Değerli Üyelerimiz sizler için kendimizi sürekli yeniliyoruz. Lütfen 10 saniyede üye olarak bizlere destek olunuz... 😊 Tüm sorunları bize bildirebilirsiniz
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Kadıköy Müftüsü iken vefat eden faziletli “Ahmet Mekkî Efendi” hazretleri
bir gün bazı sevdiklerine ölümden bahsederken;
-”Ölüm acısı” yetmiş kılıç darbesinden daha şiddetlidir
buyurdu.
Sordular:
- Bu acıya nasıl dayanılır ki efendim?
- Çok zor. Ama Allahü teala dilerse
bu acıyı sevdiği kullarına duyurmaz.
- O talihli kullar kimlerdir acaba?
- Doğru îman ve salih amel sahibi halis Müslümanlardır.
- İyi de hocam
var olan bir acı nasıl duyulmaz ki?
- Çok kolay. O Müslüman ölürken
melekler “Kevser şarabı”ndan bir damla getirip onun ağzına koyarlar. Narkoz verilmiş gibi hiç acı hissetmez.
Her derdin ilacı
Bir gün de bazı sevdiklerine;
- Kardeşlerim
her sıkıntının
her başarısızlığın
her derdin bir tek ilacı vardır
buyurdu. O nedir
biliyor musunuz?
- Bilmiyoruz
nedir? dediler.
Buyurdu ki:
- Her sıkıntının ilacı
“İstiğfar etmek”tir kardeşlerim. Yani günahına pişman olup boyun bükmek ve Hak tealadan af dilemektir. İstigfar
her kapıyı açar.
Ateşten acı olan
Bir gün de bazı sevdiklerine;
- Kardeşlerim
Cehennemde
Cehennem ateşinden daha şiddetli bir azap vardır. O nedir
biliyor musunuz? diye sordu.
- Bilmiyoruz
o nedir ki? dediler.
Buyurdu ki:
- Allahü teâlânın o kuldan razı olmaması ve ona gazab etmesidir.
- Bu
Cehennem ateşinden de mi şiddetlidir efendim?
- Evet. Cehennem ateşi
bu acı yanında hiç kalır.
Pek anlayamadılar.
- Hikmetini merak ettik hocam.
Şöyle izah etti:
- Mesela ben üstadımı çok seviyorum. Onun üzülmesine hiç dayanamam. Bir şeyden dolayı üstadım bana kızsa
darılsa
bu hal
bana dünyadaki her acıdan daha acı gelir. Kederimden mahvolurum.
- Üstadınız üzüldü diye mi hocam?
- Evet
Hindistan evliyasından “Hacı Hıdır Efgan” hazretleri
sevdikleriyle müsafeha ederken birden durdu ve müsafeha ettikleri elleri göstererek;
- Bu iki el birbirinden ayrılmadan günahlar dökülür
buyurdu. Bu
ne büyük nimettir. Bunları duymak bile insana huzur veriyor.
- Huzurlu olmak
günahsız olmaya mı bağlı? dediler.
- Evet
buyurdu. Günah işlenmeyen yerde huzur vardır. Günah işlenirse huzursuzluk başlar.
- Günah işlememenin yolu nedir hocam?
- Allah adamları ile sohbet etmek veya onların kitaplarını okumaktır. Bu nimete kavuşan kimse günah işleyemez. Çünkü günahlar iğrenç gelir ona.
Müminin tek gayesi
Bir gün de bazı sevdiklerine;
- Kardeşlerim
her müminin yegâne gayesi
Rabbimizin rızasını ve sevgisini kazanmak olmalıdır
buyurdu.
Sordular:
- Allah tarafından sevilmenin yolu nedir efendim?
- Dünyayı sevmemektir.
- İnsanlar tarafından sevilmenin yolu?
- Kendini sevmemektir.
- Başka hocam?
