Dini Hikayeler ve kıssalar...Ağlanacak Şey...

Hangi günahımızdan dolayı

Somuncu baba bir talebesine bir teneke buğday verip bunun yarısını kendin için yarısını da benim için bir tarlanın yarısına ek der. Talebe eker. Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya giderler talebenin olan kısımdaki ekinler gayet iyi yetişmiş Somuncu babanınki ise gelişmemişti. Talebeye gelişen mahsulün kimin olduğunu sorar. Talebe de utancından (Sizin) der. Somuncu baba (Biz ahiretimiz için çalışıyorduk. Acaba hangi günahımızdan dolayı dünyamız mamur olmaya başladı da bu ekinler böyle yetişti?) der.

Talebe gerçeği söyleyerek hocasının üzüntüsünü giderir.

Hatim-i Tai’den daha cömert fakir

Cömertliği dillere destan olan Hatim-i Tai’ye derler ki:
- Kendinden daha cömert birini gördün mü?
- Evet gördüm.
- Kimmiş o?
- Yetim bir gence misafir olmuştum. Bana bir koyun kesip ikram etti. Koyunun bir yeri çok hoşuma gitti. Yemin ederek (burası çok lezzetliymiş) dedim. Genç dışarı çıktı. On koyunu varmış. Birisini daha önce kesmişti. Dokuzunu da şimdi kesmiş. Benim sevdiğim kısımları pişirip önüme getirdi. Ben olanların farkında değildim. Giderken kapının önündeki kanları görünce sitemle sordum:
- On koyunun onu da kesilir mi?
- Sübhanallah bunda şaşılacak ne var? Bir şey sizin hoşunuza gitmiş. Bunu yapmak da benim gücüm dahilindedir. Bunu sizden esirgemem hiç uygun olur mu?

Bunu dinleyen arkadaşları tekrar sorarlar:
- Yetim gencin ikramına karşılık siz de ona bir şey verdiniz mi?

Hatim-i Tai der ki:
- Verdim ama pek mühim sayılmaz.
- Ne verdiniz?
- Üç yüz deve ile beş yüz koyun.
- O halde sen ondan daha cömertsin.
- Hayır o genç benden daha cömerttir. Zira o malının tam***** verdi. Ben ise malımın çok azını verdim. Bir fakirin yarım ekmeğinin tam***** misafire vermesi mi mühimdiryoksa bir zenginin sürüsünden bir deveyi misafirine ikram etmesi mi?
 
Herkesin ceza ve mükafatı verilmiş

Behlül Dânâ bir gün Harun Reşid'den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını verdi. Behlül hemen işe koyuldu. İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncıya sordu:
“Hayatından memnun musun geçinebiliyor musun çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?”
Adam her soruya olumsuz cevap verdi.

Behlül bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.

Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid "Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?" dedi.

Behlül açıkladı:
“Çarşı pazarın ağası varmış! Benden önce ekmekleri tartmış vicdanları tartmış buna göre herkes hesabını ödemiş ceza ve mükafatları verilmiş bana ihtiyaç kalmamış.”
 
Hocamdan tek şey öğrendim

Bir gün bir âlime yakınlarından biri (Sen hep hocam hocam diyorsun anlat bakalım sen hocandan ne öğrendin?) diye sorar. Talebeleri merak ederler bu kadar geniş bir soruya ne cevap verecekler diye. Kim sevilir kim sevilmez bunu öğrendim der.
Evet hubbi fillah buğdi fillah imanın şartlarındandır. Yani Allah için sevmek Allah için buğzetmek.

Hz. Süleyman ve karınca

Süleyman aleyhisselam Beyt-ül-Makdis’in inşasını bitirince Allahü teâlâdan takdirine uygun hüküm ile hükmetmeyi nasip etmesini istedi. Bu ona verildi. Kendisinden başka bir kimseye verilmeyen bir mülk ve saltanatın kendisine verilmesini de istedi. Bu da ona verildi. Beyt-ül-Makdis’in inşasını bitirince bu mescitte sırf namaz kılmak için gelen kimsenin buradan anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenmiş olarak çıkmasını diledi.

Resulullah efendimizin ümmetine de bu mescitte namaz kılmak çok sevap olmuştur. Nitekim hadis-i şerifte; (Mescid-i Haram’da kılınan namaz yüz bin namaza; benim mescidimde kılınan namaz bin namaza; Mescid-i Aksa’da kılınan namaz beş yüz namaza denktir) buyuruldu.

