-teodosİc.` den seÇmeceler. ~

yarasa1.jpg


I.


Neyiz ki biz?

İlk ışınları görününce güneşin,

Kaparız tepenin gözkapaklarını

Çam değiliz ki, kollarımız açık

Ürpererek karşılayalım donuk ışığı.

Gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,

Açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,

Parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.

Tanımayız alacakaranlığı delen,

Tepelerin arasından seçen bakışı.

Kör olmuş ışıktan gözlerimiz.

Gündüz yarasalarıyız biz.



yarasa2.jpg


II.



Geceyi düşleriz gündüzken,

Geceyken de gündüzü,

Yitirebileceklerimiz yitiktir

Onlardan uzaktayken ama

Özleriz, döneriz yeniden

Yitirmeden

Yitirebileceklerimizi

Yitiremediklerimize.

Yitirebilirdik, deriz;

Ama yalnızca bir fiil çekimi bu

Tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.

Gündüz yarasalarıyız biz.



yarasa4.jpg


III.



Sağlamdır düşünce temellerimiz,

Ama altlarında kist vardır, sonra kum

Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın

Taştan duvarlarımızla, dimdik

Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı

Kaydırır temellerimizi hemen.

Duyarız yerçekimini hemen,

Titreriz. Sımsıkı, gergin

Bağlar vardır

Düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,

Ya temelsizse temeli

Bütün bu bağları

Bağlayan

Bağın?

Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.

Gündüz yarasalarıyız biz.

Oruç Aruoba
 
muhabire_dreamor9.jpg




Dulcinea seni en çok andığım
Bu garip bu bilinmez akşamlardır
Büyülü, kırık dökük hanları
Kral saraylarına dönüştüren
Anlaşılmaz gizidir akşamların

Zor zamanlarımda düşlediğim
Sen bütün sezgilerimde varsın
Olsaydın belki yarım kalırdım
Bir uzak köyde un eleyen, süt sağan
Bilinmez biri olman
Kesinlikle kanıtlamaz yokluğunu
Sen dünyaya her dokunmamda
Gün gibi yeniden başlayansın

Olmazlıkta kurar insan sevincini
Tutku herşeyi yeniler
Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır
O aptal yeldeğirmenlerine gelince
Sen onları benden iyi tanırsın
Aldı mı yere vurur adamı
Kaldı ki sen onlardan da kahramansın
Aşılmazlığınla aydınlat yolumu
Dulcinea; doğallığım, sevincim, anayurdum
Dünya, gün gelip anlayacak
Sende gerçek büyüklüğe kavuştuğumu

AFŞAR TİMUÇİN
 
beklemek.jpg


Savaşa gitmek mi istersin, git asker,
Gidenin bir daha gelmediği
Kanlı, kuduran savaşa.
Burda olacağım geri dönersen,
Yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni,
Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında,
Dönünceye dek en son asker,
Bekleyeceğim seni daha da çok.

Sen geri gelince savaştan
Göremeyeceksin kapıda başka bir çizme.
Yanımdaki yastık hep boş kalacak.
Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak.
Bıraktığım gibi diyeceksin her şey,
Sen geri gelince savaştan,
Sen geri gelince.

BERTOLT BRECHT
 
[IMG]http://img294.imageshack.us/img294/7756/6q4026ub4.jpg[/IMG]

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

CAN YÜCEL
 
karabasan2dr4.jpg



Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,
önüne bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların
döküldüğü bir şölendi.
Bir akşamdı dizime oturttum Güzelliği -Terslik
edecek oldu-
İler tutar yerini bırakmadım ben de.
Bayrak açtım adalete karşı.
Aldım başımı kaçtım.
Ey büyücüler,
size ey bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa.
Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken mavzerlerin kabzalarını.
Seslendim salgınlara, boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni.
Tanrı bildim musibeti.
Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum.
Hop oturup hop kaldırdım çılgınlığı.
Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.
Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak üzereyim;
aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak geldi,
dedim belki de yeniden heveslenirim.
Hayırmış meğer o anahtarın adı - Anlaşıldı ben bir düşteymişim.
"Sen canavar kalacaksın..." falan filan... atıp tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.
"Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle bağışlanmaz günahın."


Ah, canıma yetti arttı
-Kuzum şeytan, ne olur daha bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda kalmış alçaklıklar vara dursun,
sen ki yazarda tasvir,
öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun,
senin için
kopardım lanetli gün defterimden..
.. bu uğursuz yaprakları.

ARTHUR RIMBAUD
 
canikestefj8.jpg


Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben'im demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
sıcaklığın ben'im demedim mi?

Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

Mevlana Celaleddin Rumi
 
Siyah%20Beyaz%20Grafikler.jpg



Siz..
///
Siz ki kendinize yer aradınız bende
Oysa hiç bilmediniz aslında ne kadar benim olduğunuzu
Gitmiştiniz
Hem de adam akıllı…
Geride bıraktıklarınız mühim değildi
Geride kalanlar ünlemsizdi
Sahi bayım kaç aşk sonra vurgun yemişti elleriniz?
Ben ki size çatlak bir göz bebeği sunuyorum
Sızar mısınız telaşsızlığıma?
Tutar mısınız titrek şarkılardan ruhuma?
Siz ki bayım demir teller örmüştünüz aynalarınıza
Bir baksanız ne çok şey göreceksiniz,
Sizden arta kalan, bende çoğalan bir düş / görecektiniz
Gittiniz

Hem de bütün uçurtmalarımın ipini kopartarak
Gittiniz bayım
Nefesim tükendi
Siz rüyalarımdaydınız
Bir avuç küllü leblebinin hayrına kalmıştı ömrüm
Benim değildiniz
Ki hiç tutmamıştınız parmaklarımdan
Utanıyorum sizden
Sizim demeye
Benim olun demeye çekiniyordu dilim
Bayım size aşığım!
Gelmeseniz de ünleminiz hep benim için konulacak kuytularınıza(!)