- Bir de insanların elindekini sevmemektir. Görmez misiniz
insanlar arasındaki kavgaların çoğu
“Almak” yüzünden çıkar. “Vermek” yüzünden kavga edildiği duyulmuş mudur?
Kızmamak için
Bir gün de sevdiği bir genç;
- Efendim
ben çok çabuk kızıyorum. Ne yapayım?diye sorunca;
- Ölümü hatırlarsan kızmazsın
buyurdu.
- Peki hocam
son nefeste Allah diyebilmek için ne yapayım?
- Hemen başla evladım.
- Neye?
- Allah demeye.
- Hocam ben şimdi değil
son nefesimde Allah demek istiyorum.
- İyi ya evladım. Şimdiden başla söylemeye. Alıştır ağzını. Şimdi söylemezsen
can çekişirken
o sıkıntılı anda nasıl diyeceksin?
- Diyemem mi?
- Çok zor. Çünkü o anda şuur kalkar. Allah demek çok çetin olur.
Ahiret yolcusuyuz
Erzincan evliyasından “Hacı Muhammed Sami Efendi”
bir gün sevdiklerine:
- İnsan uzak bir yere gitmek istediğinde ne yapar? diye sordu.
- Bir vasıtaya biner
dediler.
- Biz de çok uzak bir yere varmak için yola çıkan yolcularız
buyurdu. “Ahiret yolcusu”yuz yani. Bu yolculuğun son durağı ya “Cennet”tir
ya da “Cehennem”.
Ve ekledi:
- Biz de bu yolculukta hedefe selametle varabilmek için bir vasıtaya
bir gemiye binmişiz kardeşlerim.
- O hangi gemi efendim?
Buyurdu ki:
- Bu gemi
“Ehl-i sünnet gemisi”
kaptanı da “İmam-ı azam”hazretleridir.
İnsanların en akıllısı
Bir gün de bazı sevdikleri bu zata gelip;
- İnsanların en akıllısı kimdir?diye sordular.
- Akıllı insan
ölüme hazırlanandır
buyurdu.
- En ahmak kimdir efendim?
- Ahiret için hazırlık yapmayandır.
- İhlas nedir?
- Samimiyet
yani her işi sırf Allah için yapmaktır.
- Bu niyetin yanında biraz da dünya menfaati olsa hocam?
- O zaman berbat olur işte.
- Nasıl yani?
- Bir bardak zemzemi düşünün. Bunun içine bir damla idrar karışsa ne olur?
- Pis olur .
- Yani içilmez mi artık?
- Tabii hocam. Hiç kimse içemez.
Buyurdu ki:
- Bu da öyledir işte. Halis niyete az dünya menfaati karışsa
o iş on para etmez.
Nefsi kıran şey
Bir gün de;
- Dinimizin temeli
nefse karşı gelmek
kibrini kırmaktır
buyurdu.
- Nefsi
en ziyade kıran şey nedir? dediler.
- Birine bir şey sormaktır
buyurdu.
- Hikmeti ne acaba?
- Çünkü nefs sormayı sevmez. Her şeyi bilirim zanneder. “O da benim gibi bir adam. Benden iyi mi bilecek?”der ve sormaz. Kibri yüzünden sıkıntıya düşer.
bir günkü sohbetinde;
- Bütün kemâlât ve faziletler
“Allah dostları”nı sevmekte ve onlara uymaktadır
buyurdu.
- Allah dostları kimlerdir? dediler.
Buyurdu ki:
- Peygamberler
eshab-ı kiram
mezheb imamlarımız ve binlerce ehl-i sünnet âlimi
veliler
hepsi de Allah dostu zatlardır.
- Pekii sevmek nasıl olur hocam?
- Sevmek
“itaat etmek”tir. Söz dinlemektir yani. Bir kimse bu büyüklere itaat etmiyor
sözlerini dinlemiyorsa
onları sevmiyor demektir.
Îman
ışık gibidir
Bir gün de;
- Efendim
îman azalıp çoğalır mı?diye sordular.
