Değerli Üyelerimiz sizler için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Lütfen 10 saniyede üye olarak bizlere destek olunuz... 😊 Tüm sorunları bize bildirebilirsiniz
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
İsveç'e ilk insan yerleşmeleri eldeki belgelere göre M.Ö. 800 yıllarında İsveç'in güney ucunda görülmüştür. İlk İsveçliler zamanla kuzeye doğru yayılmaya başlamışlardır. Sonraları ticaret yapmak için Akdeniz'e açılmışlar Romalılarla ticari ilişkiler kurmuşlardır. İsveç'in adı Svear kabilelerinden gelir. Ülkenin başlangıç tarihinde ülkenin güneyinde yerleşmiş olan ***arlarla Svearlar arasında uzun süreli çatışmalar olmuştur. Svearların ***arları Brevalla'da yenmesiyle İsveç Krallığı kurulmuştur.
İsveç'e M.S. 4. yüzyıldan başlayarak bazı Germen kabileleri göç etmişlerdir. Dokuzuncu yüzyılda İsveç kralları Normanların Batı Avrupa'ya yaptıkları akınlara katıldılar. Ama asıl gayeleri doğuda bir takım topraklar elde etmekti. Doğuya yönelen İsveçliler Novgorod ve Kiev'i ele geçirerek buralarda birer prenslik kurdular.
Onuncu ve on birinci yüzyıllarda Norveç ve Danimarka ile aralıklı çatışmalara girdiler. On birinci yüzyılda Hıristiyanlık İsveç'te resmi din olarak kabul edildi. On ikinci yüzyılda kral olan Aziz Erik Finlandiya'yı topraklarına kattı. On üçüncü yüzyılda ise dört İskandinav ülkesi (İsveç Norveç Danimarka ve Finlandiya) Kalman Birliği adı ile bir tek otorite altında toplandılar (1397).
Kalman Birliği yaklaşık 125 yıl sürdü. Danimarka ile İsveç arasındaki zıtlaşmalar yoğunlaşınca İsveç Kralı Gustaf Vafa Danimarkalıları İsveç'ten kovarak birliğe son verdi. 1523'te İsveç Kralı Gustaf Vafa İsveç'in bağımsızlığını ilan etti. 1520'lerde başlayan Lutherci Reform hareketleri başarıya ulaşınca 1529'da Roma ile ilişkileri kesildi. Bunu takip eden 200 yıl içinde İsveç; Danimarka Polonya ve Rusya'yla Baltık egemenliği için birçok savaşlar yapmıştır.
Kral İkinci Gustaf Danimarka'yla barış imzalamış Polonya Prusyasını ele geçirmiş 30 yıl savaşlarına önemli katkıda bulunmuştur. Vestfalya Antlaşması ile (1648) İsveç büyük bir devlet olmuştur. Baltık Denizindeki hakimiyeti Ruslara Poltava'da İsveç orduları yenilince son bulmuştur (1709). Napolyon'un generallerinden Jean Buptiste Bernadotte 1818 yılında Ondördüncü Karl adıylaİsveç kralı olmuştur.
Bugün İsveç'te hüküm süren kral ailesi bu soydandır. On dördüncü Karl döneminde İsveç ile Norveç birleşmiş bu birleşme 1905 yılında barışcı bir biçimde son bulmuştur. İsveç Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında tarafsız olarak kalmıştır. Günümüzde tarafsız politikasına ters düşeceği için Nato ve AET'ye girmemektedir.
İtalya'nın eski çağlarında yaşayan insanlar hakkında çok az bilgi vardır. M.Ö. 500'lerde İtalya'da dört belirgin medeniyet mevcuttu. Kuzeyde Keltler orta bölgede Etrüskler iç ve dağlık bölgelerde Romalıların da dahil oldukları birçok kabileler Napoli'den Sicilya'ya kadar olan bölgelerde de Rum azınlıklar vardı. Roma Cumhuriyetinin kuruluş tarihi geleneksel olarak M.Ö. 595 kabul edilmiştir. Bu yıl son Roma kralının sürgün edildiği tarihtir. Daha sonra kabileler arasında sürdürülen çatışmalardan faydalanan Roma bağımsızlığını garanti altına aldı.
M.Ö. 49'da Sezar Galyalılara tam yurttaşlık hakkı verdi. Roma İmparatorluğu giderek gelişti. Üçüncü yüzyılda bütün yarımadaya hakim oldu. Daha sonra aynı yüzyılda barbarların saldırılarına maruz kalan imparatorluk merkezi Roma'dan Milano'ya taşındı. Costantinos zamanında ise merkez İstanbul'a alındı.
Galya'yı ve öteki eyaletleri kaybeden Batı Roma İmparatorluğunun elinde yalnız İtalya kaldı. Doğu Roma İmparatoru Zenon Ostro***ları İtalya'yı yönetmekle görevlendirince dört yıl süren savaşlar sonunda Ostro***lar İtalya'ya hakim oldular ve Ostro*** kralı İtalya'nın mutlak kralı oldu. Bu dönemden sonra Papalık iktidarı gelişti. 451 yılında Kuzey İtalya Avrupa Hunlarının istilasına uğradı. Roma istiladan Papa'nın ricaları üzerine kurtuldu ve 6. yüzyılın sonlarına kadar siyasi hakimiyet Papalığın elinde kaldı.
774 yılında Napoli Gueta ve Amalfi Müslümanların akınlarına maruz kaldı. Müslümanlar Sicilya'yı fethetti. Şarlman'ın ölümü üzerine derebeylik ve siyasi parçalanmalar oldu. Roma İmparatorluğunu yeniden kurmak isteyen Otto (938-1002) başkenti tekrar Roma'ya taşıdı. Papalık-İmparatorluk mücadelesi tekrar başladı. Papa ile imparatorlar arasındaki savaştan faydalanan kuzey ve orta İtalya şehirleri bağımsızlıklarını ilan ettiler.
On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Cenova Floransa Venedik ve Milano gibi şehirler küçük ama birer güçlü devlet olarak ortaya çıktıktan sonra İtalya ekonomisine egemen oldular. On beşinci yüzyılın başlarında Avrupa'da başlayan Rönesans'ın etkisi İtalya'da görüldü. Bu asrın ortalarında İtalya toprakları üzerinde Osmanlı akınları başladı ve Osmanlılar 1480'de Otranto'yu aldılar.
1494-1559 yılları arasında İtalya'da siyasi zayıflama ve parçalanma savaşlara yol açtı. İtalya Avrupa hakimiyetini ele geçirmek isteyen Fransa ve Avusturya hanedanının savaş alanı oldu. Bu savaş da İtalya'yı büyük ölçüde etkiledi.
İtalya'da 17. yüzyıldan sonra gerileme dönemi başladı. Napoli Krallığı ve Sicilya güçsüzleşti. 1796 yılında Napolyon önderliğindeki Fransızlar İtalya'yı işgal etti. Fransız hakimiyeti 20 yıl gibi kısa bir dönem sürdü. Bu dönemde ülke aynı yönetim altında birleşti. Kısa bir zaman için kuzeyde İtalya Krallığı kuruldu. 1815 yılındaki Viyana kongresinde eski düzen yeniden sağlandığı sıralarda Birleşmiş bir İtalya düşünceleri fikirlerde idi. 1866'da Venedik 1870'te Roma'nın katılması ile İtalya sonunda bir Krallık haline geldi. Ancak anlaşmazlıklar tamamen giderilememiş Kuzey-Güney ve bölgeler arası anlaşmazlık ve çekişmeler devam ediyordu.
1882'de Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın yanısıra üçlü ittifaka ve 1915'te müttefiklerle birlikte Birinci Dünya Savaşına girdi. Uzun mücadelelerden sonra Avusturya toprakları üzerindeki emeline kavuşan İtalya savaştan sonra yapılan anlaşmalardan memnun olmadı. Savaştan siyasi ve ekonomik olarak çok kötü çıkan İtalya'da diktatör Mussolini 1922'de zorla kendini kabul ettirdi. Mussolini 1935-1936'da Etiyopya'yı işgal etti. Nazi Almanyası ile ittifaka girdi. 1943 yılına kadar Mussolini'nin diktatörlüğü bir baskı ve silahlanma dönemi olarak geçti.
İtalya 1940'ta İkinci Dünya Savaşına girdi. İtalyanlar bütün cephelerde yenilgiye uğradılar. Daha sonra Almanya'ya savaş ilan ettiler. İtalya Naziler tarafından işgal edildi. Nazilerin teslim olmasından sonra (1945) İtalya savaştan büyük zarar görmüş olarak çıktı.
1946 yılında yapılan referandumla Monarşi ortadan kaldırıldı. Yeni bir Demokratik Cumhuriyet kuruldu. 1949 yılında NATO'nun kurucu üyesi olan İtalya 1958'de AET'ye girdi. Yaklaşık 30 yıldır çeşitli koalisyonlarla İtalya'yı idare etmiş olan Hıristiyan Demokrat Parti ve İtalyan Sosyalist Parti 1992 seçimlerinde büyük oy kaybına uğradı. Aynı senenin Mayıs ayında istifa ile boşalan cumhurbaşkanlığına parlamento Oscar Lugi Scoifaro'yu seçti. Ardından yeni bir koalisyon hükumeti kuruldu
Japonya'nın ilk sakinlerinin Doğu Asya ve Güney Pasifik adalarından gelen göçmenler olduğu sanılmaktadır. Japon halkının atalarının şimdi Yamato ırkı diye bilinen ve M.S. 3 ve 4. asırda savaşçı kabileler ve klanlar üzerine giderek üstünlük kuran aynı ırka ait insanlar olduğu zannedilmektedir.
