Rehberlik : Zeka türleri

20
EXE RANK

OttoMaNs* ;яeiz

Fexe Kullanıcısı
Puanları 0
Çözümler 0
Katılım
20 Şub 2011
Mesajlar
32,869
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Web sitesi
www.netbilgini.com
OttoMaNs* ;яeiz
ZEKA GELİŞİMİ


ZEKA NEDİR?


Zeka insan beyninin karmaşık bir yeteneğidir. Zihin algılama,bellek düşünme, uslamlama, öğrenme gibi bir çok işlev içerir. Şöyle bir tanımlama yapılabilir: Zeka, zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanma, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneğidir. Buna göre zeki insan, öğrendiğini değerlendiren, yeni durumlara yeni çözümler getirebilen kişidir. Bu ise nesneler ,sayılar düşünceler ve olaylar arasında bağlantı kurabilmeyi, oradan da yeni bir sonuca gitmeyi gerektirir. Görüldüğü gibi zeka, zihnin neredeyse bütün işlevlerini kapsayan genel bir güçtür. Ancak duygusal yaşamımız ve iradeye bağlı eylemlerimiz bunun dışında kalır.
Öğrenme ile zeka arsında yakın ilişki vardır. En zeki kişi en çabuk öğrenen ve en çok öğrenebilen kişidir. Ne var ki bu iki yetenek arasında salt koşutlukta yoktur. Hayvanlarda öğrenebilir. Ancak öğrenmeleri sınırlı olduğu gibi, öğrendiklerini yeni duruma uygulamaları da yok denecek kadar azdır.
Zekanın kaps***** pek çok yetenek girdiğine göre,aynı zeka düzeyindeki kişiler arasında ki yeteneklerin değişik olması doğaldır. Gerçekten kimi insan somut zekalıdır. Yapım, onarım, aygıt gibi alanlarda beceri gösterir. Kimi insan zekası soyut konularda daha işlektir. Sayılar, kavramlar, denklemler, imgelerle düşünmede ustalaşmıştır. Kimi insanda toplumsal ilişkilerde etkinlik gösterir.
Ticaret, yönetim ve siyasal alanlarda başarı gösterir. Zekayı oluşturan değişik yetenekler birbirinden bağımsız değildir. Örneğin matematikte çok başarı gösteren bir kimsenin öteki alanlarda da ortanın üstünde başarı göstermesi beklenir. Müzik ve resimde üstün başarıya ulaşan kişilerde de ortalamanın üstünde zeki insanlardır. Bunun tersi doğrudur. Genellikle geri zekalı bir insanda her alanda gerilik görülür.
 
ZEKAYI BELİRLEYEN ETKENLER

Temelde zeka doğa vergisi bir yetenektir. Doğuştan gelir ve büyük ölçüde kalıtımın etkisiyle belirlenir. Zeka yeteneği, genellikle benimsenen görüşe göre, ana ve babadan gelen çok değişik etkenlerin rastlantısal birleşiminden oluşur. Bunu bir benzetmeyle açıklayabiliriz. Kırmızı ve mavi boncuk dolu bir torba düşünelim. Bu torbadan bir avuç dolusu boncuk alırsak, ya kırmızı ya da mavi boncuk sayısı fazla çıkar. Mavi boncuklar zekayı geliştiren, kırmızıyı ise zekayı köstekleyecek etkenler olarak düşünürsek, sonuçta zeka düzeyi mavi boncukların çoğunluğuna bağlı olacaktır. Gerçekten ana babanın döl gözelerinde, gen adı verilen ve kalıtımı belirleyen özellikler, buna benzer rastlantısal bir yolla çocuğa geçerler.

Bununla birlikte zekayı belirleyen tek etken kalıtım değildir. Çocuğun döl yatağında uygun beslenmesi, oksijen alımının yolunda gitmesi gerekir. Örneğin güç bir doğum sırasında çocuğun soluğu uzun süre kesilirse beyin gözeleri ölür ve sonuçta zekası etkilenir. Bunu gibi beyin dokusunu doğumdan sonra örseleyen yaralamalar ve beyin yangıları da zeka gizil gücünü düşürebilir.







Zeka gelişiminde üçüncü önemli etken, varolan bu cevheri işleme olanağı bulmasıdır. İlk yaşlarda uygun beslenme, ana babanın uyarması , ilgisi zekayı geliştire bileceği gibi, bunu terside olabilir. İlgi ve uyarılmanın Yetersiz olduğu bir evde zeka kolay gelişemez. Bu bakımdan ilk yıllarda, eksik uyarılma ve ilgi yokluğu, sonraki çabalarla tümden yok edilemez. Örneğin yoksul eğitimsiz bir aileden gelen çocuk, sağlam doğsa da zeka gelişmesi yavaş gider.
Okul çağına geldiğinde, ya öğrenime hazır değildir ya da yaşıtlarından geri kalmıştır. Böyle öğrenim yarışına çok geriden başlamış bir çocuk, açığını kolay kapatamaz. Genellikle bu açık giderek büyür. Çünkü ilk başarısızlıklar, öğrenme istek ve başarısını söndürür.

Normal zeka gücüyle doğmuş iki çocuk alalım. Bunlardan biri uygun bir ortamda eğitilmiş olsun. Bu çocuk zeka gücünü son sınırına kadar geliştirebilir. Çok yetersiz bir eğitim ortamında çocuk ise,varolan yeteneğini de işlemeyecek, künt ya da donuk zeka düzeyinden yukarı çıkamayacaktır.
Zekanın gelişmesi ilk yıllarda hızlı, daha sonraki yıllarda yavaştır. Genellikle 15 yaşından 20 yaşına kadar zekanın yavaş geliştiği,sonra durakladığı kabul edilir. “Bu yaştan sonra kişinin zekası gelişmez mi?”sorusu sorulabilir. Bu yaştan sonra gelişen bilgisi, becerisi ve deneyleridir. Kişinin teme zeka gücü kalmakta yaşlanmayla düşüş bile göstermektedir. ZEKA GELİŞİM BASAMAKLARI Çocuklarda kavramların, uslamlamanın, yargıların kısacası tüm zihinsel yeteneklerin gelişmesinin bilimsel incelenmesini, büyük ölçüde Piaget adındaki İsviçreli ruh bilimcinin gözlem ve araştırmalarına borçluyuz. Piaget iki yaşından önce kavramların belirmediğini, gerçek anlamda uslamlama ve zeka yeteneğinin gelişmediğini söyler. Doğumdan iki yaşına kadar uzayan bu döneme duyusal-devinim dönemi adını verir. Bu dönemde, çocuk duyularını kullanmaya, uyaranlara uygun tepkiler vermeye ve devinimleri yenilenmeye çalışır.

Böylece birtakım davranış kalıpları geliştirir. Duyu organlarının, elinin kolunun amaca uygun kullanılışı onun için önemli başarıdır. Çocuk belli devinimleri yenileyerek içine sindirir, özümser. Bir süre sonra, bebek tek tek devinimler arasında uyum sağlamaya çalışır. Örneğin 2-4 aylar arsında ellerini izlemeye başlar, ama bir nesneye uzanamaz. Ancak elleri kendi görüş alanı içindeyse uzanabilir. Bir süre sonra, gördüğünü kavrayıp ağzına ***ürmeye ve emmeye başlar. Böylece, görmek kavramak, ağzına ***ürüp emmek gibi karmaşık bir işi başarır. Ancak 5 aydan önce görüş alanından çıkan bir nesneyi aramaz.

Örneğin, renkli bir çıngırak, gözü önünde yastığının altına konulsa gözünü dikip oraya bakmaz. Görüş alanından çıkan nesne onu için yoktur. Uzakta tutulan parlak bir oyuncağa, erişebileceği yerdeymiş gibi uzanmak ister. Eline ters verilen bir süt şişesini, çevirip emmeyi düşünemezler. 8. Aydan sonra gözden uzaklaşan, örneğin yastık altına konan bir emziği arar bulur. Ancak emzik oradan alınır başka bir yere konulursa emziği yine yastık altında arar.

Nesnelerin kendi başına birer varlık oluşu zihninde süreklilik kazanmamıştır. Çocuk birinci yaştan sonra yine denemelere girişebilecek duruma gelir. Örneğin bir değnek yardımıyla oyuncağı kendine çekmeye çalışır. Bir oyuncağı ilk saklandığı yerde değil, son saklandığı yerde arayıp bulabilir. İki yaşın sonundan başlayarak, çocukta kavramlar gelişmeye başlar. Piaget, 2-7 yaş arasındaki döneme “işlem öncesi dön.” Adını verir. Bu dönemi de iki devreye ayırarak inceliyor. 2-4 yaşlar arsına “kavram öncesi evre “adını veriyor.


Bu evrede çocuk nesneleri başka şeylerin simgesi gibi kullanmaya başlar. Örneğin bir değneğe binip at gibi dolaşabilir. Elindeki bebekle canlıymış gibi oynar ve konuşur. Dil hızla gelişir. Simgeler ve uslamlama başlar. Kavram gelişmesi basamak basamak yürür. Çocuğun sayı, zaman, büyüklük, renk, ağırlık kavramları çok ilkeldir.