Bir annenin masalına yakışacak kadar saftınız
Ve en çok sizi dua’larımda sağ çıkardım
Bayım…
Burada aklım kumkuma kuşu
Sizdeyken uykusuzluk hali
Siz bayım…
Evet siz…
Benimsiniz(!)
Sonsuzluk sizin göz çeperinizde
Ve ben de
Size ait koca bir cennet
Açmaz mısınız?
Adımın ilk düğümlenen hecesini
Alır mısınız avuçlarınıza?
Ve bayım siz, sanırım hiç ben kadar sevemeyeceksiniz///

Evet, bayım size ciddi bir aşk sunumu yapıyorum
Belli ki zor olacak size sizi anlatmak
Beklide hiç anlatamamak…
Siz ki bayım kendiniz çok gördünüz bana
Ben ki sizi canımın diğer tarafı yapmaya hazırdım
Gittiniz bayım!
Bir kez olsun yaslansaydınız ellerime
Gitmek sıfatını yitirecekti
Bir tutuna bilseydiniz saçlarıma
Düşmezdiniz en uzağıma
İlk’leri sizde tatmıştım
Tadıyordum…-ki kilometreler vardı aramızda…
Bayım gitmek için hala savaşta mısınız?
Kamburu kalkmadı mı hala günlerinizin?
Gelmediniz bayım!
Tozlu raflardan kitapları
Sisli kentimden adınızı silemediniz
Gelmediniz bayım!
Gelemeyenimdiniz!
Ve benim kadar sevemediniz hiçbir şeyi?
Sahi bayım iki yakası bir araya gelmiş miydi ellerinizin?
İliklenmiş miydi sevinçlerinizin düğmeleri?
İki ayrı kol düğmesi
İki ayrı yaşam…

İşte bayım!Her şey bu kadar basitti
Ve adına aşk diyebilecek kadar ahmaktım
Ama gittiniz bayım!
Bütün sahiciliğimi alarak gittiniz
Hakkınız vardı bu-ki aşk sizdiniz!
Size bir gerçeği sır gibi saklayarak söylüyorum

Bayım…Sizi seviyorum!
Biliyorum bayım bu öykü yazıldıkça silinecek
Bilindikçe anlamsızlaşacak
Ve hiç kimse kendini aramayacak bu kırık aşk öyküsünde

Size bayım,Her susuşum size
Ceplerimdeki tüm yokluğu boşaltmıştım sizdeyken
Sizdeyken uçurumların bile miladı dolmuştu
Şimdi bayım!
Ellerinizi çekin yüzümden,Güneş alsın kâfi gözlerimi
Bir yalnızlık sissiz esmerleşecekse
Bırakın kararsın bütün fotoğraflar
Nasılsa iziniz sinmeyecek parmak izlerime…
Ve sanırım bayım, siz hiç âşık olmadınız?

Ve ben bayım evet ben
Sizi her halinizle ...
 
n19s90.jpg


Seni anlatabilecek kadar güçlü değilim belki de ...

Şimdi sana neden seni yazamayışımı anlatsam...
Anlatabilsem keşke...
Seni anlatabilecek kadar güçlü değilim belki de...

Ayrılığın bıraktığı hüzün izleri varken içimde, susmayan kalemim; konu sen ve sevgin olunca nasılda susuyor...
Hâlbuki en çıldırmış sevgi satırlarını bırakması lazımken tarihe; sus-pus oluyor...
Seni anlatabilecek kadar güçlü değilim belki de...


Ben en iyisi sana sensizliği anlatayım...



Gözünde ki gülüşü görmeden yaşamak;
Tüm gülüşleri kefene sarmaktır ..!


Varlığını inkâr edip, görmezden gelmek;
Hayatı saymamaktır..!


Ve seni üzgün görmek,
Kanser bir hasta gibi acı ve sancı çekmektir... Göğsünün tam orta yerinde... Allah’a el açıp “al beni buradan” diye yalvarma sebebidir...


Ey benim dilsizliğimin çığlığı... Gözümün gören bebeği... Düşüncelerimin yol göstereni... Ruhumun eşi... Kaderimin en yaşanılası olanı...
Alın yazımdaki en güzel iz... Karanlığımın gölgesi... Aydınlığımın perisi... Özümün, varlığımın, yaşamamın en değerli sebebi...
Hayallerimin ötesi...
Kıyamette bile el ele olacağım seninle.


Bende; seni anlatacak daha fazla kelime yok..! Dile gelemeyen binlerce melek var şimdi yanımda... Sana; bendeki seni anlatamazlar...


O öpülesi yüreğini, sevilesi yüreğini,
Hakk’ ın huzurunda
Bir daha hiç kırmamacasına,
Ömrümün yettiği kadar el üstünde tutmacasına ve yaşadığım hayat boyunca seni mutlu etmek üzere
Emanet alıyorum... Allah’ın emaneti saydım seni..!


Şimdi sana neden seni yazamayışımı anlatsam...
Yazmak istemeyişimi anlatsam...
Anlatabilsem keşke...
Seni anlatabilecek kadar güçlü değilim belki de...
 
karanlktabaraninsanzq7.jpg


Feryad-ı İsyanım (Kayıp Destanı)
Mem nelere gark olmadı Zin’in ateşi için
Ferhat dağlar delmedi mi Şirin'in düşü için
Kusur ise her saniye her yerde seni anmak
Mecnun az mı yemin etti Leyla’nın başı için

Sesi yorgun gözlerinden uykusuzluk seçilir
Görkeminin zerresinden Ağrı Dağı küçülür
Gecelerin kollarında leblerinin bal suyu
Aydan dökülürcesine kana kana içilir

Uykularından kopardım hoş geldin mihmanımsın
Artık geri dönüşü yok ahımsın eyvahımsın
Elâlem ne derse desin hiç umurumda değil
Akıbetine razıyım sevabım günahımsın

Sana yine sana yandım Nesimî'de dün gece
Gözlerinle yüzüleyim bend olayım Hallac'a
Öyle hüküm buyurmuşlar tanrılar divanında
Ha ben sana yollanmışım ha Muhammed mi'raca

