-teodosİc.` den seÇmeceler. ~

Farzet ki Farz Değilmiş Aşk


b-49030-mask.jpg



Canı cehenneme ertelenmiş tüm nadasların
Bir alicengiz oyunuydu, perdesiz oynadığımız
Yorumsuz egomuzu doyurmaktı sabırsızlığımız
Perde bizi örtemeyecek kadar şeffaftı, aralandı
Oyun yeni bir figüranla yol alacak biliyoruz



Farz et, bugün tanıştık seninle
Ve zaman çürümüş bir diyet ödetti bana
Okunmamış, kirli takvim yaprakları say
Yaşayamadıklarımızı,
Yamalıydı sevda, söküğünü dikmek hep bana kaldı

-Kırık bir terazinin hilebaz oyununda düşen hafifliktin-
-Yüreğimin ağırlığını bir Pazar kaldırabildin sadece-




Mavzer ağzı bilir misin?
Nasıl alev, nasıl sıcak
Üzerine su dökülmüş ateş közü
Dumanı, kor
Taşı, bor
Düşlerinde,
Lanetlenmiş bir puta dönüşüyorum
Durmadan, çirkinliğe bürünüyorum
Suretinde …



Bilirim;
Aptallığa aşina olmayan aklımla
Bu şiirin sana sevap
Bana ızdırap olduğunu
Yüreğimin cömertliği bundandır
Sen anlayamazsın









Bu saklambaç oyununda körebe bendim
Gözlerimi açtığımda sadece elbisen duruyordu
Hiçlik korkuluğuna giydirdim üstünü
Bir karga konar da üstüne, beddua eder diye





Farz etki farz değilmiş üstümüze aşk
Bir yap-boz oyununda harcandı
Saatlerim…
Gözlerin yalandı.
Dudakların aç bir rahim aralığıydı
Çırılçıplaktı her köprüde
Bir otostopçu gibi beni bekledi.
Vuslat miada varmadan öldü


Artık;
İçimde sana karşı bir boşluk bile taşımıyorum

Bilirim ki;
o boşluğun içini dolduracak kadar bile yüreğin yok


Faik Danışman
 
Bir İntihar Bildirisi



matem.jpg



Adam;


Alnını dayadığı pencerenin kesiğinden, yanaklarına inen kan damlaları uyandırdı bitmeyen bir yolculuğun içinde ki uykudan

Kurmaya cesaret edemediği düşlerini, bir bilinmeze ***ürüyordu tren katarları.
yüzünü inciten pencereden çıkarıp kafasını, birer film karesi gibi gözlerinin önünden, içini adeta hırpalayarak geçen, yol nüanslarına bir tanımlama getiremeyecek kadar yorgundu.

Fırtınalı zamanlarda üzeri aşınmış harabe kentler ve devrilmeye yakın duran her ağaç kovuğunu, kendi bedeniyle yüzleştirme sendromunu yaşıyordu.

Yüreğinin kadranında, yelkovanı akrebe döndürmenin hesabından, pişmanlıkla biten bir iç muhasebenin uygulayıcısı olmaktan çoktan uzaklaşmıştı.
Kalbinden, beynine gönderme yapan sızılara bir set koymak kolayına gelmişti belki de.
Bilinçaltına durmadan rengarenk elbiseler giydirip, bir yalan tufanında yıkıyordu maskelerini. Denediği her sırıtan maskeden daha güçsüzdü ve ayakları bedenini taşıyamayacak bir kavgada, kangrene yatmış bir yaralının, avazı kadar bitkindi.
Kapağı açılan bir baraj sabırsızlığındaki yaşlarını, katı bir duvar örerek kapattı elleriyle.
İlk gördüğü denize boşaltmanın, fukara tesellisinde inançlarını zedelemenin çocuksu umutlarını tazeliyordu.
Bir durağa işaret eden her istasyon düdüğü onu kendi iç ülkesinden alarak sahipsiz bir mezar ıssızlığına ***ürüyordu.
Hicret’te rivayet edilen, uzun soluklu göç kadar, mecburi bir yolculuğun kendi payına düşen ekseninde, ömrüne biçtiği cezanın diyetine hazırlanıyordu.
Dalından düşmeye ramak kalmış her yaprağın, içine ektiği korkuyu kilometreler sarıldıkça daha iyi hissediyordu.
Titreyen elleriyle gövdesini ortasından tutup ikiye ayırsa, kalbinin çarpımında inleyen kalbinin sesini dinleyecekti bütün istasyonlar.
Parçalanmış bir cesedin üzerinde ağıt yakarak, yirmisinde evladını kaybetmiş bir annenin feryatları kadar üzgündü hücreleri.
Kendine ölüm iğneleri batırarak, bir linçe hazırlanıyordu zihnine bulaşan ezber körlükler.
Dişlerinin gıcırtısından, dilinde bir acı bırakan hisle yeniden topladı bütün geçmişini ve gücü yetse yavaş yavaş ilerleyen yolu elleriyle çekecekti.
Farkındalık boğazında bozuk para gibi kapatıp nefesini susuz bir gölde çırpınarak can veren, bir çocuğun telaşı gibi boğuyordu onu.
Geçtiği istasyonlara dönüp bakma isteklerini, hapsetmişti kalbinin derinliklerinde
Kapatıp göz kapaklarını, bir heyelanla köklerini açığa çıkarmış bir ağacın düşme endişesini takarak ayaklarına, öylece gidiyordu

Geride, ıssız duvar diplerinde hasrete yatmış ıslak resimler ve ayaklarının dibine düşen, gözyaşı zincirleri bırakmıştı…


Yeniden, alnını çizen pencereye, bir asansör boşluğuna düşer gibi bıraktı şakağını




Kadın;


Gecenin ıssızlığını bozan, cırcır böceklerinin garip seslerinden, cesaretini tetikleyen ölüm bestesine kulak kabartıp, son kez gökyüzünde kendini asacağı en yüksek yıldızın, seçiciliğine selam duruyordu parmakları.