Ahit sandığını koydu
Süleyman aleyhisselam Mescid-i Aksa’ya Musa aleyhisselamdan beri nesilden nesile geçerek gelen Ahit sandığını koydu. Bu durum Beyt-ül-Makdis’in Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devam etti. Buhtunnasar Kudüs’ü alınca şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksa’da bulunan altın gümüş ve diğer mücevherleri alıp Babil’e ***ürdü.

Süleyman aleyhisselamın cinler tarafından dokunmuş olan bir yaygısı vardı. Kendisi ve ordusu bu yaygının üzerine çıkar rüzgar onu emredilen yere ***ürürdü. Sabahtan öğleye kadar bir aylık öğleden akşama kadar da bir aylık yol katederdi. Ayrıca rüzgar duymak istediği sesleri de Süleyman aleyhisselama getirirdi.

Süleyman aleyhisselamın ordusundaki vazifeliler yemek kaplarını ve malzemelerini de yanlarına alır ihtiyaç oldukça yemek yapar ekmek çıkarırlardı. Bu şekilde havada seyahat ederlerdi. Yine bir gün emir verilip Süleyman aleyhisselam ve ordusu İran’daki İstahar şehrinden Yemen tarafına hareket etti.

Süleyman aleyhisselamın ordusu daha sonra Taif’te Sedir vadisine sonra da karıncaların çok olduğu Neml vadisine ulaştı. Süleyman aleyhisselamın ordusunun kendilerine doğru geldiğini gören karıncaların reisi durumundaki dişi bir karınca arkadaşlarını ikaz edip dedi ki:
- Ey karıncalar! Süleyman aleyhisselam ve ordusu bize doğru geliyor. Çabuk yuvalarınıza girin! Bilmeden üstünüze basıp sizi öldürebilirler.

Bunun üzerine karıncalar reislerinin sözüne uyarak yuvalarına girdiler.

Karıncanın verdiği ders
Karınca Süleyman aleyhisselama itaat etmekle memurdu. Elbette itaat ettiği zatı onun fazilet ve adaletini bilirdi. Karıncalarda Allahü teâlânın ihsan ettiği bir anlayış vardır. Çünkü onlar faydalarına olan şeyleri bilirler. Mesela yuvalarına ***ürdükleri buğday tanesini çimlenmemesi için ikiye bölerler. Fakat kişniş otunu dört parça yaparlar. Çünkü kişniş otu iki parça olursa tekrar bitip büyür.
Süleyman aleyhisselam dişi karıncanın âyet-i kerimede beyan buyurulan sözünü uzaktan duydu tebessüm etti. Bunun üzerine karıncalar yuvalarına girinceye kadarordusunu vadiye bırakmadı.

Hayvan bile reisi bulunduğu topluluğu korumaya çalışıyordu. İnsan için karıncanın bu davranışında ibretler vardı. Zira insan da emri altındakileri korumalıydı. Çobangüttüğü sürüyü her türlü tehliaaae karşı nasıl koruyorsa cemiyetteki idareci olanlar da idare ettikleri kimseleri korumalıydılar.
 
Kalbime kibir gelmesinden korktum

Evliyaullahtan bir zat Ramazan günü talebeleriyle birlikte bir şehre gitmek için yola çıktılar. Şehre yaklaştıklarında akın akın insanların kendilerini karşılamak üzere yollara döküldüklerini gördüler. Mübarek zat hemen çıkınından kuru ekmeğini çıkararak ağzına attı. Bunu gören ahali (Biz de bu zatı âlim bir veli bilirdik Ramazan günü oruç tutmuyor üstelik açıktan oruç yiyor. Böyle birisi ile konuşulur mu hiç?) diyerek dağıldılar.

Talebeleri yaptığı hareketin sebebi hikmetini sorduklarında (O kadar insanın bizim için yollara döküldüğünü gördüğümde kalbime kibir ve büyüklenme gelmesinden korktum onların gözünden düşüp nefsimi aşağılatmak için bunu yaptım. Ekmeği ısırdım ama yutmadım. Herkes ekmeği yediğimi sandı. Kalbime kibir yerleşerek Allahü teâlânın gazabına sebep olsaydım hâlim ne olurdu) dedi
 
Kalbiniz kırılacağına taş kırılsın

Sultan Mahmud-u Gaznevi hazretleri bir savaş sonunda çok kıymetli bir elmas yakut taşı ganimet olarak ele geçirir. Sonra taşı eline alarak baş vezirine (Al bu taşı kırparamparça et) der.
Baş vezir der ki:
- Aman efendim bu çok kıymetli ben bunu kıramam.

