-teodosİc.` den seÇmeceler. ~

thesorrowbysilentcruisehx5.jpg


Gözümün Önünde Vurdular Beni
Birden Bire Bensiz Kaldım
Durduk Yere Düştü Ellerim
Oysa Bedenimde Cehennem Benzeri Atesler Vardı
Sana Her Şeyi Anlatmadım
Şimdi Hangi Aynaya Baksam ...
Büyük Kederleri Unutturacak
Büyük Mutluluklar Bulmalı





sorrowversion2bywendywfs5.jpg



Son kullanım tarihi çoktan geçmiş bir masaldır gözbebeklerimde ki keder,
Kalemimimn ucunda olsaydı kaderim, ve silebilseydim eğer,
Kendimi çocukluğuma mahkum ederdim anne...
Bu acıklı hikayede bana pinokyo rolü uygun görülseydi,
Canlı kanlı olmayı hiç istemezdim,
Dizinin dibinden hiç ayrılmazdım!

Şimdi Gayya kuyusundayım anne,
Önüm ateş...
Arkam alev...
Soğum yangın...
Solum karanlık...

Gurbet, gözü dönmüş psikiyatrların yazdıkları ufacık bir kağıt parçasıydı,
"Bunalımda" diye başlayan,
Ve "Mutlu olmalı" emir kipiyle noktalanan.
Dedim ya,
Kaderim kalemimin ucunda olsa,
Hiç büyütmezdim kendimi...
Şefkatin mesken tuttuğu bağrından hiç kopmazdım!

Yağmur gibi sessiz ve derinden kopup gelen gözyaşlarım,
İptali kümkün olmayan bilet gibi düşüveriyorlar!

Şimdi gecenin sırtına binmeyi isterdim!
Hicret ederdim yuvama... Yanına!
Ellerinde ağlamayı isterdim en çok,
Yere yatmayı, senin başımı okşamanı...
Oysa gelecek kim bilir nelere gebe anne!
Benden esirgenen o tatlı gülüşüne hasret kalmanın adı gurbet değil ki,
Senden mahrum edilişim bu,
Bilmiyorum...

Çocukluğumun hiç vizyona girmemiş korku filmlerinin,
Kötü karakterleri bastı sefil ütopyamızı...
Küfre dönmüş kıblelerinin istikameti,
Sözleri neşter gibi,
Patlatır ruhumun tüm atardamarlarını,
Üç kişiler anne!
Ayrılık,Yalnızlık,
Bir de Mutluluk kahrolası adları!

 
agac1.jpg



KAYIP BİR COĞRAFYA ‘YIM ŞİMDİ

Kayıp bir coğrafyaya uyarladım kendimi,
Güneşsiz,çiçeksiz,ormansız,çırılçıplak bir ülkeyim şimdi…
Bir uçurtmanın kuyruğuna asıp özgürlüğümü,kestiler ipimi zamansız.
Durmadan dönüyorum etrafımda,çıkışsız bir labirentte gençliğim
Çalıntı bir ninniydi sanki yakamoz kokan bir gecede silah sesleri,yaşamdan bir kesit.bir orman müziği melodisi belki de…
Barut kokusu karbondioksit..?
Çatlaklarım vardı yer yer tenimde ve kırılganlığım yansıyordu yüzüme ve vurdum duymazlığınız üzerimde..
Nasılda kıydınız düşlerime,yitik sevda,çorak toprak koydunuz adımı.bir gonca güldüm dalımda dikenlerle serpiştirdiniz dallarımıı..oda yetmedi kopardınız beni, namlunun ucunda kurşun diye sürdünüz gencecik yüreklerin üstüne …
Nerede mor dağlarım,yeşil çimenlerim,ak renklerim al renklere büründü sayenizde..
şimdi kuş seslerine hasret dallarım.deli dolu bir yağmuru esirgediniz benden.gözlerime ödettiniz bedelini.yalancı maviliğine aldandım gökyüzü.oysa hep karanlıkta bıraktın bir yanımıı..artık inanmıyorum size,karanlık dehlizlerin ürkek bakışlarında gizli sevmeleriniz.
Bir ütopyanın en yüksek sehpasında mühürlenmiş parmak izlerim.mahkum ettiniz beni.ipsiz,dipsiz bir kuyuya…duymadınız yakarışlarımı,duymak istemediniz belki de.dokunamadınız göz yaşlarıma.zincirlenmiştim oysa ellerimden,prangalı ayaklarım.çarmıha gerdiniz diri diri..beni hiç görmediniz mi? Rastlamadınız mı yasak kokan bir gecede..yani beni öldürüp üzerimi bile örtmediniz mi?
Bir çığlıktım oysa,boğazına kelimeler düğümlenmiş sessiz bir çığlık…bir melodi belki, de yürüyüş marşına benzeyen ve ayak seslerinden özgürlük tutkusu fışkıran.beni benden alan,seni bana getiren.
Bir çocuktum belki güneş gibi gözlerim.donuk yüzüm,yanaklarıma süzülen yaşlar benim.sevgisiz büyümüşlüğüm,öksüzlüğüm başkaydı.başımın üstünde bir el gezinmedi merhamet niyetine olmasa da..sevgi hatırına bir küçük tebessüm istedim
Bir zılgıttım öfke dolu,isyan dolu,ama coşkulu..renk cümbüşüme ayak uyduramadınız.beni hep sorguladınız.oysa sizden öncekiler beni defalarca sorguladıkları için ben hep böyle çıplaktım..
Zamana sığmadık,diyetler yarım kaldı gövdemizde,verilmesi gereken son bedelse kellemiz,o çoktan kopmuş bedenden güneşin doğuşunu bekliyor….
Faik_danisman