Çocuğun daha görünüşe aldandığı 4-7 yaşlar arasındaki ikinci evreye Piaget “sezgi evresi” diyor. Örneğin iki eşit bardağa su doldurulursa sonra bu bardaklardan biri daha uzun ve ince bir bardağa boşaltılsa ve çocuğa hangisinde daha çok su olduğu sorulsa ince uzun bardağı gösterir. Başka bir örnek bir hamurdan iki eşit top yapılsa, sonra bunlardan birisi çocuğun gözü önünde yoğrulup ince uzun kalem şekline sokulsa ve çocuğa hangisinin daha büyük ve ağır olduğu sorulsa uzun olanı gösterir. 5 yaşından sonra ise iki ayrı biçime giren hamurun eşit olduğunu söyleyebilir.

Çocuğun sayıları öğrenmesi de başlangıçta ezber yoluyla olur. Örneğin parmaklarını sayması istenilen çocuk baş parmaktan başlamışsa bu istek yinelenince ancak baş parmaktan başlayarak sayabilir. Serçe parmağından başlaması istenirse “bu bir değil “diyerek baş parmağının “bir” olduğunu söyler. Başka bir deyimle sayı kavramı daha yerine oturmamış. Nesneden ayrı soyut bir nitelik kazanmamıştır.

Somut işlemler dönemi adı verilen 7-11 yaşları arasında sayı, uzay, zaman, ağırlık, boyut, hacim kavramları iyice yerleşmeye başlar. Ancak soyut düşünme yetisi daha çok ilkeldir. Özgürlük, onur, ulus, ölüm gibi kavramlar çok iğretici bir biçimde kazanılmıştır. Çoğu kez okulda ezberletildiği gibi, tam anlamadan kullanılır.

Bu çağ çocukları bu nedenle deyimleri anlamakta güçlük çeker. Benzetmeleri somut anlamlarıyla benimserler. Örneğin “büyük adam sözünü” iri uzun boylu adam diye anlarlar. “Ağır başlı” sözünü duyunca insanın başının ağır çektiğini sanırlar. Soyut düşünmenin yetersiz kalışı en açık biçimde, ata sözlerini anlamaktaki güçlükten belli olur. Örneğin “damlaya damlaya göl olur” “balık baştan kokar” atasözlerinin gizli anlamını kavrayamazlar.

Bunu gibi soyut düşünme ve çift anlamları sezme yeteneği gerektiren fıkraları anlamazlar. Piaget’e gerçek soyut kavramların yerleşmesi ve özümsemesi 11 yaşından sonra olur. Bu yaştan sonra başlayan bu döneme Piaget “biçimsel izlemeler dönemi adını veriyor.
 
OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARIN OYUNLARI VE ZEKAYLA İLİŞKİLERİ


Okul öncesi dönemde oyunlar daima üzerinde durulan bir konu olmuştur. Oyun çocukların topluma uymalarını kolaylaştıran bir etkinlik olarak düşünülmüştür. Freud’a göre oyun, ruhsal mekanizmanın normal çalışma mekanizmalarından biridir. Gerçek görevi zevk vermek olmasına rağmen; Freud’a göre oyun, yoğun bir izlenimin yeniden yaşanmasıdır. Çocuk onu kendi ölçülerine göre sahneleyerek ondan korunmuş olur. Melaine Klein, küçük çocukların analizinde oyunu, tedaviye yönelik bir psikanaliz aracı olarak kullanır. Ona göre oyun,gerçekleştirilen bir yerleştirmedir. Klein özellikle şizofrenik çocuklar üzerinde durur. Ona göre bu çocuklar, gerçekten oyun oynamazlar, yalnız tek düze eylemleri tekrarlayabilirler.





Piage’ye göre oyun, ilk algısal gelişimde önemli bir rol oynar. Piaget oyunu özümleme yoluyla gerçekleşen bir çeşit uyum alarak tanımlar. Piaget zeka uyumu adını verdiği olgu ile oyun arasında da bir ayrım yapmıştır. Çocuğun kendi çabalarıyla yeni bir tepki kazanmasında bir zeka uyumu söz konusudur. Öğrendiği bir süreci değişik şart ve biçimlerde tekrarlayan çocuk eylemini bir oyuna dönüştürmüş olur. Çocuk nesneleri genelleştirir, onların somut yapılarına bağlı kalmaksızın ve nesnel durumu dikkate almaksızın hayallere baş vurur. Sembollerle çocuk bir oyun kurabilmektedir. Piaget’e göre her sembolik oyun hem takliti, hem de hayal kurmayı kapsar.

Piaget oyunları zihin yapıları açısından üç aşamaya ayırmaktadır:
1. Duyu hareket döneminde oyunlar
2. Temsil ya da kendini kandırmayı kapsayan sembolik oyunlar
3. Kurallara uygun oynanan oyunlar Piaget, töresel davranışın temelini incelemek amacıyla Çocukların oyunlardaki davranışlarını incelemiştir. Karl Grass, oyunun hayat ilmine hazırlık olduğunu belirtir. Oyun çocuğun bedensel duygusal, sosyal, düşünsel ve ahlaki gelişimine yardım eder. Çocuğun zekasını geliştirir. Karşılaştığı problemleri çözmesine yardım eder. Karar verme ve yaratıcılık yetilerini geliştirir. Duygusal boşalmayı sağlar. İyi alışkanlıklar ve yasal kurallar öğretir.


Bu araştırmada, okul öncesi çocuklar hangi tip oyun oynamaktadırlar? Cinsiyetlerine göre hangi oyunu oynarlar? Çocukların zeka ölçekleri sonunda elde ettikleri zeka düzeylerine göre seçtikleri oyunlar nelerdir? Çocukların oyunlarıyla zeka düzeyleri arasında bir ilişki var mıdır? Çocukların cinsiyetlerine göre seçtikleri oyunlarla zeka ilişkisi var mıdır? Sorularına cevap aranmıştır. Bu araştırmada, gözlemler yoluyla çocukların gerçek oyun ilgileri saptanabilir.

Zeka ölçekleri ile çocuğun zeka düzeyi ölçülebilir. Sayıltısından hareket edilmiştir. Araştırmada elde edilen veriler anaokulu öğretmenleri tarafından yapılan gözlemler yoluyla elde edilmiştir. Çocukların zeka düzeyleri M.E.B Ankara Rehberlik Ve Araştırma Merkezince saptanmıştır. Oyunlar üç grupta toplanmıştır. Sosyal oyunlar, fiziksel yetiye dayalı oyunlar ve diğer oyunlar. Bu araştırmada 3-5 yaş arasındaki çocukların en çok oynadıkları oyunlar saptanmış, zeka ile ilişkileri bulunmuştur. Ancak çocuklar topluca ele alındığında bazı sonuçlara varmak güç olmuştur.

Zeka yaşı arttıkça sosyal oyunlara ilgi artmakta fiziksel yetiye dayalı oyunlara ilgi azalmaktadır. Diğer oyunlara ilgi yok denecek kadar az bulunmuştur. Cinsiyetlere göre oyunların zeka ile ilişkisini saptamada, farklılıklar elde edilmiştir. Sonuç olarak kızların zeka yaşı arttıkça sallanma, top oynama, su, kum oyunlarına ilgi artmaktadır. Erkek çocukların yuvarlanma, tekmeleme, oyuncakları çekme, sürükleme ve koşmaca oyunlarına ilgileri azalmaktadır.
 
ÖNERİLER

3-5 yaş çocuklarının sosyal oyun ilgileri fazladır. Oyun saatini düzenlerken sosyal oyunlara ağırlık verilmesi bu yaş çocuklarının gelişimlerinin gereğidir. Ayrıca bu oyunların zeka ile ilişkisini saptamada çocukların bu oyunlarda aldıkları rollerin araştırılmasına gereksinme duyulmaktadır.  Elde edilen verilere göre, 3-5 yaş arasındaki çocukların en çok oynadıkları oyunlar sırayla koşmaca, yakalama, grupça oynana oyunlar, kaydırma, taşıma, oyuncakları çekme, sürükleme, top oynama, eşli oyunlar, halkada oyun, taklit oyunlar, müzikli oyunlar, atlama, sıçrama, su ve kum oyunu, tahtaravalli, tırmık çekme sürükleme, atma, fırlatma, kayma, sallanma vb oyunlardır.

Okul öncesi kurumlarında 3-5 yaş grubundaki çocukların bu oyunları kolayca ve her fırsatta oynamalarına olanak tanınmalıdır.
Elde edilen verilere göre 3-5 yaş arasındaki çocukların zeka yaşları yükseldikçe bulmaca tipindeki oyunlara ilgi azalmaktadır. Bu ilgi azlığı çocuklara bu oyunlara ilgilerinin azaldığından mı, yoksa hemen çözüme geçip bu oyunlarda kendini tatmin ettiğinden aynı oyunları oynamaktan sıkıldığı, ya da artık o zeka yaşına ulaşan çocuğa basit geldiğinden midir?