Dördüncü yüzyılın sonunda Japonya ve Kore Yarımadasındaki krallıklar arasında temas kurulmuştu. Bu tarihten sonra Japonya'da Çin'in kültür etkileri görüldü. Önce Konfüçyüs dini ve sonra Budizm Hindistan Çin Kore yoluyla 538 yılında buraya girmişti.
Ülkenin ilk ve devamlı hükumet merkezi 8. yüzyılın başında Nara'da kuruldu. 710 ile 784 yılları arasında 74 sene bu imparatorluk devam etti. 794 yılında ise Kyoto'da yeni bir hükumet merkezi kuruldu. Burası bin yıl kadar imparatorun oturduğu yer olmuştur. Başkentin Kyoto'ya taşınması 1192 yılına kadar devam etmiş olan Heian devrinin başlangıcı olmuştur.
1185 yılında Danoura Savaşında Minamotolar rakip Taira Kralını yok ederek galip gelmişlerdir. Minemotoların iktidarı ele geçirmesi Shogun denilen askeri liderler idaresi altında yedi asırlık bir feodal hakimiyet devrinin başlangıcı olmuştur. 1192 yılında Minamotolar hükumet merkezini Tokyo yakınındaki Kamakura'ya kurdular.
1213 yılında iktidar Minamotolardan 1333 yılına kadar askeri yönetimi sürdüren Hogoların eline geçti. Bu dönemde Moğollar 1274 ve 1281 yıllarında olmak üzere iki defa Kuzey Kyushu'ya saldırdılar. Her iki savaşta başarılı olamayan Moğollar ayrıca meydana gelen tayfunların tesiri ile Japonya'dan çekildiler.
1333 ile 1338 yılları arasında görülen kısa süreli imparatorlukları Ashikaga Takauji tarafından Kyoto'da Muromachi'de kurulan yeni bir askeri yönetim takip etti. Bu kurulan hükumet 1338'den 1578'e kadar iki yüz yıldan fazla bir süre devam etmiştir.
On altıncı yüzyılda Avrupalılar Japonya topraklarına ayak bastılar. Bu arada misyonerler Hıristiyanlığı burada yaymaya çalıştılar. Bunun üzerine Japon liderleri Hıristiyanlığın ve batı düşüncelerinin Japonya için zararlı olacağına inandıkları için Hollanda ve Çin tüccarı haric olmak üzere bütün yabancıların Japonya'ya girişini yasakladılar. İki buçuk yüzyıl süresince Hollandalı tüccarların bulunduğu bu küçük ada Japonya ile dış dünya arasında tek temas noktası olmuştur.
1853 yılında Amerikalı Komodor Matthev C.Perry dört gemiden meydana gelen donanmasıyla Tokyo Körfezine girmiş ertesi yıl tekrar Japonya'ya gelerek Japonları kendi ülkesiyle bir dostluk anlaşması imzalamaya ikna etmiştir. Bu anlaşmayı aynı yıl içinde Rusya Büyük Britanya veHollanda ile imzalanan anlaşmalar takip etmiştir. Bu anlaşmalar dört yıl sonra ticaret anlaşmalarına dönüşmüştür.
Tokogaua Shogunluğunun derebeylik sistemi 1867 yılında yıkılmasına kadar geçen on yıllık süre içinde büyük bir karışıklık hüküm sürmüş ve 1868 yılında Meigi döneminin tekrar teşkilatlanmasıyla bütün hakimiyet yeniden imparatorun eline geçmiştir.
İmparator Meigi'nin idaresinde japonya batıda gelişmesi yüzyıllar süren şeyleri kısa bir sürede başarmaya koyulmuş modern sanayileri politik kuruluşları ve modern bir toplum modeli ile modern bir millet meydana getirmiştir. Japonya 1894-1895 yıllarında Çinlilerle 1904 ve 1905 yıllarında da Ruslarla savaşmıştır. Japonya her iki savaşı da kazanarak 1875'te Rusya'ya verdiği Sahalin Adalarını geri almış Formosa ve Kore'yi ele geçirmiş ve Mançurya'da bazı çıkarlar elde etmişti. 1920 yılında Japonya Anglo-Japon Birleşmesi kararları gereğince Birinci Dünya Savaşına girmişti.
1937'de Japonya-Çin Savaşı başladı. Birinci Dünya Savaşında Almanlara karşı savaşan Japonya 1939'da Almanya ve İtalya ile askeri bir ittifak kurdu ve 7 Aralık 1941'de Hawai Adalarına baskın yaparak Amerikan donanmasını yok etti. Savaşın ilk yıllarında üstün görünen Japonlar sonraki yıllarda ağır kayıplara uğradılar. Amerikan uçaklarının 6 Ağustos 1945'te Hiroshima ve 9 Ağustosta Nagasaki'ye attıkları atom bombaları İkinci Dünya Savaşının neticesini belli etmişti. 14 Ağustos 1945'te kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul eden Japonya ile 2 Eylül 1945'te resmi teslim anlaşması imzalandı.
Yedi yıl sonra 1951 yılı Eylül ayında Japonya 48 devletle San Francisko'da Barış Antlaşmasını imzaladı. 1952 yılı Nisan ayında yürürlüğe giren bu anlaşma ile Japonya tekrar istiklalini kazandı. 1956 yılında ise Japonya 80. devlet olarak Birleşmiş milletlere tam üyeliğe kabul edilmiştir.
Bağımsızlığını kazandıktan sonra büyük bir ekonomik gelişme ile bugünkü refah düzeyine ulaşmış ve teknik ve bilimde çok ileri gitmiş olan Japonya hemen hemen bütün dünya pazarlarını ele geçirmiş bir devlettir. Liberaller İkinci Dünya Savaşından bu yana iktidardadır. 1926'da tahta geçen İmparator Hirohito 7 Ocak 1989'da öldü. Yerine büyük oğlu Prens Akihito tahta geçti ve 1990 Kasım ayında taç giydi.
Kanada’ya ilk yerleşenler Bering Boğazını geçerek Kuzey Amerika’ya gelen Kızılderililer (güney kesimde) ve Eskimolar (kuzey kesiminde) olarak kabul edilir. On altıncı yüzyılda Jacques Cartier Kanada topraklarını keşfetti. Cartier 1534-1536 yılları arasında Saint-Laurent Körfezine girerek bugünkü Montreal’a ve Québec’e kadar ilerleyip Kanada ülkesini bulmuş oldu ve bu toprakları Fransa’ya dahil etti.
O zamanlar ülkede maden bulunmadığından kolonileştirme hareketi yarım kaldı ve Kanada tarafı yalnız Morino avcıları ile kürk tüccarlarının uğrak yeri oldu. Fakat Fransız yöneticilerin asıl maksadı avcılığı orman ve maden işletmesini geliştirmek Fransa’nın ihtiyaç duyduğu hammaddeleri tedarik etmek ve misyonerler vasıtasıyla Hıristiyanlığı yaymaktı.
1629’da İngilizlerin eline geçen Kanada’yı 1632’de Fransa geri aldı. Ülkede yerleşmeyi desteklemek için her yıl göçmen ve paralı gönüllüler gönderdi. On sekizinci yüzyılda İngiltere’yle yapılan bir antlaşmayla Kanada İngiltere’ye bırakıldı. İngiliz göçmenlerin Kanada’ya büyük hızla yerleşmesi ile 1763-1837 yılları arasında İngiliz rejimi ülkede etkili oldu.
1783 yılında ABD’nin bağımsızlığını tasdik eden Versailles Antlaşmasından sonra Kanada İngiltere taraftarı göçmenlerin akınına uğradı. 1791’de İngiltere Saint Laurent topraklarını ikiye bölerek güneydoğu tarafları Fransız kuzeybatı tarafları da İngiliz eyaleti şekline soktu. Her iki eyalette de parlamento rejimi kuruldu ise de genelde İngilizler ticarette yönetimi ellerinde tutuyorlardı.
1837’de Yukarı Kanada ve Aşağı Kanada’da meydana gelen isyan ile Avrupalılar ülkenin yönetiminde kendilerine daha çok söz hakkı veren bir hükümetin kurulmasına imkan verdi. 1867’de Kuzey Amerika Britanya antlaşması Ontario Québer Nauvelle-Ecorse ve Nouveau-Brunswich’i birleştirerek Kanada dominyonunun doğmasına sebep oldu. 1914-1918 yılları arasında vuku bulan Birinci Dünya Savaşına İngiltere’nin katılması Kanada’yı da savaşa sürükledi. Bir İngiliz kolonisi olan Kanada İtilaf devletlerine teçhizat ve malzeme yardımında bulundu.
1926 yılında Londra’da imparatorluk konferansında İngiltere ve dominyonlarına statü eşitliği verildi. 1931 West Minster Tüzüğü ile Kanda bağımsız bir devlet oldu. 1939’da İkinci Dünya Savaşı patlak verince Kanada Almanya’ya karşı savaş ilan etti ve bu savaştan güçlenmiş olarak çıktı. 1989 başında yapılan bir antlaşmayla ABD ile Kanada arasında gümrükler kalktı.
Kazakların tarih sahnesine çıkışları 15. asra rastlar. Şeybani Hükümdarı Ebü'l-Hayr zamanında bozkır bölgesinde yaşayan Türk kabileleri aynı sülaleden Barak Hanın oğulları Canıbek ile Kerey'in idaresinde doğuya göç ederek Çağatay Hanlığı topraklarını kendilerine yurt edindiler. Buralarda yaşayan ve göçebe olan Türk kavimleri ile birlik olup iki yüz bin kişilik bir nüfusa ulaştılar.
Bunlara daha sonra Naymanlar Celayirliler ve Duğlatlar da katılınca bir milyonluk bir Kazak topluluğu meydana geldi. Balkaş civarında yaşayanlara Canıbekoğlu Kasım Han Urallara kadar olan bölgede yaşayanlara Kereyoğlu Burunduk Han hükümdarlık ediyordu. Kasım Han amcasının oğlu Burunduk Hanı ortadan kaldırarak Kazakların tam***** idaresi altına aldı ve üç yüz bin kişilik bir ordu kurdu.
