Dini Hikayeler ve kıssalar...Ağlanacak Şey...

CİMRİLİĞİN BU KADARINA PES!
Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek:
- Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi.
Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona:
- Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam:
- Olmaz dedi. Allah Resûlü:
- Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de:
- Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu:
- Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de:
- Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı:
- Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, senden daha cimrî bir kimseyi görmedim
 
İki Ekmek Eksik

Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki:
-Ekmekler yirmi olsa gerektir.

Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular.
-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin.

Cevâbında şöyle buyurdu:
-Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde (En'âm sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.
 
İMANIN BÖYLESİ

Adam hanimini cok seviyor, ona bütün varligiyla bagli bulunuyordu. Nitekim hanim da öyleydi.

Beyinin bir dedigini iki etmez, her sözünü hemen yerine getirirdi.
Bu karsilikli sevgi ve baglilik icindeyken bir gün isinden dönen adam, yorgun vaziyette
yerine oturdugu sirada hanimindan bir tas su istedi.


Hanim adeti üzerine hemen gidip suyu getirdiginde beyini oturdugu yerde uyumus halde buldu.

Hanim, itaat ve sevgide o haldeydi ki, birakip da gitme hissini duymadi. Beyin uyanmasi
zamanina kadar karsisinda bekledi.
Neden sonra gözlerini acan bey, karsisinda elinde bardakla bekleyen hanimi görünce fevkalade mütehassis
oldu. Icinden hanimin bu anlayisina karsi bir iyiylikte bulunma niyeti gecti.
- Hanim dile benden ne dilersen! derhal dilegini yerine getirecegim!
- Bey böyle konusma, benim dilegimi hemen yerine getiremezsin.
- Ne demek? Yapabilecegim seyi istersen mutlaka yerine getiririm.
- Isteyecegim sey, yapabilecegin seydir. Hatta iki dudagindan cikacak üc kelimelik bir cümleden ibarettir.
- Hanim uzatma isi, iste ne isteyeceksen.
- Istedigim, beni hemen bosamandir!
- Ne söylüyorsun! Böyle istek olur mu?
- Sen teklif ettin, ben de istedim. Dönmek yok.

Bu defa söz uzar, konusma cogalir. Nihayet isi müftüye ***ürmeye karar verirler. Birlikte yola cikarlar.

Ne var ki, yolda giderken bir cukura ayagi kayan adam düsmesiyle ayaginin burkulmasi bir olur.
Sakatlanan ayak bir müddet askiya alinir, bu yüzden adam bir süre yatakta kalir.Hanimin dikkatli
hizmetiyle ayak iyi olur.hanim da kararini aciklar:
- Artik bosanmama hacet kalmadi. Üzülme, mesele kendiliginden halloldu.
Sasiran bey sorar:
- Hanim önce bosanmayi istedin, hatta bunu temin etmek icin yola bile ciktin.Simdi de bundan vazgeciyor,
ihtiyac kalmadi diyorsun, manasi nedir bu sözlerinin?...
Hanim söyle cevap verir:
- Bey, sen dinledigin vaazlari bana da anlattirdin. "Allah sevdigi kullarina bazan imtihan eder, musibet verir, sabra
mecbur kilar. Sevmedigi kimselerin ise basini dahi agritmaz, burnunu bile kanatmaz. Nitekim Firavn da hayati
boyunca olmustur."
Senin vaktiyle söyledigin bu sözleri uzun zamandir düsünüyor, senin hic bir musibet ve belaya maruz
kalmadigini hatirlayinca Allah'in sevmedigi bir kul diye hüküm veriyordum. Bu sebeple
de Allah'in sevmedigi bir kulla hayatimi devam ettirmekten endise ettim.Ayrilmak istegimin gercek sebebi buydu.
Ama giderken yolda ayagin burkuldu, musibete maruz kaldin. Ondan anladim ki, Allah'in bugzettigi bir kul degilsin.
Allah seni seviyor ki, kücük de olsa bir musibet verip, sabra mecbur etti.

Ondan sonra da istegimden vazgectim!


Düsünmeye baslayan bey, hanima hak verir:

-Hanim vaazlari dinleyip hakikatleri anlatan ben, fakat onun icabini iyice anlayip düsünen de sensin.
Sen haklisin. Insaallah bu kücük musibete sabrettim, müsteki olmadim. Allah büyügünden korusun, sana layik
bey olmaya calisacagim!..
 
