorgunluk
Evet gördüm yalnızlığı
Ellerinde gecenin rengi
Adımı fısıldıyordu son/bahara.

Tırnak diplerine kan oturmuş bir deniz şimdi ruhum. Önüm, arkam, sağım, solum deli bir fırtına. Oynadığın oyunun son perdesi lal bir hüzündür. Kaçak bir niyetin ameli olmazmış. Miracı olmadı sevmelerimin.

Kalbime giydirdiğim bir umuttun sen. Sanki yüzyıllardır bendendin. Öyle yakındın ki umarsızca bırakıvermiştim içimi içine. Kursağımda biriken hıçkırıklara yemin olsun ki yanılmışım. Soyunuyorum şimdi dipnotuna ağıt düştüğüm bu hevesi.Arzusuna yataklık ettiğim Züleyha'yı kendi ellerimle vuruyorum. Gıkı(m) çıkmayacak bil. Ötesi berisi yok bu ölmelerin.
Saçlarını kesiyorum aşk aşk diye söylenen her düşümün.Yeni bir alfabe sunuyorum sükutun esirgeyen mizacına. Her harfi metruk...

Yas'lıyım...
Yetemedim ruhumu infazdan kurtarmaya...
 
114.jpg


ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde,
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü.
zaman geçti
zaman geçti ve saat dört kez çaldı
dört kez çaldı
bugün aralık ayının yirmi biridir
ben mevsimlerin gizini biliyorum
ve anların sözlerini anlıyorum
kurtarıcı mezarda uyumuştur
ve toprak, ağırlayan toprak,
dinginliğe bir belirtidir.

zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı

sokakta rüzgâr esiyor
sokakta rüzgâr esiyor
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
cılız, kansız saplarıyla goncaları,
ve bu veremli yorgun zamanı
ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
yukarı süzülmüştür
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorlar
-selam
-selam
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum

soğuk bir mevsimin eşiğinde
aynaların ağıtı topluluğunda
ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında

gitmekte olan o kimseye böyle
dayançlı
ağır
başıboş
nasıl dur emri verilebilir.
o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir
zaman diri olmadığı.

sokakta rüzgâr esiyor
inzivanın tekil kargaları
sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar
ve merdivenin boyu
ne kadar kısa

onlar bir yüreğin tüm saflığını
kendileriyle masallar sarayına ***ürdüler
ve şimdi artık
nasıl birisi dansa kalkacak
ve çocukluk saçlarını
akan sulara dökecek
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
ayakları altında ezecek?

sevgili, ey biricik sevgili
ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu
bekleyen.
uçuş düşlediğin bir yolda bir gün
o kuş belirdi
sanki yeşil hayal çizgilerindendi
esintinin şehvetinde soluyan taze yapraklar
sanki
pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz
lambanın masum düşüncesinden başka bir şey
değildi.

sokakta rüzgâr esiyor
bu yıkımın başlangıcıdır
senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu
sevgili yıldızlar
kartondan yapılı sevgili yıldızlar
gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca
artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl
sığınılabilir?
biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize
varırız ve o zaman
güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak.

ben üşüyorum
ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım
sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç
yıllıkmış?"
bak burada
zaman nasıl da ağır
ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar
neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun?

ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum
ben üşüyorum ve biliyorum
yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından
birkaç damla kandan başka
hiçbir şey arda kalmayacak.
çizgileri bırakacağım
sayı saymasını da bırakacağım
ve sınırlı geometrik biçimler arasından
enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
ben çıplağım, çıplağım, çıplak
sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
ve aşktandır tüm yaralarım benim
aşktan, aşktan, aşktan.
ben bu başıboş adayı
okyanusun devriminden geçirmişim
ve dağ patlamasından.
ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
en değersiz zerresinden güneş doğdu.

selam ey masum gece!

selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini
inanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren!
ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları
baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar
ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık
dünyasından geliyorum
ve bu dünya yılan yuvasına benziyor
ve bu dünya
öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki
seni öpüyorken
kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.

selam ey masum gece!

pencereyle görmek arasında
her zaman bir aralık var.