Cümle cihan güzelleri yüzlerine ben örsün
Gözlerin balyozu oldu içerimdeki örsün
Ruhumdaki fırtınalar Merih'i usandırdı
Nuh'a haber eyleyin de gelsin de tufan görsün

Yokluğuna dayanamam ahım arşı boyladı
Gölgeni Nil'de görmüşler piramitler söyledi
Hele bir bak şu sevdaya kimler yanmış ben gibi
Dediği üzre Yunus'un "gör beni aşk neyledi"

Son duraklarda beklerdim sonun olsaydı senin
Neler verilmez ki yerim yanın olsaydı senin
Çıkar kınından ne olur kirpiklerinle bile
Çal sineme gözlerini aşkına şah Hüseyn'in

Harikalardan biriymiş diyorlar Çin seddine
Seni görmeden hükmetmek kimin düşmüş haddine
Ulu divana baş vurdum dönsün diye Bağdat’tan
Ol sebepten ahvalimi arz ettim Bedreddin'e

Gamzelerini görseler bülbüller de lâl olur
Aşklar ülkesi sarsılır korkunç ihtilâl olur
Beklenmedik bir zamanda ölür isem sebebi
Beni eritip bitiren sevda-i iclâl olur

Kahreden ateş bilinem yananı sen olsaydın
Nal olurdum aşk atına bineni sen olsaydın
Deseler ki şu kadehte ağu var içen ölür
Bir solukta bitirirdim sunanı sen olsaydın

Belki de hatırlanırım ararsın şimdi nerde
İzim deryada damladır köyüm Hatçepınar'da
Bizim köyün kıyısında Dilav suyuna uğra
Hangi çobanın kavalı ağlıyorsa ben orda

Tanrılar yaratan Zerdüşt serdarıdır aslımın
Mazdek Hürrem nişanıdır inancımın neslimin
Dersimli Seyyid Rıza’ya ağır selamları var
Himmeti var gayreti var Horasanlı Müslim'in

Seni tanrılara sunam keremetin görünsün
Nazar eden köryılandan beter olsun sürünsün
Dağlar naz yapmaya aday insafını bağışla
Bağışla ki gözlerinde eşkıyalar barınsın

Söyler misin anlar mısın ah çekerin suçu ne
Bulutlardan damlar gibi düştüm girdap içine
Ay bulandı güneş kustu yıldızlar beklemede
Artık yolla gözlerini yolla Çin-u Maçin'e

Titanik'ten son sesleri alizeler getirdi
Son seslerin son demini balinalar bitirdi
Her yerde terör estiren sabıkalı gözlerin
Bermuda’yı kamçılayıp Atlantis’i batırdı

Toprak sudan bülbül gülden dost dosttan bulur deva
Dârâ'dan çok önce seni ağırlamış Ninova
Benim ömrüm yanan roma senin gözlerin Neron
Örste demir dövmededir şimdi Demirci Kawa

Melekler ipekyolu'nda aryaları gözledi
Yeri göğe ayı güne seni bana sözledi
Ilık bir güz akşamıydı yine senin yüzünden
Koçero Harran’a doğru atını mahmuzladı

Kirpiklerin yeni değmiş kaşların firik başak
Ay ışığı az geliyor hadi gözlerini yak
Fesatların hasetlerin eli kına görmesin
Terk-i canan eylemeden Şahmeran'a danışak

Keşke gelmez olaydı böyle bir hâl başıma
Temaşaya meraklılar toplandı el başıma
Herkesin dilinde şarkı elinde yarin eli
Artık yine sensiz artık yalnızım kul başıma

En yorulmaz yolcusuyum müptelası bu yolun
Ben zamanla boğuşayım sen seyreyle sen salın
Kor alevler buz kesilir gördüklerinde beni
Bir sensizlik yakar bir de hasreti İstanbul’un

Sen ey gönüller sahibi ey yüzleri gök zemin
Ey deryalar şahanesi sen ey gözleri kimin
Düzgün Baba hatırına Munzurlar'a mihman ol
Mihman ol da güneşlensin yaylaları Dersim'in

Gözlerinin dokunduğu her mekân memleketim
Bakıver de uzamasın gurbetim esaretim
Ahmed Arif hasretinden prangalar eskitmiş
Beni böyle eskitense prangalı hasretim

Umutların menzilinden uzaklara atılmış
İki cihan mucizesi ilâhlara katılmış
En amansız gecelerde aynalar yine suskun
Perçemi yüzünü gizler sanırsın ay tutulmuş

İmanım varsa kaşların, kirpiklerinse dinim
Muhammed Kâbe'ye döner, benimse sensin yönüm
Musa meşhur asasıyla, çarmıhı ile İsa
Bütün hepsi senin olsun, senin gözlerin benim

Senin yüzdüğün sularda ayrılık ölümü yur
En son yolcun ben olayım bekle biraz gitme dur
Beni İstanbul’a ***ür ya da İstanbul getir
Dokununca Nazım’ın ellerini yakan vapur

Gördüklerin sensizliğin dayanılmaz göçüdür
Sıla gurbet gurbet sıla birbirinin içidir
Ne aradın ne de sordun ben nerede neylerim
Kara Fatma Kara Yılan senden şikayetçidir

Bilirsin ki sevenlerin ayrılığı kâbustur
Tahir'i Zühre’ye bahşet zemmedenleri sustur
Sen istesen Sina Çölü bin çeşit çiçek açar
Suya sudan köprü kurmak yalnız sana mahsustur

Bazen kırmızı karanfil zakkum mereti bazen
Sevmeyenleri şad edip sevenlerini üzen
Ağlayanın güleninden misli misli fazladır
"İşte gidiyorum çeşm-i siyahım" diyen ozan

Bahçıvanlar kır bayırda boz kevene gül aşlar
Ol sebepten didelerden eksilmez kanlı yaşlar
Sana yanar sana susar sana acıkır sana
Ehl-i Haklar, Kakailer ve mağrur Kızılbaşlar