Yüzünde, cennette kendine yer ayrılmış bir peygamberin, aceleci tavırları ve keşfi imkansız bir mutluluğun tarifi yaşanıyordu.

Üzerine, gidene bağışlanmış en güzel elbisesini giymek üzereydi, çıplak kalmış bedeni.
Gözlerinin kıyameti kadar büyük ve saçlarında dolaşan, ecel parmakları kadar yakındı, bir çerçeveye konulacak ömrü.
Son kez istasyonu ve kalbinin sönük lambalarını yeniden aydınlatacak tren sirenlerine çevirdi gözlerini.

Ama güneşini yitirmiş bir ülke kadar karanlıktı bütün dağ ertesi şafakları. Kararlıydı öpmeye soğuk sularını ölümün

Dilencisi olmayacaktı hiçbir duanın. Tanrı’nın, onu bir sevgilinin gözünden bakmadan, ilk yarattığı çıplaklığıyla, masum bulacağına emindi.
Masmavi bir okyanusun üzerine kulaç açan özgür kuşlar gibi açtı iki yana ellerini
Artık adımları aklından emir almayı unutmuştu!




Eğer tabiat kendi masalındaki kahramanları sayfanın öte yakasına çıkarabilirse mutlaka bu hikayede devam edecek…

Belki umut diye bir ışığın silueti belirecek ansızın kim bilir..!


Faik Danışman
 
Ar
İhanet içmiş intikam kılıçlarını gövdeme saplama
Kadın!
doğuramayacağın bir düşe hamile kalacaksın birazdan
hadi soyun!
rahminde uluyan köpekler
besmele yemiş şeytana dönsün
bu bir ayin!
esarete yatmış tenin çıksın ayazdan



Saçlarını toplayamamış bir yatağın başucundan topla
geceden artakalan günahlarımızı
özürlü bir sevinç
yırtık ar perdeleri
ölü cenin sesleri kalsın ıslak çarşaflarda




bu gözü dönmüş bir oyun!
etekleri tutuşmuş korkularımızla yüzleşiyoruz
kilitleri çalınmış sevişme ayinlerinin kadranında
şakağından vurduk zamanı
mühürlesek bile dişlerimizin arasında ağlayan dilimizi
şafağa uyanan aynalar ihbar edecek suçlarımızı



bil ki en yakın dostuyum gözyaşının
ama pişmanlığının babası ben değilim
bugün Zehra
yarın Sevda
öldüğünde fahişe yazılır adın
ateşlerin ortasına gölgemi çağırırsın
uyan!


güneşin sırt çevirdiği zamana yaslanan yanıyım
bir gözü kör karanlık merdiven boşluğu
ilk kadınım!
miş’line geçerek zamanın
bulduğum ilk memesinden içtim çocukluğu
bütün melekler kalemini unutsun
ağır bir gecede
sağır bir uğultuyla yıkansın kirli saatlerim
yorgun dilimizi sadece duvarlar konuşsun





tesellisi yok hiçbir kitapta ah’larımızın
unutma tanrı’lar bile aldatmıştır kadınlarını

şimdi giyin
üzerini sıkıca ört utançlarımızın
sevaba yor ikimize bahşettiğin mutlu anlarını


Faik Danışman





Galibi olmayan bu bencil savaşta,

Tesellisi garip düşsel gururlarla avutuyorsun kendini

Aslında sonu olmayan bir romanın baş kahramanısın.
Yüzünde çirkin bir gülümseme seziyorum........

Alaycı tavırlarını,kalbinde rehin tuttuğun duygularım bölüyor
Sana en zayıf anlarımı gösteren benim..

Sevmeyi,acı çekmeyi,hatta yenilmeyi ben istedim
Beni böyle viran bırakmayı
Zafer mi sanıyorsun?

Sınırlarımı açtım sana,bilerek,isteyerek
Dikenli tellerimi kaldırdım..............

Şimdi bu coğrafya senin.
Övün kendinle,hatta aptal bir gurur payı çıkar kendine
Getir en kanlı bayrağını,dik bedenime

Al..! özgürlüğümü beni kısıtla
Zincirlere vur istersen…

Gel..! korkmadan,beni işgal et…
Ben gönüllü köle koynunda
Sende sahibim ol..!

Ama bir gün gidersen..,
Bedenimde bıraktığın talan izlerini sil..!
Çünkü,kalbinde ki duygularım hala esir

.....................Unutma..! seni yaşatan benim..
Ganimet diye aldığın sadece çıplak bedenim.....


Faik Danışman
 
Zeynep Nasıl Ölmeli..?