niçin bakmadım?
bir adam ıslak ağaçların yanından geçtiği zamanki
gibi...

niçin bakmadım?
annem o gece ağlamıştı sanırım
benim acıya ulaştığımı ve dölün biçimlendiği gece
benim akasya başaklarına gelin olduğum gece
İsfahan'ın mavi çini tınlamasıyla dolduğu gece
ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün
içine dönmüştü
ve ben onu aynada görüyordum
ayna gibi duru ve aydınlıktı
ve ansızın çağırdı beni
ve ben akasya başaklarının gelini oldum.
annem o gece ağlamıştı sanırım.

bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık
uğradı
niçin bakmadım?
tüm mutluluk anları biliyorlardı
senin ellerinin yıkılacağını
ve ben bakmadım
ta ki saatin penceresi
açıldı ve o özgün kanarya dört kez öttü
dört kez öttü
ve ben o küçük kadınla karşılaştım
gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi
baldırlarının kımıltısında giderken sanki
benim görkemli düşümün kızlığını
kendisiyle ***ürüyordu gecenin yatağına.

acaba saçlarımı yeniden
rüzgârda tarayacak mıyım?
acaba bahçelere menekşe ekecek miyim
ve sardunyaları
pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?
dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?
kapı zili acaba beni
yeniden sesin bekleyişine doğru ***ürecek mi?

"bitti artık" dedim anneme
"hep düşünmeden önce olur olanlar
gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

boş insan
güvenle dolu, boş insan
bak dişleri nasıl
çiğnerken marş söylüyor
ve gözleri nasıl
yırtıyor dikizlerken
ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor
dayançlı,
ağır,
başı boş.

saat dörtte,
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun
yukarı süzülmüş oldukları an
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorken
-selam
-selam
sen asla o dört su lalesini
kokladın mı hiç?...

zaman geçti
zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü
gece pencere camlarının ardında kayıyor
ve soğuk diliyle
geçmiş günün artıklarını içine çekiyor.

ben nereden geliyorum?
ben nereden geliyorum?
böyle bulaşmışım gecenin kokusuna?
mezarımın toprağı tazedir hâlâ
o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum...

ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili!
ne de sevecendin yalan söylerken
ne de sevecendin aynaların göz kapaklarını kapatırken
ve avizeleri
tel saplarından koparırken
ve acımasız karanlıkta beni aşk ovalarına ***ürürken
ta ki susuzluk yangınının uzantısı olan o şaşkın
buğu uyku çimenliğine oturdu
ve o karton yıldızlar
sonsuzun çevresinde dönerlerdi.
sözü neden sesli söylediler?
bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler
neden okşayışı
kızoğlankız saçların arına ***ürdüler?
bak burada nasıl
sözle konuşanın
bakışla okşayanın
ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı
sanı direklerinde
çarmıha gerilmiştir.
ve gerçeğin beş harfi olan
senin beş parmağının dalı
onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır!

suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
ben susuyorum fakat serçelerin dili
doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir
serçelerin dili yani; bahar. yaprak. bahar.
serçelerin dili yani; meltem. koku. meltem.
serçelerin dili fabrikada ölüyor.

bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde
birlik anına doğru yürüyen
ve her zamanki saatini
matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla
kuran
bu kimdir bu, horozların ötüşünü
gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen
kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen
kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan
ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.

demek sonunda güneş
aynı zamanda
umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı.
sen mavi çini tınlamasından boşaldın.

ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz
kılıyorlar...

mutlu cenazeler
üzgün cenazeler
suskun düşünür cenazeler
güler yüzlü, güzel giysili, obur cenazeler
belirli saatlerin duraklarında
ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde
ve boşunalığın çürük meyvelerini satın alma
şehvetinde...
ah,
kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar
ve bu, dur düdüklerinin sesi
zamanın dişlisi altında bir adamın ezilmesi
gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda
ıslak ağaçların yanından geçen adam...

ben nereden geliyorum.