ALLAH NASIL MİSAFİR EDİLİR?


Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:
- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»
Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.
Allah (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.
Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. Hz. Musa:
- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.
Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.
İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip:
- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:
- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:
- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:
- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.
Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.
 
Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında
okuduktan sonra vatanına
ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç
kimse cevap veremediğinden dolayı
canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni
oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük
ilim sahibi olan köyün hocasına
***ürürler. Hoca ve delikanlının arasında
geçen dialog şöyle devam eder.

Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma

cevap verebilecek misin?
Hoca: Allah'ın bir kuluyum ve

Onun izniyle sorularına cevap

verebileceğim.

Delikanlı: Emin misin? Proferserler

bile cevap veremedi bana.
Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım

Delikanlı: 3 sorum var

1. Allah yaşıyor mu? öyle ise,
şeklini bana göster
2. Takdir (kader) nedir?
3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa
neden cehenneme yollanıyor, cehennemde
ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl
yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?


Bu arada, aniden bizim hocamız

delikanlının başı üzerinde bir saksı
kırar.

Delikanlı canı yana yana sorar; Neden

sinirlendin ki?
Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç
soruna bir cevabım der.

Delikanlı: Hiç birşey anlamadım.

Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı
başında kırınca

Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı hissettim.

Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor musun?

Delikanlı:

Evet

Hoca: Bana bu acının şeklini göster ozaman!


Delikanlı: Gösteremem.


Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes

Allah'ın varlığını hisseder ama
Allah'ı göremez.

Hoca: Dün gece rüyanda benim

başında saksı kırdığımı gördün mü?
Delikanlı: Hayır.

Hoca: Bugün böyle birşey ile

karşılaşacağını hiç düşündün mü?
aklından geçti mi?

Delikanlı: Hayır


Hoca: Bu işte takdir dir (kader)


Hoca: Biz neyden yaratıldık?

topraktan yaratılmış değil miyiz ?
Delikanlı: Evet böyle denir.
Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan
yapılmadı mı? Allah isterse ateşten
yaratılan şeytanı ateşin içinde
cezalandıramaz mı?
 
Yakub (a.s.) ölüm meleği ile kardeş gibi idi ve onunla sürekli görüşürdü. Yine bir defasında Yakub (a.s.)'ı ziyaret etti, ona dedi ki:
"Ey ölüm meleği, ziyaret için mi yoksa ruhumu almaya mı geldin?" Ölüm meleği:
"Sadece ziyaret için geldim!" dedi.
Yakub (a.s.):
"Senden bir isteğim var!"
Ölüm meleği:"Nedir o?"
Yakub (a.s.): "Ecelimin yaklaştığını ve ruhumu almaya geleceğin zamanı bana bildirmeni istiyorum!" , Ölüm meleği:
"Pekâlâ, sana iki veya üç haberci göndereceğim!"
Yakub (a.s.)'ın eceli tamamlanıp da ölüm meleği ruhunu almaya geldiğinde ona dedi ki:
"Ziyaret için mi yoksa ruhumu almaya mı geldin?"
Ölüm meleği:
"Ruhunu almaya geldim!"
Yakub (a.s.):
"Bana ecelimin yaklaştığını bildirmek için iki-üç haberci göndermeyecek miydin?"
Ölüm meleği:
"Ben dediğimi yaptım! Saçların siyah iken beyazlaştı, vücudun önce güçlü kuvvetli iken sonra zayıf düştü, bedenin dimdik iken sonra belin büküldü. Ey Yakub, bunlar ölümden önce insanlara gönderdiğim habercilerdir."
 
HRİSTİYAN VE ALİ (ra.)'IN ZIRHI

Ali (ra.)'ın, halifeliği zamanında, Kufe'de zırhı kayboldu. Bir müddet sonra bir Hrıstiyan'ın yanında ortaya çıktı. Ali onu hakimin huzuruna ***ürdü.