- Îman ışık gibidir
buyurdu. Azalır ve çoğalır. Fakat azalıp çoğalan
îmanın kendisi değil
parlaklığıdır.
- Îman ne ile parlar ki hocam?
- İslamiyete uymakla. Mümin
farzları yapıp haramlardan kaçtığı nisbette îmanının parlaklığı artar. Günah işlediği ölçüde de azalır.
- Ne zaman yok olur hocam?
- Mazallah küfre düşerse îman gider. Küfre düşmek de her zaman çok kolaydır. Her sözde ve her işte
îmanını kaybetmek ihtimali çokdur.
- Nasıl yani?
- Mesela bir farzın yapılmasına veya bir haramdan sakınmaya ehemmiyet vermeyenin îmanı gider. Bu halde ölürse
ahirette Cehenneme girer ve orada sonsuz olarak yanar. Ama küfürden kurtulmak da çok kolaydır.
- Nasıl?
- Tövbe ederse
affolur. Onun için her gün muhakkak tövbe ve istiğfar etmelidir.
Başarı nedir?
Bir gün de;
- Başarı nedir?diye sordular bu zata.
- Başarı
ahirette faydası olacak şeylerdir
buyurdu.
Ve şöyle izah etti:
- Kendisini Cehennemde yanmaktan kurtaramayan bir kimse
“El mer’u mea men ehabbe” hadis-i şerifi ne manaya geliyor? diye sordular.
Buyurdu ki:
- Herkes bu dünyada kimi severse
ahirette de onunla beraber olacak demektir. Bu hadis-i şerif
Maide suresindeki
“Müşrikleri ve Yahudileri severseniz
onlardan olursunuz” mealindeki ayet-i kerimenin açıklamasıdır.
- Burada
“Müşrikler” kelimesiyle kimler kastediliyor hocam?
- Hıristiyanlar. Çünkü onlar
-hâşâ- “Allah üçtür” dedikleri için müşrik olmuşlardır.
Nimete nankörlük
Bir gün de;
- Efendim
bir nimetin elden çıkmasına sebep olan şey nedir?diye sordular.
- O nimetin kıymetini bilmemektir
buyurdu.
Ve ekledi:
- Kur’an-ı kerimde mealen
“Nimetlerimin kıymetini bilir
şükrederseniz onları artırırım. Kıymetini bilmez
nankörlük ederseniz
elinizden alır
şiddetli azab ederim” buyuruluyor.
- Şükretmek nasıl olur hocam?
- Şükretmek
günah işlememekle olur. Yani her nimeti Rabbimizin izin verdiği ve emrettiği yerde kullanmalıyız.
- Dil ile “Elhamdülillah” veya “Çok şükür” demek de şükür olur mu ki?
- Asıl şükür beden ile yapılandır.
- Bir misal verseniz hocam.
- Mesela “Göz” nimetine şükretmek için Allahü teâlânın bakmamıza izin verdiği yerlere bakılır
haram ettiği şeylere bakılmaz.
- Îman nimetine nasıl şükredilir?
- Bunun için Müslümanları sevmek ve bu nimeti
Allahü teâlânın diğer kullarına da ulaştırmak gerekir.
Niçin ölmek
istenmez?
Bir gün de;
- Efendim
insanlar neden ölmek istemezler?diye sordular bu zata.
Buyurdu ki:
- Çünkü o insanlar dünyalarını mâmur
ahiretlerini harab ettiler. İnsan
mamur yerden harap bir yere gitmek ister mi? Onun için ölmek istemiyorlar.
Harput’un büyük velilerinden “Hacı Tevfik Rıfkı Efendi”ye
bir gün bazı sevdikleri gelip;
- Efendim
müminin alameti nedir?diye sordular.
Cevabında;
- Güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır
buyurdu.
- Ya münafığınki hocam?
- Münafıklar
asık suratlı
çatık kaşlı ve somurtkan olurlar.