"bitti artık" dedim anneme,
"hep düşünmeden önce olur olanlar
gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

selam sana ey yalnızlığın garipliği,
odayı sana bırakıyorum
kara bulutlar her zaman çünkü
arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
ve bir mumun tanıklığında
apaydın bir giz var onu
o sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor

inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
işsiz devrik oraklara
ve tutsak tanelere.
bak nasıl da kar yağıyor.

belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdıklarında
uçarı yeşil saplı fıskiyeler,
çiçek açacak olan o iki genç el
sevgili, ey biricik sevgili

inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.

F.FERRUHZAD
Çeviri: HAŞİM HÜSREVŞAHİ
 
bin billurun şahlanışı ayaklarım
dupduru ayazmalarda bir ürperti
adım adım yaklaş y/okla tenimi
ben ki belkıs yansımasında
kuşların efendisine inşirah bestesi
ökse otlarına zehirle ağan serpinti
titret bedenimi, kamçıla
ağula yüreğini

kederli kelebekler dayayıp kendini mentole
arıklar boyu meyhoş okaliptüslerde
bahar nezlesi yaşasın mevsimsiz
aksırıp tıksırıncaya kadar iklim
işte ondandır ağaçların yaprak dökümü
sonrası mürekkep yalnızlık
kır kanatlarımı, sorgula
uçmak ve konmak neyin nesi
ahenkli yaz yağmurunun
y/eşimken atlas yatağına

ah ne zordur bilincin körelmesi
denizin kadim dostu fenere sövmesi
sırf akrep istiyor diye gülün zehir içmesi
ne zordur ikizlerden yekdiğerinin ansızın ölmesi
bir de kalpten dudağa aşk yığılması
yay doğru oku bulduğunda
saplan sol yanıma, vurgula
yüz göz yaşlarımda demlen
çöpçü balıkları devşir
al k/atıklarımı, yemlen
b/akışlarını gözlerime sürgüle

ardından melek yüzlü bir ahu dilberin
uğra müren gibi mercan dudaklarına
bin bir gecenin cam kırıklarıdır sayıklamalarım
sütleğen ayazmalarda süvariye bir çift üzengi ol
sen ki belkıs yanılsamasında
rahvan atlar gibi şaha kalkan

yokla yedeğini
ben ki hatem mührüne el koymuş
aşk hanesinin tek deli sahibesi
yık duvarlarımı, kargıla
s/avunma/sızım, işgalini kurgula

duvarlar arası menkıbelerin diliyle
sen cumbada olma/yan fesleğenlere masallar anlat
debisiz bir yüreği hacze gideyim ben
ucu çatal yürekle kargılar eşliğinde

nasılsa dinmez ipekyolunda bu karahumma...
 
fermancopytz1.jpg




Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır

Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce'm uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
Yar yüzünde infaz

Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz'dan
Deccal�an, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce�en
Ödüm patlıyor Gülce�e bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum...
 
20ec90754b635e8222b75c7bcc76c6ce_1263234124.jpg


Mem nelere gark olmadı zinin ateşi için
Ferhat dağı delmedimi Şirinin düşü için
Kusur ise her saniye her yerde seni anmak
Mecnun azmı yemin etti Leylanın başı için

Gözlerinin dokunduğu her mekan memleketim
Bakı verde uzamasın gurbetim esaretim
Ahmet Arif hasretinden prangalar eskitmiş
Beni böyle eskitense prangalı hasretin

Sana yine sana yandım Nesimide dün gece
Gözlerinle yüzüleyim bend olayım hallaca
Böyle hüküm buyurmuşlar Tanrılar divanında
Ha ben sana yollanmışım ha Muhammet miraca

cümle cihan güzellerin yüzlerine ben örsün
gözlerin balyozu oldu içerimdeki örsün
ruhumdaki fırtınalar merihi usandırdı
Nuh'a haber eyleyinde gelsinde tufan görsün


Mazlum Çimen
 
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu.
Pervane olan kendini gizler mi alevden?
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!

Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara kattım,
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.

Gözler ki birer parçasıdır sende İlah'ın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın.
Vur şanlı silahınla, gönül mülkü düzelsin,
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.

Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu,
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!

Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!

Hâlâ yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni, bir perde olurdum,
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik.