mistik.jpg



Yapışa yapışa görüyorum.
Evler sürtüne sürtüne geçiyor yanlarımdan.
Duvarlar derilerimi kanatıyor.
Kümelenip sırtıma biniyor bulutlar.
Ben dimdik duruyorum, yürümekli.
Yol ayaklarımın altından kayıp geri gidiyor.

Bütün taşlar, topraklar, ağaçlar doluyor sonsuz gözlerime.

Hepsinde sayısız gözlerimden biri kalıyor.
Dönüp
Bütün bunları ben yaptım diyorum, inanıyorlar da...
Durup,
Şu kendimi bu gördüğümüz gibi ben yaptım,
Diyorum.
İnanmıyorlar.

Gözümden düşüyoruz.


Özdemir Asaf
 
[IMG]http://img463.imageshack.us/img463/8714/rightorwrongbystromgrenyn4.jpg[/IMG]

Doğumla ölümün arası, topu topu bir savaş parçası...
Sahi, kaç kilometreydi yaşantım?
Kaç litre hava çektim ciğerlerime
ve kaç litre yaş döktüm? Yüzölçümü neydi yüzümün?
Para birimi duygularımın ve bayrağı düşüncelerimin?
Yüreğimin dini neydi?
Nasıl bir yönetim şekliydi bedenim?
...~küçükİskender




[IMG]http://img147.imageshack.us/img147/6517/yalniz2bg3.jpg[/IMG]

Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan
''zamana bırakmak'' değil,''zamanla bırakmamak''tır..
"Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben,
ben yine bende bittim.

Nazım HİKMET




[IMG]http://img2.blogcu.com/images/r/o/y/royalrojana/2691cd011d.jpg[/IMG]

"kimseye kin tuttuğu yoktu.
sadece... umursamıyordu;
hiçbir şeyi
umursamıyordu.
artık her şeyi yapabileceğini hissediyordu.
madem ki her
şeyi yapabilirdi, en iyisi hiçbir şey yapmamaktı...
" Elif Şafak /Mahrem



[IMG]http://sphotos.ak.fbcdn.net/hp...288_101709089869786_141704_548312_n.jpg[/IMG]
Çoğu zaman her mevsim tekrarlanır bir duyguyu yaşarız.
Yazılan her
kelimenin gittiği bir hedef, her söylenen sözcüğün vardığı bir nokta
mutlaka vardır hayatımızda..
Kırılgan bir ömrün, unutulan yanıydık her paylaşımda..
Hayatın yüzünü aynalarda göremeden..
Kendi sesimize yenildik..İçimizde gizlenen bir aşk vardı..
Ama aşk gibi..Bir aşk yoktu..



[IMG]http://sphotos.ak.fbcdn.net/hp...81_101709089869786_141691_1990147_n.jpg[/IMG]


Sevdiğim insanlara
Kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi.
......
(Orhan Veli)



[IMG]http://3.bp.blogspot.com/_ZnD0...AAAA2U/bGo6IFJv9SM/s1600/YARIM+ELMA.jpg[/IMG]

Bugünler,
dünlerinden utanıyorsa hiç yarın olamayacaklar
şimdi ne bugünsün
ne yarın
olsa olsa sadece bir yarım...
ya da eksilen yanım!