[IMG]http://img181.imageshack.us/img181/1928/aloneihurtbyangelbelladai2.jpg[/IMG]

Kefilsiz bedelle gebe kalınan bir günahtı gecenin doğurduğu
Tanyeri kızıllığa boyanırken şafaklar yitiriyordu bakireliğini
Sefil, üryan, kendinden soğuyan bir pişmanlıktı nefsin soluğu
Dehlizlerinde başlıyordu kayıp firariliğin tutulmayan biçareliği




Dizlerin, mum alevi titrekliğinde soyunurken bir bedduaya
Yüzüne değen her gölge, kendi karanlığında muamma
Ellerin hazırlanırken, şakağına bulaşmış aminsiz bir duaya
Gözyaşı, çocukluğunu ağlayacak birazdan, derin bir kıyametle



Vurulacak birazdan masumluğun
Bir intihar süsü olarak kalacaksın
Üzerine tek Fatiha okunmayacak
Kimsesizler mezarlığında çiçeksiz yatacaksın





Kelimelerin trendi midir acizlikle yalpalanan
Özgürlüğün katli midir umarsız vacbi kılınan
Hangi dinin sözcülüğüdür alnına yazılan
Geçir ipleri boynuna Zeynep
Gülümse!
Sen utanılacak bir şey yapmadın.



Soytarılar krallığa soyunmuşken çılgın vaazlar düşer çarmıha
Dilin tükürdüğü her söz yanardağ ifrazatıdır yangınında
Boynuna uygun ferman ararken insan kılığında şeytanlar
Bedeninin isyana durduğu bir recme tutulacaksın taşlardan



Söz hakkın, lav ağzı barut, sus payı çığlık
Dilini dişlerine bileyerek zamanı arala
Dudaklarındaki çatlağı sakla Zeynep
Gülümse!
Birazdan zebaniler gelecek seni asmaya




Ağıtlarına kefen olduğun bir suçsuzlukta gömüleceksin
Toprağa, suya ve güneşe ulaşmaz sancılarının varlığı
Konuşsan gök yarılacak çığlığında büyüyen yankıdan
Sesine suskun duvar celladının gözleri, yargısız öleceksin



Üzerine çevrilen namluya çevir göğsünü artık
Çözülmesi imkansız bir budalalık can çekişiyor
Kendi kanından vurulacaksın bugün
-Kapat gözlerini Zeynep, kardeşin ateş etmek istiyor-


Faik Danışman
 
24842_365364587094_220145627094_5429687_3120455_n.jpg


Gece ve Deli

"ben senin gibiyim, ey gece, karanlık ve çıplak; hayallerimin ötesinde yanan patikada yürürüm ve ne zaman ayağım toprağa dokunsa oradan dev bir meşe ağacı çıkar."

"yo, sen benim gibi değilsin, ey deli; çünkü sen hala kumda bıraktığın ayak izlerinin ne kadar büyük olduğunu görmek için arkana bakarsın."

"ben senin gibiyim, ey gece, sessiz ve derin; ve yalnızlığımın ortasında bir beşikte bir tanrıça yatar ve cennet’te doğan yalnızlığımda cehennem’e dokunur."

"yo, sen benim gibi değilsin, ey deli; çünkü sen hala acı karşısında ürperirsin ve uçurumun şarkısı seni korkutur."

"ben senin gibiyim, ey gece, vahşi ve korkunç; çünkü kulaklarım mağlup ulusların çığlıkları ve yitirilmiş toprakların iç çekişleriyle doludur."

"yo, sen benim gibi değilsin, ey deli; çünkü sen hala kendi cüce benliğini kendine yoldaş alırsın ve dev benliğinle dost olamazsın."

"ben senin gibiyim, ey gece, acımasız ve korkutucu; çünkü bağrım denizde yanan gemilerle tutuşur ve dudaklarım ölen savaşçıların kanıyla ıslanır."

"yo, sen benim gibi değilsin, ey deli; çünkü hala bir iyilik meleği olma arzusuyla dolusun ve hala kendi’nin üstünde bir yasa olmadın."

"ben senin gibiyim, ey gece, neşeli ve mutlu; çünkü benim gölgemde oturan saf şarapla sarhoş olur ve beni izleyerek sevinçle günah işler."

"yo, sen benim gibi değilsin, ey deli; çünkü senin ruhun yedi kat giysiyle örtülüdür ve sen yüreğini elinde tutamazsın."

"ben senin gibiyim, ey gece, sabırlı ve tutkulu; çünkü göğsümde, solgun öpüşlerin kefenleriyle binlerce sevgili gömülü."

"öyle mi, deli, sen benim gibi misin? sen benim gibi olabilir misin? ve bir ata biner gibi fırtınaya binebilir ve bir kılıç olup şimşeği tutabilir misin?"

"senin gibi, ey gece, senin gibi güçlü ve uluyum ve tahtım gözden düşmüş tanrıların yığını üstüne kurulu; ve benim önümden de günler elbisemin eteğini öpmek için yüzüme hiç bakmadan geçerler."

"benim gibimisin, ey karanlık yüreğimin çocuğu? ve benim yabanıl düşüncelerimi düşünür ve boş sözlerimi mi konuşursun?"

"evet, biz ikiz kardeşiz, ey gece; çünkü sen evreni ortaya çıkarırsın, ben ruhumu."