Hüseyin Nihal Atsız
 
0.jpg



Thamate Hacı İshak'ın Vasiyeti


Savaş ve sürgünde kaybettiklerimize...
''Ey bahtsız evlatlarım!Haydi toplanın yanıma, Çok yaşlandım ben artık, vakit tamamdır galiba.
İyi belleyin sözlerimi,anlatın sizde torunlarıma.
Biz uzak diyarlarda sürüldük buralara. Hiç gün yüzü görmedik,çok acılar çektik. Bedenimiz burada,ruhumuz hep orada yaşadık. Hani çocukken özgürce koşuşup uçurtmalar uçurduğunuz...
Yemyeşil çimenler arasında kır çiçekleri topladığınız yerlerden... Atayurdumuz Kafkasya'dan bahsetmeliyim önce sizlere...
İki deniz arası;Adigey,Karaçay,Balkar'dan...
Çeçenya, Osetya, Abhazya'dan...Dağlar ülkesi Dağıstan'dan. Hatırlıyormusunuz bilmem?mis kokulu yaylaları...Bereketli ovaları...Ulu ağaçlarla dolu gür ormanları... Başından kar eksik olmayan dağları... Elbruz'u,Kazbek'i... Çılgınca akan nehirleri... Baksan'ı,kuban'ı,Terek'i...
Hani nerede onlar şimdi?
Çok işgal görmüş ülkemiz, bunları anlatmalıyım daha...
Hep yurdunu savunmak olmuş kaderi milletimin asırlar boyunca. Yiğit delikanlıları anlatmalıyım daha...
Topuklarından ateşler saçarak rüzgar gibi uçan atların sırtında, gözlerini kırpmadan düşman arasına dalıp savaşan korkusuzca.Vatan için, namus için,bayrak için,din için kıyama kalkan önderleri; Mansur'u,Sefer bey'i,Gazi Muhammed'i,Şamil'i,Hamzat'ı...
Ve şehadet şerbeti içmiş binlerce adsız kahramanı...
Hiç gülmemiş anaları...
Pencere önülerinde buğulu gözlerle nişanlısını bekleyen kızları...
Masum yaşlı ve çocukları...
Her şehit haberi geldiğinde köylere,karalar giyip aç ve susuz günlerce, matem tutan kadınları...
Göz pınarları kuruyana dek ağlayan nineleri...
Asasına yaslanıp derinden derine düşünen dedeleri...
Evet! Bütün umutların tükendiği bu acılı günleri,hiç bir zaman unutmayın,yad edin yirmi bir mayıs günleri.
Ah evlatlarım Ah! Böyle bir acıyı tarihler yazmamıştır , savaşta kaybettiğimiz yiğitlerimizin yokluğu yüreklerimizi dağlarken,gençlerimiz eylül yaprakları gibi birer birer düşerken toprağın bağrına,sanki yetmezmiş gibibunca acı,çile,kan ve gözyaşı,üstüne üstelik yıkılımış yuvalar... Sönmüş ocaklar... Harap edilmiş köyler...Topa tutulmuş minareler,camiler... Yakılmış ormanlar,ekinler... Ve hepsinden acısı parçalanmış aileler...Daha çekilecek çilemiz varmış meğer! Ülkemizi işgal eden zalimler, bir soykırım demek olan sürgüne karar verdiler.
Nihayet,bu kahredici yolculuktan siyah beyaz tablolar çizmeliyim sizlere...
Çocuk-çoluk, kadın-erkek,yaşlı-genç topluca getirildik iskelelere,balık istifi doldurdular bizi gemilere.
Azgın dalgalar arasında yol alırken gemiler,nice insanlar soğuktan,açlıktan ve hastalıktan öldüler. Bu sürgüne dair çok hikayeler dinledim yaşıtlarımda isterseniz teyid edebilirsiniz bunları Memalik-i Mahruse-i Şahane kayırlarından.
Sevgili oğullarım! Sürgün kalbimize bıçak gibi saplanırken,yer ağlıyor, gök ağlıyordu.Çocuklar ebeveynlerinden,sevgililerbirbilerinden koparılırken,insanlık bu drama sessiz kalıyordu.
Muhacirin sıfatı adımızın önüne eklenirken,yer ağlıyor,gök ağlıyordu.
Sonu bilinmeyen bir maceraya doğru sürüklenirken,ağıtlar,çığlıklar,feryedlar arş-ı alaya yükseliyordu.
Gemiler limandan teker teker demir alırken,masallar ülkesi Kafkasya ardımızda kalıyordu.
Sanki herşey bir anda yok olup gitmişti aniden,kaybettiğimiz binlerce yıllık mirastı dedelerimizden.
Fırtınalar esmiyor artık Elbruz'dan Kazbek'ten,bilmiyorum ezanlar okunur mu bir daha tahta minarelerden?
Canlarım! Sakın ümidinizi yitirmeyin yinede, vatan sevgisini hiç eksik etmeyin kalbinizde,
bakın ne diyor Yüce ALLAH kURAN-I KERİMDE: ''Hayır olabilir şer bildiğinizde, şer olabilir hayır bildiğinizde'' Şükürler olsun!
Yinede yaşıyoruz dost,müslüman bir ülkede.
Nur-ı aynlarım! Zaten bir sürgün yeri değilmi fani dünya? Bazen unuturda insan bunu üzülür geçici ayrılıklara.
Her ne kadar vatan hasreti büyük bir acıysada, esas can yakan acı Allah'tan ayrı kalmaktır oysa. Ben revanım şimdi, özledim mazlumların sığınağı Allah'ı ben revanım şimdi,özledim gariplerin dayanağı Resulullah'ı . Bu duygular içinde ayrılıyorum aranızdan, ağıtlar yakıp,sakın ağlamayın arkamdan,tek isteğim var sizden,bir Fatiha bir Yasin yeter bana,ümit var olun,çalışmaktan geri kalmayın asla,bir gün inşallah bağımsız olacaktır Kafkasya, ''La ilahe illallah,Muhammed'ün Resulullah'' ''İnna lillahi ve inna ileyhi raciun''
 