Elde edilen verilere göre kızların, zeka düzeyleri yükseldikçe fiziksel yetiye dayalı oyunlarda artma olduğu bulunmuştur. Motor ve zihin gelişimlerinin gereği çocuklar belli bir işte ustalaşırken, bu işi amaç edinerek bütün dikkatlerini bu noktada topladıkları bir kez daha görülmüştür. Buna anaokulu ve okul öncesi eğitim programlarında bu konunun dikkate alınarak motor ve zihin gelişimlerini içeren fiziksel yetiye dayalı oyunlardan, top oynama, denge oyunları, atlama, sıçrama, merdiven tırmanma, yakalama gibi oyunlara yer verilmesi çocukların sağlıklı gelişmesi açısından yararlı olacağı düşünülebilir.

Erkek çocuklarında zeka yaşı arttıkça yedi oyun dışında yirmi oyunda ilgi azalmaktadır. Diğer yedi oyunda manidarlık düzeyine yakın değildir. O halde 3-5 yaşındaki erkek çocuklarının zeka yaşı arttıkça hangi oyunlara ya da hangi etkinliğe katıldıkları araştırılması gereken bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.
 
ZEKA İLE OKUL BAŞARISI ARASINDAKİ İLİŞKİ



Okuldaki çalışma daha çok dile dayanmaktadır. Yemek pişirme, iş bilgisi gibi derslerde bile çocuğun doğru kelimeleri ve bunların doğru okunup doğru yazılmasını bilmesi istenir. Bu yüzdende bir çocuğun okul başarısı ile dil zekası arasında sıkı bir bağıntı olduğunu öne sürebiliriz.

Aslında okul başarısı ile zeka testi puanları arasındaki korelasyon yüksek değildir. Genellikle 0.40 ile 0.60 arasında değişir. Bazı dersler için bu kat sayı yüksek, Bazı dersler için daha düşüktür. Zeka kat sayısı ile bilim dersleri arasındaki korelasyon yüksek, bu kat sayıyla edebiyat arasındaki bağıntı düşüktür.


Ayrıca IQ ile standart akademik başarı testlerinin sonuçları arasındaki bağıntı yüksek bir korelasyon katsayı verirken, IQ ile öğretmenlerden alınan notlar arasındaki bağıntının zayıf olduğu da görülmektedir. Öğretmenlerin verdiği not, kolayca anlaşılacağı üzere, bazı kişisel etmenlerin sonucu olabilir. Dışardan birini uyguladığı akademik başarı testindeki nesnelliği öğretmende aramak gerekir. Öğretmenler verdikleri notu değiştirebilirlerde. Okul başarısı ile IQ arsındaki tutarlılık niçin beklenildiği gibi yüksek olmuyor? Bu soruya karşılık verirken, ilk belirtilmesi gereken nokta, her iki başarının ölçülmesinde de, yanılabileceği baştan kabul edilen, kul yapısı ölçü araçlarının kullanılmakta olmasıdır.

Aynı zeka testinin iki ayrı biçimiyle ölçülse bile, aynı çocuğun zeka puanları arasında bir fark ortaya çıkabiliyor. Sonra, zeka testleri, bir kişinin ne yapabileceğini ortaya koyar. Yoksa onun günlük hayatında ne yaptığını değil; üstelik, ortaya çıkan sonuç belli bir testin uygulandığı ortamda ortaya çıkmıştır. Testler, bir çocuğun okuldaki başarısına yönelttiği çaba, sabır, dürtü ve istekleri ölçmezler. Çocuğun kendine güvenini, kendi yeterliliği konusundaki düşüncelerini ve tutumunun da ölçmezler. Oysa, daha önce belirttiğimiz gibi, bunlar okul başarısını büyük ölçüde etkileyen şeylerdir.

Başarı testlerinden, kişinin yalnız yeteneklerini değil, bu yeteneklerini ne yönde ve ne dereceye kadar geliştirmiş olduğunu da ölçmeleri beklenir. Fakat, tıpkı zeka testleri gibi bunlarda, pek çok şeyin kişisel pek çok yeteneğin gözden kaçmasını önleyemiyorlar. Başarı testlerinin sonuçları ile zeka testlerinin sonuçları arasındaki farklılığı doğuran etmenlerden biride, birincinin ölçmeye çalıştığı zihin işlemlerinin, ikincide ölçülen yeteneklerin tamamen kullanılmasının bir sonucu olmayışıdır.

Başka bir deyimle, ölçülen iki bileşim arasında, bire bir çakışma yoktur. Örneğin dil öğrenirken kişi, tamamen anlamadan ezberleme yoluyla bir hayli ilerleyebilir. Dil kullanımında zeka öğesini ölçmeye yönelmiş bir test, büyük bir olasılıkla, dilbilgisinden yani mantıktan çok, belleğin içindeki dil yığınına ağırlık verecektir. Tıpkı bunun gibi aritmetik öğreniminde de bellek ve ezbercilik bir süre işe yarayabilir, ancak eninde sonunda, aritmetikteki başarının, miktar ve sayı kavramlarını iyice kavramış olmaya bağlı olduğu anlaşılacaktır.

Çeşitli isimleri kapsayan, fakat sayısal işlemlere ağırlık vermeyen bir zeka testinden yararlanarak, çocuğun “ileri aritmetikteki” yeteneğini önceden kestirmek büsbütün imkansızdır. Geometride, çalışkan bir öğrenci kitabın başındaki kolay problemleri ezberleyerek öğrenebilir, fakat eninde sonunda eğer bu bilgi dalını temel tanım ve teoremlerini anlayarak öğrenmediyse güçlüklerle karşılaşacaktır. Bundan dolayıdır ki geometriye, uzaysal ilişkilerin kavranmasına yeteneğin bulunup bulunmadığını ölçmeye çalışan bir testin içinde bu konuyla ilgili sorunların ağırlık kazanması gereklidir. Bu verilen örnekler, zeka testlerinin, başarı testlerini taklit etmesi gerekir, gibi bir anlama çekilmemelidir. Böyle bir yorum, işi biraz abartmak olur. İdeal olarak, bir zeka testi öğrencinin okulda öğrendiklerini değil, temel zihin süreçlerini ölçmeye çalışmalıdır.

Zeka ile okul başarısı arasındaki ilişkiyi daha açık bir biçimde kavramak için,belli derslerin hangi psikolojik temellere dayanması gerektiği konusunda bir aydınlığa varmak ve o dersleri bu yeni aydınlığın ışığında yeniden düzenlemek gerekmektedir. Bu alanda örneğin Piage’nin görüşleri gibi bir temelden hareket etmek gayet verimli sonuçlar alınmasına olanak hazırlayabilir.
Piaget, çocukların düşünmesindeki gelişimi belli düzeylere ya da dönemlere ayırmıştır. Örneğin bir çocuk sayı fikrini gereği gibi kavramadan, yüze kadar saymayı öğrenebilir. Gene
Piaget’in düşüncesine göre, çocuğun belli bir dönemdeki özümleme uygunluk sağlama süreçleri, bundan sonra gelen dönem ya da aşamanın temel taşlarını oluşturur. Genel bir değerlendirme yapacak olursak, son zamanlara gelinceye kadar, eğitim sistemimizin, düşünce süreçlerinin çözümlenmesinden çok, bilimsel geleneklere bağlı kaldığını ve konuları, başlangıç düzeyi ve ileri bilgiler düzeyi olmak üzere ikiye ayırdığını söyleyebiliriz.

Öğrenmenin yolunda gitmesi, dolayısıyla okul başarısı bir çok uygun koşulun bir arada bulunmasına bağlıdır. Her şeyden önce, çocukta zeka gelişmesi çocuğun yaşına uygunluk göstermelidir. Genel zeka dağılımında ortalamanın altına düşmemesi gereklidir. Okulda olduğu gibi toplum yaşamında da başarı büyük ölçüde zeka ile orantılıdır. Ancak zeka başarıyı belirleyen tek etken değildir. Bunun yanında başka koşullarda aranır. Örneğin çocuğun duyu organlarında bir bozukluk olmamalıdır. Görme bozuklukları ve ağır işitme öğrenmeyi önemli ölçüde etkiler.

Çocuğun zeka yeteneğine dokunmayan, ancak algılamasını bazen kimi beyin sayrılıkları öğrenmeyi yavaşlatabilir. Örneği “özel okuma güçlüğü denen bir sayrılık vardır. Çocuğun kulaktan öğrenmesi yeterli olduğu halde, okumayı sökmesi ve yazması ya çok geri kalır, ya da çok yavaş gelişir. Algılamasındaki bozuk nedeniyle çocuk, simgeleri kavramakta zorluk çeker. Yanlış olarak geri zekalı sanılar. Öğrenme uygun ortamda gerçekleşebilir. Başka bir deyişle çocuk, erken uyarılma ve öğrenme olanağı bulmalıdır. Evdeki uyarı ve ilgi, okuldaki öğretime temeldir. Yoksul çocukların ve özellikle öksüz yuvalarında yetişen çocukların çorak toprakta yetişen bitkiler gibi, bedence ve zekaca güdük kalırlar. Yetenekler ancak uygun ortamda sevgi ile beslenerek açılıp serpilir.

