Dini SözLük

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Method
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
EMÎR:
1. Bir kavmin, bir topluluğun başı, beyi, emredeni. Vâli, kumandan, devlet başkanı, melik.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Allah'a itâat edin. Peygambere ve sizden olan emir sâhiplerine de itâat edin. (Nisâ sûresi: 59)
Allahü teâlâdan korkunuz! Başınızdaki emîr, habeşli köle bile olsa, itâat ediniz!.. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
2. Hazret-i Ali'nin lakabı.
Hazret-i Muâviye'nin Emîr ile muhârebesi, ictihâd sebebi ile idi. (İbn-i Hacer-i Mekkî)
Hazret-i Emîr'in ismi, Cennet kapısının üstünde yazılıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
Emîr-ül-Mü'minîn:
Müslümanların reîsi, devlet başkanı. (Bkz. Halîfe)
Hazret-i Ömer zamânından sonraki halîfelere emîr-ül-mü'minîn denildi. (İbn-i Sa'd)
Emîr-ül-mü'minîn Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemâatle kıldıktan sonra cemâate bakıp bir kimseyi göremeyince sordu. Eshâbı dediler ki: "Geceleri sabaha kadar ibâdet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır." Emîr-ül-mü'minîn buyurdu ki: "Keşk i bütün gece uyuyup da sabah namazını cemâatle kılsaydı, daha iyi olurdu." (İmâm-ı Rabbânî)
Emîr-ül-mü'minîn hazret-i Ali buyurdu ki:
Kalbler kablara benzer. Hayırlı olan, hayırla dolu olanıdır. (Abdülganî bin Abdülvâhid)
 
EMN-ÜL-AZL:
Peygamberlere mahsûs sıfatlardan biri. Peygamberlerin peygamberlikten azl edilmemesi, atılmaması.
Peygamberlik sıfatı, peygamberlerin zâtlarından dünyâda ve âhirette ayrılmaz. Önce gelen peygamberlerin dinleri nesh olmakla, peygamberlikten azlleri lâzım gelmez. Zîrâ emn-ül-azl onların sıfatlarıdır. Bu, Allahü teâlânın onlara ihsânıdır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
 
. Buyruk; emredenin, emrolunandan bir işin yapılmasını istemesi veya bu sûretle yapılması istenen şey.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
O hâlde bana uyunuz. Emrime itâat ediniz. (Tâhâ sûresi: 90)
İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlânın emrini ve yasağını gözetince, emr ve yasakların sâhibini unutmaktan kurtulur, devamlı zikretmiş, Allahü teâlâyı hatırlamış olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Emre uymak, edebi gözetmekten önce gelir. (Abdullah-ı Dehlevî)
2. İş.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben emrimi Allahü teâlâya ısmarlıyorum. Çünkü Allah kullarını çok iyi görendir. (Mü'min sûresi: 44)
Bütün emrler Allah'a döndürülür. (Bekara sûresi: 210)
 
Emr-i Ma'rûf:
Dinde emredilen şeyleri öğretmek, yaptırmak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey mü'min kullarım! Emrettiğim işleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker eder iseniz, (günahlardan, kötülüklerden alıkorsanız) başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez. (Mâide sûresi: 108)
Birbirinize müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ en kötünüzü başınıza musallat eder ve duâlarınızı kabûl etmez. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)
Kıyâmet günü birini getirirler. Onu Cehennem'e atın emri gelir. Bağırsakları dışarı çıkar. Merkebin dolap etrâfında dönmesi gibi, bunun etrâfında döner durur. Cehennem'de olanlar, kendisine, sen emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmadın mı, şimdi bu hâl nedir? Seni bu hâle düşüren nedir? derler. Evet başkalarına iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Kötülüklerden men ederdim, kendim ise yapardım cevâbını verir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Bütün ibâdetlere verilen sevâb, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın sevâbı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anil-münker sevâbı yanında denize nazaran bir damla su gibidir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Emr-i ma'rûf iki sûretle yapılır. Birincisi, söz, yazı ve her nevî yayın vâsıtası iledir. Bunu yaparken bilgi az ise ve şahsa, âdetlere, kânunlara dikkat ve riâyet edilmezse, fitneye sebeb olabilir. İkinci yol, hâl ile İslâm'ın güzel ahlâkına uyarak, nümûne olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, en tesirli, en faydalı emr-i ma'rûf yapmak olur. (İmâm-ı Birgivî)
Emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapanın niyetinin hâlis olması ve işi anlayıp, Allahü teâlânın buradaki emrini iyi bilmesi ve sabırlı olup münâkaşa ve kavga etmemesi, yumuşak şekilde tatlı dil ve yazı ile yapması lâzımdır. (İmâm-ı Birgivî)
 