'Bu zırh benim malımdır; onu ne sattım, ne de birine bağışladım; şimdi onu, bu adamın yanında buldum.' diye iddia etti.
Hakim:
'Halife iddiasını söyledi, sen ne dersin?' diye Hıristiyan'a sordu. O, bu zırhın, kendi malı olduğunu, aynı zamanda halifenin sözünü yalanlamadığını, söyledi.
Hakim Ali'ye dönerek
'Sen iddia ettin, bu şahıs ise inkar ediyor. Bu durumda iddian için şahit getirmen lazım' dedi.
Ali güldü ve
'Hakim doğru söylüyor, şimdi şahit getirmem gerek, fakat hiç bir şahidim yok' dedi.
Hakim, iddia edenin şahidinin olmamasına dayanarak, ırıstiyan'ın lehine karar verdi. O da zırhı aldı ve gitti.
Fakat, zırhın, kimin malı olduğunu daha iyi bilen Hristiyan' ın, bir kaç adım yürüdükten sonra vicdanı uyandı ve geri dönerek 'Böylesine bir hükümet ve davranış şekli alelade insanların keyfinden değil, peygamberlerin hükümet tarzıdır' dedi ve
'Zırh Ali'nindir' diye itiraf etti.
Kısa bir zaman sonra, onu, müslüman olarak Ali (ra.)'ın sancağı altında, Nehrivan harbinde, savaşırken gördüler.
 
Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt, Emir Sultan Hazretlerinden ilk hutbeyi okumasını rica eder. Emir Sultan , Padişaha daha ehil birisinin bulunduğunu söyler.

Açılış günü geldiğinde hutbeye Bursalıların Somuncu Baba olarak bildikleri zat çıkar.O güne kadar Küçük fırınında ekmek pişiren, gariban bir fırıncı olarak bilinen Somuncu Baba, Emir sultan’ın ricasını kıramayarak bu vazifeyi kabul etmiştir.


Herkesin şaşkın bakışları arasında Hutbeye çıkar. Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. İlim ve hitabetine bütün cemaat hayran kalır.


Tefsir bittikten sonra;Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar, ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar, üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar, dördüncü tefsirini cemaatin küçük bir kısmı anlar, beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar, altıncı tefsiri birkaç kişi anlar ve yedinci tefsirini sadece kendisi bilmektedir.


Bursalılar, Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu olduğunu anlayınca cami çıkışında onun elini öpmek isterler. Dağılmaya başlayan cemaat, kendi aralarında konuşurken kendilerinin somuncu babanın elini öptüğünü anlatırken, birden farklı kapılardan çıktıkları halde Somuncu Baba’nın elini öptüklerini anlarlar.


Somuncu Baba Ulu cami’nin üç kapısında da aynı anda görülmüştür. Kerametini fark edince Somuncu babalarına koşarlar. Ancak Somuncu Baba çoktan orayı terk etmiştir. Somuncu Baba o günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Fırını Bursa’da olup, hala ziyaretlere açıktır.
 
Bir Çingene Ali vardı, umutsuz bir biçimde padişahın kızı Selma'ya aşık olmuştu... Öyle ya aşık olduğu padişahın kızı , kendisi ise bir Çingene Ali... Olacak şey miydi?!!
Ama aşık olmuştu bir kere Ali, aklı fikri padişahın kızı Selma'da idi... Kafasını bir oraya vuruyor olmuyor, bir bu yana vuruyor olmuyor...
Onu sevenlerden biri " Sen bir de Abdulkâdir Geylânî kuddise sırruhu'nun Halifesi olan Ali Heytî Hazretlerine git be Ali'm " dedi.