Çocuğun öğrenme istek ve çabası ona babaya benzeme eğiliminden hız alır. Başarıda aranacak başka bir etkende çocuğun ruhsal dengesinin yerinde olmasıdır. Çocuk öğrenmeyi köstekleyen bunalımlardan, iç çatışmalardan ve tedirginliklerden uzak durmalıdır. Aile içinde sürekli geçimsizlikler, yoksulluk, ağır hastalıklar, ayrılıklar öğrenmeyi olumsuz olarak etkiler. İçine dönük, sıkılan, korkak, kuruntulu çocuklar yetenekleri ölçüsünde başarı göstermezler. Doğaldır ki sayılan bu uygun koşullar var olduğu sürece zeki çocukların okulda ve toplumda başarıya ulaşma olasılığı çok yüksektir. Çok üstün yetenekli çocukların erişkin çağlara dek izlenmesi, bunların büyük çoğunluğun zekalarına uygun başarı düzeyine ulaştıklarını göstermektedir. Ancak küçük bir bölümünde çeşitli olumsuz etkenler sonucu, yeteneklerinin çok altında işlerde çalıştıkları saptanmıştır. ,
 
ZEKANIN ÖLÇÜLMESİ (ZEKA TESTLERİ)

Bir tanıma göre zeka, zeka testleri yardımıyla ölçülen şeydir. Zekayı ölçmek için harcanan çabalar pratik ve insancıl düşüncelerden doğmuştur. Bu alandaki ilk çabalar, geri kalmış çocukların gerçek güçlerini ve sınırlılıklarını ortaya koyma amacına yönelmiş bulunuyordu. Tipik bir genel zeka testi,bir toplam puan verecek şekilde, bazı somut işlerin başarılmasına dayalı bir bütündür. Çocuklar için hazırlanmış testler, çeşitli olgunlu düzeyine göre onların yeteneklerini ölçmeye yardım eder.

Örneğin çocuktan, çeşitli biçimdeki parçaları bir tablodaki çukurlara yerleştirmesi , kendisine söylenen rakamları tekrarlaması, bazı eşya ve resimlerin adlarını söylemesi istenir. Bebeklikte ve ilk çocuklukta zihin yeteneğinin ölçülmesi için 1933 yılında Bayley’in geliştirdiği bir yöntem vardır. Bu yöntem 1958 yılında, sese karşı tepki, belli bir nesneye uzun süre bakmak, ipin ucuna bağlanmış bir halkayı ele geçirmek gibi çeşitli becerilerinde eklenmesiyle zenginleştirilmiş bulunuyor.

Büyük çocuklara uygulanan zeka testleri ise, kelime bilgisi zenginliğini, çeşitli problemleri çözümünü, kısa dönemli ezberleme gücü, öğrenme hızı yazılı bir metni anlama yorumlama yeteneğini ve gözlemli ezberleme gücü, öğrenme hızı, yazılı bir metni anlama ve yorumlama yeteneğini ve gözlemlenen olgulardan tümevarım yada tümdengelim yoluyla sonuçla çıkarma başarısını ölçmeye çalışmaktadır.
 
STANFORD-BİNET CETVELİ (TEST) Zeka testleri arasında en tanınmışı olup, Binet tarafından ilk uygulanması yapılmış, son olarak 1960 yılında Terman-Merril tarafından geliştirilmiş ve gözden geçirilmiştir. İki yaşından büyüklere uygulanan bu testte, güçlük dereceleri gittikçe artan bir takım test sonuçları vardır. Her soru “geçti” ya da “kaldı” diye değerlendirilir. 2-4 yaş dönemi için her 6 aya 6 soru düşmektedir. Bundan sonraki yaşlar için,14 yaşına kadar, her yıl için 6 soru daha ekleniyor. Bundan sonra ise “ortalama yetişkin” için düzenlenmiş ayrı testler vardır. Sorular, belli bir yaştaki normal çocuğun başarıyla cevaplandırabileceği şekilde hazırlanmıştır. Çocuğun bu cetvel yardımıyla ölçülen yeteneği zihin yaşı adını alıyor.

Eğer çocuk, üç yaşın bütün sorularını doğru cevaplandırmışsa ve bu yaştan sonrasına ait soruları başaramamışsa o çocuğun yaşı (zihin yaşı) henüz 3 demektir. Bu yaş sorularını üstünde başardığı diğer sorular için kendisine ek puan verilecektir. 2,3,4 yaş düzeyleri için hazırlanmış her soru bir ayı ifade ediyor. Böylece 3 yaşın bütün sorunlarını, 4 yaşın 12 sorusundan da 4’ünü bilen bir çocuğun zihin yaşı 3 yaş 4 aylık oluyor.
 
ZEKA BÖLÜMÜ Standford-Binet cetveli uygulandığında, çocuğun ne derecede parlak bir zekaya sahip olduğunu anlamak için, zihin yaşı çocuğun takvim yaşına bölünür, bulunan değer 100 ile çarpılır, çıkan sonuç zeka bölümü adıyla anılır. Bu rakam çocuğun zekasının bir göstergesi olarak ele alınır. Böylece, zihin yaşı, 3 takvim yaşı da 3 olan bir çocuğun IQ’su 100; zihin yaşı 4, takvim yaşı3 olan bir çocuğun IQ’su ise 67 olarak hesaplanabilir. Zeka katsayısı=zeka yaşı: gerçek yaş *100 Dünya Sağlık Örgütünün Önerdiği Zeka Sınıflaması 0-20 derin zeka geriliği, 20-35 ağır zeka geriliği, 35-50 orta dereceli zeka geriliği, 50-70 hafif dereceli zeka geriliği,70-79 sınırda zeka geriliği, 80-89 donuk zekalılık, 90-109 normal zeka, 110-119 parlak zeka, 120-129 üstün zeka, 130 çok üstün zeka
ZEKA TÜRLERİA- SÖZEL ZEKA

B- DOĞAYA DÖNÜK ZEKA
C- GÖRSEL ZEKA
D- İÇSEL ZEKA
E- KİNESTETİK ZEKA
F- MANTIKSAL-MATEMATİKSEL ZEKA
G- DEĞİŞİK ALANLAR ZEKASI
H- MÜZİK ZEKASI
İ- SOSYAL ZEKA
 
A- SÖZEL ZEKA
Bu zeka büyük olasılıkla bize en tanıdık gelen ve en iyi bildiğimiz türdür. Hepimiz ayakta olduğumuz zamanların çoğunü sözel zekamızı kullanarak geçiririz. Genel eğitim sistemlerimizin ana vurgularından biri de budur.
Çağdaş zeka araştırmacılarına göre üç binden fazla farklı dili konuşabilme yeteneğiyle doğarız. Ama doğduğumuzda bunlardan herhangi birini bile konuşabilir durumda olmayız! Çevremizde kullanılan dille etkileşimde bulunmaya başladığımızda beyin dilin tüm seslerini tanıyabilir durumdadır. Kültürel motiflerle, duyma sıklığıyla, bu sesleri taklit etme girişimleriyle ve çok büyük olasılıkla kendi ayakta kalma içgüdülerimizle dil beynimize iyice yerleşir. Genellikle bu potansiyel dillerden yalnızca birini ya da ikisini tam olarak hakim olabildiğimiz, karmaşık dil sistemleri halinde geliştirebiliriz.
Sözel zeka dille yaptığımız her türlü çalışmayla ilgilidir: gazete, kitap ya da satın aldığımız çeşitli ürünlerin üzerindeki etiketleri okuyabilme yeteneği, düz yazı, şiir, rapor ve mektup yazabilme yeteneği, dinleyiciler önünde konuşma yapabilme ya da bir arkadaşınızla sohbet edebilme yeteneği gibi. Başka birinin konuşmasını dinleyebilme ve hem ne söylediğini hem de ne gibi bir mesaj vermek istediğini anlayabilme de sözel zekanın ilgili olduğu alanlardandır.
Kendi sözel zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:
· İki hafta boyunca bir mizah dergisini elinizin altında bulundurun. Gün içerisinde söze dayalı komik şeyleri bulabildiğiniz kadar bulup bir yere yazın. Çevrenizdekilerin yaptığı nükteli kurnazca yorumlara kulak verin. Yazılı ya da sözlü, resmi ya da samimi diyaloglarınızda geçen kelime oyunlarını bulun. Kendinize her gün yeni bir şaka öğrenme hedefi koyun ve bunu arkadaşlarınızla ve ailenizle paylaşın. Bu iki hafta boyunca kendi "espri gücünüzü" nasıl geliştiribildiğinizi izleyin.
· İçinde çapraz bulmacalar, karışık sözcük oyunları, akrostişler ve benzeri oyunlar olan sözcük oyunları kitabı alın. Haftanın her günü farklı bir sözcük oyunuyla ya da bulmacasıyla uğraşın. Yapabildiğiniz kadar yalnız başınıza yapmaya çalıştıktan sonra başkalarının müdahale etmesine izin verin. Kolaydan başlayıp giderek daha karmaşık oyunları ya da bulmacaları yapıp yapamadığınıza bakın.
· Sabahları işe gitmeden önce bir sözlük alıp gözleriniz kapalı olarak rasgele bir sözcüğe işaret edin. Sözcüğün okunuşunu ve anlamını öğrenin. Gün içinde ailenizle ya da iş arkadaşlarınızla konuşurken sözcüğü kullanmaya çalışın. Onu kendi düşünme süreçlerinizde de kullanın. Onu kullanabileceğiniz ilginç, değişik yollar bulmaya çalışın.
· Gün boyunca duyduğunuz tüm deyimlerin bir listesini tutun. Sözcüklerin kelime anlamlarına doğrudan bakıldığında çok komik olanlarını bile (örneğin etekleri zil çalmak, dilinde tüy bitmek ve benzerleri gibi). Ayrıca çevrenizdekilerin konuşmalarında farkettiğiniz çift anlamlı ifadelerin listesini tutmaya başlayın. Örneğin dilini ısırmak, keçileri kaçırmak ve benzeri gibi. Bu tür şeylerin sözcük anlamlarını gözünüzün önünde canlandırmaya çalışın.