Emr-i Teklîfî:
Allahü teâlânın insanlara yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirler. Buna Emr-i teşrîî de denir.
Emr-i teklîfîlerin yapılması, insanın irâdesine, dilemesine bağlıdır. Allahü teâlâ insanı irâdesinde, dilemesinde serbest bırakmıştır. Fakat, insanın dilediği şeyi yaratan, yine Allahü teâlâdır. İnsan diledikten sonra, O da dilerse, yaratır. Dilerse yaratmaz. Her şeyi yaratan, maddelere çeşitli tesirler, özellikler veren, yalnız O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. O'ndan başkasına yaratıcı, yarattı demek, O'na karşı saygısızlık olur. Başkasını O'na şerîk, ortak yapmak olur. Başkasını kendisine ortak yapanı, kıyâmette hiç affetmeyeceğini, ona sonsuz ve çok acı azablar yapacağını bildirmiştir. İnsan, O'nun emrini yapmak, iyilik yapmak dileyince, O da merhamet ederek diliyor ve yaratıyor. Kendisine inanmıyanlar, karşı gelenler bir kötülük yapmak isteyince O da diliyor ve yaratıyor. Kendisine inananlar, yalvaranlar, bir kötülük yapmak isteyince, O merhamet ederek dilemiyor ve yaratmıyor. Böylece düşmanlarının her istedikleri hâsıl olduğundan, onlar daha da azıp kuduruyorlar. (M. Sıddîk bin Saîd)
Allahü teâlânın emr-i teklîfîleri, ehemmiyetlerine göre, derecelere ayrılmıştır:
1) Bütün insanlara, îmân etmelerini, müslüman olmalarını emretmiştir.
2) Îmân etmiş olanlara, harâm işlememelerini, kötülük yapmamalarını emretmiştir.
3) Îmân etmiş olanlara farzları yapmalarını emretmiştir.
4) Haramlardan sakınan ve farzları yapan müslümanlara, mekrûhlardan sakınmağı, sünnetleri, nâfile ibâdetleri yapmağı emr etmiştir. (Bursalı İsmâil Hakkı)
 
Emr-i Tekvînî:
Allahü teâlânın yaratmayı dilediği şeylere "kün" yâni "ol" demesi.
Emr-i tekvînî ile, Allahü teâlânın dilediği şey hemen var olur. Hiç bir kimse, bu şeyin var olmasına mâni (engel) olamaz. Allahü teâlâ her şeyin yaratılması için, belli şeyleri sebeb yapmıştır. Belli maddeleri, belli maddelerin yaratılmalarına sebeb yaptığı gibi, insanın maddî ve mânevî gücü, çeşitli enerjiler de, bir çok şeylerin yaratılmalarına sebeptirler. Bir kuluna bir şey ihsân etmek, iyilik vermek ister ve o kimseyi o şeyin sebebine kavuşturur. Sebeb te'sir ettiği zaman, O da, dilerse, "Ol!" derse, o şey vâr olur. O dilemezse, hiç bir şey vâr olmaz. Hikmetini, yaratmasını sebeplerle örtmüş, gizlemiştir. Çok kimse yalnız sebepleri görmekte, sebepler arkasındaki hikmeti, O'nun yaratmasını anlayamamaktadır. Bu anlayışsızlığı da onun felâketine sebeb olmaktadır. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
 
EMRED:
Bâliğ olmamış (ergenlik çağına gelmemiş), sakalı çıkmamış parlak genç.
Emred'in imâm olması, âlim olsa bile mekrûhtur (dînen uygun değildir). Çünkü fitneye sebeb olur. Parlak olmayan köse (sakalsız) arkasında kılmak mekrûh değildir. (Alâüddîn Haskefî)
 
EMVÂL-İBÂTINA:
Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.
Emvâl-i bâtınanın miktârını sâhibine sormak câiz değildir. Bunların zekâtını mal sâhibi, yedi sınıftan dilediğine, kendi verir. Böyle verilmiş olan zekâtları, hükûmet ayrıca isteyemez. Bir şehirdeki zenginlerin hiç zekât vermedikleri anlaşılırsa, emv âl-i bâtınalarının zekâtını da hükûmet toplayabilir. (İbn-i Âbidîn)
Hazret-i Osman'ın hilâfeti zamânına kadar, emvâl-i bâtınanın zekâtını da devlet topluyordu. Hazret-i Osman halîfe olunca, emvâl-i bâtınanın zekâtını vermek herkesin kendisine bırakıldı. (Serahsî)
 
EMVÂL-İ ZÂHİRE:
Zekât hayvanları ve topraktan elde edilen mahsûl gibi gizlenmesi mümkün olmayan mallar. (Bkz. Zekât)
Emvâl-i zâhirenin zekâtını fakîrlere dağıtmak, bunların sâhiblerine bırakılmamıştır. Bu işleri müslümanların devlet başkanı tarafından görevlendirilen ve âmil denilen zekat me'mûru yapar. (Muhammed Esâd)
 