Ali umutsuz, bîçare Ali Heyti Rahimehullah'a vardı, mer***** anlattı. Ali Heytî Hazretleri:
-Ali, ben ne dersem yapmaya razı mısın padişahın kızına ulaşabilmek için. dedi. Çingene Ali gözlerini dört açarak:
- Sen bana padişahın kızı Selma'yı getir; ne dilersen yaparım, uğruna herşeye hazırım. dedi.
Ali Heyti Hazretleri Çingene Ali'ye:
-Ali ben ne dersem yapacaksan bu iş olur; ama çok önemli şart ne dersem yapacaksın, hem de itirazsız, dedi. Ali'nin ise canına minnet, derhal kabul etti bu şartı.
Ali Heyti hazretleri, Çingene Ali'yi bir dağın tepesindeki mağaraya ***ürdü. Issız bir yerdi orası ve ona:
-Şimdi burada şu kayanın üstüne otur ve kim gelirse gelsin, ne olursa olsun kesinlikle umursamadan sadece "Allah" kelimesini söyle, dedi. Ali şaşkın:
-Allah demekle padişahın kızının ne alakası var. dedi. Ali Heyti Hazretleri kızgın:
-Ali soru yok!! sen dediğimi yap kız sana gelecek inşaAllah. dedi.
Çingene Ali söylenene uydu: "Allah Allah Allah" demeye başladı. Haftada bir Ali Heyti hazretleri geliyor ve ona yemek getiriyordu. Çingene Ali, Ali Heyti hazretlerini her gördüğünde:
- Hani, nerede? Padişahın kızı ne oldu, niye gelmedi?!! diye soruyor; her defasında "Sabret, soru sorma sadece Allah de" cevabını alıyordu.
Ali aşkının tılsımından bir denileni iki etmiyor, kıza kavuşma ümidiyle, güvendiği, sözüne inandığı Ali Heyti hazretleri ne derse onu yapıyor ve "Allah" diyordu.
Vakit geçti, Ali'nin namı şehre yayılmaya başladı, civardan geçen kervanların haber vermesiyle Çingene Ali, " Memleketin uzağından gelmiş, ıssız bir mağaraya sığınmış bir büyük Allah dostu, hiç durmadan Allah diyen bir veli " olarak şehirde anılmaya başlanıldı. Öyle ki , onun hakkında, nice kerametler söylendi, nice kişiler onun tılsımlı nefesinin kudretinden bahsetmeye başladılar.
Bu arada Ali Heyti hazretleri yine adeti üzere Ali'nin yanına haftada bir uğruyor yemek getiriyordu. Çingene Ali Onu her gördüğünde " Hani kız nerede, niye gelmedi hala?" diyordu. Ali Heyti hazretleri ise " Az kaldı, bekle, Allah de" diyordu.
Bir gün geldi ki padişahın kızı hastalandı. Memleketin bütün tabibleri çaresiz kaldılar, hastalık karşısında.. Dediler ki padişaha:
-Efendim memleketimizin büyüklerinden Allah dostu bir Ali Heyti Hazretleri var, bir de ona soralım; bu hastalık karşısında biz nâçar kaldık....
Padişah, Ali Heyti Hazretlerini davet etti huzuruna. Mer***** anlattı. Ali Heyti Hazretleri:
-Padişahım, memleketimizde ün salan , bir dağın tepesindeki mağarada sürekli Allah diyen bir kulunuz var belki o bir şeyler yapabilir. dedi.
Zaten padişah o söylenen kişinin n***** çoktan duymuştu bile, derhal buyruk verdi dağa doğru gidilmesi ve o Hazretin! görüşünün alınması için....
Ali Heyti Hazretleri huzurdan ayrıldı ve Çingene Ali'nin yanına geldi. Ona:
-Evladım padişah maiyetiyle senin yanına geliyor. Sana ne teklif ederse etsin sakın kabul etme.. toprak, altın, makam.. hiçbirisine iltifat etme ancak kızını teklif ederse zevceliğe , senin işin tamamdır, kabul et. dedi. Çingene Ali heyecanlı, emelinin sarhoşluğunda daha bir şevkle "Allah" demeye başladı....
Tam kırk gün dolmuştu o paslı mağarada Allah demeye devam edeli, aklında padişahın kızından başka hiç bir şey yok ve Allah diyordu Ali.
Padişah maiyetiyle mağaraya geldi. Gördüğü manzara: Bir derviş.. hararetle Allah Allah diyor, imrendi ona, ne hoş bir insan, dünya hiç umurunda değil, dedikleri kadar varmış, ah nice böyle bir insanla sürekli beraber olsaydım, diye düşündü içinden...
Çingene Ali'ye, Ali Heyti Hazretleri padişahın mer***** aktardı, padişahın kızının rahatsızlığından, bütün halkın üzüntülü olduğundan ve şifanın belki onun duası vesilesi ile Allah'tan gelebileceğinden bahsetti Ali'ye.. Ali yüreği yanmış bir halde, sevdiğinin ızdırabını ciğerlerinde hissetmesine rağmen, Ali Heyti Hazretlerine verdiği sözü unutmadı ve sadece " Allah Allah " dedi. Ali Heyti Hazretleri padişaha dönerek:
-Padişahım gördüğünüz gibi, sadece Allah diyor, Ona hediye verseniz iltifatını celbetmek için, bize yüzünü dönmesi için. dedi. Padişah Ali'ye mülk hediye etmek istedi. "Memleketimin yarısı senin olsun ey Ulu Kişi! " Ali " Allah" dedi... Padişah makam teklif etti " Benim veziri azam'ım olmaz mısınız ey Ulu Kişi! " ... Ali " Allah" dedi. Padişah altın dedi " Ne kadar mal arzu ediyorsanız her istediğinizi önünüze yığalım ey Ulu Kişi! .... Ali " Allah" dedi....Padişaha yaklaşarak Ali Heyti Hazretleri:
-Padişahım bir de kerimenizin izdivacını teklif etseniz dedi. Padişah düşündü: " bu erenden daha layık kim olabilirdi ki zaten kızı için, sürekli "Allah" diyen, dünyaya bel bağlamayan, altında devlette gözü olmayan bir Allah Dostu... zaten halk ta onu çok seviyor!!"
- Kızımın, biricik kerimemin nikahını alır mısınız?!! dedi.
Ali şokta... yanlış mı duymuştu ki; padişah ona, kızının, Selma'nın nikahını teklif ediyor ha.. Hem de kime?.. Çingene Ali'ye öyle mi? Neden neden? Nasıl bir hal bu aman ya Rabbî! Bir çingene Ali, emeli için kırk gün Allah dedi ve emeline kavuştu.....
Ali düşündü, içlice düşündü, içine konuştu, içinde kavruldu:
- Ben ki bir kız için, aşkım için kırk gün sadece Allah Allah dedim; emelime kavuştum, padişahın kızına kavuştum... Ya Rabbî!! Ya Sen'in için, Şanın için, Sen Sen olduğun için "Allah" deseydim... ... Sen her bir emelden öte, en ötede en yakında hakiki hükümdar ve Sevgili'sin.. Ey şanı Yüce... Çingene Ali'nin de, padişahın da Rabb'i....
Çingene Ali herkesin duyabileceği bir sesle "ALLAH" ..... dedi ve oracıkta can verdi.... Rivayet edilir ki son nefesiyle kutuplar arasında yerini aldı Çingene Ali namlı, Ali rahimehullah....
Allah Teala'ya hakiki manada kul olana, bütün mahlukat esir olur!...
Hatib ve imam Kuşeyrî'nin tahric ettikleri İbni Abbas'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
" Kim âşık olsa, iffetini korusa ve ( aşkını ) gizlese ve bundan dolayı ölse, şehid olduğu halde ölmüştür. "
 