Sonra yanındaki diğer vezire aynı şeyi söyler. O da der ki:
- Bu çok kıymetlidir kırılmaz bu.

Diğerlerinin hepsi aynı şeyi söylerler.
Sultan özel hizmetçisi Ayaz’ı çağırıp (Al bu taşı kır) der. Daha demeye kalmadan Ayaz taşı yere vurup kırar paramparça eder.

Padişah hiddetli bir şekilde der ki:
- Bre Ayaz sen ne yaptın vezirler bunun çok kıymetli olduğunu söylediler. Nasıl kırarsın bunu?
Ayaz der ki:
-Efendim ben taştan ne anlarım benim için kıymetli olan sizin emrinizdir sizin kalbinizdir kalbiniz kırılacağına varsın taş kırılsın.

Sultan vezirlerine dönüp der ki:
- Ayaz’ı niçin sevdiğimi anladınız değil mi? Sizin gibi beni bir taşa değişmedi
 
************************************************** *****
Kapatılamayan kapı

Bir zamanlar valilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengarenk çiçeklerle donatılmış tam bir zevk ve sefa yeriydi. Bir gün vali bu bahçeye geldi. Orada bahçıvanın hanımını gördü. Kadın çok güzeldi. Vali bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki:
- Bahçenin kapılarını kapat. Hiçbir kapı açık kalmasın!

Kadın akıllı ve namuslu idi. Valinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki:
- Kapıları kapattım. Yalnız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum.
-O hangi kapıdır?
-Bu kapı Allahü teâlânın bizi gözetlediği kapıdır.

Vali bu sözü duyunca pişman olup tevbe etti. Kendisini ilme ve ibadete verdi. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu.


************************************************** *********
 
**********************************
Kararan yüz nurlandı

Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır:
Kâbe’yi tavaf ederken her adımda salevat okuyan birini gördüm. Ona (Sen gerekli duaları bırakıp hep salevat okuyorsun. Her yerde okunacak dua var) dedim. (Sen kimsin?) dedi. Ben de kendimi tanıttım. (Sen avamdan değilsin âlimsin sana anlatayım) diyerek başladı:

Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı. Onu tedavi etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti. Baktım ölünce yüzü karardı. Yüzünü kapattım. Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle bir zat gördüm ki ondan daha güzel yüzlü hiç kimse görmemiştim. Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü. Babamın siyah yüzü nurlandı bembeyaz oldu. Bu zata kim olduğunu sorunca (Ben Resulullahım. Babanömrünü boşa harcadı. Fakat bana çok salevat okurdu şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler kendisi de benden yardım istedi. Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim) buyurdu. Uyanınca babamın yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize çok salevat okuyorum.


************************************************** *
 
Kazdığı kuyuya düştü

Bir günEbu Cehil Peygamber efendimize bir tuzak hazırlayarak evinin önüne bir kuyu kazdırır. Ve sonra Resulullahı evine davet eder. Peygamber efendimiz davet üzerine Ebu Cehilin evine doğru yola çıkar. Eve yaklaştığında Cebrail aleyhisselam gelip Ebu Cehil'in evinin önünde tuzak için bir kuyu kazdığını söyler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz kendi evlerine döner. Ebu Cehil ise geri dönmesine bir mana veremeyerek kendisine sormak için arkasından koştuğunda kapının önündeki kuyuyu unutarak adımını atar atmaz kendi eliyle kazdığı kuyuya düşer.

Çıkarmak için ip uzattıklarında bir türlü ipe kavuşamaz. İpler uzadıkça kuyu derinleşir. Bu hâl üzerine Ebu Cehil karanlık kuyuda çıldıracak gibi olur. Resulullaha haber verilerek kendisinin çıkarılmasını ister. Durumu Peygamber efendimize bildirirler. Hemen kuyu başına gelerek seslenir:
- Seni kuyudan çıkarırsam iman eder misin?
O da kabul eder.

Peygamber efendimiz mübarek ellerini uzatarak Ebu Cehili kuyudan çıkarır. Ebu Cehil kuyudan çıkınca:
- Hayatımda senin kadar güçlü sihirbaza rastlamadım der ve iman etmez.