Meri keklik Binboğa'dan Çukurova’yı süzer
Yörüklere konuk olur yaylalarını gezer
Al'Osman'a diklenenler Göv Osman'a kul oldu
Avşar ellerinin hali Dadaloğlu'nu üzer

Sana sevdalıdır diye Pir Sultan asılırken
Kadılar bayram ettiler Hızır’a susulurken
Bilcümle taş kesildiler sözde Itır sevenler
Kirli sarı bir bıçakla Nergisler kesilirken

Senin rengin tüm renklerin şahı padişahıdır
Senin ahın tüm ahların kahredici ahıdır
Yıllar gün misali geçti asırlar ay misali
Herkes kendi âleminde bu neyin eyvahıdır

Yüreğim atom yüklenir sesini duyduğum an
Dört kitap çaresiz kalır el-aman aman aman
Başka biri yapar mıydı Eyyub'a sabır verdim
Ay kendini kuşatıp da gece sustuğu zaman

Arzu'yu Kamber'e yolla bayram seyran etsinler
On emiri on bir eyleyip Tur'da semah tutsunlar
Lûtfeyle de Eshab-ı Kehf açsın kapılarını
Yediler'e yoldaş olup yedi asır yatsınlar

Güzelliklerin mimari cennetlerin ustası
Misk-ü amberli cemlerin vazgeçilmez bestesi
Dört kapı kırk makam mağdur mecbur olsa da sana
En çok Zerdüşt yanar bir de Zerdüşt'ün avestası

Tay Dağı'ndan Kafdağı'na bakışların gerilmiş
Nazlarını çekemiyor arap atlar yorulmuş
Yol bilenler hâl bilenler sırrın sual etmişler
Nesimî Hallac-ı Mansur Şah Hatayi darılmış

Gel de dal tomura dursun daha uzansın elim
Eski dostu yarenleri gel de çağırsın dilim
Bir "he" desen ben Sırat'ı tez geçerim kıratla
Köroğlu tek vekilimdir Kiziroğlu kefilim

Ay ışığı bilâdestur rüyalarıma dalar
Kuşkularımı bağlamış uykularımı yolar
Daha kuşlar uçamazken nergisler açamazken
Bir sen vardın gülümseyen bir sen bir de inkalar

Gözlerinden uzak olmak inan beni bitirir
Gider de gelmez bilirim yıllarımı ***ürür
Bir sonbahar yaprağı ol dalı ver kuşun çekme
Kızılırmak incitmeden seni bana getirir

Ağuları yıllandırıp içirdin yudum yudum
Ahvalimi anlar diye Baba Üryan’a dedim
Karıncayı gözlerinin karasından vuran ben
Çok saldırdım ruhumdaki seni öldüremedim

Yerim yurdum meçhul oldu neredeyim şaşmışım
Kafdağını turnaların kanadında aşmışım
Kanlılar kandan vazgeçer üçler beşler aşkına
Sen de bir gün Maraş’tan geç ocağına düşmüşüm

Bana gözlerini gönder sakın ha olmaz deme
Kime yanam dertlerimi yalnızlığımı kime
Bir başıma kâbuslarla boğuşurken ansızın
Hayallerin şeref verdi dün akşam viraneme

Hicran son arifesinde yolculuk var makbere
Siyabend'i öldürdüler Xece ölmek üzere
Ab-ı hayat çeşmesidir leblerin esirgeme
Ne o tanrıya minnet et ne de dal tevekküre

Bulutlar yağmur yorgunu ufuklar ateş yüklü
Bir damla ateşte derdim senisizliklerim saklı
Yedi kıtaya dağılıp elleri boş döndüler
Huma kuşu intizarda turnalar ağlamaklı

Sana sunulmaya hazır gökkuşağı destimde
Emrine amade olmak hayran olmak kastımda
Gözden ırak alemlerde yitik insanlar gibi
Ha ülkeler zaptedilmiş ha gözlerin üstümde

Hal bilmeze yoldaş olmak yola zulüm değil mi
Cevreyleyip gönül kırmak dile zulüm değil mi
Ömründe bir defa bile gül koklamamışların
Bahçıvana saldırması güle zulüm değil mi

Mevsimlerin prensidir güzleri Akdeniz'in
Aşikârdır huzurunda gizleri Akdeniz'in
Damıtılıp Lût Gölü'ne bağışlansa suları
Leblerinde denizleşir buzları Akdeniz'in

Şarkılarını dokudum senle geçen her anın
Sebebi katili olma yorgun yaralı canın
Sen de anlamazsan beni sen de gider gelmezsen
Şikayet ederim seni Şah'ına Pir Sultan’ın

Sürmeleri yel ***ürür gözlerine güneş çek
Yağmur yanak rengin yağsın bulutlara kına ek
Lübnan yeniden kurulur yine şenlenir Beyrut
Ama senin gözlerinin savaşı bitmeyecek

Yeter çektiklerim yeter benden beter olası
Yusuf'u kahretmedi mi Züleyha'nın çilesi
Yüzün suyu hürmetine binboğalar and içer
Ol diyarda vekilimdir Diyarbakır Kalesi

Karda kan damlası rengi yüreklerde ölmezin
Ne hükmü var ne kıymeti gidip geri gelmezin
Dost Fuzulî mest Fuzulî mayaları anlatmış
Sızıları Zap Suyu'nda Siverekli Yılmaz’ın

Bana renklerini uzat uzat ellerimi tut
Tut ki gönüller şenlensin tut ki yeşersin umut
Kervanlar yollara düştü Şam'dan Darüsselam'dan
Doğuver de incinmesin mahcup olmasın Nemrut

Sırrın dirheminde tutsak arzuların ağlaşır
Bıçkın kaçak hislerinde gece-gündüz bağlaşır
Bir elinde Van Gölü var bir elinde Urmiye
Damlasını sürgün etsen nurhaklarda çağlaşır

Duyar mısın İnce Memet Toroslardan seslenir
İki canlı Hatçesiyle doruklara yaslanır
En onulmaz en insafsız en çaresiz ağrılar
Gözlerinin feri değse iflah olur uslanır