BİR GÜN Peygamber Aleyhisselam’ın huzuruna bir genç geldi. Sıkıntılı bir hâli vardı. “Ey Alllah’ın Resulü, zina etmem için bana izin ver. Artık tahammülüm kalmadı” dedi.
Orada bulunanlar, gencin bu fena isteğinden dolayı, hiddete geldiler. Bazıları onu şiddetle azarlarken, kalkıp ağzını kapatmak için üzerine hücum edenler oldu. Suratına bir tokat aşketmek arzusuyla yerinden fırlayanlar bile vardı.
Ancak, o Şefkatli Nebî, bunların hiçbirine izin vermediği gibi, susup genci dinledi. Sonra yanına çağırdı ve onu dizlerinin dibine oturtup sordu:
“Böyle bir şeyin senin annenle yapılmasını ister miydin?”
Genç:
“Anam babam sana feda olsun yâ Resulallah! Elbette istemezdim.”
Peygamber Aleyhisselam:
“Hiçbir insan, annesine böyle bir şey yapılmasını istemez” buyurdu ve:
“Peki senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını ister miydin?” diye sordu.
Genç adam bu soruya da:
“Canım sana feda ey Allah’ın Resulü, istemezdim.” diye cevap verdi.
Peygamber Aleyhisselam:
“Hiçbir insan, kızına böyle birşeyin yapılmasını istemez” buyurdu. Ardından da:
“Halanla veyahut teyzenle böyle bir şey yapılmasını ister miydin?” dedi.
“Hayır yâ Resulallah!” dedi genç.
“Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister miydin?” dedi Resulallah.
“Hayır! hayır, istemezdim!” diye cevap verdi genç.
Ve Peygamber Aleyhisselam sözlerini şöyle bitirdi:
“Hiç kimse, halasıyla, teyzesiyle, kız kardeşiyle zina edilmesini istemez.” Sonra da, o gence dua buyurdu:
“Allah’ım bunun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu koru.”
•••
Bazı raviler o gencin, Cüleybib olduğunu söylerler. Kendisi, nefsine hâkim olmakta zorlanan bir genç olarak tanınırdı ve ashab arasında kötü bir şöhreti vardı. Ancak, Resulullah ile aralarında geçen bu olaydan sonra, tertemiz birisi oldu. Daha önceleri kimse ona kız vermek istemezken, Peygamber Aleyhisselam’ın aracılığı ile evlendirildi. Evlendikten az bir zaman sonra da, ilk katıldığı harbde şehit oldu.
Söz konusu harbin sonunda Peygamber Aleyhisselam ashabına sordu:
“Hiç eksiğiniz var mı?”
“Hayır yâ Resulallah, hepimiz tamamız!” dediler.
“Ama benim bir eksiğim var” buyurdu Peygamber Aleyhisselam ve Cüleybib’in başucuna giderek:
“Cüleybib benden, ben de Cüleybib’denim” buyurdu.
 