************************************************** ******
Kibrin zararı

Günaha bir tevbe yeter taata bin tevbe yetmez. Günah işleyen tevbe ederse Allah affeder. Fakat ibadet eden ucba kibre kapılabilir. Buna bin tevbe bile yetmez. Beni İsrailden bir fasık vardı. Bir âbid de ibadetiyle şöhret bulmuştu. Fasık bu âbidin yanından geçerken "Gideyim şu âbidin yanına oturayım belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder" diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için böbürlenip "Bu fasık benimle oturamaz" diyerek ondan yüzünü çevirdi. Yüz bulamayan fasık da çekip gitti. Fakat Âbidin üzerindeki bulut fasıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine (İnsanlara niyetlerine göre muamele ederim. Fasıkın günahlarını onun bu iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin ibadetlerini de kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti.




************************************************** ********

Kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin

Behlül Dânâ bir gün kimse yok iken Harun Reşid’in tahtına geçip oturmuştu. Çok geçmeden sarayın görevlileri geldi. Behlül’ü tahttan indirip dayak attılar. Behlül hem dayak yiyor hem de gülüyordu.

Harun Reşid içeri girip niye Behlül’ün güldüğünü sordu. (Yediğim dayağa gülmüyorum. Bu tahtta birkaç dakika oturmakla bu kadar dayak yedim sen yıllarca oturuyorsunkim bilir ne kadar dayak yiyeceksin diye ona gülüyorum) dedi.
 
Kimin rızkını senden biliyorsan

Adamın biri Şeyh Şibli hazretlerine dedi ki:
- Efendim aile efradım çok fazla geçim sıkıntısı içindeyim ne yapmalıyım?
- Hemen eve git kimin rızkını sana bağlı görüyorsan onu kapı dışarı et kimin rızkını da Allah'tan biliyorsan o evinde kalsın.


**************************************************
 
Konuş ya Cüneyd

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hocası hayatta iken edep olarak tam 30 yıl dinden bahsetmemişti yani ortaya çıkıp da vaaz ü nasihat etmemişti. Bir gün rüyasında Resulullahı görür ona (Konuş ya Cüneyd) diye emir verir.

Sabah olunca bunu hocama nasıl söyleyeceğim diye tereddütlü bir şekilde hocasının evinin yolunu tutar. Kapıyı çalar hocasının huzuruna kabul edilir. Daha konuşmaya başlamadan hocası (Konuş ya Cüneyd aynı rüyayı ben de gördüm) buyurur.


**********************************************
 
Kötülük eden kendine eder

Zatın birisi bir hükümdara der ki:
- Sana iyilik edene fazlasını yap kötülük edene bir şey yapma onun kötülüğü kendine yeter.

Bunu gören biri bu zatı çekemeyerek hükümdara der ki:
- Bu zat bana senin nefesinin koktuğunu söyledi.
- Doğru mu söylüyorsun?
- Elbette doğru yanına yaklaşınca ağzını burnunu tutarsa sözüm doğru çıkacaktır.
- Bir tecrübe edelim.

Bir gün o adam o zatı yemeğe davet eder ve sarmısaklı yemek yedirir. Sonra da der ki:
- Hükümdarı rahatsız etmemek için ona fazla yaklaşma!

Bu zat yine hükümdarın huzuruna girer ve karşısında beklerken hükümdar tecrübe etmek için adama der ki:
- Yanıma yaklaş!

O zat da ağzını burnunu tutarak hükümdara yaklaşır. Hükümdar kendi kendine adamın doğru söylediğine inanır ve eline kağıt kalem alarak bir yazı yazıp o zata der ki:
- Bu mektubu falan kumandana ***ür!

O zat mektubu alıp dışarı çıkınca kendisine yemek yediren adama rastlar. Der ki:
- Elindeki ne?
O zat da hükümdarın kendi eliyle yazdığı fermanlar genel olarak bir ikram verilmesi gereken yazılar olduğu için der ki:
- Hükümdar bir miktar hediye yazmıştır onu almaya gidiyorum.
- Ne olur bu kağıdı bana ver.
- Buyurun alın!

Adam kağıdı alıp kumandana gider. Yazı tamamen umulanın aksine çıkar. Meğerse hükümdar kağıda “Bu kağıdı getiren adamı cezalandır” diye yazmıştır. Bunu duyan adam “Bunun sahibi ben değilim istersen esas sahibini getireyim” derse de fayda vermez. Emir yerine getirilir. Ertesi gün aynı zat yine hükümdarın huzuruna çıkıncahükümdar der ki:
- Sana dün verdiğim mektup ne oldu?