Senin olmadığın yerde benim yokluğum başlar
Hayallerim yola düştü arandı dağlar taşlar
Hayyam çorak yüreğime bir kaç damla dem serpti
Periler Cudi Dağı'nda izine rastlamışlar

Sen pervasız çığlıklar at ben kahrolam ben üzgün
Sen kırklarda demlenedur ben beklemekten bezgin
Deryaların kucağında cem tutar semazenler
Düşlerim dağlar başında düşlerim dolu dizgin

Seni Dicle beni Fırat resmetmiş güneş ya rab
Güneşin vekili aya yıldızlar olmuş turab
Bizleri merak edenler aydan izin alsınlar
Bir başkadır yıldızlardan görülse Şattü'l-arab

Yağmur yüklü bulutlardan ruhunu koklayışım
Çağları tedirgin etmiş ömrünü saklayışım
Eyyub'un sabrı tükendi tükenmiyor nedense
Ne senin gelmeyişlerin ne benim bekleyişim

Gözlerinin damlasıyla çölde gül yetiştirdim
Sam yelleri yenik düştü sesinle çatıştırdım
Gölgenin düştüğü yerden bir avuç sönmüş külü
Serptim derin uykularda Kerem'i tutuşturdum

Dilek ağacına gittim sesini bağlamışsın
Islaktı dallar yapraklar hıçkırıp ağlamışsın
Karac'oğlan hayıflanır Hayyam duysa gücenir
Bulanık göl sularını şaraba yeğlemişsin

Düştüm dipsiz kuyuların en zifiri yerine
Sarkıt gözlerini durma muhtaç oldum nârına
Semiramis haber salmış zümrüd'ü-anka ile
Davetliymişiz Babil'in asma bahçelerine

Sesi mavi rengi esmer bu diyarda sazların
Geceleri parlamaktır töresi yıldızların
Dağlar uykulara daldı okyanuslar uykuda
Beni sabahlara boğan senin deli gözlerin

Teninin saçtığı nurdan güneş bile utanır
Söyle seni benden başka daha iyi kim tanır
Sevdalıların tarihi ıstıraba büründü
Seni arzular kıskanır seni Aslı kıskanır

Yanarım ah çeker gibi çekerim nazlarını
Canını canıma değdir tutuştur közlerini
Bir bilsen bir bilebilsen hallerim pemperişan
Merhem ol yarelerime gizleme yüzlerini

Düşlerimle savaşarak gün be gün yordum seni
Hayallerimle kuşatıp ruhuma kordum seni
Dediler ki aradığın şaraba yoldaş oldu
Yanıbaşımda bekleyen Hayyam'a sordum seni

Daha mecalim kalmadı bitti bu son çağrı gel
Gel ki yokluğun tükensin tükensin bu ağrı gel
Köroğlu'dan kıratını istesen sana verir
Seni Nemrut'a beklerim her sabaha doğru gel

Aşıkların sırdaşıdır Dicle gizemli akar
Siti muradına erdi Botan seyrana çıkar
Kör olası kinli beko keyfinden dört köşedir
Mem Zin'i Zin Mem'i yakar tacdin evini yakar

Serbest geceleri giyin korkularını sıyır
Yudumla ki mest olasın şarabı sudan ayır
Çöl su ister lâl dil ister gözlerini isterem
Vermeyenin iki yüzü ben garibanı doyur

Haramiler cirit atar kaynağında bu nehrin
Dudaklarını savur ki hükmü kırılsın zehrin
Bir bakışın bir taburdur gönder ordularını
Sana mecburiyeti var yedi tepeli şehrin

Kudretinden sual olmaz can verir can alırsın
Ya ömrü saadetim ya da Azrailim olursun
Mecnun'un yerine sordum dediler Allah bilir
Ben nerede ne olurum onu da sen bilirsin

Bir yanımda yarasalar işitir ağıtları
Halepçeli bir çocuğa taşıtır ağıtları
Küllerim Ağrı'da çığdır tüterim çığlık çığlık
Sivas'ta tutuşan ateş kuşatır ağıtları

Gözlerinin beşiğinde rüyalarım sallanır
Zehri kana zerk etseler damarında ballanır
Gılgamış küçük asyanın sensiz fotoğrafıdır
Yaşar Kemal'in dilinde Anadolu dillenir

Ben dostumu hak bilirim hakkı bilir dost beni
Tanrıların sofrasına çağırır bir dest beni
Nesimî'nin derisinden sızan şarabı tattım
Damlasına dilim sürdüm bir hoş etti mest beni

Hallac olup taşlandılar hak ruhunu tadanlar
Zal'ın elinden savruldular riyakârlar nadanlar
Aşkı şehvete boğduran ummi nebi misali
Zul'm ile serdar oldular nefse biat edenler

Hakkı sırda sır olanın sor kendisi necidir
Aklı mahrum ruhu kanlı her kelâmı acıdır
Baba Üryan yana yana der ki aman uzak dur
Gönül gözü görmeyenin Allah'ı kıyıcıdır

Saçlarından dökülüyor yıldız yıldız sırmalar
Düştüğü yeri yakar da sırlarımı tırmalar
Kör karanlık bir gecede cürm-ü meşhut dediler
Gözlerinde saklanıyor beni ele vermeler

Gözlerinde gözlerinde en çılgın uçurumlar
Atmacalar yuvalanmış bıldırcınları kovalar
Kâbil Hâbil'e yapmadı senin yaptıklarını
Duy feryad-ı isyanımı duy artık havar havar

Beni sensizliğe sürme uzaklara bakamam
Girdaplarda boğulurum boğulurum çıkamam
Nice sefil ihanetin ceremesini çektim
Öldürseler gözlerimi gözlerinden çekemem

Yaslı doruklardan güler sağlarımıza kaçak
Bir tılsımlı anahtardır bağlarımızda kaçak
Tiksinirim siliklikten mıntıkama uğrama
Bize kaçaklık yakışır dağlarımıza kaçak

Gel de bülbüller kıskansın gel de güller serpilsin
Gel de ahrimanlar yansın gel de allar serpilsin
Istıraplar diyarını baykuşlara hibe et
Gel de Emekçiyi güldür gel de diller serpilsin.