aglayankafe_adige.jpg




ADIGE YÜREĞİ

Eklemeden ve eksltmeden sözcüklerimi
Seninle öyle konuşuyorum...
Kopacak bir fırtınanın öncesinde veya
Koca bir fırtınanın içinden seslenmiyorum sana
...
Sana sesleniyorum
En duru sesimle, duru bir şekilde görmen için beni.
Sana süsler takıp
Süslerin sana ne çok yakıştığından bahsetmiyorum.
...
Sana sesleniyorum Adige yüreğimle
Hiç yitirmediklerimle sesleniyorum
...
Önünden geçiyorum senin
Beni görmen ve tanıman için..
Yüreğimin resmini çiziyorum sana
Sadece kendi renklerimi kullanarak
...
Beni işitip, görüyor musun..?
 
3262412171_d9f1985ce5.jpg



Acı Çekmedim

Fakat acı çektim mi? Acı çekmedim. Sadece halkımın
acı çekmesinden ötürü acı çekiyorum. Yaşıyorum
içinde, yaşıyorum anayurdumda, bir hücre gibi
o sonsuz ve alazlı kanda.
Zamanım yok kendi acılarıma.
Kimse acı çekmemi sağlayamaz
bana temiz güvenlerini veren bu hayatlar olmadan,
ve bir hain gibi bıraktı ölü mağaranın
dibine vursun diye, ne ki geri döneceğiz
oradan ve yükselteceğiz gülü.

Cellat benim yüreğimi yargılasın diye
baskı yaptığında yargıçlara,
açtı o kararlı kitle,
halkım, o muazzam labirentini,
aşklarının uyuduğu o bodrumu,
ve orada tuttular beni, gözetleyerek
ışık ve hava gelinceye dek.
Söylemişlerdi: “Borçlusun bize,
sensin koyacak o soğuk işareti
o kötücül kirli isme”.
Acı çektim, sadece acı çekememekten ötürü.
Biraderlerimin karanlık hapishanelerinden
geçememekten ötürü,
bütün acılarımla bir yara gibi,
ve her bir topallayan adım yetişti bana,
senin sırtına inen her bir darbe paraladı beni,
senin şehadetinden her bir damla kan
kanayan şarkıma sızdı gitti.



Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy
(“Evrensel Şarkı”nın “Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi” adlı bölümünden)


Pablo Neruda
 
3241759205_f895a8ec59.jpg




ADIGE Ç’ALE
Binlerce anlam taşımak
Binlerce anlama dokunmak Adige Ç’ale olmak.
Asaletin ikliminde büyümek
Soylu bir gururla hayata dokunmak
Hassas bir yüreği yenilmez bir inançla dokumak
Boyun eğmemek insanca olmayana
Karşı durmak yalnızlıklarda da olsa onursuzluğa

Güven olmak halkına, Adıge ç’ale olmak.
Sıcak ve narin bir yürek armağan etmek halkına..

İnsan olmanın heyecanının doruğunda olmak
Sonsuz gözlerle hayata bakabilmek
Sonsuzluğu hediye etmek gelecek nesillere
Soylu sonsuzluk olmak Adige ş’ale olmak

Ruhun soylu arayışını bedeniyle kirletmemek
Pşaşesine asil ruhunu kurban etmeden bakmak
Pşaşesine yüreğinin gerçeğiyle dokunmak
Yürek olmak pşaşeyle Adige ç’ale olmak

Biz bilmeyiz bedene duyulan sevgileri.
Gözlerden dokunuruz sevgiye.
Biliriz ki tavizi affetmez ruhumuz.
Ruhumuzu ısıtan en güzel şey ‘sevgili’nin dokunuşu değil
‘Khaşen’imizin o içten gülümsemesidir.
Bizi üşüten bedenimizin yalnızlığı değil
‘Khaşen’imizin bize gözlerden dokunmaması…
Zordur Adıge ç’ale olmak,
Bedenlerin ruhlarla dalga geçtiği bir çağda.
Sen ki ruhunun tüm çıplaklığıyla seveceksin
Khaşeninin o içten gülümsemesiyle yetineceksin..
Zor işte Adige ç’ale olmak,
“‘Asalet paradır.’ çağı”nda.
Zordur gerçekle,yalnız gerçekle, dokunmak bir insana.
Baş eğmeden Adıge ç’ale kalmak,
Ruhunu satmamak zordur.

Sadece anne babamızın çocuğu değiliz biz.
Biz tüm halkın çocuğuyuz.
Halkımız ailemizdir bizim.
Kardeşliğimiz kanla değildir
Delhxuğa’yla nıbjjeğuğe’yladır.
Her Adıge Pşaşe’yle delhxu
Her Adıge ç’ale’yle nıbjjeğu’z biz.
Yürek inceliğiyle paylaşır,
Yürekten güveniriz birbirimize.
Yaşamak bir sanatsa eğer
Bir ince usta olmaktır bu.
Nice şiiri okumak yerine
Şiir olmaktır bu.

Her Adıge evi evimiz,
Adıgağe beraber söylediğimiz
Şarkımızdır bizim.

Khafe’nin ince büyüsüyle
Dalmaktır ruhun derinliklerine Adıge ç’ale olmak,
Şeşen’in çoşkusu olmak,
Wuig’le insan olmanın arenasına çıkmaktır.

Hayatın gerçeğini espiriyle yoğurup
Neşeyle paylaşılan sevinçler veririz birbirimize.
Hepimiz birer nota
Toplamımız güzel bir şarkıdır bizim
Nıbjjeğuğe dünyamızda.

Şarkımız bazen sustuğunda
Yeni bir şarkıyla birleşene kadar
En sonsuz tınılarımızın yerlerini arar
Güzel bir besteyle birleşiriz yeniden.

Tabularla karanlığa gömülen ‘kız’larla
Açık olmanın kontrolsüz çirkinliğiyle değil
Pşaşe olmalarının asaletinin güzelliğiyle konuşur
Cinselliğin bastırılmış bulanıklığında değil
‘İnsan olmanın cinsel espirisi’nin gerçekliğinde
Ancak ince espiriler yaparız bizler.

Selam guape olsun halkımıza
Bize yürek veren halkımıza
Nıbjjeğulerimize, wunağuelerimize
Selam guape olsun Adıgağeye
Guape olsun yaşam hepimize.