Kasım Handan sonra oğlu Aknazor Han (1520-1555) ondan sonra onun oğlu Şigay Han (1555-1570) Kazan hükümdarı oldu. Şigay Han zamanında bozkırların tamamı Kazak hakimiyeti altına girdi. Şigay Hanın yerine geçen Tevekkel Han (1570-1600) Taşkent'i ele geçirerek başşehir yaptı. Kazak topraklarını üç ayrı "orda"ya böldü.
Bunlar batıdan doğuya sırasıyla Tien Shan'ın kuzeyindeki Semireciye bölgesini içine alan kısma BüyükOrda (Uluyüz) Aral Gölünün doğusundaki orta step bölgesini içine alan kısma OrtaOrda (Ortayüz) ve Aral Gölüyle Ural Irmağı arasında kalan kısma da Küçük Orda (Kiçiyüz) denildi. Tevekkel Hanın yerine geçen kardeşi İşim Han (1600-1623) Çungarya Kalmuklarına (Oryatlara) karşı devamlı harpler yaptı. Ondan sonra yerine geçen kardeşi Cihangir (1623-1655) Kalmukları 1626 yılında yendi. Cihangir Handan sonra yerine oğlu Tekva Han (1655-1678) geçti.
Tekva Handan sonra sultan olan Pulta Han (1678-1718) devrinde Çungarya Kalmukları Türkistan'a kadar olan bölgeleri ele geçirdi. Kazakların birliği bozuldu. Ordalar birbirleri ile savaşmaya başladılar. Bu durumdan istifade eden Ruslar önce Küçük Ordayı (1731) sonra Orta Ordayı (1743) daha sonra da Hokand Hanlığı idaresindeki Büyük Ordayı (1846) hakimiyetleri altına aldılar.
Böylece bütün Kazak toprakları Çarlık Rusyasının eline geçmiş oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kazak topraklarında yeni iskan merkezleri kurularak Ruslar yerleştirildi. 1916'da 19-43 yaş arası bütün erkek nüfusun askere çağrılması üzerine Kazaklar isyan etti. Fakat bu isyan Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
1917 devriminden sonra Alaş Orda adlı Kazak hükümeti kuruldu. Kızılordu 1920'de Kazakistan'ı işgal etti ve Oranburg'da muhtar bir Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Daha sonra Alma-Ata başşehir oldu. Göçebeler 1929'da yerleşik hayata geçmeye zorlandı. Çok sayıda Rus ve Ukraynalı Kırgızistan'a yerleştirildi. Buna karşı çıkan Kazaklar hunharca katledildiler.
Kazak çocukları milli ve dini kültürden uzak ateist olarak yetiştirilmeye çalışıldı ise de bunda muvaffak olunamadı. 1936'da yapılan yeni bir düzenleme ile Kazak Özerk bölgesi Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline getirildi. Rusya'daki Glasnost hareketlerinden sonra ve 1991 Ağustosunda eski Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Kenya Afrika’nın en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Kenya’ya ilk defa Arap tüccarlar gelerek Malindi ve Monbasa şehirlerini kurmuşlardır. Ülkeye ilk gelen Avrupalılar Portekizli gemiciler olmuştur. Ümit Burnu’nu 1498’de dolaşan Vasco de Gama Malindi şehrine çıkmış ve bölgeye hakim olmuştur. Portekizliler burada ticaret merkezleri kurmuşlar kaleler yaptırmışlardır.
On sekizinci yüzyılda Araplar Kenya’ya tekrar hakim olmuşlar ve Portekizlileri bölgeden çıkarmışlardır. 1887’de bir İngiliz şirketi Kenyayı Araplardan kiralamış 1895’te de bölgeyi tam kontroluna almıştır. Bundan sonra Kenya tam bir İngiliz sömürgesi olmuştur.
1952’de yapılan bağımsızlık hareketlerinde Jomo Kenyatta liderliğe getirilmiş ilk yıllarda başarı sağlayamamış İngilizler tarafından tutuklanmıştır. 1961’de de hapisten çıkan Kenyatta zorlu bir mücadeleden sonra Kenya’yı bağımsızlığa kavuşturmuştur.
Ülkenin ilk hükümet ve devlet başkanı Kenyatta’nın ölümünden (Ağustos 1978) sonra yerine yardımcısı Moi seçilmiştir. 1982’de Moi’ye karşı bazı subaylar tarafından yapılan darbe girişimi kısa sürede bastırıldı. Moi halen devlet başkanlığını sürdürmektedir (1993).
Yenisey Irmağı boyunda medeni bir hayat süren Kırgızlar Milad'dan sonra birinci yüzyılda Hun Devleti tabiyeti altına girdiler. Hunluların dağılması üzerine Kırgızlar Hakas Devletini kurdular. Dördüncü yüzyılda kurulan Hakas Devleti Baykal Gölünden Tibet'e kadar olan kısma hakim oldu. Altıncı yüzyılda kurulan Göktürk Devleti ile mücadele eden Hakaslar 840'ta Uygur Devletini yıktılar.
Onuncu yüzyılda Karahanlıların tesiriyle İslam dinini kabul eden Kırgızlar 13. yüzyılda Moğolların hakimiyetini tanıdılar. On yedinci yüzyılda Rus istilasına karşı diğer Türk boylarıyla hareket ettiler. Kırgızların harp kabiliyetleri yüksekti. On dokuzuncu asırda Kırgız toprakları bütünüyle Rus hakimiyetine girdi. 1924 senesine kadar Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine bağlıyken 1925'te KaraKırgız Özerk Oblastı adını aldı. Bir süre sonra Kara kelimesi kaldırıldı.
1936'da Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline getirildi ve Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 İttifak Cumhuriyetinden biri haline geldi. Eski Sovyetler Birliğinin 1991'de dağılması üzerine Kırgızistan bağımsızlığını ilan etti. Bağımsız Devletler Topluluğuna üye oldu
Kolombiya toprakları 16. yüzyılın başlarında Ganzalo Jiménez de Quesada ve Sebastian de Balalcozar komutasındaki İspanyollar tarafından bulunmuş ve sömürge haline getirilmiştir. On sekizinci yüzyıla kadar ülke İspanyol asıllı beyazlar tarafından yönetildi. Bundan sonra başlayan bağımsızlık mücadelesini Kuzey Amerika ve Fransa İhtilalleri daha da kuvvetlendirdi.
1886’da ülkeye kıtayı keşfeden Kolomb’un ismi verildi ve Kolombiya Cumhuriyeti ilan edildi. 1903 yılında ülke topraklarına dahil olan Panama ABD’nin yardımı ile Kolombiya’dan ayrılarak bağımsız bir devlet oldu. Bu ayrılma yüzünden ABD ile Kolombiya arasında 1921 yılına kadar süren gerginlik oldu.
Bu tarihten sonra Kolombiya yönetimine iki büyük parti olan Liberaller Partisi ile Muhafazakarlar Partisi hakim oldu. Fakat bu iki parti arasındaki sürtüşmeler iç karışıklıklara ve ülkenin uzun süre diktatörler tarafından yönetilmesine sebep oldu. Sivil hükümetle yönetilen Kolombiya’da günümüzde iç karışıklıklar devam etmektedir
On sekizinci yüzyıl başlarında Arabistan Yarımadasının iç bölgelerindeki Anizah kabilesinden birçok ailenin göçebelikten vazgeçip Basra Körfezi kıyılarına yerleşmesi Kuveyt şehrinin buna bağlı olarak da devletin temelini teşkil etmiştir. 1756'da halk as-Sabah soyundan bir şeyh seçti. Böylece bağımsız Kuveyt Emirliği kurulmuş oldu.
On dokuzuncu yüzyılın sonralarından itibaren Rusya ve zamanın diğer güçlü devletleri Kuveyt'le ilgilenmeye başladı. O tarihlerde Almanya Berlin-Bağdat demiryolu hattını Kuveyt limanına kadar uzatmanın yollarını arıyordu. İngiltere'nin menfaatlerine ters düştüğü için Almanya'nın emellerine karşı çıkmaktaydı. Osmanlı Devletine karşı olan zamanın Kuveyt Emiri 1899'da dış ilişkilerinin kontrolünü İngiltere'ye devreden bir antlaşmayı imzaladı. İngiltere 1914'te Osmanlı Devletiyle harbe girdikten sonra Kuveyt'i himayesine aldı.
Kuveyt'in Necd'le (yani daha sonraki Suudi Arabistan'la) arasında meydana gelen meseleleri 1922'de el-Ukayr Antlaşmasıyla çözümlendi. Bu antlaşmayla tarafsız bir bölge kuruldu. Irak'la olan kuzey sınırı 1923'te belirlendi. 19 Haziran 1961'de İngiltere hükümeti emirliğin tam bağımsızlığını tanıdığını ilan etti. Altı gün sonra Irak Başbakanı Kuveyt'in Irak'ın ayrılmaz bir parçası olduğunu iddia etti. İddiaya göre; "Kuveyt Osmanlı Devletinin bir parçasıydı. Etnik coğrafi ve sosyal yapı bakımından Kuveyt ve Irak bütün bir ülkeydi İngilizler tarafından geçici olarak bölünmüştü. İşgal tehlikesiyle karşılaşınca Kuveyt Emiri askeri yardım almak maksadıyla İngiltere'ye yanaşmıştı."
Haziran başlarında Irak tehlikesine karşı İngilizler Kuveyt'e asker çıkardı. 20 Haziran'da Arap zirvesi Kuveyt Emirliğini üyesi olarak kabul etti. Böylece bağımsızlığını tanımış ve Irak'ın iddialarını reddetmiş oluyordu. Yaklaşık iki sene sonra 14 Mayıs 1963'te Kuveyt Birleşmiş Milletlere üye oldu. Bu arada Irak'la olan anlaşmazlıkları hallolmaya başladı ve 1963 Ekiminde Irak Kuveyt'in bağımsızlığını tanıdı.