· İşte "çevrenizdekilerin söyledikleri şeyleri nasıl söylediklerine" dikkat edin ve kullandıkları sözcüklerin anlamıyla seslerinin tonunda, ritminde ve yüksekliğinde bir uyuşmazlık olup olmadığını bulmaya çalışın. Konuşmalarının tonu ya da ritmi değiştirildiğinde sözcüklerinin anlamlarının nasıl değişebileceğini düşünün. Örneğin birinin "Sana söyleyecek çok önemli bir haberim var" dediğini duyduğunuzda o kişinin bunu çok monoton, heyecansız bir şekilde söylediğini düşünün. Ya da birinin diğerine gergin bir tonda rahatlamasını söylemesini gözünüzün önüne getirin.
· Bir dostunuzdan, iş arkadaşınızdan ya da başka birinden on farklı çok ilginç konuyu on farklı karta yazmasını isteyin. Bunları ikiye katlayıp bantlayın. Gün içinde çeşitli zamanlarda, ara verdiğinizde ya da arabanızla işten eve giderken cebinizdeki bu kağıtlardan rasgele birini seçip bu konuda doğaçlama konuşun. Bir çırpıda düşünüp karar vererek ve karşınızdaki kişinin ne dediğinizi bilerek konuştuğunuzu düşünecekleri şekilde en az beş dakika konuşun.
Her zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Sözel zekanın temel özellikleri şunlardır:
· Sözcüklerin sırasını ve anlamını anlayabilme (Anlam bilimi ve sözdizimi)
· Açıklama, öğretme ve öğrenme
· Sözcükler yoluyla espri yapma
· Bir işin akışında diğerlerini ikna edebilme (ikna edici konuşabilme ve yazabilme)
· Anımsayabilme ve çağrışım yapabilme
· Daha ayrıntılı dil analizleri yapabilme (dilin kendisiyle ilgili araştırmalar yapma)
 
DOĞAYA DÖNÜK ZEKA


Bu zeka türü çevremizdeki doğal dünyayı algılama, beğenme ve anlamayla doğrudan ilişkilidir. Türleri birbirinde ayırt edebilme, çeşitli bitki örtüsünü ve hayvan türlerini tanıyabilme ve sınıflandırabilme ve doğal dünyaya ilişkin bilgilerimiz ve onunla paylaştıklarımız gibi konularla ilgilenir.
Hayvanlar ve davranışlarının sizin ilginizi çektiği ve meraklandırdığı durumlarda doğaya dönük zekanızın iş başında olduğunu anlayabilirsiniz. İnsan eliyle yaratılmış, steril ortamlara birisi saksı ya da vazo çiçeği getirdiğinde ruh halinizdeki değişikliği veya kendinizi daha iyi hissettiğinizi farkedebilirsiniz.
Rahatlamak, yorgunluğumuzu gidermek ya da ruhsal olarak yenilenmek istediğimizde ne kadar sık doğaya kaçmak istediğimizi bir düşünün. Doğanın gücünü gösterdiği muhteşem görüntüler karşısındaki tepkinizi düşünün: hava olaylarındaki, "doğal afetler"deki, güz dönemindeki yaprak dökümünü ya da deniz dalgalarının dur durak bilmeksizin sahildeki kayaları dövüşünü.
Doktor Howard Gardner doğaya dönük zekanın şu tür kişilerde görülebileceğini belirtmiştir: belli bir bölgede bulunan bitki örtüsü ve hayvan türlerini tanıyabilen, doğal dünyada başka sonuçsal ayrımlar yapabilen ve bu özelliğini üretken olarak (avlanmada, çiftçilikte, biyolojik bilimlerde) kullanabilen kişi.
 
Kendi doğaya dönük zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:

  • Doğal dünyada bir yere, tercihen tanımadığınız bir yere gidin. İnsan eliyle yaratılmış dünyadan gidebildiğiniz kadar uzağa gidin. Kendinizi "tamamen" bu yerde hissetmeye çalışarak bir süre geçirin. Çevrenize bakının. Manzaranın tümünü görmeye çalışın. Hemen dikkatinizi çeken şey nedir? Renkler, sesler, kokular, dokular, şekiller ve tatlar da içinde olmak üzere kaç farklı doğaya ait nesneyi ayırt edebileceğinizi deneyin.
  • Yakınınızdaki bir hayvanat bahçesine, hayvan hastanesine ya da sirke gidin. Çeşitli hayvanların hangi kategorilerde gruplandığına bakın (örneğin goriller, kediler, vb). Bu hayvan bölümlerinden bir kaçına girip alt kategorilere ayrılıp ayrılmadığına bakın. Bazı hayvanları gruplandırmanız gerekse (aynı kafeste olmaları şart değil) hangilerini bir araya koyardınız? Bu alt kategorileri belirledikten sonra onlara bir ad verin: biraz komik, ilginç ve sizin gruplandırma görüşünüze göre anlamlı olabilecek bir ad (profesyonel bir etimoloji uzmanının sizinle aynı görüşte olup olamayacağını merak etmeyin). Şimdi bu adımları bir botanik bahçesinde ya da benzer bir yerde bir kez daha yapın.
  • Bulunduğunuz toplulukta ya da kendi evinizde bir "bitki yetiştirme projesine" katılın (ağaç dikme, çiçek ya da çim ekme gibi). Önce başarılı bir dikim/ekim için gerekli olan tüm yazılı veya sözlü yönergeleri izleyerek dikiminizi/ekiminizi yapın. Her 4 - 5 günde bir "dikim/ekim yaptığınız yeri" ziyaret edin. Gözlediğiniz değişiklikleri ve diktiğiniz şey hakkındaki duygularınızı yazabileceğiniz bir "ekim/dikim gazetesine"ne başlayın. Diktiğiniz her neyse toprağın üstünde ilk kez kendisini gösterdiğinde filizlenmeden önceki ve sonraki farkları da belirterek hissettiğiniz duyguları not edin.
  • Kendinize bir hayvanla zaman geçirecek bir ortam ayarlayın: evdeki bir evcil hayvan olabilir, hayvanat bahçesine gidebilirsiniz, ya da çeşitli hayvan türlerini bulabileceğiniz doğal ortamlar bulabilirsiniz. Belirli hayvanları dikkatlice gözleyin. Bu "dost yaratıkları" iyice tanımaya çalışın. Ne tür alışkanlıklar farekdiyorsunuz? Ne tür tuhaf davranışlar ilginizi çekiyor? Onlara karşı hissettikleriniz neler? Şimdi, bu yaratıkların insana özgü özellikleri olduğunu düşünün: Neler düşünüyorlar? Neler istiyorlar? Onlardan herhangi biriyle konuşabilseydiniz neler konuşmak isterdiniz?
  • Doğa yürüyüşüne çıkın ve çevrenizdeki doğal ortamın etkisi üzerinde düşüncülerinizi yoğunlaştırın: duygularınız, düşünceleriniz, hisleriniz, ruhsal algılamanız ve benzeri gibi. Sizde neler uyanıyor? Yürürken sık sık durup daha fazlasını hissedip hissedemediğinize bir bakın. Kendi kendinize "kaçırdığım bir şey var mı?" diye sorun. Bunu bir algılama oyununa çevirin. Beyin-zihin-beden sisteminizin ne kadarında ve hangi düzeylerinde bu ortamı hissedebildiğinize bir bakın! [/
B]
 