ç’ale: delikanlı
pşaşe: delikanlı kız
delhxu: erkek kardeş
nıbjjeğu: dost,arkadaş,yoldaş
Adıgağe: Adıgelik
guape: yürekten
wunağue: aile


Vezir Savrum
 
"Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan..."




Furuğ Ferruhzad







6424165-lg.jpg


Kimse ***ürmeyecek beni kırlangıçların şölenine...
Uçmayı hayal eden kuş ,
Ölmek üzere!

Furuğ Ferruhzad





Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Duvarların ötesinden kopardım dallarımla,
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.


Furuğ FERRUHZAD


8658.jpg

Bekle dedi gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi...
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi...
 
zrailgb9.jpg



"büyük bir zevkle günah işledim.
ateş gibi sıcak bir kucakta,
kollar arasında günah işledim.
alev alev yanan hınçlı öfkeli kollar.

o kapkaranlık, sakin, gizli odada,
sırlarla dolu gözlerine baktım sevgilimin.
yalvarışlarının sonsuz zevkine yanıt verircesine,
kalbim heyecanla titredi göğüslerimin içinde.

o kapkaranlık, sakın, gizli odada,
yanı başına oturdum sevgilimin hüzünle.
dudakları dudaklarıma arzu akıttı.
hüznünden kalbimin kurtuluverdim bir anda.

kulaklarına bir aşk öyküsü fısıldadım:
seni istiyorum sevgilim seni.
seni istiyorum bengisu kucak.
seni istiyorum benim çılgın sevgilim seni.

gözlerinden arzu fışkırdı sevgilimin.
kadehte kırmızı şarap dans etmeye başladı.
yumuşacık yatağın ortasında vücudum
sarhoşça titredi göğsüne doğru.

büyük bir zevkle günah işledim
titreyen, kendinden geçmiş vücudumla.
tanrım ne yaptığımı nasıl bilebilirdim
o kapkaranlık, sakin, gizli odada."

-F.Ferruhzad-
 
MU938965CL780_250.jpg


Tarihten iki ayrı coğrafyaya damlayan
İki ayrı yürekte durmadan kanayan
Seyduna’yla Şahrud
Yüreklerin akarken bıraktığı izi
Birbirlerinin gözlerinde aradılar.
Yoktu.
İki iklim farkıydılar
Ne zaman göz göze değseler
Yangın çıkmayacak denli uzaktılar.
Yalnızca aynaların dökülen sırrına yansırdı
Üçüncü bir kente düşmüş suretleri

Şahrud gökyüzü geliniydi.
Yüzüne bulut inse dolardı masal gözleri.
Bir solukluk rüzgarda bile
Usul usul kanardı gelincik bedeni.

Seyduna yeryüzü cehennemi.
Ölüm, çağrılı uçurumlarda sınardı sevdasını
Yalnız ufuk çizgisinde buluşurlardı,
Onu da güneş günde iki kez ateşe verirdi.

İki iklim ayrıldılar.
“Ya Şahrud!” dedi Seyduna
“Gözlerime mermi diye sevdanı sürdüm.
Ardına bakma, gözyaşımla vurulursun.
Su gibi git.”

Şahrud’un yüzüne keder mayın gibi durdu.
Ve zaman gözlerinin su yeşilinde kuruldu.
Hüzün bir Buda heykeli gibi çırılçıplak,
Yüzlerine oturdu.

Rivayet odur ki,
Şahrud vardığı denizlerde hala
Seyduna türküleriyle uyanmakta,
Seyduna, Şahrud’un gözlerinden kalan
Masalla yaşlanmakta.)