O zat durumu anlatır. Hükümdar sorar:
- Benim nefesimin koktuğunu söylüyormuşsun doğru mu idi?
- Hayır böyle bir şey yok.
- Öyle ise neden bana yaklaşınca burnunu kapadın?
- O adam bana sarmısaklı yemek yedirmişti. Kokusu sizi rahatsız etmesin diye ağzımı kapadım. Böylece burnum da kapanmış oldu.

Hükümdar meseleyi öğrenince der ki:
- Kötülük yapan kötülüğünün cezasını buldu.


********************************************
 
Koyun çoban için değildir

Yalnız yaşayan bir derviş sahranın bir köşesinde oturuyordu. Yanından adamlarıyla bir hükümdar geçti. Derviş başını kaldırıp hükümdara iltifat etmedi. Hükümdar öfkelendi. Vezir dervişe dedi ki:
- Niçin saygı göstermedin?
Derviş cevap verdi:
- Hükümdara söyle kim kendisinden nimet umuyorsa saygıyı ondan beklesin. Şunu da bilsin ki hükümdarlar halkın koruması içindir. Koyun çoban için değildir. Fakat çoban koyun içindir.

Hükümdar dervişin sözünü beğendi:
- Benden bir şey istededi.
Derviş cevap verdi:
- Bir daha beni rahatsız etmemenizi istiyorum.

Hükümdar:
- O halde bana öğüt ver deyince derviş şunu söyledi:
- Şimdi elinde nimet varken düşün! Zirvedesin Allah için ne yapacaksan şimdi yap. Bu devlet de saltanat da elden ele geçip gidecektir. Kalıcı olan ahiret için yapılandır. Yapılan ibadet bile olsa Allah rızası için yapılmamışsa dünyalık olur dünyada kalır.


************************************************** ***
 
Kuşun öğüdü

Tamahkârın yakaladığı küçük kuş der ki:
- Beni ne yapacaksın?
- Kesip yiyeceğim.
- Benim bir lokmacık etim ne karın doyurur ne de bir derde deva olur. Beni bırakırsan sana üç mühim nasihatte bulunurum.
- Nasihatleri söylersen seni bırakırım.
- Birini elinde iken ikincisini şu ağaca konunca üçüncüsünü de karşı tepeye varınca söylerim.
- Peki birincisini söyle!
- Elinde çıkan şeyin hasretini çekme!
- İkincisi ne?

Kuş ağaca konunca der ki:
- Olmayacak şeye inanma!
- Üçüncü nasihati söyle! Kuş karşı tepeye varınca der ki:
- Sen ne ahmaksın benim kursağımda ellişer gramlık iki tane inci vardı. Beni kesseydin bu incilere malik olacaktın.

İnci sözünü duyar duymaz tamahkâr hemen oraya yıkılıp kalır. Eyvah diyerek dövünmeye başlar. Sonra der ki:
- Haydi üçüncüsünü söyle!
- Sen iki nasihati hemen unuttun. Üçüncüsünü söylesem ne faydası olacak?
- Söyle belki bunu unutmam.
- (Elden çıkan şeye üzülme) dedim beni bıraktığına üzüldün (Olmayacak şeye inanma) dedim. Etimle kemiğimle 100 gram gelmezken kursağımda elli gramlık iki tane inci olduğuna inandın.

- Üçüncü nasihati söylemeyecek misin?
- Ahmağa nasihat kâr etmez. Tamah insanı kör ve sağır eder. Hakikati görmeye mani olur
 
Maşite hatunun imanı

Firavunun hazine işleriyle görevli bir veziri bunun da Maşite adında bir hanımı vardı. Firavunun kızının dadılığını yapıyordu. Kendisi Musa aleyhisselamın dinine inandığı halde imanını gizliyor ibadetlerini de gizli yapıyordu.

Maşite hatun bir gün hamamda Firavunun kızının saçını tararken tarak yere düştü. Tarağı yerden gayri ihtiyari besmele çekerek aldı. Firavunun kızı bu söze kızarak dedi ki:
-Ey dadı! Bu nasıl sözdür. Benim babamdan başka tanrı mı vardır? Babamın adını değil de bir başkasının adını nasıl söylersin?
-Evet yavrum Allah vardır. Hem yeri göğü ve içindekileri yoktan var eden seni beni babanı ve bütün varlıkları yaratan bir Allah vardır.

Firavunun kızı bu sözlere daha da kızarak dedi ki:
-Seni babama şikayet edeceğim. Hak ettiğin cezaya çarptırılacaksın.