[IMG]http://fotografmakale.files.wordpress.com/2008/11/demon.jpg[/IMG]

Evet, Dorian, her zaman seveceksin beni. Çünkü ben senin işlemeyi göze alamadığın tüm günahları simgeliyorum.




[IMG]http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2009/07/image00223.jpg[/IMG]
''Niçin dönüp baktın Tanrı'nın gazabını çeken şehre?'' diye karısına öfkeyle bağırdı Lut. ''Neden baktın neyi geride bıraktığına? Söylesene, insan terk ettiği şeye neden dönüp bakar son bir defa?'' Ama karısının taşlaşmış dudakları cevap veremedi bu zor sorulara.




[IMG]http://www.herkesdinlesin.com/images/Photos/11sir_dsc01224.jpg[/IMG]

" beni de vurdu biri,
annemin terk ettiği yerden ..
ne çok sakLadım o vurgun yerini ;
kimseLere açmadım kendimi,
açmadım , o sen oLan odamın kiLidini .. "


" ..adını kimseLere söyLemeden öLmek isterdim ..
Ah sevgiLim ! Sen beni bir de ayrıLığında görseydin .. "


" çaLıntı bir hayat bizimkisi ;
sen ömründen çaLıyorsun , henüz yaşayamadıkLarından ..
ben yaşadıkLarımdan .. "
 
[IMG]http://img2.blogcu.com/images/n/o/k/noksanstudio/1852151-3ef77caa532ecc7b.jpg[/IMG]

Korku dağlarının yürekçisi,

Olum denizlerinin kürekçisi;
Öyle suskun oturuyor şişesinin basında,
İçtiğinin hem hırsızı, hem bekçisi,

Onu kırmış olmalı yaşamında birisi.
Dinledikçe susması, düşündükçe susması...
Tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi,
Heykelini yontuyor yalnızlığın ustası.





[IMG]http://img2.blogcu.com/images/z/e/y/zeynepdilyare/golge.jpg[/IMG]

Yüzümde hüzünden gölgeler varsa,

O hüzün yüzündendir olsa olsa.

Bilmiyorum ki bu yaşamın çoğu yaşanmamışsa,
Yaşanamadığı okunur, şimdi, daldımsa.

Özledikçe yalnız durup-susup baktımsa,
Sorulacakken nedeni nasıl sormadımsa.

Geldiğini umudumla umudla umdumsa,
Geleceğini görüyor-biliyordum, anlattımsa.

O geçip gitti ora' sına, ben göremedim, baktıysa.
Derim ki şimdi, bir daha gelse de, sorsa.

Sözümle, yüzümle, gözümle dedim, duysa.
Bense buramda onu bekledim oysa.

Yüzümde hüzünden gölgeler kaldıysa,
İçimde örülen duvardan düşmüştür, çatladıysa.



[IMG]http://th02.deviantart.com/fs40/300W/f/2009/013/c/9/c94c56474d13ee4a5d5750e20f40c959.jpg[/IMG]


Geldim..!
Gitmelere bekle diyerek...
Attım Valize Bir Kaç Kırgınlık, Bir İki Vefasızlık...
Bir Kaç Acı Söz, Benim Hatırladıklarım...
Bir Kaç İyi Söz, Senin Unuttukların...
Geldim...!
Korkma Aç Kapıyı..!
Sende Kalmaya Değil, Beni Almaya Geldim...!
Sunay AKIN



Çıkış Kapısı






Kapımı çalarsan bir gün
eşikteki ayakkabılara aldanıp
evimin içini kalabalık sanma
atmaya kıyamayan annem
bütün ayakkabılarımı
dizmiş yalnızlığıma

Gecenin karanlığında
bir sinema salonu gibi uzanan şehirden
gitmek düşer payıma
çıkış kapısı diye bakıyorum nicedir
gökdelenlerin tepesinde yanan
kırmızı ışıklara
Sunay Akın






[IMG]http://serefraz.files.wordpress.com/2007/09/masal.jpg?w=604[/IMG]

Biri gelir sorarsa
Beni sana sorarsa
Gitti der misin?
Gittigimi söyler misin?
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin?



[IMG]http://img443.imageshack.us/img443/7498/masal5nc7.jpg[/IMG]


Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.

Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..

Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.

Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,

Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.