(biliyorum! sen yine parmak uçlarında üşüyosun,aramızda kıvrılıp yatan uzaklıga inat,ayaklarınla kasıklarımın kasıgasını,ellerinle yüregimde yaktıgın ateşi düşlüyorsun.sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta ve çırıl çıplak bir ırmaga dönüşüyor yatagımızda apansız,parmakların tıkır tıkır işliyor iştahla,biliyorsun yaşamaktır aşk, geceyle gündüzün sessiz geçişimidir bir uyku bogazında,DELİCE BİR YANGIN PARMAKLARININ BUZULUNDA........)
 
forgive+me.jpg



BENİ AFFET
Sana yapılmış olan bütün haksızlıkların yarısını ben yaptım. Beni affet…
Beni affet; seni benim kadar kimse suçlamadı, benim kadar hor gören olmadı seni.
********
Beni affet; her halini biliyor olmayı kullandım. Kimseye duyurmadıklarını duymuş, kimseye göstermemiş olduklarını görmüş olmayı ‘‘hüner’’ saydım.
Bir benden kaçamadın, gizlenemedin, saklanamadın, zayıflıklarında… Güldüm kahkahalarla gözyaşlarına, bütün ince dallarını ben kırdım…
********
Beni affet…
Beni affet doyumsuzluğum için; hiçbir zaferine zafer gözüyle bakmadım. Ve yetmiyor gibi yaralarını sarmadım…
Sen yaralanamaz, yorulamazdın gözümde. Oturmak suçtu, uyumak suçtu, suçlanmak suçtu asıl; suçlanmaya kapı aralamaktı suç!
********
Beni affet;
Affettiklerinden dolayı suçladım seni…
Ve beni affet;
Affetmediklerinden dolayı da seni suçladım!
********
Biliyorum; benden başkası olsaydı seni bu denli suçlayan, ölürdün…
Veya öldürür kurtulurdun!
Ne öldün, ne öldürdün.
Bunun içinde suçladım seni, farkındayım. İşte, bunun için de suçladığımdan seni; beni affet!..
********
En zorunu mu istiyorum senden, bilmiyorum…
Ama lütfen yap bunu; Beni affet…
Çünkü beni affedebilirsen herkesi bağışlarsın. Beni… Bir beni affedebilirsen; içinde öfke kalmaz. Kin kalmaz, garez kalmaz.
Beni affet, hafifle…
********
Biliyorum; seni benim kadar suçlayan, hor gören olmadı… Biliyorum; sana yapılan haksızlıkların yarısını ben yaptım.
Biliyorum yelkenini söndüren, kanatlarını yolan, motorlarını bozan benim;
Beni affet.
********
Hızını kesen benim… Beni affettiğinde kimse tutamaz seni…
Senden başka ‘‘ben’’ yok ki…
Kendini affet;
‘‘BEN’’ i affet!..




Muammer Erkul
 
Kimdim ben?" Katil ve kurban. Ellerimde başkalarının kanı var, başkalarının ellerinde de benim kanım. Bir cinayet işledim; belki de pek çok cinayet işledim. Nasıl olsa bütün ipuçlarını temizledi hafızam.
Bir cinayete kurban gidiyorum. Belki de pek çok cinayete kurban gidiyorum. Nasıl olsa inanmıyorum ardımdan tutulacak mateme. Katillerimin yüzlerini seçemiyorum; isimlerindense geride harfler kalacak sadece. Binlerce kelime, onlarca hikâye var boğazımda düğümlenmiş. Susuyorum konuşmam gereken yerlerde; dilimi tutamıyorum ne zaman susmam gerekse. Anlatacak çok şeyim olsa da, emin değilim anlaşılmak istediğimden.

Elif Şafak
 

YÜzÜn Bİr Sebepsİz Korkuyla UÇuk,
O GÜn BaŞucuma Karalarla Gel
Arkanda, ÇepÇevre, Kızıl Bİr Ufuk,
Tepende Sİmsİyah Kargalarla Gel

Elİnden, Dal Gİbİ DÜŞerken Ümİt,
Ne Bİr Hasret Dİnle,ne Bİr Ah İŞİt;
Bİr Yaprak Ol,esen RÜzgarlarla Gİt,
Kırık Bİr Tekne Ol,dalgalarla..

Necİp Fazıl KısakÜrek
 
13299_379120828969_743403969_3735097_2624054_n.jpg



bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!

ah nasıl titredim tensiz

bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!

bitmemiş bir ömrün yalanısın

sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!

bir martıyı ağlattın işte

bir çocuk garanti intihar eder artık

(Küçük İskender)
 
Geri
Üst