Hristiyan aleminin, Hz. Rasulullahin manevi kiymetini nazarlardan düsürmek icin bas vurdugu haince düsüncelerden biri ile bir rahip Müminlerin imanini süpheye düsürmek icin söyle birsey düsünür:

- „Neden Hz. Isa dördüncü gökte duruyor da, Hz. Muhammed toprak icinde yatiyor“

Bu fitneli sözle papaz efendi akli sira seref-i Muhammediyi ayak altina düsürecek ve bununla birtakim cahilleri kandiracaktir.


Bu fikirle bircok yerleri gezdikten sonra yolu Süleymaniyeye düser ve orada Seyh Riza’ dan görüsme talep eder, ve ona ayni suali sorar.


Seyh Riza bu Papaza su cevabi verir (cevabin asli bir siirdir):
- Mesih felek’te, sah-i enbiya toprak icinde, icim bu hadisenin merakindan kebab gibi yandi,

- Macerayi akil pirinden sual ettim, Gonca gibi agzini acarak cevabi Verdi

- Ikisinin seref ve kiymetleri, kiymet terazisinde tartildi, Hz. Muhammed’in kadrü kiymeti her cihetten daha agir geldi

- Hz. Muhammed’in bulundugu terazi kefesi topraga gömüldü, Isa aleyhisselamin bulundugu terazi kefesi hafif geldigi icin dördüncü semaya kadar kostu.

Papaz efendi sorduguna soracagina pisman olur ve digger fitne sorularini sormaktan vazgecer.


Bugünki Incil de dahi Hz.Isa’nin bir müjdeci oldugu yazilidir. Yani O, Fahr-i Alem’in müjdelemeye memurdur.


Hz. Isa tekrar yeryüzüne inecek, Hz. Rasulullahin ümmeti olarak Kur-ani Azimüssana taabi olacaktir.


Allahu Teala hadis-i kudside buyuruyor:
“Ey Rasulüm, sen olmasaydin ben bu alemleri yaratmazdim”
 
Tanri Eşeği Yarattiği Zaman

Ona;


Sen Güneşin Doğuşundan Batişina Dek Durmak Dinlenmek Bilmeden çalişacaksin, Sirtinda Ağir çuvallar Taşiyacaksin, Ot Yeyip Karnini Doyuracaksin Ve Zekadan Yoksun Olarak 50 Yil Yaşayacaksin Eşek Olacaksin. Eşek Cevap Verdi “ Tanrim Ben Eşek Olacağim 50 Yil Fazla Bana 20 Yillik Bir ömür Ver Yeter” Dedi. Ve Tanri Isteğini Kabul Ederek Eşeğe 20 Yil ömür Verdi.


Tanri Köpeği Yaratinca;


Ona, Sen Insanlarin Evlerini Bekleyeceksin Onun En Iyi Dostu Olacaksin.

önüne Ne Koyarlarsa Onu Yiyeceksin, 25 Yil Yaşayacaksin. Köpek Olacaksin Dedi. Köpek Cevap Verdi; “ Tanrim 25 Yil Bana çok 10 Yil Yeter Dedi. Tanri Isteğini Kabul Ederek Köpeğe 10 Yil ömür Verdi.

Tanri Maymunu Yaratinca;


Ona, Sen Daldan Dala Atlayacaksin Saçma şeyler Yapacaksin, Komik şeyler Yapacaksin Ve 20 Yil Yaşayacaksin, Dedi. Maymun Cevap Verdi. “ Tanrim 20 Yil Yaşamak Fazla Bana 10 Yil ömür Yeter.” Dedi. Tanri Onun Isteğini De Kabul Etti.


