Türk ve Dünya edebiyatının önemli şiirleri

ÇİN İŞİ

Hayır, madame siz değilsiniz sevdiğim
Sevdiğim ne Ofelya, ne de Beatris
Ne de sizsiniz, ne de siz, Jülyet’çiğim
İri gözlü sarışın Lora, ne de siz

Benim sevdiğim güzel şu anda Çin’de
İhtiyar akrabalarıyla oturur
Narin çinilerden kuleler içinde
Sarı Nehir karabatakla doludur

Gözleri vardır şakaklara çekilen
Bir avuçluktur küçücük ayakları
Bakır lambalardan daha aydın bir ten
Kırmızı boyalı, uzun tırnakları

Başını uzatır kamış kafesinden
Kırlangıçlar geçer sürüne sürüne
Şarkı söyler, her akşam, kendiliğinden
Söğüt dalına, şeftali çiçeğine

THEOPHILE GAUTIER
Çeviri: Orhan Veli Kanık
 
BİR YUNAN ŞAFAĞI

İşte kum işte vücudum
İşte mermer ve ırmak
Sayıların çınladığı masanın üstünde
Ay yüzlü şarap bardağı
Ve içinize işleyen kristalin sesi

Toprak kötü uykuyla dolu
Siyah gülüşün alevi altında ezilmiş zeytin ağacı
Oraya deniz alayını saçar
Daima müzaffer oduğunu bildiğinden

Artık kalmadı gökte kara damarlar
Ve macera yaprakları
Dallanmış flüt üstünde
Sevgililerin kucaklaşmaları
Neşeli oyunların arasından
Zalim gururları zehirlenmeye gidecek

Fakat çürüdü hayal
Başkalarının kanına girdi yerleşti
Barikatlar tüfekler
Ve Avrupa kayalıkları
Parçaladılar rüyayı
Ayrık pençeler

İşte son usare
Yanan ince köklerden
Ateşli parmak uçlarına dek
Gösterir insanlara bu aydınlığı
Çocuğun çığlık hülyası kurduğu
Ufka kadar toprak toprak

Maj kralları yeni doğumlara koşmada
Dağa çıkmış dedi ki
Ateşleri çoktan yanmış onların
Karanlığın görünen kalbinde
Yanıklaştı davet
Şehirlerin yanağına kan çıkıyor

Bir adam şarkı söylüyor sokakta
Işıklara bezenmiş gözyaşları
Savrulan rüzgarlarla
Körlerin maskesi altından

TRISTAN TZARA
Çeviri: N. Cansel, E. Cansel
 
YOLCULUK

(Orijinal ismi Journey of the Magi.
Bu şiirde yeni doğan İsa Peygamber’e
hediye ***ürmek için yola çıkan üç
Doğulu bilgenin yolculuğu anlatılıyor)

"Bir soğuk varıştı aldığımız sonuç
Yolculuk için yılın en kötü zamanı
Hem yollar da öyle uzun, hava öyle keskin
Kışın tam ortasıydı."