Her zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Doğaya dönük zekanın temel özellikleri şunlardır:
  • · Doğayla paylaşım
  • · Yaşayan canlılara özen gösterme, onları ehlileştirme ve etkileşimde bulunma
  • · Doğadaki "bitki örtüsüne" duyarlılık
  • · Türlerin üyelerini tanıyabilme ve sınıflandırabilme
  • · Bir şeyler yetiştirme ya da besleme
  • · Doğanın kendi üzerindeki ya da kendinin doğa üzerindeki etkilerini idrak edebilme
 
GÖRSEL ZEKA
Bazı açılardan görsel zekanın insan beyninin ilk dili olduğu söylenebilir. Beyin doğuştan itibaren görüntülerle ve resimlerle düşünür, hatta onları sözcüklerle ilişkilendirmeden bile önce. Görsel zeka gördüğümüz her şeyle ilgilenir: hayal edebildiğimiz her türlü şekil, desen ve tasarımlar (düzenli ya da düzensiz), somut ya da soyut görüntüler ve renklerin ve dokuların tüm yelpazesi. Bunlar sadece gerçek, somut dış dünyamızda (fiziksel gözlerimizle izlediğimiz) değil aynı zamanda zihin gözümüzle görebildiğimiz hayal dünyamızın derinliklerindedir (mümkün olan şeyi gözümüzde canlandırıp hayal kurabilme, hayal dünyasına dalabilme, hayalimizdeki yerlere hayali yolculuklar yapabilme ve daha önce hiç yapmadığımız şeyleri yaratabilme ve icat edebilme yetenekleri de dahil olmak üzere).
Uzamsal tarafında bu zeka uzay/zaman sürekliliğindeki nesnelerin yerleşimi ve aralarındaki ilişkiyle ilgilenir. Böylece, bir nesnenin diğeriyle ilişkili olması öğrenmenin görsel/uzamsal şeklinin uzamsal tarafını oluşturan çekirdeğidir. Bunun içine yön duygusu da girer; başka bir deyişle yaşadığınız çevreyi dolduran nesnelere göre nerede olduğunuzu bilme ve bir yerden başka bir yere kolaylıkla gidebilme.
Kendi görsel zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:
  • İşe giderken çevrenizde sizi etkileyen görsel uyarıcılara dikkat edin; reklamlardaki göruntüler ve resimler, mimari modeller, şekiller ve tasarımlar ve işe giderken sürekli gördüğünüz şekiller, tasarımlar gibi.
  • Öğle yemeğinizi yerken çevrenizdeki renklerin ve sizi nasıl etkilediklerinin daha çok farkına varmaya çalışın; yediğiniz şeylerin renkleri, "yemek yediğiniz yerde" gözüken renkler ve çevrenizdeki insanların elbiselerinde, makyajlarında, mücevherlerinde, saçlarında ve benzeri seylerinde gördüğünüz çeşitli renk kombinasyonları gibi.
  • Arkadaşınızla konuşurken onun söylediği şeyleri hayalinizde canlandırın; örneğin bir önceki gece başlarına gelenler, size anlattıkları bir deneyimleri ya da size betimlemeye çalıştıkları gördükleri herhangi şey. Onu zihin gözünüzle görmeye calışın!
  • Kendi kendinize not yazdığınızda bunun yanına bir de görsel sembol çizin; örneğin eve giderken bakkaldan almanız gereken bir şey, yarına hazırlanmak için bu gece yapmanız gereken bir sey ya da yapmanız gereken bir telefon görüşmesi gibi.
  • Akşam eve giderken, yaşadığınız alanı mümkün olduğunca eksiksiz olarak hayalinizde canlandırmaya çalışın. Eve geldiğinizde kapıdan girip gözlerinizi kapayın ve yaşadığınız alandaki "sezgilerinizi" denemek amacıyla evinizin tüm bölümlerinde dikkatlice dolaşın.
 
Her bir zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Görsel zekanın temel özellikleri şunlardır:
· Etkin hayalgücü
· Görüntüleri hayalinizde oluşturabilme (görselleştirebilme)
· Boşlukta yolunu bulabilme
· Grafiksel gösterim (resim ya da çizim yapma, heykeltraşlık)
· Uzaydaki nesneler arasındaki ilişkileri algılayabilme
· Nesneleri zihinden kullanabilme
· Farklı açılardan doğru algılama
 
İÇSEL ZEKA
Bildiğimiz kadarıyla kendi varlığının, düşüncelerinin ve eylemlerinin farkında olan tek yaratık insanoğludur. Bu, kendimizinden uzaklaşıp kendi içimizdeki yansımamızdan bir şeyler öğrenebilme yeteneğidir.
Kendi yaşantınız için şu süreçlerin ne kadar farkında olduğunuzu anlamaya çalışın: yalnızken iş dışındaki ne tür düşüncelerden gerçekten hoşlanıyorsunuz? Kendi kendinizi yenilemek için neler yaparsınız? Stresli, kızgın ya da endişeliyken ruh halinizi değiştirmek için ne tür şeyler yaparsınız? Son yıllarda kendinizle ilgili düşüncelerinizi değiştiren ne tür yeni şeyler keşfettiniz? "Gerçekte ben kimim?" sorusunu yanıtlamanız gerekseydi ve dış görünüşler, sahip olduğunuz yetenekler, diğer insanlarla ilişkileriniz ya da işiniz hakkında konuşamasaydınız neler söylerdiniz? İlham almak istediğinizde ya da yaratıcılığınızı ateşlemeniz gerektiğinde neler yaparsınız? Kendinizi ve hedeflerinizi nasıl değerlendirirsiniz? Şu anda ve/veya yakın geçmişte kendinizi geliştirmek için neler yapıyorsunuz/yaptınız?
İçsel zekanın ilgi alanı kendi kendinin farkında olma, kendini anlayabilme ve iç dünyasıyla ilişki kurabilme üzerinedir.


Kendi içsel zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:
Gün içinde kızgınlık, endişe, can sıkıntısı, sabırsızlık veya düşmanlık gibi duygular hissetmenize neden olan herhangi bir şey olduğunda, durup sakin olmaya çalışın ve bu duygulara sahip olan kendinizi dışarıdan gözlediğinizi varsayın. Onları değiştirmeye çalışmayın, analiz edin ve değerlendirin. Sadece izleyin! Bu duyguların nasıl geliştiğini izleyin!
Günlük yaşantınız içindeki farklı durumlarda kullandığınız değişik türlerdeki düşünme modellerinin listesini çıkarın: örneğin sorun çözmeye dönük düşünme, yaratıcı düşünme, "enine boyuna düşünme", hayal kurarak düşünme ve benzeri gibi. Bir düşünme modelini listenize her kaydedişinizde bu modelle ilişkili olan durumu ya da olayı da yazın. Günün sonunda kaydettiğiniz her bir düşünme modelini değerlendirin ve bunları geliştirebileceğiniz ya da kuvvetlendirebileceğiniz yollar olup olmadığını araştırın. Bu alıştırmayı birkaç hafta sürdurün ve düşünme modelinizde (ve düşünme modeliniz hakkındaki düşüncelerinizde) ne tür değişiklikler olduğuna bakın.
Kağıtlarınızı düzenlemek, masanızın üzerini toparlamak, süpermarkette kasa kuyruğunda beklemek gibi dikkat gerektirmeyen ya da sıkıcı bir aktiviteyle uğraşırken dikkatinizi verme pratikleri yapın. Çevrenizde ve kendinizde oluşan her şeyin farkında olmaya çalışın. Düşündüğünüz şeye dikkatinizi verin. Fiziksel hareketlerinize dikkatinizi verin. Hislerinizi ve duygularınızı izleyin. Seslerin, kokuların, gördüklerinizin, tatların ve dokuların farkına varın. Kendinizi "otomatik pilota almayı" kabul etmeyin. Bunu bir farkında olma oyununa çevirin!
Gün içinde kendizini bir yığın işin, gürültünün, yoğunluğun ve kaosun içinde bulduğunuzda bir an durup birkaç derin nefes alın ve "kendinize gelmeye" çalışın. Dikkatinizi bir süre nefes alıp verişinizde yoğunlaştırın. Mümkün olduğunca kendinizi her şeyden soyutlayıp dikkatinizin tümünü nefes alıp verişinizin ritmine bırakın. Bu süreç boyunca çevrenizdeki akım içinde bir denge, sakinlik ve orta nokta bulup bulamayacağınıza bakın.
Bir toplantıda otururken, iş arkadaşınızla sohbet ederken ya da mesleğinizle ilgili bir şey okurken bu konudaki düşüncelerinizi daha yüksek düzeylere çıkarmaya çalışın. İlkönce kendinize söyleşide, toplantıda ya da okuduğunuz şeyde hedeflenen konuların neler olduğunu sorun. Daha sonra durumun çeşitli süreçlerini ve yönlerini (hedeflenen konular›n d›ş›nda kalan şeyler) analiz edin; örneğin insanlar nasıl ilişki kuruyor?, ne tür iletişim stratejileri kullanıyorlar?, neler durumun "kuralları" gibi gözüküyor? vb. Son olarak bu durumdan neler öğrendiğinizi ve bunu kendi yaşantınıza nasıl uygulayabileceğinizi kendi kendinize sorun.