EMVÂT:
Ölüler. Meyyitin çoğulu. (Bkz. Ölüm)
 
EN'ÂM SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin altıncı sûresi.
En'âm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz altmış beş âyet-i kerîmedir. En'âm, deve, koyun ve sığır gibi hayvanlara denir. Allahü teâlâ bunları ve daha nice hayvanı insanların faydalanması için yarattığı hâlde, inanmayanların âciz varlıklar olan bi r kısım hayvanlara tapınmalarından bahsedildiği için sûre bu ismi almıştır. En'âm sûresinde; İslâm dîninin îmân esasları, dünyâ hayâtının fânî (geçici), oyun ve eğlenceden ibâret olduğu, âhiretin daha hayırlı olduğu, hazret-i İbrâhim'in üvey babası ve kavmi ile olan mücâdelesi, hazret-i İshâk, Yâkûb, Dâvûd, Süleymân, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, İlyâs, İsmâil, Elyesa', Yûnus ve Lût'un aleyhimüsselâm fazîletleri (üstünlükleri), Allahü teâlânın adı anılmadan (Besmele çekilmeden) kesilen hayvanların etinden yememek, günahtan sakınmak, Allah'a ortak koşmamak, Ana-babaya iyilikte bulunmak, yetim malı yememek, ölçü ve tartıyı hakkıyla, eksiksiz yerine getirmek gibi hükümler bildirilmektedir. (Senâullah-ı Dehlevî, İbn-i Abbâs)
En'âm sûresinde meâlen buyruldu ki:
Dünyâ hayâtı oyun ve boş şeylerdir. Allah'tan korkanlar için, âhiret hayâtı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? (Âyet: 32)
Gaybları ancak Allahü teâlâ bilir. O'ndan başka kimse bilmez. (Âyet: 59)
Îmân edip de îmânlarına şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) karıştırmayanlar, işte onlar azabdan emin olup, doğru yolu bulanlardır. (Âyet: 82)
Açıkta olsun gizli olsun, günâhlardan sakınınız. (Âyet: 120)
Kim En'âm sûresini gece ve gündüz okursa, yetmiş bin melek ona salât (istiğfâr) eder ve onun için af diler. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl)
 
ENÂNİYET:
Kendini beğenip büyük görme, bencillik. Egoistlik.
Kıyâmet günü Allahü teâlâ üç kimse ile konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları tezkiye etmez (temizlemez) ve onlara çok acıklı bir azâb verir. Bu üç kişiden biri de yoksul veya fakir olup da, enâniyet sâhibi olan kimsedir. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim diyen kimse, bununla enâniyetine işâret etmiştir. Akıllı kimse ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim nasıl diyebilir. (Abdülhak Dehlevî)
 
ENBİYÂ:
Nebîler,peygamberler. Yeni din ile gönderilmeyip, insanları önceki dîne dâvet eden peygamberler Nebî kelimesinin çoğulu. Yeni bir din ile gönderilen peygambere ise, resûl denir. (Bkz. Nebî, Peygamber)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Çünkü onlar (yahûdîler) Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler, enbiyâyı haksız yere öldürmüşlerdi. Çünkü onlar isyân etmişler ve aşırı gitmişlerdi. (Âl-i İmrân sûresi: 112)
Enbiyâdan birine inanmayan kimse, hiç birine inanmamış olur. (Kâdızâde)
NBİYÂ:
 
Enbiyâ Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yirmi birinci sûresi.
Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz on iki âyet-i kerîmedir. Sûre, bâzı peygamberlerden (İbrâhim, İshâk, Lût, Süleymân, Dâvûd, Eyyûb, Yûnus ve Zekeriyyâ aleyhimüsselâm) ve bunların kavimlerini îmâna dâvet etmeleriyle ilgili husûslardan bahsettiği için bu adı almıştır. Enbiyâ sûresinde diğer belli başlı konular, Allahü teâlânın birliği, öldükten sonra dirilme ve âhiret hayâtına dâir hükümlerdir. (Beydâvî, Kurtubî, İbn-i Abbâs)
Enbiyâ sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:
Allah'tan başka bir ilâh (yâni bir tanrı) daha bulunsaydı, âlemdeki nizâm (düzen) bozulur, karma karışık olurdu. (Âyet: 22)
Kıyâmet günü adâlet ölçüsünü ortaya koyarız. Kimseye bir zulüm yapılmaz. Hardal dânesi kadar iyilik eden karşılığına kavuşur. (Âyet: 17)
(Ey habîbim Muhammed aleyhisselâm!) Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik. (Âyet: 107)
 