Îmanın şartı nedir?
Bir gün de;
- Îmanın şartı nelerdir? diye sordu bir genç.
- Îmanın bir tek şartı vardır
buyurdu.
Delikanlı şaşırdı.
- Îmanın şartı altı değil mi efendim?
- O altı şart inanılacak şeylerdir oğlum. Îmanın esas şartı birdir. O da
“Hubb-i fillah” ve “Buğd-i fillah”tır. Bu şart olmadıkça
o altı şeye inansa da îman etmiş olmaz.
Şöyle bitirdi:
- Bir mümini
mümin olduğu için sevmeyen
bir kâfiri de kâfir olduğu için seven kimsenin îmanı yoktur.
İşin temeli kalbdir
Bir gün de;
- Kardeşlerim
Cenab-ı Hak bizleri
her şeyden yüz çevirip
kendisine dönmemizi nasib eylesin
buyurdu. Biliniz ki
işin temeli kalbdir
gönüldür. Bu gönül
Allah’tan başkasına tutulmuş ise
yıkılmış demektir. Bir işe yaramaz.
Şöyle devam etti:
- Niyet güzel ve halis olmadıkça
yapılan hayır ve ibadetlerin hiç faydası olmaz. Her şey “Allah için” olmalıdır.
- Allah için olmalı ne demek? dediler.
Buyurdu ki:
- Yani ameller
O emrettiği için
O beğendiği için yapılmalıdır. İnsanlar beğensin diye yapılırsa on para etmez. Ahirette suratına çarpılır o insanın.
Sordular yine:
- Gerçek Müslüman nasıl olur hocam?
- Gerçek Müslüman
her ne iş yaparsa “Allah için” yapar. İnsanların beğenip beğenmediğini düşünmez. Onun işi
yalnız “Allah” iledir çünkü. Allahü teâlâ beğendi mi
bir gün sevdiklerine;
- Ramazân-ı şerifte açıktan oruç yiyenin îmânı gidebilir
buyurdu.
- Hikmeti nedir? dediler.
- Çünkü âşikâre oruç yemek
Allahü teâlânın emrini hafife almak
ehemmiyet vermemek alâmetidir
buyurdu. Allahın emrine ehemmiyet vermeyenin îmanı gider.
- Namaz da öyle midir efendim?
- Elbette. Namaza ehemmiyet vermeyenin de îmanı gider. Çünkü namaz kılmak da Allahın emridir. Kur’anı Kerimde; “Namaza ehemmiyet vermeyenlere lânet olsun” buyuruluyor.
Sordular:
- Ehemmiyet vermemek nasıl anlaşılır hocam?
- En bariz işareti
kılmamak ve kılmadığına üzülmemektir.
- Kılamadığı için üzülüyorsa hocam?
- Üzülürse
îmanı olduğu anlaşılır.
Şöyle bitirdi:
- Beş vakit farz namazı
buyurdu.
Sordular:
- Bizzat sohbetlerinde bulunmak şart mıdır hocam?
- Hayır. O zatların kitaplarını okumak da kalbleri temizler. Zira kitap okumak
sohbet gibi feyz verir. Her gün
bir iki sayfa olsun
mutlaka okumalıdır.
Sordular yine:
- Dualarımızın kabul olması için bize ne tavsiye edersiniz efendim?
- Haram yemeyin ve haram konuşmayın.
- Hikmeti ne efendim?
- Çünkü harâm giren ve haram çıkan ağızla yapılan duayı Allahü teâlâ kabul etmez. Ayrıca bir şey daha var.
- O nedir hocam?
- Bir de Allah dostlarını
fakat o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir.
Sordular:
- Yani çalışmadan dua edilmez mi efendim?
- Hayır. Bu
neye benzer biliyor musunuz?
- Neye benzer hocam?
- Namaz kılmadan
“Yâ Rabbî günahlarımı affet” demeye benzer ki
kabul olmaz tabii.
- Neden hocam?