Halil Cibran – “Deli” Kitabından…
 
46662uf8.jpg


Bir atlı gidiyor
Sessiz bir şarkı dudaklarında
-makamı hicaz-
Toynak izlerini ardında bırakarak
Gidiyor şarkılarda susarak
Perdesiz akşamlardan geceye çıkıyorum
Kendine dönüyor yalnız zaman
Ben peşinden bakıyorum

Bekleyip geceye değdiği yerde

Geceyi öpüyorum kafiyesiz şiirlerle
Şimal rüzgârları anlatıyor suların yalnızlığını
Ağlıyorum
Bir atlı geçiyor gözyaşlarımda ıslanarak
Peşine düşüyorum bir veda şarkısının
Bütün ayrılıklara ulaşıyorum
İnanmak zor
Bütün şarkılar ayrılığı anlatıyor susuyorum

Geçiyor atlı

Sesini yüzüne asarak
Geçiyor hiç başlamamış bir aşkı yarıda bırakarak
Gece buruk bir şarap gibi, havada efkar
Bir veda şarkısı dinliyorum
Makamı Kurdili hicazkâr
 
Color_Dream_by_sheikhrouf23.jpg








Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!


* * *


Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...yoldan çıkarma...!


* * *


Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.


* * *


İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!...
 
yangnnadwm2.jpg



Bekle beni, döneceğim ben.
Çok çok, bıkmadan bekle!
Sarı yağmurların
Hüznü basınca,
Kar kasıp kavururken,
Kızgın sıcaklarda.. bekle.
Başkaları dünden unutulmuşken,
Beklenmedikleri zaman bekle.
Uzak yerlerden mektuplar kesilince
Bekle beni.
Birlikte bekleyenlerin beklemekten
Usandığına bakma, bekle.
Bekle beni, döneceğim.
Unutmak zamanı geldiğini
Ezbere bilenleri
Hayırla anma!
Varsın oğlum, annem
Hayatta olmadığıma inansın,
Dostlarım beklemekten usansın,
Ocak başında toplanıp
Acı şarapla
Yadetsinler beni
Sen bekle, onlarla birlikte
İçmekte acele etme.
Bekle beni; döneceğim,
Bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!
'Şansın varmış..' desinler.
Beklemedikleri için,
Beni bekleyerek
Düşman ateşinden
Nasıl koruduğunu anlayamazlar.
Sağ kalışımın sırrını yalnız
Senle ben bileceğiz..
Bütün sır.. senin
Başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende.


Konstantin Simonov
 
1212322775fr-mahkum.jpg


Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is,
Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz
Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla,
Ve tarihle yargıla...

Bal değildir ölüm bana,

İdam gül değildir bana,
Geceler çok karanlık,
Gel düşümdeki sevgilim,
Ay ışığı yedir bana...

Ahh... Ben hasrete tutsağım,

Hasretler tutsak bana
Bıyığımdan gül sarkmaz,
Bıyık bırakmak yasak bana,
Mahpus bana, sus bana.
Yağlık ilmek boynuma...
Sevgili yerine
Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım,
Ve sonra sabırla beklerim,
Bulutları çekersiniz üstümden,
Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız,
Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana...
Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim,
Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum,
Gözlerimde güneş koşar,
Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...

Duygu bana, öykü bana,

Roman gibi her an bana
Hücremde yalnızım gel,
Gel düşümdeki sevgilim,
Soyunup hazırlan bana.

Biraz sonra asmaya ***ürecekler beni,

Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni,
Hoşçakalın sevdiklerim;
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...
Bütün doğa hoşçakalın...
Hoşçakalın sevdalılar,
Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,
Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,
Hoşçakalın...
Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,
Sevda türküleri ve şiirler.
Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.
Dağlarında yürüdüğümüz toprak,
Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...
Hoşçakalın ağız tatlarım;
Sıcak çorbam, çayım, sigaram...
Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram...
Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,
Ve kalemimi, ve saatimi,
Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar
Hoşçakalın, hoşçakalın...

Dostum bana, sevdam bana,

Soluğunu geçir bana,
Uyku tutmuyor gözüm,
Anılar sıraya girdi.
Gel anne süt içir bana.

Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar,

Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar,
Yedi bölge, dört deniz,
Yedi iklim, altmış yedi şehir,
Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları...
Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar,
Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar,
Ve işçiler ve köylüler...
Hoşçakal ülkem
Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim,
Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya,
Hoşçakalın dünyanın bütün halkları,
Sınırlı olmayan mekâna,
Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben;
En sevda halimle, en yaşayan halimle,
Gidiyorum dostlarım,
Hoşçakalın, hoşçakalın...
Beni yaşamımla sorgula iki gözüm,
Beni yüreğimle, beni özümle,
Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni,
Tarihle anla beni,
Ve öyle yargıla.

Ersin Egün
 
3adim_logo.JPG





bir kuğunun boynuna dokunurken�

yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir

iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela

yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda
 
kuğunun kusuru



kızlar,
gök çarşıda kırıtarak gezen masum yıldızlar;
size kaç şarkı bestelendi kim bilir kimin tamburunda
kim bilir kimin kemanında inlediniz
hangi şarkıların nakaratında dinlendiniz kim bilir;
dirilir ölü geceler sabahınızda
ben de bilirim ki
kimine kambur olursunuz
kimine taç…

açtıkça göğüslerinizi semada
açların kalbini doyurursunuz
ve -öl- diye buyurursunuz kölenize;
yeter ki dilinize geçsin acıtan bir kırbaç
sadaka verircesine bakarsınız aşka muhtaç olanlara.

eteklerinizi savururken
ve saçlarınızı dalgalı bir şal gibi atarken omuzlarınıza
ince bileğinizdeki halhalda yazar prangalı bir isim;
kim bilir nerede
ve nasıl
yürekleri kavururken siz
her gece mezara girer gibi yatağına girer yalnızlar!

ve bir kuğu gezer ıssız sularda
gölün gönlünde süzülür
söğüt gölgesinde uyur;
sanılmasın ki her zaman dik gezer başı
kuğunun kusuru boynunun inceliğidir
bu yüzden
çabuk bükülür boynu boyundan büyük aşka!