ENE'L-HAK:
Hallâc-ı Mansûr tarafından "Ben yokum, Hak teâlâ vardır." mânâsında söylendiği hâlde, görünüşte; "Ben Hak'kım" manasına alınan söz.
Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" sözü ve buna benzerleri bu zâtların içerisinde bulundukları makamda, kendi âlemlerinde, Allahü teâlâdan başka hiçbir şey göremeyince söyledikleri sözlerdir. Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir. Onların aynı ve benzeri değildir. O, hiç bir bakımdan yarattıklarına benzemez. Hallâc-ı Mansûr, "Ene'l-Hak" demekle; "Ben Hakk'ım, Hak teâlâ ile birleştim" demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur. Onun sözünün mânâsı; "Ben yokum, Hak teâlâ vardır" demektir. (Ahmed Fârûkî Serhendî)
Hallâc-ı Mansûr gibi, İslâm dînine uyanların Enel'l-Hak gibi sözlerine hüsn-i zân edilir. Te'vîl edilir (iyiye yorumlanır). Hallâc-ı Mansûr, imâmdır (büyük bir âlimdir). Fakat durumunu herkese söyledi. Zayıflara ağır yük yükledi. Halkın anlayamayacak ları Ene'l-Hak gibi şeyleri konuştu. (Muhammed Ma'sûm)
 
ENFÂL:
Devlet reîsinin, herkesin elde ettiği kendisinin diyerek, harbe teşvik için gâzilere (İslâm askerlerine) ganîmet hisselerinden fazla olarak verdiği mallar. Tekîli nefeldir. Gâzileri böyle teşvik etmeye tenfîl denir.
Tenfîl harb esnâsında veya harbin başında yapılır. Düşman mağlûb olup, muhârebe bittikten veyâ ganîmetin taksîminden sonra yapılması câiz değildir. Gâzilerin bu şekilde harbde elde ettiği enfâlin beşte biri alınmaz. (İbn-i Âbidîn)
 
Enfâl Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin sekizinci sûresi.
Medîne-i münevverede Bedr muhârebesinden sonra nâzil oldu (indi). Yetmiş beş âyet-i kerîmedir. Sûre, ismini, birinci âyette geçen Enfâl kelimesinden almıştır. Bu sûrede belli başlı konular; Bedr harbinde elde edilen ganîmetlerin dağıtılmasına dâir em irler, Peygamber efendimiz ve diğer peygamberlerle ilgili bâzı hususlardır. (Senâullah Dehlevî, İbn-i Abbâs)
Enfâl sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:
Îmânı kâmil olan mü'minler onlardır ki, Allahü teâlâ anıldığında, O'nun azametinden, büyüklüğünden kalbleri titrer, ürperir. Âyetleri okunduğunda (bu) onların îmânlarını artırır. Yalnız Rablerine tevekkül ederler, güvenirler. (Âyet: 2)
Kim Enfâl ve Berâe sûrelerini okursa, kıyâmet gününde ben ona şefâat ederim ve onun nifâktan kurtulduğuna şehâdet ederim. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl)
 
ENFÜS:
İnsanın iç dünyâsı, iç âlemi.
Akla, hayâle gelen her şey, ister âfâkî (insanın dışında) olsunlar, ister enfüsî olsunlar, hepsi mâsivâdır. Allahü teâlânın mahluklarıdır. Bunlara gönül bağlamak, oyun ve oyuncak gibi şeylerle boş yere vakit geçirmektir. Fâidesiz şeylerle oynamaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
 
ENSÂR:
Yardımcılar. Mekke'den Medîne'ye hicretten sonra, Resûlullah efendimize ve Mekke'den gelen müslümanlara yakın alâka gösterip, malları, mülkleri, bedenleri ve her şeyleri ile yardım eden Medîneli müslümanlar.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Önce müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ, bunlar için, cennetler hazırladı. Bu cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır. (Tevbe sûresi: 100)
Ensârı sevmek îmândandır. Onlara buğz etmek münâfıklık alâmetidir. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Allahü teâlâya yemîn ederim ki, siz Ensâr cemâatı bana insanların en sevgililerindensiniz. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Ey Muhâcirler! Size vasiyyetim şudur ki, Ensâr'a iyilik ediniz! Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu hâlde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim Ensâr üzerine hâkim olursa, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin. (Hadîs-i şerîf-Kısas-ı Enbiyâ)
Ey Ensâr! Sizin üstünlüğünüz hiç bir kabîlede yoktur. Muhammed aleyhisselâm on üç sene Mekke'de kavmini dîne çağırdı. İçlerinden pek az kimse inandı. Fakat cihâd edecek kadar olamadılar. Allahü teâlâ sizi müslüman yapmakla şereflendirince, Resûlü ile Eshâbının korunmasını ve dini İslâm'ın cihâd ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını nasîb etti. Resûl-i ekrem sizden râzı olarak vefât etti. (Sa'd bin Ubâde)
 
Geri
Üst