- Çünkü namaz kılmayanın duası kabul olmaz kardeşlerim.
Bizim ilk mürşidimiz
Bir gün de gençten biri
bu zata gelerek anne babasından şikâyette bulundu. Büyük veli
ona şefkatle bakıp;
- Evladım
hazret-i Ali ne buyuruyor
biliyor musun? diye sordu.
Genç adam;
- Bilmiyorum
dedi. Ne buyuruyor?
- O Allahın arslanı
ilim şehrinin kapısı olan büyük sahabî; “Bana bir kelime öğretenin kölesi olurum”
buyuruyor.
Ve sordu kendisine:
- Annen baban sana hiçbir şey öğretmediler mi evladım?
- Öğrettiler tabii efendim.
- Hem de kaç bir kelime öğrettiler değil mi? Bizim ilk mürşidimiz annelerimiz ve babalarımızdır oğlum.
Şöyle devam etti:
- Ninni söylerken
annelerimiz “Allah”demeyi öğretmişti bize
öyle değil mi?
- Evet efendim.
- Biraz büyüyüp bazı şeyleri anlayacak yaşa geldiğimizde
“Peygamber Efendimiz”i anlatırdı babalarımız.
- Doğru hocam.
- Öyleyse onların kulu kölesi olmamız gerekmez mi oğlum?
Delikanlı mahcup olmuştu.
- Haklısınız efendim
dedi ve elini öpüp ayrıldı huzurundan.
Bir daha da üzmedi onları.
Abdülazîz Bekkine hazretleri Mehmed Zâhid Efendi vâsıtasıyla Tekirdağlı MustafaFeyzî Efendi ile tanıştı ve sohbetlerine devâm etti. Yirmi yedi yaşındayken 1922'de mânevî ilimlerde irşâd selâhiyeti mertebesine ulaştı. Râmûz el-Ehâdis kitabını okutma icâzeti aldı. Bütün hayatı boyuncaİslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle meşgûl oldu. pek çok talebe yetiştirdi. Sohbetleri tatlı bir hava içinde geçerdi. Konuşmaları kısa
mânâlı ve özlü idi. Bir gece
sohbetinde talebelerine dedi ki:
"Bir gün gelir danışacak hocalarınız da bulunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda arayacağınız vasıf nedir?"
Orada bulunanlar değişik şeyler söylediler. Fakat bu cevapları yeterli bulmayan Abdülazîz Bekkine şöyle söyledi:
"O kimsenin sabrını kontrol edersiniz. İnsanlarda riyânın karışamıyacağı
anlaşılabilir tek vasıf sabırdır. Sabır musîbet geldiği an (ilk anda) hiç şikâyet edilmeden sîneye çekebilme hâlidir. Şâyet o kimse ilk anda feverân eder de sonra sîneye çekerse
ona sabırlı değil tahammüllü insan denir."
Bir sohbetinde de şöyle dedi:
"Müminin dünyâya bakışı öyledir ki
dünyâdaki zevk ve sefâya bakar
arkasında Cehennem'i görür. Meşakkate
hizmete bakar
arkasında Cennet'i görür. Yâni müminin nazarı dünyâya takılmaz."
Abdülazîz Bekkine iki defâ hacca gitti. İkinci gidişinde hacdan döndükten sonra rahatsızlandı. Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamıyarak 57 yaşında 2 Kasım 1952 (H.1372) senesinde İstanbul'da vefât etti. Edirnekapı Sakızağacı kabristanında defnedildi.
Abdülazîz Bekkine zekî bir kimse idi. Hangi meslekten
tahsîl ve kademeden olursa olsun sohbetinde bulunan herkes
zekâ ve ilmine hayran kalırdı. Hoş sohbet olup
meclisinde bulunanlar ondan ayrılmak istemezlerdi. Sohbetleri umûmiyetle sualli-cevaplı geçerdi. Sohbetlerinde zaman da mevzubahs değildi. Umûmiyetle yatsı namazından sonra oturulur
bâzan sabaha kadar devâm edilirdi.