Nihayet Tanri Insani Yaratinca;


Ona, Sen Insan Olacaksin Bu Gezegenin Yegane Akilli Yaratiği Olacaksin. Aklinla Hayvanlari Yöneteceksin, Dünyaya Egemen Olarak 20 Yil Yaşayacaksin. Dedi. Insan Cevap Verdi; “tanrim Ben Insan Olacağim Ama 20 Yil Yaşamak çok Az Neden Eşeğin Istemediği 30 Yillik, Köpeğin Istemediği 15 Yillik Ve Maymunun Istemediği 10 Yillik ömrü Benimkine Ilave Etmiyorsun.“ Dedi. Tanri Insaninda Dileğini Kabul Etti.


O Zamandan Beri Insan;


20 Yil Insan Gibi Yaşar. Sonra Yetişkin çağa Girer Ve 30 Yil Eşek Gibi çalişip Sirtinda Yük Taşir. çocuklari Evi Terkedince 15 Yil Köpek Gibi Yaşar, Evini Bekler Ve önüne Ne Konursa Onu Yer. Sonra Emekli Olur, 10 Yil Maymun Gibi Yaşamaya Başlar Evden Eve Siçrayip çocuklarini Ziyarete Gider. Saçma şeyler Yapip Torunlarini Güldürür.
 
Yaşanmış bir olaydır...

Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı,
kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...

Bunlardan biri Lapseki'nin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor

nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için
komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane
tane kelimeler dökülür dudaklarından.

"Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma

ulaştırın..."

Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: "Ben... Ben köylüm Lapseki'li

İbrahim Onbaşıdan 1 Mecid borç aldıydım... Kendisini göremedim. Belki
ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin"

"Sen merak etme evladım" der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını

eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de
"söyleyin hakkını helal etsin" olur...

Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan

çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden
çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine
bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı
açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yıkılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır,
ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olabilir...

Pusuladaki not: "Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 Mecid borç

verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben
dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim."
 
Bir gün bizim değerli evliyalarımızdan biri Hristiyan toplumu olan bi ülkeye gider.O gün Papa bederlere bir konferans verecektir.Bizim evliya bir beder kılığında kiliseye gider.Papa tam konuşacakken ani hareketlerle boğazını tutar ve Kilisedekilere seslenerek aramızda bi yabancı var ltf dışarı çıksın konuşamıyorum der.Evliya kendinden bahsettiğini anlayınca ortaya çıkar ve papanın yanına gider ve derki;Ben elhamdülillah müslümanım.Bizim dinimizle sizin dininiz arasındaki farkları anlamak için burdayım der.Papa hayır olmaz dışarı çıkın der.Pederler neden bizim dinimizi ona anlatmıyorsun çekinecek ne var der.Bütün pederler neden neden diye bağırınca Papa peki der.Ama bi şartı olduğunu söyler.Derki hep ben sana soru soracam ama sen sormayacaksın der.Peki der bizim evliya.Tabi bizim evliya bilgili biri olduğu için hemen kabul eder.Başlar Papaz sormaya 1 saat 2 saat 3 saat derken bayağı bir zaman geçer ve Papa tamam artık gidebilirsin der.Bizim evliya bu kadar soru sordunuz sadece bi soru sormama müsade edermisiniz yok derseniz yinede sormayacağım der.Papa bakarki evliya bilgili kesin benim bilemeyeceğim bişi sorar der içinden ve HAYIR sorma der.Tüm pederler hep bir ağızdan bunca zaman ne sorduysanız cevapladı bir soru sormasından neden korkuyorsunuz der ve Papayı sııştırırlar.Papa dayanamaz ve sor der.Evliya; Sizin değiştirilmeden önce İncilde ve Şuan Hiç değiştirilmemiş ve değiştirilmeyecek olan Kuran da yazan bir ayetin cevabını samimiyetce söylemenizi istiyorum der ve devam eder.Cennetin Kapısının Üzerinde Ne Yazıyor.Papa düşünmekli olur bir şeklildeyken Bizim Evliya Ben söyleyeyim der.

LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH
 
Ebû Müslim-i Saftar, evliyânın büyüklerinden biriydi.