1990'a kadar bağımsız olarak kalan Kuveyt Ağustos 1990'da Irak birlikleri tarafından işgal edildi. Bütün Müeyyidelere rağmen Irak Kuveyt'i boşaltmayınca 15 Ocak 1991'de Müttefik Birlikler Kuveyt topraklarını kısa süren harekattan sonra işgalden kurtardılar.
Kuzey Kore'nin tarihi 1948 yılına kadar Güney Kore'nin tarihi ile aynıdır. Kuzey Kore 1948 yılında Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği bölgede kuruldu. Sovyetler Birliği geri çekilince iki Kore'nin birleştirilmesi için sarfedilen çabalar sonuç vermedi ve doğan gerginlik 1950 yılında savaşa yol açtı. Bu savaşta Kuzey Kore Güney Kore'yi işgal etti. BM tarafından müdahale edilerek Güney Kore'den çıkarıldı.
1953'te Kore Yarımadası 38° enlemi sınır olmak üzere ikiye bölündü. Ülke 1948'den beri KimSung diktatörlüğüyle yönetilmektedir. 1972'den bu yana iki Kore'nin tek ülke olarak birleştirilmesi için yapılan çalışmalar sonuç vermedi. 1975'ten sonra Kuzey Kore batılı ülkelere ve Japonya'ya yaklaşma siyaseti gütmeye başladı. Sosyalist ülkelerde uygulanan yumuşak politika Kuzey Kore'de de uygulanmaya başlanmış olup Kuzey ve Güney arasındaki gerginlik giderek azalmaktadır.
Libya’nın bilinen ilk tarihi ülkede mevcut mağara harabe ve eski eserler üzerinde yapılan araştırmalara göre M.Ö. 400 yıllarında yaşamış olan Berberilerle başlar. Eski Yunanlılar Libya’nın en eski yerlileri olarak bilinen Berberilere “Lebular” ve ülkeye de “Lebu” diyorlardı. Zamanla bu kelime “Libya” şeklinde söylenmiştir.
Berberiler uzun müddet Fenikelilerin istilasında kalmışlardır. Libya bundan sonra birçok milletlerin istilasına uğradı ve pek çok medeniyetlerin tesirinde kaldı. Libya’yı önce Kartacalılar sonra Romalılar idareleri altına aldılar. Romalılar buraya “Afrika” adını verdiler. Bu isim yıllar sonra bütün kıta için söylenir oldu. Libya bunlardan sonra 642 yılına kadar Vandallar ve Bizanslıların istilasında kaldı.
Mekke’de doğan İslam güneşi 642 yılında Libya’yı aydınlatarak Afrika karanlığını ve Bizans zulmünü ortadan kaldırdı. Emevi orduları bölgeyi bunlardan temizleyerek İslam dininin buralarda yayılmasına sebep oldu. Emevilerden sonra kurulan Abbasi Devletinin meşhur halifesi Harun Reşid zamanında Libya’ya “Ifrikiye” adı verildi ve devlete bağlı valilerce idare edildi.
Uzun yıllar Abbasi hakimiyetinde kaldıktan sonra 910 yılında Fatimilerin işgaline uğradı. Kısa bir müddet sonra önce Eyyubi Devletine daha sonra Memluklere bağlandı. Libya 1551 yılına kadar Memluk sultanlarının idaresi altında kaldı. Aynı yıllar Osmanlı Devletinin Asya Avrupa ve Afrika’da fetihler yaparak zaferden zafere koştuğu yükselme dönemidir.
Bir zamanlar İspanya ve Malta şövalyelerinin elinde inleyen Trablus 1551 yılında meşhur Kaptan-ı derya Turgut Reis tarafından fethedilmiş ve Libya Osmanlı Devletine bağlanmıştı. Libya 400 yıl Osmanlı adaleti ve idaresi altında huzur ve refah içinde yaşadı. Osmanlı Devletine bağlı ayrı bir il idi. Osmanlı padişahının tayin ettiği valilerce idare edilir ve her yıl devlete vergi verirdi. Fakat Osmanlı Devletinin son zamanlarında iş başına geçen İttihat ve Terakki Partisinin beceriksizlikleri üç kıtaya yayılmış büyük Osmanlı topraklarının elden çıkmasına sebep olduğu gibi Libya da aynı akıbete uğradı.
İttihat ve Terakkicilerin tecrübesiz ve bilgisiz idareleri sırasında Libya’ya gerekli önem verilmedi. Dünyanın içinde bulunduğu siyasi buhranlar Afrika’da da kendisini göstermiş ve İtalyanlar Libya’ya saldırmışlardır. Bundan sonra Libya diğer Afrika ülkeleri gibi Avrupalı milletlerin mücadele alanı olmuştur. Nihayet 1911 yılında Ouchy Antlaşması ile ülke İtalyanların eline geçti. Bu tarihten itibaren 1951 yılına kadar devam eden kargaşalıklar dönemine girdi.
Libya’daki mevcut azınlıkların liderleri olan Ahmed eş-Şerif M.İdris ve M.İbn Ali el-Sanusi gibi emirler Avrupalılara karşı isyanları başlattılar. Ülke içinde İtalyanlarla şiddetli çarpışmalar oldu. İtalyanlar birçok katliamlar yaptılar. Nihayet müttefiklerin yardımı ile 1951 yılında yabancıların idaresi son bularak Libya Krallığı kuruldu. 1953 yılında Arap Birliğine ve 1955 yılında da BM’ye üye oldu.
Libya 1963 yılında on yönetim bölgesine ayrıldı. Krallık 1969’da meşruti krallık haline getirildi. Fakat çok geçmeden iki yıl sonra ordu içindeki genç subaylar grubu ihtilal hazırlığına girdiler. O sıralarda Türkiye’yi ziyaret etmekte olan Kral İdris devrildi. İhtilal sırasında yüzbaşı rütbesiyle Silahlı Kuvvetler Komutanı olan Kaddafi ihtilalden sonra önce başbakan ve sonra da devlet başkanı oldu. Muammer Kaddafi ülke yönetimini ele geçirdikten sonra “ihtilal lideri” olarak Libya’yı yeni bir düzen içine soktu.
Arab-İsrail savaşı neticesi parçalanan Arab Birliği yerine Mısır ve onun yanında yer alan Arap ülkelerine karşı Red Cephesini kurdu. Rusya ile yakın ilişkiler içerisine girerek politikasını Moskova’ya paralel bir tarzda yürüttü. Kendisinin yazdığı ve sosyalist fikirlerini ihtiva eden Yeşil Kitab istikametinde bir Arap Birliği düşüncesine kapıldı. Mısır ile birleşme çabası boşa çıkınca Suriye ile birleşme kararı aldı.
1980’de bir uranyum kaynağı olan Çad ile resmi olarak birleşti. Son olarak Tunus ile birleşmeye teşebbüs edildiyse de Mısır birleşmesi gibi başarısızlığa uğradı ve birçok karışıklıklar ortaya çıktı. Libya’daki ABD ve İngiltere’ye ait üsler kapatıldı. ABD ile karşılıklı ticari misillemelerin ve Akdeniz’deki askeri sürtüşmelerin arkasından ABD uçakları Trablusgarb ve Bingazi’yi bombaladı. Bu saldırı Kaddafi’nin ülke içindeki yerini yeniden güçlendirdi (1986).
Libya’nın Mısır Uganda ve Çad’ın içişlerine karışmaya kalkışması üzerine bu ülkelerde birçok silahlı çatışma meydana geldi. Çad’a gönderilen Libya kuvvetleri mağlup olarak geri döndü. Kaddafi Castro politikasını Afrika kıtasında benzeri bir şekilde tatbik ederek Libya’daki birçok müesseseleri devletleştirmiş ve hür dünya ülkeleri ile olan ilişkilerini gerginleştirmiştir. 1986’dan itibaren Amerika’nın Petrol ve havacılık sektörlerine uyguladığı ambargo büyük ekonomik sıkıntıya yol açtı. 1990 yılında Kaddafi Amerika ile ilişkilerini geliştirmeye başladı
Lübnan'ın en eski tarihi Fenikeliler'le başlar. Fenikeliler'den sonra Lübnan'a sırasıyla Âsurlular Yeni Babilliler Persler Makedonyalılar ve Romalılar sahip oldular. Hazret-i Ömer zamanında 643 yılından itibaren Suriye'nin fethi için gönderilen İslam orduları aynı tarihlerde Lübnan'ı da fethetti. Bu arada Suriye'den göç eden Maruni Arapları Lübnan Dağlarının kuzey bölgelerine yerleştiler. Bugünkü iç karışıklıkların sebepi olan Dürziler ise on birinci yüzyılda güneyden Lübnan'a girdiler.
Lübnan daha sonra Haçlı saldırılarına maruz kaldı ve birçok küçük Haçlı devletçikleri kuruldu. Bunlar da Memlukler zamanında özellikle Baybars ve Kalavun dönemlerinde temizlendi. Osmanlı Devletinin ilk olarak Müslümanların halifesi unvanına da sahip olan padişahı Yavuz Sultan Selim Han 1516 ve 1517'deki Mısır Seferi sırasında Memlük Devletine son vermiş ve Lübnan'ı da Osmanlı sancağı yapmıştı.