Buyurdular ki:
"Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri Allah'ın muhabbetidir."
"Seni Mevlâdan alıkoydu ise
dünyâ bir çöp de olsa dünyâdır."
"Peki
demesini öğrenmek lâzımdır."
"İslâmiyet baştanbaşa mes'ûliyet ve mükellefiyettir. Ondan kaçamayız."
bir gün mahalleden bir gencin evine gitmişti. Kitaplıkta dizilmiş dînî kitapları göstererek;
- Bunları okuyor musun evladım? diye sordu gence.
- Hayır efendim
buyurdu. Sana bir şey soracağım oğlum. Mesela hasta olan birisi doktora gidip ilaçlarını alsa
- Evet efendim.
- O ilaçları getirip ilaç dolabının raflarına güzelce dizse.
- Evet.
- Onları kullanmadığı müddetçe o ilaçların ona bir faydası olur mu?
Delikanlı düşünmeden cevap verdi:
- Olmaz tabii efendim.
- Pekii
bir kimse de dînî kitapları alıp kitaplığın raflarına dizse. Onları okumadığı müddetçe o kitaplardan istifade edebilir mi?
Genç büktü boynunu.
- Edemez tabii hocam.
- Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?
- Evet efendim
çok iyi anladım. Bu günden itibaren okuyacağım inşallah.
Çok yaşamak istiyorum
Bir gün de bir kimse bu zata gelip;
- Efendim
ben uzun yaşamak istiyorum
acaba ne yapmalıyım? diye sorduğunda;
- Öyleyse ölümü unutma
buyurdu.
O kimse şaşırmıştı.
- Efendim ben ölmeyi değil
çok yaşamayı istiyorum.
- İyi ya
çok yaşamak istiyorsan
ölümü hatırından çıkarma.
- Anlamadım
neden böyle söylüyorsunuz hocam?
- Ölümü hatırlamak
ömrü uzatır da onun için kardeşim.
- Öyle mii
ölümü hatırlamak ömrü mü uzatır?
- Evet öyledir.
- Pekii
ya ölümü unutmak?
- Ölümü unutanın ömrü kısa olur. Böyleleri üç şeye hasret giderler. Topladığına doymaz
umduğuna kavuşamaz
ahiret yolculuğu için yeterli hazırlık yapamazlar.
Nişabur’da yaşayan velilerden “Hamdun-u Kassar” hazretlerine
bir gün bir tanıdığı gelip de;
- Efendim
bütün sıkıntılar beni buluyor
çok bunaldım
diye dert yanınca;
- Hâlinden şikâyet etme
buyurdu. Şükredici ol!
- Nasıl şükredeyim efendim. Sıkıntıların biri bitip öteki başlıyor. Artık dayanamıyorum.
- Olsun kardeşim. Beterin beteri vardır. Sen buna şükret yine.
Böyle deyince utandı
mahcup oldu ve başını öne eğip sessizce mırıldandı:
- Galiba haklısınız hocam. Tövbe ediyorum. Yine de şükürler olsun bu halimize.
Sonra kaldırdı başını.
- Bir şey sorabilir miyim efendim?
- Tabii kardeşim
sor.
- Herkese iyilik yapmak zorunda mıyız?
- Hayır. Kimseye iyilik yapmaya mecbur değiliz. Ama hiç kimseye de kötülük yapmaya hakkımız yoktur.
Acele şeytandandır
Bir gün de sevdiği bir gence;
- Sana bir nasihatte bulunayım mı evladım? diye sordu.
Delikanlı memnun olmuştu.
- Tabii hocam
çok sevinirim.
Buyurdu ki:
- Hiçbir işinde acele etme evladım
teenni ile hareket et. Teenni Rahmandan
acele şeytandır.
- Acele şeytandan mıdır?