Ömer Nazmi Yavuz (ÖmerNazmi)


sayfanı kirlettiğim için umarım kızmazsın (:
 
“Yoldaşım! Zamanla unutulur bu kalleş kahır, diner acısı ayrılığın. Gidilecek uzun bir yolumuz var daha; senin için senden vazgeçebilirim. Bir boşlukta karşılaşmıştık ilk kez, bir başıma başka bir boşlukta da yol alabilirim. Haydi, beni bulduğun eski, yalnız sokağa bırak yine. Şimdi gitmek vakti… Biliyorum gitmek, bazen en çok kalmak. Ne olur; bu defa da giderken en çok kal ya da yanında en çok beni ***ür olur mu?” (A.Altunhan)


Bir kâğıda sığar mı bir yürek?
Ya da bir yürek kadar büyük olabilir mi bir kâğıt?
Daha sana yaralarımı göstermedim.
Kaldı ki ben,
Senden önce kendime tehlikeyim.

Üşüme diye çıkartmıyorum ceketimi.
Astarında paylaşmıştık ortak bir aydınlığı.
Gitmeseydin gözlerimin içinden okuyabilirdin adını.

Biriktirme unutacaklarını!
Oyuncak tabancalar kadar yalan,
Hüzündür yakama iğnelediğim yamam.
Hangi çığlığıma anahtar olabilirdin?
Beni bir gülle bıçakladığın zaman…

Gitmişsin işte çekiştirip durma adımı.
Tülden bekleyişler kımıldanıyor ardın sıra bil!
Ey gözlerimin arka bahçesi!
Bu dağa tırmananlar düşer,
Seyredenler değil.

Yitik bir aşkta uyuyakalmış,
Kırıp kırıp büyüttüğün yüreğim.
Meğer aşkı yazıp yazıp satırlara sıkıştırmışım.
Öyle durulup durulup.
Oysa ölmek ve düşmek ne güzeldi,
Yârin gözleriyle vurulup…

Bir rüzgâr esse senden, geçmişim üşüyor.
Sesin kulağımdan düşüyor.
Ben sadece,
Gidişine dayanabilecek kadar ayaktayım.
Daha fazlasını verme!

Ey yar
Böyle çok çorak bekledim.
Kolayıma gelmedin,
Zoruma gittin...
 

istockphoto_9421384-treble-clef.jpg



Şimdi gidiyorsun!...

Git!
Oysa senden tek bir damla istemiştim
Sana kocaman bir deniz sunmak için...
Şimdi gidiyorsun!...
Git!

Ne zaman başladı bu hikaye
Anımsamak zor...
Gençtim
Hazırda fırtınalarım vardı dört nala sevdalarım...
Komazdı öyle üç-beş nöbetleri...
Geceler içimi acıtmazdı böyle...

Bir insan bu kadar eksilebilir mi!

Hatırlarsan sesine uyku kaçmış bir adam vardı
Bu şehrin biryerlerinde...
Düşler ormanının gece bekçisi derdin sen ona...
Gözlerinde gizledi o seni sen bilmedin!...
O adam bendim unuttun mu!
Bak sevdiğin adam gülmeyi bile unuttu!
Seni unutamadı!

İşin kolayına kaçmadım...
Uğruna ölmedim yani
Uğruna ölünecek sandığım biri için yaşadım hep!
Sen bunu da bilmedin!...
Ben bir bakışına bin anlam yükledim!...
Sen aşka kestirmeden gittin!...
Bir hayatın özetini bırakıp avuçlarıma
Şimdi gidiyorsun!...
Git!

Bana karanlığın ne demek olduğunu öğretmeden
Bütün ışıklarımı söndürüyorsun!...

Bu cehennem cinayetlerini işliyorsun
Sonra bunlara intihar süsü veriyorsun!...
Yazıklar olsun yazıklar olsun!!!
Susuyorsun susuyorum susayacaklarım bitmiyor!...



" Yalnızım çünkü sen varsın

" geldesen gelirdim
gittiğin uzakta bendim
dağ gibi bir ihanetten düştüm
bu kendime son gelişim

ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime
kendimi suçüstü yakalıyorum
ve kentsizliğimin isimsizliğini
Araz'a uyak düşüyorum
gözlerime senden düşler sürüyorum
ıslak bileklerim kan bayramına yatıyor
bana en büyük tehdit yine ben oluyorum
sonra bir durağa yaslanıyorum
sonra bir kente
ve sen gidiyorsun
ben kanıyorum
diyorlar ki " kendini dinleme hiçbir şey söylemiyorsun
oysa " geldesen gelirdim biliyorsun

yorgun Haliç'e biraz inat
biraz ihanet bırakıyorum
ellerinden bir tedirginliği bir tehdidi avuçluyorum
aklıma düşüyorsun
düşüyorum
düşünce
üşüyorum
azgın hüzünlerle körlüğüme göçüyorum
ayrılığın saati kaç geçiyor bilmiyorum
yalanlarımla bir hiçlikteyim
beni içinden kaç!