Ozan Emekçi
 
/..ben konuşursam seni üzerim sevgili../

beni bulmak
öyle kolay değildir..
hayatıma elini kolunu
sallayarak giremezsin..
cehennem sıcaklığında da olsan
buz kestirir sana sözlerim...

beni öyle kolay özleyemezsin
sigara üstüne sigara yakarsın
her seferinde
duman niyetine
hasreti çekersin ciğerlerine
Ben Konuşursam Sevgili !!..!!
sadece ela gözlerim için
kelepçeli kolların,
prangalı ayaklarınla,
dalıp gidersin uzaklara
aklını terkedersin
rüzgarın kollarında..

/..ben konuşursam mutsuzluğun olurum sevgili../


beni tutmak
öyle kolay değildir
kayarım ellerinden
avuçlayamazsın
tükenirsin..
her kırgınlıkta
küserim
fırtına kopartırım
nezaman büyür
nezaman durulurum
bilmem ki...


/..ben konuşursam canın yanar sevgili../


bana alışmak
öyle kolay değildir
rüyalarımda bile
sevilmekten korkarım ben
yetişemezsin ardımdan
kaçarım..
yanımda olmazsın..

beni sevmek
öyle kolay değildir
son şarkıda,
son satırda,
sigaranın son külünde,
uyanışı olmayan son uykuda bile
küfürler yağdırırsın zamana


......eğer ben konuşursam ayrılırım sevgili
kanar her yerin,
sendeler,
yerlere yıkılırsın..
toparlayamazsın kendini
Ben Konuşursam Sevgili !!..!!

.......................ve ben sana kıyamam sevgili


şimdi ;
sakın konuşturma beni
benim konuşmalarım susmalarda gizli..!!


Ebru Yılmaz
 
3009773887_531c666154.jpg


Bir daha dünyaya gelseydim eğer
Herşeye yeniden başlardım
Dolaşırdım yeryüzünü adım adım
"ölü diller"i arardım,
Dağlara taşlara saçılmış
Eski sözcükleri toplardım.
Boynumda hamayıl gibi "Ha"
Adım Simurg,
Soyadım Anka.
Gökyüzüne ağardım;
Kafdağı'nın tepesine konar,
Küllerimden doğardım.
Kılavuzum olurdu
Sosrukua Nart.
Yoldaşım, kanatlı bir at.
Altımda Karadeniz, Akdeniz,
Dicle, Fırat, Atlantis,
Mu.
Arardım kökenimi, soyumu
Nereli
Ve
Kim olduğumu.
Terkimde Hatti, kucağımda Hitit,
Ne yitik Zebur
Ne Ahdi Atik
Ne Ahdi Cedid
Ne Turu Sina'da Musa,
Ne çarmıhta İsa.
Damgalar,
Çivi yazıları,
Kil tabletler...
Ve
Tabula Rasa!
Afrika'dan, Asya'dan geçerdim.
Soluklanırdım Mezopotamya'da
Rastlardım Nuh'a Ağrı Dağı'nda.
Asma bahçelerinde Babil'in
Kan kırmızı şaraplar içerdim,
Kan izlerini bulurdum Kabil'in.
Mısır'a sürerdim atımı sonra,
Nil nehri'nde konuk olurdum firavunlara;
Siris, Osiris, Ra!
Seslerin resmini çizerdim duvarlara.
Do, si, la, sol, fa, mi, re.
Ve yeni anlamlar biçimlere,
Üçgen, kare, daire.
Mavi, sarı, kırmızı
Vururdum tarihin yüreğine.
Ah bir tek yitik sözcüğü bulsaydım eğer,
Çözülürdü dilimdeki düğümler
Şimdi ne yapsam
Ne etsem
Nafile!
Yabancılaştım artık kendime bile
"Anadili giysisiymiş insanın"
Susa susa ben dilimi yitirdim
Başka dillerden sözcükler giydim
Şimdi ben
Kırk odalı bir handa
Kırk yamalı bir yorgan
Şimdi ben
Arapça anlayan
Latince yazıp, Türkçe konuşan bir pagan:
Anadilini unutup
Yadırgı dillere tapan.
Bağışla beni Baba,
Bağışla anayurdum!
Adige gibi yaşayamıyorum ama,
Adige'ce düşünüyorum.
Anadilimi örtün üstüme,
Anadilimi örtün!
Çıplağım;
Üşüyorum.


Çetin ÖNER
 
elex1.jpg



Bu sevda
Birdenbire saran içimizi
Bu narin
bu sımsıcak
Bu umutsuz
Sevda
Gün gibi güzel
Ve kabaran deniz gibi
Çalkantılı
Bu sevda
O kadar gerçek
O kadar güzel
O kadar mutlu
O kadar sevinçli
Ve karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Gülünç
Ve gecenin ortasında sakin bir adam gibi
Kendinden emin
Başkalarının yüreğine korku salan
Benizlerini solduran
Dillerini çözen bu sevda
Gözetlediğimiz için gözetlenen
Yaraladığımız
Ayaklar altına aldığımız
İnkar ettiğimiz unuttuğumuz için
Kovalanmış yaralanmış ayaklar altına alınmış
İnkar edilmiş unutulmuş
Bu kocaman sevda
Gene dipdiri
Gene güneşli
Senin sevdandır bu
Benim sevdamdır
Hep var olan
Durmadan yenilenen
Ve değişmeyendir
Bir bitki kadar gerçek, bir kuş kadar ürkek
Yaz güneşi kadar diri ve sıcaktır
İkimiz de gidebiliriz
Sonra dönüp
Derin uykulara dalabiliriz
Acı çekebiliriz uyanınca
İhtiyarlayabiliriz
Sonra tekrar dalabiliriz uykuya
Ölümü düşleyebiliriz
Oysa
Başucumuzda
Gülerek bakıyor bize
Durmadan tazelenen bu sevda
Ayak diriyor yaşamakta
Arzu kadar diri
Bellek kadar zalim
Pişmanlık kadar budala
Hatırlamak kadar tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Bir çocuk gibi narin
Bize bakıyor gülümseyerek
Ve hiçbir şey söylemeksizin
Konuşuyor bizimle
Ve ben ürpererek dinliyorum onu
Bağırıyorum
Senin için
Kendim için
Bağırıyorum bizim için
Gitme kal
Dur orda
Ayrılma yerinden
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Biz ki sevmiştik birbirimizi
Unuttuk seni
Bari sen unutma bizi
Bir sen varsın yeryüzünde bizim için
Terk etme bizi
Buz bağlamasın yüreklerimiz
Ne kadar uzakta
Ve nerde olursan ol
Duyur bize kendini
Bir çalı dibinde
Hatıralar ormanında
Birdenbire çıkıver karşımıza
Uzat elini bize
Ve kurtar bizi.
 