- Evet. Hadis-i şerifte; “Teenni eden isabet eder
acele eden hata eder” buyuruldu.
- Teennî nedir efendim?
- Teennî
acele etmemektir.
Akıllı insan
kimdir?
Bir gün de;
- Akıllı insan kimdir? diye sordular bu zata.
- Akıllı insan
nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir
buyurdu.
- Nelerin kıymetini bilmeliyiz? dediler.
- İhtiyarlıktan önce gençliğin
Nişabur’da yaşayan velilerden “Hamdun-u Kassar” hazretleri
nasihat isteyen bir gence;
- Evladım
cömertlikte akarsu gibi
şefkatte güneş gibi ol
buyurdu.
Delikanlının hoşuna gitti bu nasihat.
- Başka efendim?
- Kusurları örtmekte gece gibi
öfkede ölü gibi
tevazuda toprak gibi
müsamahada deniz gibi ol evladım.
Arkadaş
insanın aynası
Bir gün de komşu bir genç bu zata gelerek;
- İnsanın aynası nedir? diye sordu.
Cevabında;
- Arkadaşıdır
buyurdu.
- Ahmaklık nedir?
- Hatada ısrar etmektir.
- Akıllı insan kimdir?
- Allah’tan korkandır.
- Arkadaşın en iyisi?
- Ona Allah’ı hatırlatandır.
- Asıl zenginlik?
- Gönül zenginliğidir.
Güzel ahlâk nedir?
Bir gün de;
- Güzel ahlâk nedir?diye sordu bir talebesi.
- Güzel ahlâk
güler yüzlü ve cömert olmak ve kimseyi üzmemektir
buyurdu. İnsanlara ferahlık ver evladım
sevindir onları. İçi aydınlık olan
dışına ışık verir.
Delikanlı sordu yine:
- Vaktimi ne ile değerlendireyim efendim?
- Önce dînini mükemmel öğren evladım. Bunun için ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından mutlaka her gün oku. Arkadaşlarına ver
onlar da okusunlar. Böyle yaparsan
vaktini en güzel şekilde değerlendirmiş olursun.
Melekler kâtip olsa...
Bir gün de
bazı sevdiklerine;
- Kardeşlerim
namazlarınızı mutlaka cemaatle kılın
buyurdu.
- Neden? dediler.
- Çünkü sevabı çoktur.
-Nasıl çok mesela?
Buyurdu ki:
- Mesela cemaate ilk rekatte yetişmenin sevabını yazmak için bütün ağaçlar kalem
Hindistan âlim ve velilerinden “Hamidüddin Nagurî” hazretleri bir günkü sohbetinde;
- Kardeşlerim
çok kitap okumakla doğruyu bulmak mümkün değildir
buyurdu.
Ordakiler anlayamadılar.
- Doğru
başka nasıl bulunur ki efendim?
- Doğru kitabı çok okumakla.
- Nasıl yani hocam?
- Yani rastgele yüz kitap okuyacağınıza
bir doğru kitabı yüz defa okuyun.
- Pekii
doğru kitap hangisidir ki efendim?
- Ehl-i sünnet âlimlerinin Allah için yazdığı kitaplardır. O kitapları okuyan
hem dînini doğru öğrenir
hem de kalbi temizlenir.
İlle edeb
ille edeb
Bir gün de sevdikleriyle sohbet ederken;
- Kardeşlerim
bizim yolumuzun başı da
ortası da
sonu da “Edeb”dir
buyurdu. Çünkü edebe riayet etmeyen kimse
Allah’ın dostu olamaz. İlle edeb
ille edeb...
- Peki edeb nedir? dediler.
- Edeb
haddini bilmektir
buyurdu.
Ey insanlar
uyanın!
Bir gün de
şunu anlattı sevdiklerine:
Evliyadan birini vefatından sonra sevdikleri rüyada görüp;
- Dünyaya geri dönmek ister misiniz? diye sormuşlar.