Durumu babasına söyledi. Firavun Maşite hatuna dedi ki:
- Sen benden başka bir tanrıya inanıyormuşsun. Söyle benden başka yer yüzünde tanrı var mıdır?
- Ey Firavun sen de biliyorsun ki sen ilâh değil âciz bir kulsun. Seni de yaratan Allah'tır. Sen fânisin yok olacaksın. Fakat Allah ebedidir. Fâni değildir. Musa aleyhisselam da Onun Peygamberidir.

Bu sözlere çok kızan Firavun onu hemen öldürmektense her gün bir uzvunu keserek başkalarına da bir ders olmasını istedi. Önce tırnaklarını çektirdi. Saçından tavana asıldı. Kamçılarla vücudundan kan çıkıncaya kadar kırbaçlandı. Bunlara rağmen dininden dönmeyince Firavunun kini günden güne fazlalaşıyordu. Maşite hatunu bir ağaca bağlattı. Biri 5 yaşında diğeri de 5 aylık olan iki kız çocuğundan büyüğünü karşısına getirerek şöyle söyledi:
-Ey Maşite beni tanrı olarak kabul edersen seni serbest bırakacağım.

Maşite yavrusunun acıklı hâline bir de Firavunun hâline baktı. Sonra dedi ki:
- Ben ancak bir olan Allah'a inanıyorum.

Firavun eline geçirdiği bıçakla 5 yaşındaki yavrunun gırtlağını annesinin gözü önünde kesti. Kanını da Maşite'nin ağzına yüzüne sürdürdü. Sonra tekrar hiddetlenerek şöyle sordu:
- Söyle benden başka tanrı var mıdır?
- Allah birdir Allah'tan başka ilâh yoktur.

Bu sefer Firavun 5 aylık kundaktaki yavruyu getirmelerini istedi. Getirilen yavruyu annesine yaklaştırdıklarında saatlerdir süt emmeyen yavru meme aramaya başladı.

Maşite hatun önceki yavrusunun uğratıldığı akıbetini düşündü. İkinci yavrusunun da hunharca kesilmesine bir anne olarak dayanamayacaktı kararını verdi. Firavuna Rabbim sensin diyecek fakat kalben inanmayacaktı. Tam ''Rabbim sensin'' diyeceği sırada küçük yavru dile gelerek dedi ki:
- Hayır anne hayır! sabreyle! Rabbim sensin deme! İmanından asla dönme. Firavuna inanma! Benim için ablam için senin için Allah'ın Cennette hazırlamış olduğu makamı görüyorum. O makamı etrafında sana hizmet etmek için pervane gibi dönen hurileri de görüyorum.

Firavun ve orada hazır olanlar bu sözü duydular. Tevbe edeceklerine daha da hiddetlenen Firavun 5 aylık yavruyu da hemen boğazlattı. Fakat Maşite hatun ağlamıyorgülüyordu. Kızının gördüklerini artık o da görüyordu. Ölümünün bir an evvel gelmesini arzuluyordu. Firavun kocasıyla beraber Maşite hatunu ve yavrusunu kaynar kazanın içine attı. Fakat kini hâlâ yatışmamıştı.
 
Muhammed Hadimi hazretleri

I. Mahmut Han Medine-i Münevvere'ye gitmişti. O zaman Medine'de Harem muhafızı olarak bulunan Hacı Beşir Ağa’ya (Harem-i şerifte kaldığın bu zaman zarfında önemli bir olay oldu mu?) diye sordu.

O da şöyle anlattı:

“Ravza-i Mutahharedeki Cibril kapısı bazı geceler seher vakti açılır fakat içeri kimsenin girdiğini göremezdim. Bir defasında kararımı verdim her gece sabaha kadar uyanık kalacak ne pahasına olursa olsun bunun hikmetini öğrenecektim. Epey gün böyle bekledim. Bir gece kapı yine açıldı. Hemen koştum içeride bir zat vardı. Kim olduğunu sordum. Bana Konya Hadim’den olduğunu söyledi. İmam-ı Birgivi’in (Tarikat-ı Muhammediyye) isimli kitabını şerh ettiğini şüphe ettiği bazı yerleri Resulullahın bizzat kendisinden öğrenmeye geldiğini söyledi. Kendisini odama ***ürdüm. Bir müddet kaldıktan sonra benden izin isteyerek ayrıldı. Ben sabah namazından sonra gene odama şeref vermesini rica ettim. (Memleketimde imamlık vazifem var! Bana izin ver) dedi ve ayrılıp gitti. Bundan sonra da arada sırada gelirdi kendisiyle görüşürdük...”