Her akşam, gününüzün nasıl olduğu konusunda kendi kendinizi sorgulamak için birkaç dakika ayırın. Aşağıdaki soruları yanıtlayın:
* Günün en önemli olayları nelerdi ya da hangileri gerçekten zihnimde yer etti?
* Gün içinde yaşadığım duygulardan hatırlayabildiklerim hangileri?
* Bu güne bir şeyler ekleyebilseydim ya da çıkarabilseydim bu ne olurdu?
* Yakın bir arkadaşıma, akrabama ya da önemli başka birine bir cümleyle günümü özetlemem gerekse ne derdim?
* Bu günün bir film ya da roman olduğunu düşünün. Adı ne olurdu?
Hafta sonunda her gün için verdiğiniz yanıtları okuyun ve kendinize aynı soruları sorun ama bu sefer soruları geçen hafta için yanıtlayın.
Her bir zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. İçsel zekanın temel özellikleri şunlardır:
· Düşüncelerini yoğunlaştırabilme
· Dikkatini verebilme "dur ve gülleri kokla"
· Biliş ötesi ("düşünme hakkında düşünebilme")
· Farklı duyguların farkına varabilme ve onları ifade edebilme
· Kendi kişiliğinin tüm boyutlarını hissedebilme
· Daha karmaşık düşünebilme ve sonuç çıkarabilme
 
KİNESTETİK ZEKA


Tüm zeka modellerinin içinde bedensel/kinestetik zeka, hayatımızın, büyük ihtimalle değerini en az sorguladığımız bir parçasıdır.Her gün hiç farkında olmadan çok çeşitli ve kompleks bedensel/kinestetik işler yaparız. Bu zeka modeli bedensel olarak gerçekleştirebileceğimiz hareketlerin tümüyle ilgilidir. Bunların içine sadece insanlık tarihinde bedensel olarak gerçekleştirilmiş başarılar değil bunun yanında şimdiye kadar farkedilmemiş doğuştan gelen kinetik potansiyeller de dahildir: çocukların yürüme potansiyelleri, gelişmemizin herhangi bir evresinde büyük ve küçük motor davranışları edinebilme, geliştirebilme ve yüz ifadeleriyle, duruşla ve diğer bir deyişle 'beden dili' ile ifade edebildiğimiz incelikler.
Burada çağdaş araştırmacıların 'kinestetik beden' ya da 'zihinsel beden' adını verdikleri henüz göze çarpmayan potensiyellerden de bahsetmemiz gerekir. Bu, fiziksel bedenin hareketlerini ve işlevlerini geliştirmek ve kuvvetlendirmek için etkin zihinsel performans yoluyla yeteneklerimizi elde ettiğimiz zihinsel bedendir.
Kendi bedensel zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:
Gün içinde çeşitli zamanlarda durup çevrenizde meydana gelen değişikliklere bağlı olarak vücudunuzdan aldığınız "tepkilere" odaklanın; örneğin stresli ya da kaygı uyandıran bir şeye karşı vücudunuzun tepkisi ne oluyor?


Hoşnut olduğunuz bir durumda ya da belirsizlik zamanlarında nasıl davranıyor? Bir şey yediğiniz durumda ne hissediyor ve benzerleri.
İşe yürüyerek giderken (örneğin otobüsten ya da arabanızdan inip işe giderken) çeşitli yürüme türlerini deneyin. Örneğin yavaş, düşünceli bir yürüyüş; canlı, enerji dolu ve kararlı bir yürüyüş; sekerek, neşeli bir yürüyüş ve benzeri. Farklı türlerdeki bu yürüyüşlerin ruh halinizi nasıl etkilediğine dikkat edin.
Diğer insanlarla konuşurken "beden dillerine" dikkat edin. Duruşlarına, el kol hareketlerine ve yüz ifadelerine bakın. Bunlar söylediklerine ne tür şeyler ekliyor? Diğer kişilerle iletişiminizi geliştirmek için kendi duruş stillerinizi, el kol hareketlerinizi, yüz ifadelerinizi ve diğer "vücut dillerini" bilinçli olarak değiştirerek denemeler yapın.
Haftada iki kez günlük yaşantınızda genellikle düşünmeden sürekli kullandığınız elinizle yaptığınız değişik aktiviteleri diğer elinizle yapmayı deneyin: sabahları dişlerinizi fırçalamak, saçınızı taramak, yemek yemek, kendi kendinize not yazmak, kapıyı açmak ve benzeri. Sadece onun farkına varıp daha çok kullanarak işlevselliğini ne kadar geliştirebileceğinizi görüyorsunuz değil mi?
En az günde bir kez her zaman farkında olmadan gerçekleştirdiğiniz bedensel bir haraketi (sandalyeden kalkmak ya da fotokopi makinesine yürümek gibi) yapmadan önce durup hareketi yapmak için izlediğiniz adımları teker teker düşünün. Daha sonra onu nasıl gerçekleştirdiğinize dikkat ederek yapın. Daha önce düşünürken farketmediğiniz ne tür şeyler yapıyorsunuz? "Önceden düşündüklerinizle" "gerçekte yaptıklarınızın" daha yakın olup olamayacağını görmek için yeniden deneyin.
Gün boyunca kağıtlarınızı düzenlemek ya da sıralamak, e-postalarınızı okumak, ofisinizi ya da evinizi toplamak ve benzeri rutin işleri yaparken DURUN ve vücudunuzun yaptığınız işin farkında olmasını sağlamayı deneyin; örneğin işi yaparken ayaklarınızda neler hissediyorsunuz? Sonra, bu 'ayaklarınızın farkında olması durumunu' muhafaza ederek yaptığınız işi sürdürün. Daha sonra tekrar DURUN. Ellerinizde neler hissediyorsunuz? Daha sonra hem "ayaklarınızın farkında olması durumunu" hem de "ellerinizin farkında olması durumunu" koruyarak işinize devam edin. İşinizi yapmayı sürdürüp başka bir farkında olma durumu (örneğin sırtınızın, bacaklarınızın, boynunuzun ve benzeri gibi) eklemek için durarak vücudunuzun yaptığınız işin nasıl bir parçası olduğunu hissetmeye çalışın.
Her zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Bedensel zekanın temel özellikleri şunlardır:
İstemli bedensel hareketlerin kontrolu
"Önceden programlanmış" bedensel hareketler
"Farkında olma durumunu" bedenin tüm birimlerine yayma
Zihin-beden bağlantısı
Taklit yetenekleri
Geliştirilmiş bedensel işlevler
 
MANTIKSAL-MATEMATİKSEL ZEKA
Mantıksal/matematiksel zeka benzer yönleri arama zekasıdır. Matematiği kullanmaya (böylece benzer nesne arayışımıza) gelişimimiz içinde çok erken zamanlarda başlarız. Mantıksal/matematiksel zekanın ilk gelişim aşaması çevremizdeki gerçek fiziksel dünyada bulunan somut nesneleri kullanmamız ve onlarla oynamamızdır.
Mantıksal/matematiksel zeka geliştikce daha da soyutlaşır. Lisedeki ya da üniversitedeki ileri matematik ve mantık dersleri çoğunlukla somut dünyadan tamamen uzaklaşırlar. O düzeyde diğer soyut şeyler hakkındaki soyut düşüncelerle ve başka sembol sistemleri için semboller yaratan sembolik mantıkla uğraşırsınız! Bu alanlarda sayıların somut dünyada herhangi bir şeyle ilişkilendirilmeye gerek duymadan ideal soyutlamalar olarak tek başlarına durduklarını farkedeceksiniz. Aslında bu noktada bazı matematikçilerin ve düşünürlerin "saf matematik" ya da "sembolik mantık" dedikleri durumda rasyonel modellere, uyumlu tasarımlara ve mantıksal/analitik işlemlere derin hayranlık duyulur hatta zaman zaman kafa takılır. Pratik düşünceler ve uygulamalar modellerin tamamıyle estetik güzelliğine yol verirler.
Kendi mantıksal/matematiksel zekanızı daha iyi keşfetmek için aşağıdaki alıştırmaları yapın:

Bir hafta boyunca işe gelip giderken kaç farklı türde model bulabildiğinize bir bakın. Her gün farklı bir küme üzerinde yoğunlaşın: örneğin bir gün dikkatinizi trafiğe verin ve bir desen ya da model görüp görmediğinize bakın. Bir sonraki gün doğal ve insan eliyle yaratılmıış ortamlara odaklanın. Ne tür modeller görüyorsunuz? Belirli türdeki arabalarda bulunan kişilerin belirli bir giyinme biçimi var mı? Ya da saç stillerinde, giysilerinin renklerinde ya da stillerinde baskın olan bir yön var mı? İnsanlar arasındaki ortak ya da zıt yönlere baktığınızda bir model görüyor musunuz? Başka bir gün duyduğunuz sesler üzerinde yoğunlaşın: insanların konuşma biçimleri olması (ya da olmaması), trafikte duyduğunuz ses motifleri ya da çevrenizde duyduğunuz diğer sesler.
İşte geçirdiğiniz iki hafta boyunca bulabildiğiniz her "tümevarımsal" ve "tümdengelimsel" modeli kaydettiğiniz iki liste yapın. Tümevarımsal modeller parçadan bütüne doğru giderler. Bu modeli az bir bilgiyle genellemeler yapıldığını her görünüşünüzde farkedebilirsiniz (çalışanlar arasında yapılan bir araştırmaya ya da ankete göre yapılan yeni bir politika gibi). Tümdengelimsel modeller ise bütünden parçalara göre giderler. Belirli davranışları, politikaları ve işlemleri dikte ettiren birbirine bağlı değerlerde, inançlarda ve düşüncelerde bu modeli görebilirsiniz. Bu iki haftanın sonunda listenizi inceleyip çalışma ortamınızın tümevarımsal bir model mi yoksa tümdengelimsel bir model mi oluşturduğuna karar verin.
Boş bir kağıda iki sütunlu bir tablo yapın. İlk sütuna "Düşünme Modelleri" ikinci sütuna ise "Durumlar" adını verin. Birkaç gün boyunca normal günlük çalışmalarınız sırasında kullandığınız farklı mantıksal düşünme modellerini ve bu modelleri genelde hangi durumlarda kullandığınızı yazın; örneğin "öncelikleri belirleme modeli", "sınıflandırma modeli", "tahmin etme modeli", "sorun çözme modeli", "seçenekleri gözden geçirme modeli" ve benzeri gibi.



Birkaç gün süresince yaşamınızın parçası olan farklı modelleri bulun ve not edin. Açık seçik görülenleri, beklenilenleri ve olağandışı durumları yazın; örneğin telefon kartınızı ya da kredi kartınızı kullanma, banka hesaplarınızı yönetme gbi. Masanızdan lavaboya, park yerine ya da fotokopi makinesine kaç adımda gidiyorsunuz? Gün içinde işinizi yaparken kaç kere ara vermek zorunda kalıyorsunuz? Kaç kişinin giydiği giysi aynı renkte? İnsanların birbirleriyle konuşmalarında kaç kere aynı ya da benzer konuşma tarzlarını duyuyorsunuz?
Hafta boyunca bir sorunu giderdiğinizde, zor bir işin üstesinden geldiğinizde ya da beklenmedik bir başarı sağladığınızda bir an durup izlediğiniz adımları not edin. Hafta sonunda listenize bakıp sorun çözme modelinizi özetleyip özetleyemediğinize bir bakın. Şimdi süreç içindeki her bir adımı 1 ile 4 arasındaki bir sayıyla degerlendirin: 1, "çok etkili", 2, "genellikle işe yarar", 3, "ödül kazandıracak bir yöntem değildir ama çoğu durumda işime yarar", 4 ise "ciddi şekilde yenilenmesi gerekiyor" anl***** gelir.
Gün içinde birçok kez normal gününüzün parcası olan garip ya da ilgi çekici şeylerle ilgili hesaplar, tahminler ve ölçümler yapın. Örneğin bölümünüzün kaç yıllık bir iş tecrübesine sahip olduğunu ya da iş yerinizdeki insanların kullandığı garajın üç günde ne kadar kazandığını hesaplayın. Ofisinizde her gün kaç fincan kahve tüketildiğini tahmin edin. Masanızın uzunluğunu ve genisliğini kalemlerle, şeker paketleriyle ya da karış hesabınızla ölçün. Bunu bir oyun haline getirin. Her gün hesaplayabileceğiniz, tahmin edebileceğiniz ya da ölçebileceğiniz yeni ve ilginç bir şeyler bulun.
Her bir zekanın farklı boyutlarını tanımlayan "temel işlemleri" ya da özellikleri vardır. Mantıksal/matematiksel zekanın temel özellikleri şunlardır:
· Soyut modelleri tanıyabilme
· Tümevarımsal sonuç çıkarmalar
· Tümdengelimsel sonuç çıkarmalar
· İlişkileri ve bağıntıları farkedebilme
· Karmaşık hesaplamalar yapabilme
· Bilimsel düşünebilme ve araştırma yapabilme
 
Değişik Alanlar Zekâsı…-“Çocuğunuz çok zeki.”
Bir aileyi en çok mutlu eden sözler bunlar olabilir. Çocuklarımızın “sağlıklı”, “iyi”, “uyumlu” olmalarını isteriz ama “Çocuğunuz çok zeki” sözlerinin anlamı daha farklıdır. Bu sözler, anne baba olarak bizlerin de “çok zeki” olduğumuza ilişkin bir değinmeyi de içerir. Çocuğumuzdan bize dönen ödülü de sessiz bir gururla içimize doldururuz.
 
-“Ama zekâ nedir?” İşte can alıcı soru budur. “Zekâyı nasıl tanımlar, nelerle ölçeriz?” Bu sorunun yanıtında en önemli ölçek “matematik ve fen bilimleri”ne akıl erdirmek olmaktadır. “Bu çocukta matematik zekâsı var” dendiği zaman akan sular durur, başka bir kanıta gerek kalmadan “çocuğumuzun çok zeki” olduğu onaylanır.
Endüstri toplumunun “matematik ve fen bilimleri” üstünlüğü, mühendislik mesleklerine duyulan gereksinmeden doğmuştur. Çeşitli alan mühendislikleri (mühendis, hendese bilen anl***** gelmektedir), toplumların artan gereksinmelerini karşılayan uzmanlık dallarını simgelediği için, hem mühendislik meslekleri (bugün de), hem de matematik-fen bilimleri “üstünlük ve seçkinlik ifadesi” olmuştur. Matematik-fen bilimleri ve mühendislik meslekleri, birinci sınıf zekâları ve uğraşları temsil etmişlerdir.
Sosyal bilimler ve bu alan meslekleri ikinci sınıf zekâları ve meslekleri temsil eder sayılmışlardır.
Sanatla ilgili meslekler ise meslek bile sayılmamış, hobi olarak kabul edilmişler, bunlara ilgi duyanlar da “avare çocuk” olarak nitelendirilmişlerdir.
Çocukları ve insanları “birbirinin aynı” gören, “aynı çizgi üzerinde ileri gidenler ve geri kalanlar” diye değerlendiren, bu nedenle de zekâlarını aynı yöntemle “ölçen” anlayış, son yıllarda artan oranda eleştirilere hedef olmuştur.
Howard Gardner Harvard Üniversitesi ve Boston Üniversitesi öğretim üyesi psikoloji profesörü; işte bu “tek zekâ tipi”ne karşı çıkarak “çoklu zekâ” teorisini ortaya atıyor. (Multiple intelligence terimine “çoklu zekâ” denebilir. Ancak terimi daha iyi açıkladığını düşündüğüm “değişik alanlar zekâsı”nı yeğliyorum.) Prof. Gardner, zekânın kişiye özgü olduğunu, standart tek bir zekânın olmadığını, onun için de değişik alanlarda “daha zeki” olanların varlığının bilinmesini öneriyor. İnsanın daha başarılı olduğu değişik alanlar bulunduğunu, çeşitli insanların bu değişik alanlarda zekâya dayalı büyük beceriler gösterdiğini belirtiyor. Bir alanda çok başarılı olan birisinin öteki alanlarda “sönük” olabileceğini ya da birkaç alanda “parlak zekâ” gösteren kişilerin olabileceğini açıklıyor. Konunun önemi çok büyüktür, çünkü hem insanlara yeni bir bakış açısı sağliyor hem de eğitimde, aile içinde, iş yaşamında yeni boyutlara ulaşma yollarını açıyor.
 
Gardner’ın çalışmalarına göre ‘zekâ alanları’ şöyle:
1. Dilsel zekâ: Yazma, konuşma, espriler yapma, okuma.
2. Mantıksal/matematiksel zekâ: Problem çözme, sorgulama, hesap yapma, deney yapma.
3. Görsel/alansal zekâ: Boyama, çizme, harita okuma, motif çizme, örnek yaratma.
4. Bedensel/kinestetik zekâ: Dans, egzersiz, spor yapma, mümkün olduğunca hareket etme.
5. Müziksel/ritmik zekâ: Şarkı söyleme, tempo tutma, müzik dinleme, enstrüman çalma.
6. Sosyal zekâ: Gruplarla çalışma, aracılık etme, birinin duygularını anlama.
7. Kişiye dönük zekâ: Derin düşünce, hayal kurma, hedef koyma, yalnız olma.
 
Geri
Üst