bu kentte her yağmur kendini ağlar
aklıma düşsen yalnızlık oluyorum
ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir
nerde, kimi üşüyorsun?
artık kendini yakan bir ateşim
kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz
şimdi boş duraklarda yaslanıyorum
boş kentlere
oysa " geldesen gelecektim

gündüşlerime dönüşlerimde
bakışın içiyor beni gözlerimden
gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara
uzaklığına uzanıyorum
sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden
ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan
yıkılıyorum şarkılara
" kimseler biliyor
yalnızlık dostumdu
şimdi korkum oluyor
oysa " geldesen gelecektim

artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor
güzartığı saçlarımda oynaşan sensizlik
gözkarana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan
kendimi yitirdikçe sana gidiyorum
göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum
düş satıcısı, ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum
uysal yalnızlıklar satın alıyorum
gülüşümle ödeyerek
ve içimde yalancı bir katil taşıyorum
yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma
cüzzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben
kirli sözlerimi temize çekme
oysa " gel" desen gelecektim

gözlerim ihanete ihbar taşıyor
kuşkulu bir cinayete fısıldıyor kaşlarına
sözü namluna sürmelisin şimdi
en yaralı yanımdan vurmalısın beni
çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır

avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum
ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam
susuşuna kan döküyor gözlerim
sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun
oysa bilmelisin Araz'ım
kimsenin içi görünmez
ve hiç bulamadıklarını
asla yitiremezsin
bak şimdi aramızda sessiz kalıyor
söylenecek bütün sözler

her sabah akşam oluyorsun
alnından ellerine damlıyorsun
yüzündeki yağmurla iniyorsun kent'e
içine dert oluyorsun kentin
dışına yağmur
yüreğinde dağılıyor kristal şehirler
duvarların kan öksürüyor
ve sen
başkalarının gözlerini
yüzümde aramamayı öğreniyorsun
beni bir durağa yaslıyorsun
beni bir kent'e
gidiyorsun
oysa " geldesen gelecektim

susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın
en susmakta neydi öyle
sen en dinlerken
biliyorum Araz'ım
insan kendini bulmamalı, hep aramalı
gittiğin yerden başlıyorum öyleyse
gece cinnetlerimi de alıp yanıma
denize bakmayı bilmeyenler
bir gün mutlaka boğulur
işte bundandır gözlerinden kaçışlarım

siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet yaptınız mı?

ben şimdi gurbetim
içimde taşıyorum
heba olsa da senlerce yılım
oysa " geldesen gelecektim

ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep
ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden
şairler ölüdür derler (inanmıyorum) !
en karanlık ceketimi giyiyordum
ışığa kördüm çünkü
şimdi ise güneşe ilerliyorum
dirilmek için

kimliği paslanıyor eski bir anarşistin
gecenin kör gözünden utanıyorum
hadi bana en militan kelimelerle saldır
batır içime cümlelerini
beyhude bir dehşet bırak bana
hakediyorum

gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime
can kaybından ölüyorum
cenazemde namaz kılacağım
zan altındayım
yalanıma inanıyorum

yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan
kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin
kinim kendime
susuşum sana
küsüşüm tüm dünyaya
üstü kalsın ihanetimin
" geldesen gelecektim
yine bir tren geçiyor içimden
sen kesiliyorum gülüşümün karşılığı
saçların bir rüzgarın öyküsünü taşıyor
görmüyorum, söylemiyorsun, kırılıyorum
hiçliğimin etleri yolunuyor şizofrenik bir gecede
sana bir öykü çıkarıyorum ağzımdan
süsle beni ey aşk!
geçtiğin yerleri öpüyorum

yarısı yanık bir aşkın küllerini taşıyorum
dişlerindeki nikotin tadı terkimde
sirenler ve ateş hatları içip
sesini peydahlıyorum kendimden ve kentimden
ıslak ceplerimi buluyorum el yordamıyla
ve bir asansör kapısı önünde
aslında yüzüme tükürüyorsun da ihanetimi
ben habersiz gülümsüyorum
yasadışıyım
tutukla beni gözlerimden

kalemim bitti, yitirdi şiirini şuur
öldü kanımdaki mürekkep balığı
solumdaki sis'e intihar etti intiharlar
bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek
yaşamak için geç bir zaman
ölmek için ise erken

çok davullu bir senfoni sürçüyor
dikiş tutmaz ayrılığımda
kirpiğinden yapılma bir darağacına
geceyi asıyorum
yoksun
bu yağmurlar ıslatmıyor beni
bir durağa yaslanıyorum sensiz
gidişinin en sessiz harfinden yırtılıyorum
" geldesen gelecektim oysa

kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor
şimdi herkes biraz sen, biraz acı
göğsümde bir vagon
gizli sözler batıyor
fırtınalar çıkıyor üstüme

şakağımda
intihar acemisi bir şairin
delilik provaları
arkandan uluyan kapılardan
söküyorum kokunu
yokluğunu kokluyorum
yokluğunu yokluyorum

çöz gözlerimi senden hadi!
ücranda yak bakışımı
gözlerine bekçi sevdam
dünden ve senden kalmayım
içine her düşen
kendi keşfi sanıyor seni
oysa sen
melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin
ve kendini acıtmak istiyorsun
ama güller kendine batamaz
bilmiyor musun?
'gel' mi diyorsun?

herkes kendi gördüğüne bakar
peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz?
kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu
hadi! en kanadığımız yerden susalım
'gel' desen gelirdim
'git' dedin ve gittin

Aşka...
Rüzgara...
Ayrılığa...
Zamana...
...