Osmanlı adalet ve idaresindeki Lübnan özel bir statüye sahipti. Otonom idare sistemiyle yönetilirdi ve ayrı bir vergi (haraç) sistemine tabiydi. Dolayısıyla Lübnan refah seviyesi yüksek türlü kolaylıklara sahip ve harplerden uzak bir halde sakin bir sancaktı. Komşu bölgelerin insanları akın akın Lübnan'a göç ederek nüfusu arttırmaya başladı. Bu kadar rahatlığa rağmen Fakreddin Maan adlı bir Dürzi yönetiminde iken Osmanlı Devletiyle münasebetleri bozuldu. Maan 1613'te Osmanlı ordusunun korkusuyla İtalya'ya kaçtıysa da 1618'de geri döndü. Mısır'a kadar sınırlarını genişletti. Nihayet 1633'te gerekli cezası verildi.
1799'da Napolyon'a karşı Akka'da Lübnan idarecilerinden olan Başir-II muharebe ederek Fransızlar bozguna uğratıldı. Lübnan tam 402 yıl Osmanlı idaresi altında kaldı. Son dönemlere doğru Lübnan'da sayıları artan Dürzi ve Maruniler isyanlar çıkarmaya başlamıştı. Fransızlar Marunileri İngilizler ise Dürzileri destekliyorlardı. Nihayet Birinci Cihan savaşı sonunda Lübnan Fransız mandası altına girdi. 1926'da çıkan Dürzi Atraş Paşa isyanı büyük bir katliam sonucu bastırıldı.
Kıtalara hakim Osmanlı Devleti yıkılınca bütün bölgelerde olduğu gibi Lübnan'da da idari sistem tamamen bozularak karışıklıklar arttı. Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında Osmanlı Devletinin en büyük ve en gelişmiş şehirlerinden biri olan Beyrut savaş alanına döndü. 1941'de Fransa mandası altında bağımsız oldu. 1943'te manda da kaldırıldı seçimler yapıldı. Hükumet ve idari sistemde dinlerin eşit etkisi esas olmak üzere hazırlanan Milli Pakt (1943'te) kabul edildi.
Buna göre Lübnan batı ile dost olan Arap Birliği üyesi bir devlet oluyordu. 1945'te Birleşmiş Milletlere katıldı. Arap-İsrail savaşındaArap devletleri safında İsrail'e taarruz etti. Savaşın sonunda yurtsuz kalan 400.000 Filistinli Güney Lübnan'da mülteci kamplarına alındı. Bugün dış güçlerin müdahalesi ile Lübnan iç savaşı tedavisi mümkün olmayan kangren haline gelmiştir. 1975'ten bu yana iç savaş muhtelif şekiller değiştirerek devam etmektedir.
Eski kaynaklarda Macaristan'dan Panonya diye bahsedilmektedir. Macaristan'ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi coğrafi yer itibariyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilaların akınların mecburi geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler'in sonra Daklar'ın istila ettiği Panonya M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü.
Panonya 4. asırda Attila idaresindeki Hunların 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilasına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa'ya hakim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769'da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular.
1869 yılında Urallar'ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek Karpatlar ve Tuna havzasını işgal ettiler. Macarlar'ın asli unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler.
Moğol istilasına kadar Macaristan'da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettiren Arpatlar Prens Geza zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen Macaristan'da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Mesela tyuk (tavuk) birska (bıçak) szakall (sakal) tengez (deniz) sarga (sarı) teknö (tekne) borju (buzağı) sator (çadır) gibi daha pek çok kelime Macarların Türk asıllı olduklarını bariz bir şekilde göstermektedir.
Moğol istilasından sonra Arpat Hanedanının yerine yabancı soydan gelen Anju Hanedanı geçti. 1787'den itibaren Macaristan'da idareyi ele alan Sigismund ile beraber bazı fasılalar olmasına rağmen Macar Halkı Alman asıllı krallarca idare edildi. Macarlar Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396'da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler.
Niğbolu önlerinde Yıldırım Bayezid Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra devamlı surette bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütuhatını engellemeye çalıştılar. 1526'da Mohaç'ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hakimiyeti altına girmişse de bu hakimiyet tam olarak kurulmayıp Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tabiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya'ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya'da kaldı. Zapolya'nın ölümüyle halefi ve varisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince Osmanlılar Avusturya'ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için Macaristan'ın tamamı Osmanlı eyaleti haline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.
Macaristan 1699'daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan'daki hakimiyet devirleri bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesileler ile bunun ifade edildiği tam bir huzur sükun adalet ve imar devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pek çok eserler büyük bir yekun teşkil etmekte olup Macaristan'ın Avusturya idaresine düştüğü zaman yapılan tahribata rağmen bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.
O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa'da Macaristan başta olmak üzere Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münasebetleri sosyal ve iktisadi her alanda gelişti ve Macaristan'da Osmanlı kıyafetleri giymek moda oldu. 1604'teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak Osmanlı Devletine tabi olmak üzereMacarlara verildi.
Macaristan 1689'da Avusturya'nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684'te İmre Thököly'nin 1703-1711'de Ferenc Rakoczi'nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile beraber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit'te Rakoczi Tekirdağ'da ölene kadar misafir muamelesi gördüler.
150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti Tekirdağ'a yerleştirilen mültecilere verilen araziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi'nin arkadaşı Kelemen Mikos'un yazdığı ve mültecilerin hayatını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar tarihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır.
Ferenc Rakoczi'nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya'nın yarı kolonisi haline geldi ve bugüne kadar Osmanlı hakimiyetindeki hürriyetini iki dünya savaşı arasındaki devir hariç bir daha göremedi. 1785'te Almanca resmi dil olarak kabul edilip Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği ilan edildi.
1848'de Lajos Kossuth'un bağımsızlık hareketi Rusya'nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı ancak 1876'da MacaristanAvusturya sınırları içinde federatif bir devlet haline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu.
Avusturya 1914'te Birinci Dünya Savaşına girince Macaristan da katılmak mecburiyetinde kaldı. Ancak Avusturya'nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhuriyet ilan olundu. 1919'da bastırılan Bela-Kun idaresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920'de kral naipliğine getirildi. Macaristan 1920'de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini nüfusunun beşte birini kaybetti.
İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası'na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941'de Almanya ile beraber Rusya'ya karşı İkinci Dünya Savaşına girdi. Ancak 1944'te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan'ı işgal ettirdi. Amiral Horty'nin Macaristan'da yirmi dört yıllık idaresi sona erip yerine Szalas getirildi.
Szalas'ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan'ı işgaline yol açtı. 4 Şubat'ta cumhuriyet ilan edildi ve aynı sene madenler ağır sanayi tesisleri bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arazi sahiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı.
Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953'te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy'ı başa getirerek yumuşama politikası takip etmeye başladılar. İmre Nagy'ın reformlarına tahammül edemeyip 1955'te görevden alınınca Macaristan'da muhalefet çok büyük oldu. 1956'da tekrar hükumetin başına getirilen İmre Nagy Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine "artık yoldaş değiliz" diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan'ın Varşova Paktından çekilip tarafsız kaldığını 2 Kasım 1956'da Birleşmiş Milletlere 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov'a bildirdi.
"Eskunzuk eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!" (Yemin ediyoruz artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücadelesi 4 Kasım'da Budapeşte'ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı'ya iltica ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958'de idam edildi. 1989'da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidara geçtiler.
Bölgede bilinen ilk hakimiyeti M.Ö. 725'lerde Argead Hanedanından Birinci Perdikas kurdu. Makedonya Krallığını kuran bu hanedan Yunan asıllı değildir. Krallık Sırbistan ve Trakya'da genişledi. Bölge M.Ö. 513'ten 479'a kadar Perslerin işgalinde kaldı. Perslerin çekilmesiyle Makedonya Krallığının başşehri Pella oldu.
Kral İkinci Amiktas Üçüncü Fredikas İkinci İskender devrindeki hanedanlık kavgalarında kuzeyden Balkan kavimlerinin istilasına uğradı. M.Ö. 359'da İkinci Filip'in kral olmasıyla devletin otoritesi kuvvetlendi. Hanedan kavgasına son verilip istilacılar çıkartıldı. Sınırlar genişletildi. İkinci Filip'ten sonra yerine Büyük İskender (M.Ö. 334-323) kral oldu.
Büyük İskender Yunanistan İran Anadolu Suriye ve Mısır'ı alıp Türkistan ve Hindistan'a girdi. Büyük İskender kazandığı savaşlar sonunda ahlaksızlıklarda azıtıp otuz üç yaşında sefaletle ölünce M.Ö. 323'te Dördüncü İskender kral oldu. Onu Büyük İskender'in kumandanlarından Antigonos Kiklons öldürerek Makedonya krallığına geçti. Antigonos Makedonya'da yeni hanedanın kurucusudur.
Romalıların bölgeye hakim olmasına Makedonya Krallığı karşı koymuşsa da M.Ö. 172-168 yılları arasında üçüncü sefer sonunda yenildiler. Makedonya Roma İmparatorluğunun bir eyaleti haline getirildi. Avrupa'daki kavimler göçü esnasında ve sonrasında sık sık istilaya uğrayan Makedonya miladdan sonra 6. yüzyılda Slavlaşmaya başladı. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda Bulgarlar bölgede kuvvet kazandı. Dördüncü Haçlı Seferinde 1204-1224 yılları arasında Makedonya'da Latin Krallığı kuruldu. 1230'larda Bulgarların 1280'de de Sırpların hakimiyetine geçti.
Osmanlı Devleti Anadolu'da kurulup adalet üzere idare edilmesi sayesinde kısa zamanda genişleyip 14. yüzyılda Avrupa kıtasına da hakim olmaya başladı. Osman Bey devrinde Makedonya'ya ilk Osmanlı akını 1324 yılında yapıldı. Osmanlı Sultanlarından Birinci Murad Han devrinde 26 Eylül 1371 Cirmen Zaferiyle Türklere Makedonya'nın kapıları açılarak Balkanlardaki mukavemet kırıldı.