I. Mahmut Han olayın doğruluğuna iyice kanaat getirmek için de memleketin birçok âlimleri ile beraber Hadimli Muhammed efendiyi davet etti. Sonra Hacı Beşir Ağa'yı çağırdı. Hacı Beşir Ağa o kadar topluluk içinde Muhammed Hadimi hazretlerini tanıyarak yanına vardı (Hoş geldiniz) dedi. Padişah ve orada bulunan zevat da olayın doğruluğuna iyice inanmış oldular.
 
Müslüman olunca önceki günahlar affedilir

Dıhye-i Kelbi iman etmeden önce zengin bir Arap melikiydi. Peygamber efendimiz onun müslüman olmasını arzu ediyordu.

Dıhye Mescid-i Nebeviye girdi. Peygamber efendimiz mübarek omuzlarındaki elbisesini yere serdiler. Oraya oturmasını işaret buyurdular. Resul-i ekrem efendimizin bu keremini gören Dıhye’nin gözlerinden yaşlar boşandı. Hürmetle saygı ile “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulühu” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz aleyhisselam sordu:
- Niçin ağlıyorsun?
- Ya Resulallah! Ben çok büyük günahlar işledim. Bu günahlarımın kefareti nedir? Malımın mülkümün sadaka olarak verilmesi mi yoksa öldürülmem mi gerekiyor?

- Ey Dıhye nedir günahın?
- Ya Resulallah! Cahiliyet devrinin âdetine uyarak kız çocuklarımı öldürmüştüm.

Tam o sırada Cebrail aleyhisselam gelerek:
“Ya Resulallah! Allahü teâlâ müslüman olanların önceki işledikleri bütün günahlarını affetti” buyurdu.
 
Muaaaile Cebriyeci ve Ateist

İmam-ı a'zam hazretlerine bir ateist bir muaaaile bir de cebriyeci üç kimse gelir. Ateist sorar:
(Allah varsa var olan görülür. Varsa ispat et.)
Akılcı olan muaaaile sorar:
(Cehennemde ateş var. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Şeytana ceza vermek mümkün mü?)
Cebriyeci de sorar:
(Sen ise irade-i cüziyye var diyorsun. Her şeyin hâlıkı Allah iken insan ne yapabilir ki?)

İmam-ı a'zam hazretleri yerden 3 avuç nemli toprağı top gibi yapıp her topu birine atar.
Üçü de durumu kadıya şikayet eder. Kadı niye çamur topu attığını sorar.

İmam-ı a'zam hazretleri der ki:
Bunlar bana soru sordu ben de cevap verdim. Ateist Allah varsa var olan şeyin görünmesi gerekir demişti. Toprak başımı acıttı dedi madem ağrı var ağrıyı göstermesi lazımdır. Ağrıyı bile göremeyen Allah’ı nasıl görebilir ki? Ateist akılsızdır aklı varsa göstermesi gerekir. Ruh da akıl gibi görünmez ama yaptıklarından anlaşılır. Kâinatın var olması da onun bir yaratıcısının olmasını gerektiğini gösterir.

Muaaaile olan ise topraktan yaratılmış olduğu halde çamur toptan etkilendi. Toprak topraktan etkilendiğine göre ateş de ateşten etkilenir. Demir testeresi demiri kestiği gibi ateş de ateşi yakar.

Cebriyeci ise (Allah her işi zorla yaptırır) diyordu. O zaman o toprağı Allah attı bu beni niye şikayet ediyor? Kendi kendini yalanlamış oluyor.


Ustasız yapılan kayık
Hz. İmamın böyle kısa cevaplar verdiği çoktur. Mesela bir ateistle saat onda buluşup münazara etmek üzere anlaşırlar. Hz. İmam kasten toplantıya bir saat kadar geç gelir. Ateist gecikince (Bakın im*****z korktu gelemiyor) der gelince de niye geç kaldın diye sorarlar. O da (Kayık yoktu. Irmaktan geçemedim bir de baktım ki ağaçtan kopan dallar kendiliğinden bir kayık oluverdi ben de binip geldim ondan geciktim) der. Ateist gülmeye başlar (Gördünüz mü nasıl yalan söylüyor hiç kendiliğinden bir ustası olmadan kayık yapılır mı?) der. Hz. İmam hemen taşı gediğine koyar:
(Bre ateist bir kayık ustasız kendiliğinden olamazsa bu koca kâinat kendiliğinden nasıl var olur) diyerek ateistle münazara bile etmeden galip gelir.