Kahraman Tazeoğlu
 
blancanieves-final.jpg



Kimselerin başını bile bilmediği o günlerde
ayrılık sevgiyi hissettiğim ilk anda korkum oldu
seni bulup bulup yitirdim düşlerimde
sonra yeniden buldum yeniden yitirdim
bende kalacağın bir yarın kurgulayamadım
sevgiyi ve korkuyu birlikte yaşadım
bu yüzden bir daha göremeyecekmişim gibi uzun ve derindi bakışlarım
her yeni buluşma ilki kadar heyecanlıydı ve sensizlik hep seninleydi...

bu sonu önce ben yazdım
kimselerin başını bile bilmediği o günlerde
bilseydin ayrılığa yazgılanmış bir sevgiye açar mıydın yüreğini
takvimden günleri birer ikişer çalmama
aylara yıllara yerleşmeme izin verir miydin
görüyor musun farkında olmadan ne çok şey paylaşmışız seninle

bu sonu önce ben yazdım
kimselerin başını bile bilmediği o günlerde
hayallerin ardından serüvenlere sürüklendik seninle
hiç görmediğimiz ülkelerde hayatlar kurar evler döşerdik
kısa vadeler seçerdik hayatlarımızı yenilemeye
o gün gelmezdi bir türlü
vade dolmazdı
birileri çıkar yolumuzu değiştirirdi
yeni hayaller armağan ederdi bize
çocuk olur kanardık
sonuna kadar gidilecek yollar yerine böyle kopuk maceralara tutkunduk
seviyorduk
bir yaz gecesi dolunaydı
bana bakmıştın.
bende korkularımı yenmiştim
bizden başka inanacak kimsem kalmamıştı
yorgunduk kazanmak zorundaydık üstelik
adımlarımıza güç verecek sağlam zeminlerden yoksunduk
içimiz bir kararsa bir daha güneşi göremezdik
birbirimize güvendik, bize aşılmayacak dağ taş kalmadı sandık
en güzel günlerimizdi o günler

bu sonu önce ben yazdım
kimselerin başını bile bilmediği o günlerde
sonra her şey değişiverdi
umutlarımızı yitirdik
kendi ayak izlerimizden yürüdükçe birbirimize
dostluğun vermiş olduğu lezzeti üretmekten bıkkın
kışkırtıcı huysuzluklardan medet umduk
ayrı dünyaları özledik
kendi peşimizden koştuk başkaları diye
şimdi şarkılar söylediğimiz birbirimizin gözlerinde eriyip gittiğimiz puslu gecelerin kokusu burnumda tütüyor
beni beni böyle bir gecede öldürmeliydin
bir cennetten bir cennete geçmeliydim
itirazım olmazdı
sürgünleri bana vermemeliydin.
Beni beni böyle bir gecede öldürmeliydin
ayrılık çığlıkları kanımı dondururken
gemilerimi yakacak çılgınlıklarımı gemleyip
kendime ve sana en mutlu bölünmeleri vaat etmiştim
benden armağan olacak bütün bensizlikleri reddettin
ve ben hiç bilmediğim dokunuşlarınla yüreğimden izlerini kazıdım
bu sonu önce ben yazdım

Kahraman Tazeoğlu
 
kalp.jpg



Düş'tüm, dedim elinin tersinde.
Hayır dedi, kesince.
Düş olsan, fark etmezdim seni !

Sevgim sana güç veriyor mu, diye sordum.
Başını çevirdi, yüzünde kalmamış takatle.
Hayır dedi, inatla !
Öyle olsa, yıkılmazdım her 'Seni Seviyorum' deyişinde !

Özledin mi beni, dedim.
Sustu !
Nefesini en derinden aldı ve,
Özlenmez mi, dedi !

Git dedim !
Git !
Sen kalınca genişliyor bu dünya ve kayboluyorum uçsuz bucaksızlığında !
Hayır, dedi, sertçe!
Gidersem, kahraman olurum!
Kalırsam, senin!

Küserim, dedim, kırılgan çocukluğum sitemimde.
Hayır, dedi gülerek..
Küsmek, susmayı göze almaktır.
Ama sen korkarsın kendi sessizliğinden ve susamazsın!

Gel, dedim, o zaman!
sesim fısıltı gürültüsünde.
Gel..
Durdu!
Hayır, dedi,
GELİRSEM BİTER AŞK !!!