O zat cevabında;
- Dünyanın tam***** bana verseler
yine istemem. Ama tek şey için geri dönerim
buyurmuş.
Sormuşlar:
- O nedir ki?
- Geri döndüğümde
ayağıma demirden bir ayakkabı giyer
elime bastonumu alır bütün dünyayı kapı kapı dolaşırım
buyurmuş.
- Niçin? demişler.
Buyurmuş ki:
- Kapıya çıkanlara; “Ey insanlar uyanın!” der ve onlara ölüm acısının şiddetini
İstanbul’da yetişen velilerden “Hasan Adlî Efendi”
bir günkü sohbetinde;
- Edeb ve tevazu
müminin zinetidir
buyurdu. Kim Allah için tevazu ederse
Allahü teâlâ onu yükseltir.
- Ya kibrederse? dediler.
- Kibrederse yanar. Çünkü Allahü teâlâ her günahı affeder. Ama kibirliyi asla.
- Efendim
kalbinde zerre kadar kibir olan kişi
Cennete giremez deniyor. Bu
doğru mu?
- Elbette. Şeytan
kibri sebebiyle kovuldu Cennetten. “Ben Âdem’den hayırlıyım” dedi ve secde etmedi. Karşı geldi Allah’a. Halbuki tevazu
Peygamber Efendimizin huyudur. Mekke’yi fethettiği gün bile şehre girerken
devesinin üstünde
muzaffer bir komutan edasına bürünmedi.
- O gün de mi tevazu buyurdular?
- Evet. Cenab-ı Hakka karşı edeb ve hayâsından büktü boynunu. Mübarek başı önüne eğik olarak
büyük bir tevazu içinde girdi şehre.
En mühim mesele
Bir gün de;
- Efendim
bizim için en büyük mesele nedir?diye sordular bu zata.
- Bu dünyadan îman ile ayrılıp gitmektir
dünya sıkıntılarından kurtulmanın ilacı nedir?diye sordular.
- Ölümü düşünmektir
buyurdu.
- Kalbten dünya sevgisini çıkartmanın yolu nedir?
- Allah dostlarının hayatlarını okumaktır. O büyüklerin menkıbelerini okumak
ihlasını artırır kişinin.
- Kalbten dünya sevgisi çıkınca ne olur efendim?
- Yerine Allah sevgisi dolar.
- Başarılı olmanın sırrı nedir?
- Herkese karşı güler yüzlü
tatlı dilli olmaktır. Ayrıca güler yüz
müminin simgesidir.
- Ya münafıklığın simgesi?
- O da
çatık kaşlı
somurtkan ve asık suratlı olmaktır.
Hiç belli olmaz
Bir gün de;
- Efendim
Allahü teâlânın rızası hangi ameldedir? diye sordular.
- Belli olmaz
buyurdu.
- Belli olmaz mı
nasıl yani?
- Cenab-ı Hakkın rızası ameller içinde gizlidir kardeşlerim. Bir ufak iyilik yaparsınız
Allahü teâlânın hoşuna gider
rızasına kavuşursunuz.
- Allahın gadabı da böyle midir?
- Evet. O da günahlar içine gizlidir. Ufak diyerek bir günah işlersiniz. Halbuki o günah Rabbimizin gadabına sebep olabilir.
- Çare nedir peki?
- Çare
büyük küçük demeden her iyiliği yapmak
ufak büyük demeden her günahtan kaçınmaktır.
İlmihal okuyun!
Bir gün de;
- Her gün bir miktar “ilmihal kitabı” okumayı alışkanlık haline getirin
buyurdu.
Hikmetini sordular.
- Bunun iki faydası var
buyurdu. Birincisi
buna her gün devam eden
öldüğünde “şehid” olarak ölür.
- İkincisi ne efendim?
- İkincisi
öldüğünde bu okuma âdeti kabrinde de devam eder. Yattığı yerde her gün ilmi artar ve kıyamette “âlim”olarak kalkar mezarından.