1371'den sonra başlatılan Makedonya fütühatı 1373 yılına kadar tamamlandı. 1371'den 1877-1878 Osmanlı-Rus (Doksanüç) savaşına kadar fasılasız Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya 1878'de Rusların işgaline uğramışsa da aynı yıl yapılan Berlin Antlaşmasıyla tekrar kurtarıldı.
1912- 1913 Balkan savaşı felaketinden sonra Makedonya Osmanlı hakimiyetinden çıktı. Bölgedeki Türk ve Müslüman ahali Anadolu'ya göç etmek mecburiyetinde kalmasına rağmen bölgede hala çok sayıda Türk-İslam nüfusu yaşamaktadır.
1371'den 1913 yılına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Makedonya on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar barış sükun ve huzur devrini yaşadı. Bu devirde Makedonya'da sanat değeri yüksek mimari eserler inşa edildi. Ahalinin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması için pek çok müesseseler kuruldu. Sivil ve askeri okulların açılması ve çeşitli müesseselerin kurulmasıyla Makedonya'nın hayat ve kültür seviyesi yükseltildi. Bölgedeki Osmanlı eserlerinin çoğu haçlı slav ve komünizm zihniyetleriyle tahrip edilmesine rağmen geride kalanlar dahi o devrin şaheser abidelerindendir.
Makedonya'nın Türklerin hakimiyetinden çıkması 19. yüzyılda şiddetlenen Papalık ve Rusya'nın propagandası sebepiyledir. Bölge Osmanlıların elinden çıkmasıyla toprak bütünlüğünü kaybetti. Önce Balkan devletleri arasında savaş meydanı haline gelen Makedonya Birinci Dünya (1914-1918) İkinci Dünya (1939-1945) savaşlarında da aynı akibete uğradı. İkinci Dünya Savaşı sonunda 1947'de Makedonya Bulgaristan Yugoslavya ve Yunanistan arasında paylaşıldı.
Yugoslavya sınırları içinde kalan Makedonya topraklarında Yugoslavya'yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Makedonya Cumhuriyeti kuruldu. Makedonya Cumhuriyeti Yugoslavya'nın parçalanması üzerine kurulan Yeni Yugoslavya'dan 1991'de yapılan referandum ile ayrıldı ve bağımsız bir devlet haline geldi.
Birçok ülke Makedonya'yı tanırken Yunanistan'ın itirazı ile Avrupa Devletleri tanımadı. Bunun nedeni ise yeni cumhuriyetin Yunanistan'daki bir bölge ile aynı ismi taşıması idi. Yeni devletin isminin değiştirilmesi yönünde Yunanistan'ın istekleri hala devam etmektedir.
Meksika Kuzey Amerika’da tarihi çok öncelere dayanan tek ülkedir. M.Ö. birinci yüzyıla doğru körfez bölgesi Oaxaca merkezi yayla çok gelişmiş bir kültür ve sanata şahit oldular. Bu durum eski Maya İmparatorluğunun doğuşuna tesir etti. Bu imparatorluk 4. yüzyılda tarih sahnesine çıkarak yedinci asırdan sekizinci asır sonuna kadar Yucatan’dan Guatemala’ya kadar genişledi.
Aynı dönemde birinci ve dokuzuncu yüzyıl arasında ekonomik ve sosyal yönden Mayalar derecesinde teşkilatlanmış çeşitli medeniyetler Oaxaca da merkezi yaylada ve körfez kıyısında geliştiler. Bunlara klasik medeniyetler adı verilir.
Sonra 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar gelişen Tula Toltekleri ortaya çıktı. Fakat bunların medeniyeti yeni kabilelerin tesiri altında değişikliğe uğradı. 987 yılında Maya-Toltek karışımı yeni bir medeniyetin doğmasına sebep olan yeni Maya İmparatorluğu kuruldu. Aynı dönemlerde kuzey kabileleri yayla üzerine yerleşerek şehir hayatına geçtiler.
Aztlan’dan gelen Mexica kabileleri 1325’te Tenochtitlon (Mexico) şehrini kurarak 50 yıl sonra ilk hükümdarlarını seçtiler. Aztekler kabileler arası rekabetten faydalanarak 1430’dan 1521’e kadar genişleyen büyük bir imparatorluk kurdular. Sadece Michoacan Taraskları önünde başarısızlığa uğrayan Aztekler; Totonaktası Zopatekleri ve Mikstekleri hakimiyeti altına aldılar.
İspanyollar ülkeyi ele geçirmek için Azteklere karşı duyulan kinden faydalandılar. 1519’da İspanyollar Cortès komutasında çıkarma yaptılar ve Veracruz şehrini kurdular. Meksika 1535’te İspanyanın genel valiliği haline geldi. İspanyol istilası kuzeye ve güneye doğru uzanarak 17. asır sonuna kadar devam etti. Ekseriya acımasız olan Hıristiyanlaştırma geleneksel dinlerle mücadele etti ve yerli medeniyet yok edildi.
1571’de Mexico’da engizisyon kuruldu. 1519’larda kesin olarak bilinmemekle beraber 25 milyon olduğu tahmin edilen yerli nüfus 1650’ye doğru 1.500.000’e düştü. Ekonomik reformlara rağmen İspanyol idaresi yerliler ve melezler kadar beyazlar için de dayanılmaz bir hale geldi. 1810’da İspanyolları ülkelerinden kovmak için harekete geçtiler. 11 yıl süren bir bağımsızlık savaşı sonunda 1821’de Kral Naibine Cordoba Antlaşması imzalatıldı. 1824’te bağımsızlık ilan edildi.
Bağımsızlığı iç ve dış savaşların sebep olduğu yarım yüzyıllık karışıklıklar dönemi takip etti. Santa Anna’nın diktatörlüğü esnasında yapılan ABD ile savaş sonucunda 1848 Guadalupe Antlaşması ile New Mexico Teksas Kaliforniya kaybedildi. 1855’te liberaller başarı kazandı. Bir iç savaş sonunda Juarez muhafazakarları kazandı fakat bunlar dış borçları tehir etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Fransa İngiltere ve İspanya askeri müdahalede bulundu. Juarez’in tekliflerini Latin Amerika’da Fransa yararına Katolik bir imparatorluk kurmak isteyen Üçüncü Napolyon reddetti ve Meksika’yı istila etti.
Juarez’in başkanlığından sonraki Porfino Diaz’ın uzun diktatörlüğü sırasında (1876-1911) ekonomi sosyal adaletsizlik ve yerli köylülerin sömürülmesi pahasına gelişti. Diaz’ı düşüren liberal Madero ihtilalci halk akımlarını bastıramadı ve 1913’te katledildi. Carranza karışıklıklar ortasında 1917 anayasasını kabul ettirdi ve halka yönelik bir siyaset takip etti.
Obrago’nun başkanlığında (1920-1924) tarım reformunun uygulanması başladı. Bunun bir katolik tarafından katledilmesi ve şiddetli Katolik direnişi sonucunda kiliseye karşı son derece katı ve bazan öldürücü bir siyaset başladı. Lazoro Cardenasi Başkanlığı (1934-1940) sırasında dini mücadeleleri yatıştırarak modernleşme politikası takip etti. İkinci Dünya Savaşından sonra sanayileşmeye büyük önem verildi.
Moğolistan'da yaşayan Proto-Moğolları ve Tunguzları; Türklerin kurduğu büyük Hun İmparatorluğu birleştirdi. Miladdan önce 3. yüzyıldan itibaren bölge Türklerin hakimiyetine geçti. On üçüncü yüzyılın başına kadar; Büyük Hun İmparatorluğu Göktürk Uygur Karakutay devletleri hakim oldu. Cengiz Hanın birleştirip teşkilatlandırdığı kabilelerle 1205'te Moğolistan'da ilk Moğol Devleti kuruldu.
Cengiz Han 1227'de ölünce Moğol İmparatorluğu oğulları arasında bölüşüldü. Moğolistan'a Ögedey ve Toluy'un neslinden hanlar 1634 yılına kadar hakim oldu. 1634'te Mançu Hanedanının hakimiyetine geçti. On yedinci yüzyılda Çarlık Rusyası bölgeyi kontrolüne almak için teşebbüslere başladı. On sekizinci yüzyılda Moğolistan'da Rus ve Çin yanlılarının mücadelesi başladı.
Moğol prenseslerinin Çinliler gibi yaşaması Moğolistan'da milliyetçilik akımının başlamasına sebep oldu. Katolik misyonerlerinin faaliyetleriyle Moğolistan'da Hıristiyanlaşma başladı. Misyonerler Uzak Doğu'da dayanak noktası elde etmek ümidiyle Moğolistan'ın istiklalini müdafaa ettiler. İstiklal fikri yayıldı. Yirminci yüzyılda.
1912'de Çin'de Mançu hanedanının yıkılmasıyla Moğol prensleri Rusların da yardımıyla Moğolistan'ın istiklalini ilan ettiler. Çinlilerle mücadeleye girişen Moğolistanlılar 1915'te Çin'e de istiklallerini tanıttılar. Çin-Japon savaşında Moğolistan'da yeraltı faaliyetiyle komünist hareket başlatıldı. Japonya'nın Kuzey Çin'e girmesiyle 1935-1937'de Moğolistan da işgale uğrayarak mahalli muhtar bölgeler kuruldu.
1945'te İkinci Dünya Savaşınin bitmesiyle ülkedeki istiklal yanlısı teşkilatlar faaliyetlerini komünizm paralelinde devam ettirdiler. Komünizme karşı mücadele eden teşkilatların zayıflatılmasıyla İç Moğolistan Çin'in hakimiyetinde muhtar hale getirildi. İkinci Dünya Savaşından sonra dış Moğolistan'da ABD ve İngiltere'nin tavsiyesiyle Moğolistan Halk Cumhuriyeti kuruldu.