Kahraman Tazeoğlu
 
145276.jpg



En fazla içimde ölürsün
Cesedini sürüklerim gittiğim her yere
Tenimin yırtıldığı yerden mi girdin içeri
Açar gibi yaparak açık bir kapıyı
Beni ikiye böldün
Hadi içimi kendine aldın da
Beni nerde bıraktın
Hangisini seçerdin benim için
Ve hangisinden vazgeçerdin kendin için

Ben yarama çoktan sen bastım
Yaşım kadar gencim
Adın çabuk diye geçti
Ardında aç köpekleri bırakarak
Ezberimden geçtim.
Hızla biten aşk şarkılarından geçtim
Senden bir şey eksiltmeden sana çok şey bırakmaktı aşk
Bildim


Biz dalkavuk bir aydınlığın yerine
Onurlu bir karanlığı seçtik
Ve bir öyküden ağlarcasına geçtik
Cesurduk çünkü
Kendimizi kendi düşlerimizden kovacak kadar

Ömrüne yüz çevirmiş iki masalcıyız
Gerisi hiçlik
Gerisi yokluk

Sensizliğin anlattığı ne vardı senden başka
Bir hayatın tüm yanılgılarını
Saçlarında çözdüm
Şimdi beni hangi yanımdan susacaksın
Sessizlikte bir dildir
Çoğul susulur
Pusulur
Şimdi beni hangi yanımdan kusacaksın

Yıkık şehrimin izbesi
En fazla içimde ölürsün
En çok
Gözlerime gömülürsün.
Gözlerimi kaparım
Vasiyetimi yazarım

Kahraman Tazeoğlu
 
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu,ölsen bile açamazsın...

Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...

Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi?Çabuk kalbini sök,ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...

Ram ol bana ,ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin :Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla ,şuurunla ,hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni ,bundan kaçamazsın...


Hüseyin Nihal Atsız
 
Susma,
Sen sustun diye bozuldu büyü;
Dağıldı periler, yıkıldı Kaf,
Anka öldü.
Sen sustun,
Derinleşen bir kuyudur
Şimdi içimde zaman.
Yiter dibinde uyku,
Yiter rüya,
Yiter benim Yusufluğum.
Ah, kırılır çıkrığı bu kuyunun,
El atmaz kimse,
Çürür çöl ortasında, çürür…
Bulamaz beni hiçbir bezirgân.
Çünkü sen sustun diye durdu
Heybesinde umut taşıyan kervan.
Susma, susarsan
Kim çıkarır beni bu dipsiz kuyudan?
Ey saçlarında aydınlık,
Ninnilerinde yağmur saklayan!
Asi saçlarımı okşa dizinde,
Dokun bir yangın yeri alnıma ellerinle
-Göğümde gezinen buluttur ellerin.
Parmaklarının arasında büyür
Toprağa can veren yağmurlar.
Dokunduğun yerden günah silinir,
Baktığın yerden karanlık-
Ve çöz masal yumağını üstüme,
Çekip al beni bu karanlıktan.

Ben ki
Kundakta susuz bir İsmail’im;
Sen susunca kızgın çöldür beşiğim.
Bir yanım Merve, bir yanım Safa,
Dönünceye kadar İbrahim,
Koş Hacer, koş
Yüreğini koparıp yerinden
Yedi defa,
Yetmiş defa,
Yetmiş bin defa…
Kızgın kumlar arasında
Bir damla su ara.

Sen sustun,
Sustu ninni, masal sustu…
Ey rüyaları çalan haramiler!
Alın gözlerimdeki buğuyu,
Ker**** bir damın bacasında tüten
Alın, ekmek kokusunun hazzını.
Alın çıkınımda ne varsa:
Çizmelerimde sakladığım hıçkırığı,
Çakıma sürülen söğüt suyunu…
Nasılsa,
Koptu elimden annenin saçları,
Zamanın ipi koptu.
Gök mavi olmayacak artık,
Nasılsa yağmura küstü nisan,
Çiçekler kanmayacak bahara.
Geri dönmeyecek bir daha,
Geri dönmeyecek;
Son sefere çıktı göçmen kuşlar.

Sustu masal,
Ah, bir Şehrazat kadar bile
Yer tutmuyor insan.


Veysi Atıcı






b-308768-siyah_kedi.jpg




Siyah tüllere bürünüp
Kanlı sunakları yumaya çağırma beni;
Obası talan yemiş
Yurtsuz bir bedeviyim,
Çıkınımdan bir ilahi çıkmaz benim,
İnkârın dişleri yırtmış sözcüklerimi...
Payesi meczupluk olan bir abdalım,
Postumda “hayın” damgası…
Siyah tüllere bürünüp
Kanlı sunakları yumaya çağırma.


Veysi Atıcı
 
Sana bir şiir yaz'dım
Bir şiir sonbahar
Yanında kal'dım
Uykunda firar

Uyanma diye
Gökyüzünden en parlaklarını çaldım
Gecene uzak yıldızlar kaydırdım
Uyanma diye uyanmaları içime sakladım
Sabah ezanlarını senden kaçırdım
Yüzüne baktım
Yüzsüzlüğümden utandım

Derin uykuna düştüm
Rüyana masal

Boyundan geceye düştü yastık
Ellerimle saçlarına yas'tık
Sayamadım kaçtık
Geceyi sana yazdık

Ölme diye nefesini dinledim
Sen aldın ben verdim
Ben verdim sen aldım
Yoksa uyuduğumu sanacaktın
Uyanma diye ben öldüm
Ölmezsem uyanacaktın

Kahraman Tazeoğlu
 

aylardan Nisan
günlerden ötenazi


kalbimin orta yerinde kurulan darağacında
açık gidecek gözlerimin retinasına
ötenazi istekli bir mektup yazıyorum




Yok.
bu içime akıtacağım sancılı bir cümle olmayacak
dağılacak birazdan mürekkebi ömrümün
dilimin ucuna gömülen sırları hiç kimse duymayacak
 
Geri
Üst