Birgün gemi ile yola çıktı. Yanında çok kimseler de vardı. Âniden ters yönden bir rüzgâr çıktı. Dalgalar yükseldi.


Gemi batacak gibi oldu.


Gemide olan yükü denize attılar.


Yardım istediler.


Ebû Müslim diyor ki:


- Bizimle beraber gemide bir köylü vardı.


Yanında bir mushafı vardı.


Oradan kalktı ve o mushafı elinin üzerine koydu ve şöyle yalvararak duâ etti: ''Ya Rabbi! Eğer bir kimsenin elinde dünya sultanından bir mektup bulunuyorsa, hiç kimse ona saldıramaz, zarar veremez, belâlardan emin olur.


Mushafı kaldırdı ve Yâ Rabbi! Bu senin kitabındır, bunu bize verdin.


Ellerinde senin kitabın bulunan kullarını suda boğmak keremine yakışmaz. '' Derhal dalgalar söndü ve deniz süt liman oldu ve gemidekiler sağ salim gitti.
 
Gurura Karşı İlaç

"Halife Hz. Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu:

- Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın?
- Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum. "
 
Bal şerbeti...

Bir Ramazan'da Medineli bir müslüman Halife Hz. Ömer'i iftar yemeğine davet etti. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer'e bir kab içinde bir içecek sunuldu.
Hz. Ömer sordu: "Bu nedir?" Ev sahibi cevab verdi: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem."
 
Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettigi için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip:
"- Bu senin babacığım" dediginde çok üzüldü.
Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına. Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuyu açtı.
Fakat kutunun içi boşdu.
Kızına gene çıkıştı:
"- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım.
Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?.."
Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı.
"- O kutu boş degil ki baba! Içini öpücüklerle doldurmuştum!.."
Babası o kadar çok üzüldü ki koştu, kızına sarıldı. Beraberce ağladılar.
Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı.
Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı.

Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir. Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek.
Umarım hayat boyu Zor zamanlarınızda sizi mutlu edebilecek, böyle sayısız kutunuz olur.
 
Mâlik bin Dînâr hazretleri bir hâtırasını şöyle anlatır:
"Bir gün toprakla oynayıp bâzan gülen bâzan ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selâm vermek istedim. Fakat kibirden selâm vermedim. Hemen nefsime;
"Ey nefis! Peygamber efendimiz büyüklere de küçüklere de selâm verirdi." diyerek çocuğa selâm verdim.
Çocuk;
"Ve aleyküm selâm, ey Mâlik bin Dînâr!" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk;
"Ruhlar âleminde benim rûhumla senin rûhun karşılaştı. Orada bizi Allahü teâlâ karşılaştırdı." dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefs arasında ne fark var?" diye sorunca, çocuk;
"Nefsin seni selâmdan men etti. Aklın ise seni selâm vermeye teşvik etti." diye cevap verdi.
"Sen neden toprakla oynuyorsun?" diye sordum.
Çocuk;
"Topraktan yaratıldık, yine toprağa karışacağız." dedi.
Ben yine; "Seni bâzan ağlarken, bâzan gülerken görüyorum. Sebebi nedir?" diye sordum.
"Rabbimin azâb edeceğini hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zamansa tebessüm ediyorum." dedi.
"Ey oğul! Senin hangi günâhın var ki ağlıyorsun?" diye sorunca,
çocuk;
"Ey Mâlik! Böyle söyleme. Zîrâ ben, anam ateş yakarken, küçük odun olmadan, büyüklerin tutuşmadığını gördüm." diye cevap verdi."
 
Jet İmam

Sadrazam Fuat Paşa merhumun babası Keçecizade İzzet Molla oldukça, zeki ve nükte yapan bir adamdı. Bir Ramazan gecesi Fatih camiinde teravih namazı kılınıyordu. İmam Efendi, namazı biraz hızlıca kıldırdığından İzzet Molla rüku ve secdelere gidiş kalkışlarda adeta ölüp ölüp diriliyordu. İmamın selam verdiği bir sırada elinde feneriyle bir kişi alelacele içeri girer ve eyvahlayarak;

- Hay Allah, namaza yetişemedik, der.

İzzet Molla adama dönerek nefes nefese cevap verir:

- Sen ne ki kardeşim, biz namazın içinde olduğumuz halde yetişemiyoruz!..

 
Geri
Üst