20 Ekim 1945'te referandumla istiklalini ilan eden Moğolistan önce Milliyetçi Çin tarafından tanındı. 1946'da Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği aralarında ittifak imzalandı. 1961'de Birleşmiş Milletler Teşkilatına kabul edildi.
Sovyetler Birliğindeki ve Doğu Avrupa'daki komünist yönetimlerinin çöküşü komünizmle idare edilen Moğolistan'ı da etkiledi. 1990'da çok partili sisteme geçilerek; ekonomik sosyal ve siyasal reformlar yapıldı. Temmuz 1990 ilk çok partili seçimler yapıldı. Moğolistan'da bulunan Rus birlikleri yapılan anlaşma sonucu geri çekildi.
Bugünkü Nijerya topraklarında ilk yaşayanların milattan 700 yıl öncesine rastladığı tahmin edilmekte fakat bunların kimler olduğu hakkında kesin bir hükme varılamamaktadır. Nijerya’nın tarihini Arapça yazılmış kayıtlara dayalı olarak kuzey bölgelerde 9. yüzyıl başlarında kurulmuş Konem-Boru ve batı bölgelerde de yedi Hausa şehir devletleriyle başlatmak mümkündür.
On ikinci yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanmış Yoruba veIfe krallıkları 14. yüzyıldan itibaren kıtayı aydınlatmaya başlayan İslam ışıklarıyla eriyip gitmişlerdir. İslamiyetin yayılmasıyla mevcut şehir devletleri ve birçok kabile Müslümanlıkla şereflenmişlerdir. Buna göre Kuzey Nijerya tamamen İslamlaşmış ve geri kalan bölgeler de İslamiyetin nüfuzu altına girmişti.
Nijerya’ya ilk olarak 15. yüzyılda Avrupa sömürgeciliğini ve zulmünü getirenler Portekiz ve İngiliz esir tüccarı denizciler olmuştur. Bir yanda doğudan parlayan İslam güneşi köleliği önleyici eritici ışıklarıyla Afrikalılara hayat getirirken diğer yanda bozulmuş dinlerinin taassubu ve maddi hırslarla dolmuş Avrupalılar Nijerya’nın zenci insanlarını esir yapıyor ve satıyordu. Böylece Avrupalıların işgalleriyle Atlantik esir ticareti başlamıştı. 350 yıl kadar süren bu vahşet 20.000.000 Nijeryalı’nın esir olarak satılmasıyla Avrupa tarihinde kara bir leke olarak kalmıştır.
İngiltere 19. yüzyıl başlarından itibaren Nijerya içişlerine karışmaya başladı. İlk olarak Lagos 1861 yılında bir İngiliz kolonisi haline geldi. 1885’te Gine Körfezi civarı İngiltere’nin himayesine girdi. Bundan sonra İngiltere Nijerya’yı iki himaye bölgesine ayırdı. İkisini birden bir vali yönetiminde tuttu. Birinci Dünya Savaşından sonra başlayan milliyetçilik hareketleri Nijeryalılar arasında yabancılara karşı isyan etme ve bağımsızlığı elde etme düşüncesini getirdi.
1950 yılında idare gücünü merkezi otoriteyle üç ayrı bölgenin meclisleri arasında paylaştıran yeni bir federal sistem getirildi. 1954 yılında ilan edilen anayasa kuzey batı ve doğu bölgeleri güçlü bir merkezi hükümete bağlı olarak Nijeryalılara sahip oldukları kanuni hakları verdi.
İngiltere iş başına kendi çıkarlarını koruyacak bir hükümeti getirmeyi planlıyordu. Ülkede üç büyük parti kuruldu ve 1959 yılında seçimler yapıldı. Bu seçimlerde kuzey bölgenin Nijerya Halkları Kongresi (NPC) kazandı ve parti lideri Ebubekir Tafawa Balewa başbakan oldu. Müslümanların çoğunlukta olduğu kuzey bölge iktidara gelince ilk iş olarak 1960 yılında bağımsızlığı elde etti.
Nijerya bundan sonra 1963 yılında Cumhuriyeti ilan etti ve akabinde 1965 yılında yeni seçimler yapıldı. Fakat bundan sonra Nijerya’da iç karışıklıklar başladı. 30 Mayıs 1967’de Doğu Bölgesi Biafra Cumhuriyeti adıyla isyan ettiyse de Nijerya hükümeti dış güçlerin yardımıyla bu isyanı bastırdı. Fakat bu iç harp 30 aydan fazla sürdü ve 20. yüzyılın en kanlı ve korkunç çatışmalarından biri oldu. Biafra bölgesi binlerce ölü ve birçok harap olmuş binayla doldu.
1970 yılından sonra olay yatıştı ve bu arada bulunan petrol yatakları Nijerya’nın hayatını değiştirdi. 29 Haziran 1975’te General Muhammed yeni bir askeri darbeyle iş başına geldi. Çok geçmeden 1976’da yapılan üçüncü ihtilal teşebbüsü başarısızlıkla bitti. Fakat General Muhammed öldürüldü ve yerine yardımcısı General Olesegun Obasanjo geçti. General İbrahim Babangida devlet başkanı olup askeri bir rejim kuruldu.
Bundan sonra NijeryaFederal Hükümeti petrol gelirlerinin getirdiği refah düzeyi ile iç olayları önlemeye başladı ve bugün için Nijerya Afrika’nın en gelişmiş ülkelerinden biri haline geldi. 4 Temmuz 1992’de seçimlerle tekrar demokratik düzene geçilmeye ilk adım atıldı. Sivil yönetime geçiş tarihi olarak çeşitli zamanlar belirlendi ise de en son olarak 27 Ağustos 1993’e ertelendi.
Norveç tarihi hakkında yazılmış ilk yazılı dökümanlara göre ülke topraklarında 9. yüzyıla kadar Alman kabilelerinin kurmuş olduğu birçok küçük krallıklar vardı. 872 yılında Kral Harold the Fairhaired bu krallıkları tek bir Norveç Krallığı altında birleştirdi. O zamanlar ülke Nortuagua veya Nordveg adıyla bilinirdi.
1000 yılına kadar Norveç'in ilk yerlileri olarak bilinen Vikingler yaptıkları sağlam gemilerle Avrupa'da birçok yerlere saldırdılar. İnsanların korku içinde yaşamalarına sebep oldular. Gittikleri yere kan vahşet ölüm ve korku ***ürüyorlardı. Fakat çok geçmeden ekonomik sıkıntılar sebepiyle meydana gelen iç çatışmalar Norveç'i huzursuz bıraktı.
Arkasından 14. yüzyıl başlarında "Kara Ölüm" adını verdikleri veba hastalığı Norveç halkına ölüm ve dehşet getirdi. Hemen hemen nüfusun yarısı bu hastalıktan öldü. Hıristiyanlığın ülkeye girdiği sıralarda mükemmel olan tarım ticaret ve denizcilik felce uğradı. Norveçlilerin deniz üstünlüğünün yerini derin ve acı bir fakirlik aldı.
1397 yılında İsveç Danimarka ve Norveç Danimarka Kralı idaresi altında Kalmar birliğini kurdular. 1523'te İsveç bu birlikten ayrıldı. 1814 yılına kadar Danimarka'ya bağlı olarak yaşayan Norveç 17 mayıs 1814'te Eidsvoll'da bir bağımsızlık deklerasyonu yayınladı. Yeni bir meclis açarak ilk anayasasını hazırladı. 1905 yılında Danimarkalı Prens Charles'in Norveç Kralı ilan edilmesiyle de ülke tam bağımsız bir krallık haline geldi.
Norveç Birinci Dünya Savaşı esnasında tarafsızlığını ilan etti. Buna rağmen savaş boyunca 2000 Norveçli denizci öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Norveç yine tarafsız idi. Fakat Almanlar 9 Nisan 1940 tarihinde İskandinavya Yarımadasına taarruz etti. Norveç 1945 yılına kadar Alman işgali altında kaldı. Alman Nazi iktidarı 35.000 Norveçliyi tevkif etmiş ve 1500'ü aşkın Yahudiyi yerlerinden kovmuştu. Bunun üzerine Norveç müttefikler tarafında yer aldı. Ülkenin işgali 8 Mayısta Almanların çekilmek zorunda kalmasıyla son buldu. Sürgüne gönderilmiş olan Kral Haakon ülkesine dönerek tekrar Norveç birliğini sağladı.
Savaşın getirdiği felaketler Norveç'i oldukça yıpratmıştı. Müttefik kuvvetlerin Alman ordularını mağlup etmesiyle Alman işgalinden kurtulan Norveç yine müttefik kuvvetlerin dış yardımlarıyla ekonomisini çıkmazdan kurtarabildi. ABD'nin sağladığı 350 milyon dolarlık Marshall Planı yardımı Norveç'i rahatlattı. Batı ve Doğu arasında stratejik bir mevkide yer alması ve Rusların Çekoslovakya'yı işgal etmesi yüzünden 4 Nisan 1949'da NATO'ya katıldı.
1930 yılından beri iktidarda bulunan İşçi Partisi 1965 yılında anti-sosyalist partilerin koalisyona gitmeleri üzerine düştü. Yerine Merkez Partili Per Borten başkanlığındaki koalisyon hükümeti geldi. 1971 yılında Ortak Pazar üyeliği için ortaya çıkan meseleler sebepiyle bu hükümet de düştü. 1972 de yapılan halk oylaması neticesinde Ortak Pazar üyeliği %47 kabule karşılık %53 hayır oyu ile reddedildi.
1981 seçimlerinde anti-sosyalist iktidar ezici bir üstünlükle tekrar hükümet oldu. Yeni hükümet Muhafazakar Parti liderliğinde ülke yönetimini ele aldı. 1985 seçimlerini İşçi Partisi kazanarak Brundtland başbakan oldu. 1989 seçimlerinde İşçi Partisinin oy kaybetmesi üzerine Brundtland 1989 Eylülünde başbakanlıktan çekildi. Muhafazakar Parti başkanı Jan Peder Syse başkanlığında azınlık hükümeti kuruldu.