pic120pr.jpg


Acaba bu gerçek mi, yıldızların yıldızı
Seni tekrar kalbimin üstünde sıkıyorum!
Ah, şu ayrılık denen gece nasıl bir acı
Nasıl derin uçurum
Evet neşelerimin
Sevgili, hoş rakibi sen;
Düşününce geçmiş acıları
Ürperirim halden.
Düha ezeliyetin, Tanrının sinesinin
Uyurken bir yerinde en kuytu ve düzgün derin
Hazırladı ilk anı
Çok yüce bir yaratma isteğiyle Tanrı
'Ol!' emrini verdi,
Bütün alem kudretle ve büyük ihtişamla
Hemen gerçekleşerek bir varlık kazanınca
Her taraftan çok derin bir ah koptu yükseldi
Etraf nura boyandı
Birbirinden ayrılıp bir yana kaçıştılar,
Vahşeh ve korku dolu rüyaları içinde
Her şey can attı
İsteyerek sessiz ve ihtirassız
Uzaklara, o derin sonsuzlukta.
Her şey susmuş, sessiz ve ıssızdı etraf,
Tanrı yalnız kalmıştı ilk olarak,
Yarattığı şafağı o anda
Şafak merhamet etti çekilen ıstıraba,
Ve acı duyanlara,
Ahenkli renk oyunları gösterdi,
Daha önce birbirinden her ayrılan böylece
İmkan buldu tekrardan birbirini sevmeye.
Telaşla, acele ile birbirinin olanlar
arayıp birbirini yeni baştan buldular
Döndüler ölçüsüz hayata tekrar
His ve duygular
İster el ele tutup, ister yakalansınlar
Yeter ki birbirinden onlar ayrılmasınlar.
Bundan sonra Tanrının yaratması lüzumsuz
Onun dünyasını artık bizler de yaratırız.
Bu suretle o şafak al al kanadlariyle
Beni sana uçurdu geldik dudak dudağa,
Ve gece gökyüzünde parlak yıldızlarıyle
Binlerce mühür vurdu, kuvvet verdi bu bağa,
Artık şu yeryüzünde böylece her ikimiz
Sevinç ve acılarda biriz ve herkese örnek olabiliriz.
Ve ikinci bir 'Ol!' emri
Bir daha ayıramaz bizi.

JOHANN WOLFGANG von GOETHE
 
1210174091hasan-huseyin-sevinc.jpg


Ne kadar değişmişsin ben görmiyeli,
Ellerin güzelliğini kaybetmiş nasırdan,
Hüzün rengi almış saçlarının her teli
Gözlerine gölgeler düşmüş kahırdan,
Gözlerin ki, gördüğüm gözlerin en güzeli
Ne kadar değişmişsin ben görmiyeli

Böyle mahsun kederli değildin eskiden
Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi
Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan
Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi
Baygın kokusuna anılarla beraber giden
Böyle mahsun kederli değildin eskiden

Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Ağlamaktan mı karadı gözlerin
Bir zamanlar göz yaşını sevmezdin
Şimdi neden yaşardı gözlerin
Hasta mısın, yorgun musun nen var
Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar

Arzular vardır bilirsin anlatılamaz
Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu
Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz
Keder sana yakışmıyor gül biraz
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz.

Victor Hugo
 
altresim.jpg




Ferman-ı Kays



Eflatun bir hatıranın
Yürekten toplayabildikleri kadar özgürsün...
Kays’ın fermanında
Mısralara tutsaksın...


Gecenin sürgüsünü çekince gözlerine şafak
Körlüğün kadar olgun
Duydukların kadar uzaksın...


Yarım kalan şiirlerin soluğu saçlarımızda kendinden geçerken
Düşerek büyüttüğümüz çocukluk
Ürkek cümlelerin kıyılarında suskun...


Bilmediğin betimlemelerle söndürdüğüm ateşin
Tende kül rengi pişmanlıklarımızdır
Gridir adın
Ve maviye yasaktır...


Şakağından vurulmuştur huzur
Kanrevan içinde
Yalnızlığımıza sığınmak
Terk edilmeler adına
Alınan son adımdır...


Aslında
Günahlarımızın boynunda
İleriye doğru atılan her adımın yankılarıyız...


Bir siyasi düşünce kıvamında
Sağa ve sola bölünmüş
Önemsenmeyen bir mektup gibi
Tam ortasından yırtılmışız sadakatin...


Baharı kışa çeviren
Sonhabarı mazlum kılan
Yazı unutturan bir hikâyenin
Kuzeyi ve güneyi
Yorgun bir savaş meydanında
Kalabalıklığın tam ortasında
İki yabancıyız
Bilinmeyen bir melodinin son iki notasıyız


Hiç tanımamış gibi gözlerimin rengini
Tende hiç öldürmemiş gibi arzularımızı
Sinede bıraktığın kokuları sökerek
Kuytuma düşen gölgeni kurban ederek ayrılığa
Git...


Artık
Leyla başka kollara sarmalanan
Kays başka yüreklere dağlanan
İki yabancının kitabında
Birbirine el
ölümsüz kahramanlarız...