Develer yağırlı, develerin ayakları ağırlı
Eriyen karlar üstüne uzanıp yatıyorlardı serkeş
Zaman oldu, özlemle aradık
Bayırlardaki yazlık köşkleri, taraçaları
Ve bize şerbet ikram eden ipek giyinmiş kızları.
Sonra devecilerin sövmeleri, dırlanmaları
Ve kaçmaları, içki ve kadın istemeleri
Ve akşam ateşlerinin sönmeleri, barınacak yer yokluğu
Ve düşman şehirler ve dost olmayan kasabalar
Ve pis köyler ki her şey ateş pahasına:
Kısaca yolculuk burnumuzdan geldi.
İyisi mi geceleri yola devam edelim dedik
Zaman zaman aralıklarla uykuyu kestirerek
Yolculuğumuzun çılgınlık olduğunu söyleyen
Kulaklarımızda çınlayan bir tuhaf sesle.
Sonra tan yeri ağarırken ılık bir vadiye geldik
Kar çizgisinin aşağısında ıslak kokusu bitkilerin;
Çağlayan bir ırmak ve karanlığa vuran bir su değirmeni
Alçalan gökyüzünde üç ağaç
Yaşlı bir beyaz at kırlarda dörtnala koşup gitti.
Sonra lintonun üstünde asma yaprakları duran bir meyhaneye geldik.
Açık bir kapıda altı el zar atıyordu gümüşüne
Va ayaklar tekmeliyordu boş şarap tulumlarını.
Ne gelen vardı görünürde, ne haber, yola koyulduk
Geceleyin gide gide bir yere ulaştık
Sanımca kötü değildi.
Bütün bunlar çok zaman öncesiydi hâlâ hatırlarım
Bu yolculuğu tekrar yapmaya razıyım.
Ama şunu iyi belle, şunu iyi belle
Yolculuk bizi Doğuşun ve Ölümün
Ülkesine yönetmemiş miydi? Bir Doğum vardı, elbette
Kuşkumuz yoktu bunda ama, kanıtımız çoktu.
Görmüştüm doğumu ve ölümü
Onların ayrı şeyler olduğunu sanmıştım.
Bu Doğuş, Ölüm gibi, Ölümümüz gibi
Katı ve acı bir coşkuydu bize.
Geri döndük bu ilkelerle eski yerlerimize
Artık rahat değildik ama alınyazımızla.
Tanrılarına sımsıkı bağlanmış yabancı bir halkla
Bir başka ölüm de tatlıydı bana.

T. S. ELIOT
Çeviren: Osman Türkay
 
PANTOLONLU BULUT’tan (giriş)

Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanapede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli

Tek bir ak saç yok ruhumda
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum-yakışıklı
yirmi iki yaşında

Çıtkırıldımlar
Kemana yatırırsınız aşkı siz
Kabalar onu trampete yükler
Fakat, tersyüz edebilir misiniz kendinizi benim gibi
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...

İster misiniz
ten kudurtsun beni

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu

İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...

VLADIMIR MAYAKOVSKI
Çeviren: Ataol Behramoğlu
 
YENİDEN DOĞUŞ

Yüzyıllardır kimse bakmamış bu bahçeye. Ama işte
Bu yıl -mayısta mı, haziranda mı- kendiliğinden
açmaya başlamış çiçekler
parmaklıklara kadar coşmuş -binlerce gül
karanfil, binlerce sardunya, kokulu burçak-
mor, turuncu, yeşil, kırmızı, sarı
renk renk, dal dal, öyle çok, öyle güzel ki
süzgeçli kovasıyla
yeniden geliyor kadın - güzelleşmiş, dingin
anlatılmaz bir güvenlik içinde.- Ve bahçe örtüyor
kadını
omuzlarına kadar, sarıp içine alıyor büsbütün
havaya kaldırıyor kollarında. Sonra biz geliyoruz
tam öğle üzeri
bahçeyle kovalı kadın göğe yükseliyor
ve başımızı kaldırdığımızda, birkaç damla su damlıyor
kovanın süzgecinden usulca yanaklarımıza, çenelerimize
ve dudaklarımıza.

YANNIS RITSOS
Çeviri: Cevat Çapan
 
MİSTİK ÖYKÜ’den

"Hatırla seni öldüren hamamı" Aeschylus.
Ellerimde şu mermer kafa uyanıverdim
Dirseklerim kopuyor, gücüm tükendi
Nereye yapsam, nereye yakıştırsam onu bilmiyorum.
Bir düş içinde yükselirken ben
Bir düş içine düşüyordu o
Hayatımız birleşti, ayrılmak güç.

Gözlerine bakıyorum: Ne açık, ne de yumuk
Konuşmakta direnen o ağıza konuşmaktayım
Cildin ötesine geçen yanakları tutuyorum
Ama daha fazla takat kalmadı bende oy.

Ellerim yitmede ve geri gelmede bana
Her seferinde birazı kopuk.

YORGO SEFERIS
Çeviren: Osman Türkay
 
66’NCI SONE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

WILLIAM SHAKESPEARE
Çeviri: Can Yücel
 
Geri
Üst