1990'da Norveç'in Avrupa topluluklarıyla münasebetlerinin geleceği konusunda Muhafazakar Parti kendi içinde anlaşmazlığa düşmesi üzerine hükümet istifa etti. Yerine yeniden İşçi Partisi azınlık hükümeti kurdu. Ülkenin çok sevlien kralı V. Olav'ın 17 Ocak 1991'de ölümü üzerine tahta oğlu V Harold geçti. Hükümet 1992'de Avrupa Ekonomik Alanına katılma anlaşması imzaladı. Arkasından parlemantoda onaylanan kararla hükümet AT'ye üyelik başvurusunda bulundu.
Özbek halkının tarihinin ilk dönemlerine ait bilgi yoktur. Özbeklere bu ad ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hükümdarı Gıyaseddin Muhammed Özbek tarafından verildi. Timur Hanın ölümü üzerine zayıflayan Timur İmparatorluğu topraklarının Aral Gölü ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşıyan Özbekler Ebü’l-Hayr’ın idaresinde toplanarak 1428’de onu kendilerine han ilan ettiler. Kısa zamanda kuvetlenerek çevredeki diğer boyları da hakimiyetleri altına aldılar.
CeyhunIrmağı kıyısındaki Sığnak Arkuk Suzak Özkent gibi şehirleri ele geçirdiler ve bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar. Türkistan taraflarına düzenlenen seferlerde Kalmuklara mağlup olunca bu durumdan istifade eden Kanay veCanibek adlı başbuğlar bazı Özbekleri de yanlarına alarak Çağatay Hanına sığındılar. Bölgeden ayrılan bu Özbeklere Kazak veya Kırgız kazakları adı verildi.
Ebü’l-Hayr’ın vefatından sonra Özbekler Çağatay-Moğol hükümdarı Yunus Hana yenilerek dağıldılar. Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak Yunus Han tarafından öldürüldü. Dağılan Özbekler Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in (Şeybani) etrafında toplandılar. Bu tarihten itibaren Şeybaniler adıyla da anılan Özbekler 1500 yılındaTimuroğulları Devletindeki iç karışıklıktan istifade ederek Buhara’yı zabtedip Timur Hanedanına son verdiler. Harezm ve Hive’yi ele geçiren Özbekler Çağatay Hükümdarı Babür’ü mağlup ettiler. Belh Herat ve Taşkent’i zapteden Özbekler Orta Asya’nın en güçlü devleti haline geldiler.
Özbekler bir ara Safevilere karşı yenildiler ve bazı bölgeler ellerinden çıktı ise de 1512’de buraları geri aldılar. Özbek hakimiyeti 16. yüzyıl boyunca Maveraünnehr’de devam etti. 1598’de İkinci Abdullah Hanın vefat etmesinden altı ay sonra oğlu Abdülmü’min de kendisine bağlı taraftarlarca öldürülünce Özbekler ülkesinin hakimiyetiŞeybanilere akraba olan Canoğullarına (Astırhan Hanları) geçti.
Özbekler on altıncı asır boyunca İran’dakiŞii-Safevilerle devamlı olarak savaştılar. Ehl-i sünnet olanOsmanlılar ve Hindistan’daki Babürlülerle iyi münasebetler kurmaya çalıştılar. 17 ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığının hakimiyeti altında kaldılar. 1740’ta Nadir Şah tarafından Astırhanlar Hanlığı yıkıldı.
Nadir Şahın vefatından sonra hakimiyet Canoğullarının yerine Mangıthanlar Sülalesine geçti. Bu sülale hakimiyetlerini 1860’a kadar devam ettirdi. 1860’tan itibaren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himayesinde yarı bağımsız olarak devam eden Buhara Hanlığının hakimiyetinde kalan Özbekler Rusların çeşitli baskıları altında yaşadılar.
Bugün Özbekistan’ın bulunduğu toprakların büyük bir kısmı 19. asırda Hive Buhara ve Hokand hanlıklarının idaresi altında bulunuyordu. 1917 Sovyet Devrimi ardından bölgede Özbeklerin ve diğer Müslümanların hemen hiç söz sahibi olmadığı bir geçici hükümet kuruldu. Aralık 1917’de Hokand’da bir milli kongre toplayan Müslümanların Mustafa Çokayev başkanlığında kurdukları hükumet 1918’de gönderilen Rus askerleri tarafından devrildi.
Darbeden sonra yeni yönetime karşı Basmacı ayaklanması olarak bilinen bir direniş hareketi başladı. Harezm ve Buhara Sovyet Halk Cumhuriyetlerinin kurulması Basmacı Ayaklanmasının yayılmasına sebep oldu. Türkistan Komisyonunun 1922’de başlattığı reformlar neticesinde ayaklanma etkisini kaybetti.
1924’te Orta Asya ve Kazakistan’da sınırları etnik temellerde tekrar belirleyen düzenleme ile Harezm Buhara ve Türkistan cumhuriyetleri dağıtılarak bölge toprakları Özbekistan Tacikistan Kırgızistan Türkmenistan ve Kazakistan arasında paylaştırıldı. Sovyetler Birliğinde 1989’da başlayan yenileşme hareketleri neticesinde Özbekistan 1991 Ağustosunda bağımsızlığını ilan etti. Daha sonra kurulan Bağımsız Devletler Topluluğuna bağlandı
Pakistan Devleti yirminci yüzyılda kurulmuş genç bir devlettir. Pakistan'ın 15 Ağustos 1947 yılından evvelki tarihi Hindistan ile aynıdır. "Pakistan" adı ilk olarak İngiltere'de öğrenim gören Müslüman öğrenciler tarafından 1940 yılında ortaya kondu. Pakistan Pencap Afgan Keşmir Sind ve Belucistan isimlerinin başharflerinin yanyana gelmesinden meydana gelip mana itibariyle "temiz ülke" demektir.
Hindistanlıların İngilizlerin egemenliğinden kurtulmaya çalıştıkları sırada bölgedeki Müslümanlar birleşerek 1947 yılında bir dominyon kurdular. Bu dominyon İngiliz Milletler Cemiyetine dahil durumdaydı. Bu yıllarda Pakistan liderliğini M. Ali Cinnah yürütmekteydi.
Pakistan 1956 yılında cumhuriyet oldu. İki yıl sonra General M. Eyüb Han darbe yaparak idareyi ele geçirdi. 1960 yılında ve 1965'te yeniden başkan seçildi. Bunun 1969 yılında istifa etmesi üzerine Doğu Pakistan'da ayaklanmalar başgösterdi. Daha sonra General Ağa M.Yahya Han idareye el koydu. İdareyi ele alır almaz ülkede sıkıyönetim ilan etti. 1970 seçimleri sonucunda Doğu Pakistan Avami Partisi büyük çoğunluk elde etti. Fakat seçimlerden bir yıl sonra Yahya Han Millet Meclisini dağıttı.
Bunun üzerine ülkede grevler ve isyanlar artmaya başladı. Bundan dolayı hükümet kuvvetleri Doğuya taarruzlar tertipledi. Fakat çok geçmeden Hindistan'dan kuvvet desteği alan doğulular bağımsızlıklarını ilan ederek Bangladeş Devletini kurdular. Ayrıca çarpışmalar kesilmedi. Binlerce insan öldürüldü. 10 milyonu aşkın Doğulu Hindistan'a göç etti. Nihayet Pakistan-Hindistan savaşı patlak verdi. Doğu Pakistan'daki Pakistan birlikleri kuşatılınca ateş-kes imzalandı. Her iki taraf da birliklerini geri çekti. İki ülke arasındaki münasebetler 1976 yılında yeniden normal hale getirildi.
Bu esnada Pakistan başkanlığına Pakistan Halk Partisi Başkanı Zülfikar Ali Butto geldi. 1973 yılında yeni bir anayasa kabul edildi. Pakistan bundan böyle "Federal İslam Cumhuriyeti" adını aldı. Butto aynı yıl Başbakan oldu.
1977 yılının Haziran ayında General Ziya-ül Hak askeri bir ihtilalle idareye el koydu. Butto başbakanlıktan alındı. Evvelce Butto'nun siyasi muhalifi öldürüldüğünden ihtilal sonrası Butto bu suçtan mesul tutuldu. 1974 yılında işlenmiş bulunan bu cinayet sebepiyle Butto 1979 yılında idam edildi. Bunun üzerine Pakistan-ABD münasebetleri gerginleşti. Bu hadiselerden sonra halk Amerikan üslerine ve görevlilerine tepki gösterdi.
1981 yılında Sovyet Rusya'nın Afganistan'ı işgali üzerine ABD Pakistan ile anlaşmak mecburiyetinde kaldı. İki ülke arasında altı yıllık askeri ve ekonomik yardım programı hazırlanarak imzalandı. Afganistan işgali iki milyon civarında Afganlının Pakistan'a göç etmesine sebep oldu. 1988 Ağustosu'nda esrarengiz bir uçak kazasında devlet Başkanı General Muhammed Ziya-ül-Hak'ın ölmesi üzerine yerine Gulam İshak Han geçti.
Yapılan seçimleri sol eğilimli Pakistan Halk Partisi kazandı ve Müslüman bir devletin ilk kadın başbakanı olarak Benazir Butto hükumeti kurdu. Bazı yolsuzluklar ve iç asayişin sağlanmaması üzerine Devlet başkanı Gulam İshak Han 1990'da Benazir Butto'yu görevden alarak yerine Nevaz Şerif'i başbakanlığa atadı. 1993'te yapılan seçimleri kazanan Benazir Butto tekrar başbakanlığa getirildi.