Saruhan Osmanoğlu
 


Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün,
belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur.





kirda-20kulube.jpg





Özledim seni...

Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...

Beynimi uyuşturu*yor özlemin...

Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlı*yorum.

Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime sapla*nan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.

Sabahlara seni ok*şayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, se*vimli ha*şarılığını, çocuksu küskünlüğünü...

Nasıl da serttin başkalarına karşı be*ni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...

Hasta olduğunda, o korkunç kriz ge*celerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...

"Atlattı" müjdesini kutlarken yor*gun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:

"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve be*ton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."

Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...

Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut*mandan geçtiğini bilmek...

Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de*mek...

"Beni ne kadar ça*buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sa*na ne zor...

Sesimi, kokumu çe*kip alıvermek beynin*den, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...

... seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakma*nı istemek senden...

... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlik*te güneşlendiğimiz on*ca yazı, yanyana titreş*tiğimiz onca kışı, pay*laştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, ar*kandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...

... yokluğunu beklemek, ne zor...



* * *



Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engel*leri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.

Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüre*ğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve

"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:

"Geri dön... kulüben seni bekliyor..."

Can Dündar​
 
www_antoloji_com_1365941_839.JPG


Bilmezdin sen, ve hatta ben bile bilmezdim; kime yazdığımı veya yazdığımın 'kim' olduğunu...
'Sana' yazarken eskiden, uzaklardaki 'duruşun' başkalaşıverdi birden; sanki büyüdün... Ya da, sanki 'beni' büyüttün gözünde... Veya benim gözümde 'seni' küçültmeye çalıştın! ..
§
Eskiden, sana yazardım;
Sana yazmaya korkmadığım zamanlarda! ..
§
Eskiden sana yazardım;
Seni, sevdiğim sanıp! ..
§
Eskiden sana yazardım...
Kayaları kazıyıp!
§
Ne yaptın, ne yazdın, veya ne dedin bilmiyorum... Ne yaptım, ne yazdım, veya ne dedim onu da bilmiyorum...
Ama, karşımda duruşun değişti sanki...
Ve sanki, kalbime vuruşun değişti; anlamadan...
Ve, anlatılamadan.
§
İsterdim ki;
Dokunabileyim hâlâ en ince teline saçlarının...
Ve sen, mızrap değmiş gibi titre yine! ..
§
Eskiden, sana yazardım; seni, sevdiğim sanıp! ..
Eskiden, sana yazardım; beni sevdiğini sanıp...
Eskiden sana yazardım;
Sana yazmaya korkmadığım zamanlarda! ..


Muammer Erkul
 
8918xj.png


Bilmiyorum,yaşamakta mısın,öldün mü?
Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni
Yoksa,akşamın yaslı karanlığında
Bir ölüyü mü düşünmeli...

Her şey senin için:Gün boyunca dualarım.
Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;
Şiirlerimin beyaz sürüsü,
Ve mavi yangını gözlerimin...

Hiç kimse daha yakın olmadı bana,
Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile,
Okşayıp bırakanlar hatta.

(Çeviri: Ataol Behramoğlu)

Anna Ahmatova












[IMG]http://www.yghupload.com//Uploaded Picture/e21196cfd9adc94a8dddd36733e4bae1.jpg[/IMG]

Aynı bardaktan içmeyeceğiz,
Ne suyu,ne tatlı şarabı,
Şafakta öpüşmeyeceğiz
Ve akşam çöktüğünde pencereden bakmayacağız.

Sen güneşle soluklanıyorsun ben ay ile
Ama aynı aşkla yanıyoruz ikimiz de.

Benim yanımda sadık,sevgili yarim,
Senin yanında neşeli eşin,
Ama okuyorum gri gözlerindeki korkuyu
Çünkü sensin acım.
O arada bir buluşmalarımız bundan böyle
Daha bir aradabir olsun.
Gönlümüz rahat olsun,o zavallı gönlümüz.

Şiirlerimde yalnız senin sesin var
Senin şiirlerinde,biliyorum benim soluğum esiyor
Ah bir ateş ki cesareti yok
Ne unutuşa,ne korkuya dokunmaya...
Bir bilsen nasıl seviyorum şu an
O kuru dudaklarını,gül rengi!

(Çeviri: Güneş Acar)

Anna Ahmatova
 
misc_1055.jpg



Bekliyorsun Bir Kahrın Yaldızlı Fermanını
Kahrın sesi rüzgârı ağlatırsa içinde
Gecenin omzuna koy titreyen düşlerini
Ordadır âh çıbanı
Ân gelip patlayacak yanardağlar ve ölüm
Sen şimdi muallâkta bir vezir-i azam mı
Yedikule bekleyen hünkâr mısın ülkende
Kan revan yürüyüşler
Nehir kokan bir mendil bırakmışsın göklere
Bekliyorsun; bir tohum, bin bir umut ve sonsuz
Bekliyorsun; gelecek haber güvercinleri
Bekliyorsun; sokaklar dirilecek yeniden
Bekliyorsun vefakâr perileri, cinleri

Kendi parmaklarınla kafes yaptın kendine
Avuçlarında Bâbil; mahkûmusun bozkırın
Yılanlar arasından geçmelisin her akşam
Ardın sıra kırılan kandillerin mahşeri
Sonra bir dağ başında
Sonra bir uçurumda
Sonra zehir damıtan bir şehrin ortasında
En ıssız günlerini yaşıyorsun kederin
Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş
Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını
Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş
Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını

Hani o son durakta saray açıldı birden
İki bembeyaz gülün yaprağıydı her sütun
Başını yasladığın pervazlarda çiçekler
Baygın kokularıyla sarmıştı denizleri
Çığlıklar fırtınası
İpek duruşlu suna
Susturulan bir devin iniltilerinde kan
Şimdi darağacında kuşku, sihir ve isyan
Bir köşeye çekilmiş emanet bekliyorsun
Hatıralar yurduna ihanet bekliyorsun
Sanma ki pencereler sana meftun olacak
Öteden hummalı bir işaret bekliyorsun


Nurullah Genç
 
Geri
Üst