Sayıların sonu olmaz
Yine bir ateist (Allah var ise başlangıcı olmadığı gibi sonsuz da olamaz yani Allah ezeli ve ebedi değildir) der. Hazret-i İmam 1’den önce sayı var mı? der. O da yok der. (Sayıları sonuna kadar say bakalım) der. O da epey saydıktan sonra bırakır. Hz. İmam (Devam et sonuna kadar say) der. Ateist (Milyonmilyar trilyon katrilyon…. Bunun sonu olmaz) deyince Hz. İmam (Sayıların bile 1’den öncesi ve sonu olmadığına göre kâinatı yoktan yaratan ezeli ve ebedi olmaz mı?) der.


Güvenilen kişi
İmam arkasında niye Fatiha okutturmuyorsun diyenlere de şöyle der:
Siz kırk kişisiniz hepinizi ayrı ayrı mı ikna edeyim yoksa en güvendiğiniz ilim sahibi birini ikna etsem siz de kabul eder misiniz?

Adamlar kabul ederiz der. O zaman Hz. İmam der ki:
Münazara başlamadan daha dava bitmiştir. Siz kırk kişiden birisine güveniyorsunuz onu seçtiniz. Ben de imamın okuduğu kâfi gelir cemaatin okuması gerekmez diyorum. Siz nasıl bir kişiye güvenmişseniz ben de imama güvendim.
 
Namaza gelenin farkı

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e akşam namazında camiye gitmesini ve namaza gelen herkesi iftara davet etmesini söyledi.

Akşam oldu namaz kılındı namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:
- Akşam camiye bu kadar insan mı geldi?

Behlül cevap verdi:
- Siz bana camiye gelenleri değil namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra cami kapısında durdum çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu ve daha başka şeyler sordum. Onları da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen bu kadarmış.
 
Neyine güvenerek kibirleniyorsun?

Bayezid-i Bistami hazretleri bir gün yeni temiz beyaz elbiselerini giyip dar bir sokaktan mescide giderken yolun ortasında yatan uyuz bir köpeğe rast gelir. Sokak o kadar dar ki iki kişi yan yana zor geçer. Bu mübarek zat dört mezhebin de şartlarına riayet ettiği için ve Şafii mezhebinde de köpek necis olduğu için hani bir de silkinip üzerindeki yaşlık üzerine bulaşmasın diye düşünüp eteklerini toplayarak köpeğe değmeden yanından geçmeye çalışırken köpek lisan-ı fasih ile;
"Ey Bayezid sen kim oluyorsun. Beni uyuz bir köpek olarak yaratan da seni Bayezid-i Bistami olarak yaratan da bir Allah’tır. Beni uyuz bir köpek olarak yaratan Rabbim beni Bayezid seni de uyuz bir köpek olarak yaratabilirdi. Neyine güvenerek kibirleniyorsun?"
Bayezid hazretleri ise buna çok pişman olur.
 
O bunları ihsan olarak yapıyor

Hz. Ömer’in hilafeti zamanında bir şahıs hanımının çok söylenmesi ve çekilmez bir hâl alması karşısında Hz. Ömer'e şikayete karar verip Halifenin evine gelir. Kapıya geldiğinde içerden sert sinirli konuşan bir kadın sesi duyar. Bir ara kapıyı çalamaz ve mütereddit halde öyle beklemeye başlar. Biraz sonra hep kadının konuştuğunu ve halifenin sustuğunu anlayan adam kapıyı çalmaktan vazgeçip geri dönmeye karar verir ve ayrılacağı zaman kapı açılır. Kapıyı açan Hz. Ömer'dir.
(Ne var neye geldin bir şey söylemeden niye geri dönüyorsun?) diye sorar.

Adam (Ya Ömer! Ben hanımımdan şikayete gelmiştim. Baktım ki Halife bile hanımına ses çıkarmıyor. Ben niye şikayet edeyim diye düşündüm ve geri dönmeye karar verdim) dedi.

Hz. Ömer şu karşılığı verdi:
“O benim evimin hanımıdır çocuklarımın anasıdır yemeklerimizi yapar çamaşırlarımızı yıkar evimizi düzenler. O bunları ihsan olarak yapıyor. Böyle birisine laf söylemek yakışmaz.”
 
Geri
Üst