[IMG]http://www.mimdap.org/w/wp-content/uploads/2009/04/su.Jpeg[/IMG]

Susadım
Üç tane elma soydular,üç tane portakal
Nafile
Bir bardak suyun yerini tutmadı
Acıktım
Kuş sütü,kuru üzüm getirdiler
Nafile
Bir çimdik somunun yerini tutmadı
Seni düşündüm sevgilim şükrederek
Su gibi aziz olasın her daim
Ekmek gibi mübarek.

Bedri Rahmi




[IMG]http://1.bp.blogspot.com/_GbQbttcOCCQ/SLJo-LBE5TI/AAAAAAAAARc/Io48VnuJpNw/s400/huzun1.bmp[/IMG]




Yalnızım merak etme .
Yeni bir ''memnun oldum''u ziyan etmemek için ,
tanışmadım kimseyle..




[IMG]http://img1.blogcu.com/images/b/e/n/benmahru/huzun.jpg[/IMG]




"Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer


Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer


Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. "




[IMG]http://www.yghupload.com//Uploaded Picture/cc2fab78fc2855ea6d1d1cd2fb7f3706.jpeg[/IMG]

Tecavüzden sonra "zevk aldın mı?" diye sormak nasıl abese iştigalse gidişinin ardından aylar sonra arayıp "nasılsın, ne yapıyorsun?" diye sorman da o kadar abesti işte.
"uyuz bir itin kasığındaki pire kadar mutluyum ve başını çöpe soktuğu için kıçı açıkta kalan bir kedi kadar tetikteyim."
tut ki mutluyum.
tut ki yıkıldım.
Sana Ne !!
 
%C3%BCzg%C3%BCn+k%C4%B1z.jpg


Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuş******dan belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!

Elbet alışırım,
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma,
Kesin değil!

Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda…
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!

Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım…
Maziye hiç değil, an’a kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına…
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa,
İyi değil!

Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum...


Can Yücel
 
3000000000626398.gif


Dur...
Daha yeni başlıyor kimsesizlik
Yeniden başlıyor
Zoraki gülüşler...
Yalan yanlış öpüşler düşecek gecemize
Ve biz koptukça, bağlanacak bir şeyler...

Ay pencereden girse de,
Yüzüne vurmayacak beyazı...
Sonsuz karanlığa düşebilirsin?
Düşersen şaşırma!
Zifiri olur ayrılığın şavkı.....

Ve ben,
İnatla... ısrarla şiirler yazacağım.
Belki adam olacağım son satırda
Belki yalan...
Sen sözlerime aldırma..
Ne de olsa gidiyorum...
Kapa perdeleri,
Kimsesizliğin içinde beni arama...


Okan Savcı
 
bay-zafer-le-bay-yenilgi-medium-0.jpg




Yenilgi

Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
Dünyadaki tüm parlak başarılardan
sensin yüreğime yakın olan!

Yenilgi, yenilgim, baskaldırım
ve de benim kendimle tanışmam.
Sayendedir ki,
hala ben ayağı yere basan
ve solmuş defneler peşinde koşmayan
biri olduğumun bilincindeyim;
ve sende, yalnızlığımı buldum
ve de herkesten uzak,
ve de gururlu olmayı.

Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
ve de kalkanım.
Gözlerinde okudum
tahtı arayanın
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
esasını anlayabilmemiz için
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
bir meyvenin tadına varılabildiğini.

Yenilgi, yenilgim,
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi
hep duyacaksın.
Ve senden baska hiç kimse
bana söz etmeyecek
kanat çırpınmalarından
ve deniz kabarmalarından
ve de geceleri yanan dağlardan.
Ve sen, tek başına
ruhumun sarp ve kayalık
yollarından tırmanacaksın.

Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
içimizde ölmekte olanlara;
ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;
ve de tehlikeli olacağız.

 


Sevgi

Derler ki, çakal da, köstebek de
aslanın susuzluğunu giderdiği
aynı ırmaktan su içer.

Ve kartal ve akbaba gagalarını
aynı lese daldırırlar,
ölünün huzurunda
barış içinde, beraberce.

Tanrısal eliyle arzularımı dizginleyen,
ve onura ve gurura olan açlığımı
ve susuzluğumu arttıran sevgi...

İçimde güçlü ve değişmez olanın,
zayıf benliğimi baştan çıkaran
ekmeği yemesine,
şarabı içmesine
izin verme

Varsın aç kalayım,
ve yüreğim kavrulsun susuzluktan,
ve ölüp yok olayım;
yeter ki senin doldurmadığın bir bardağa
veya senin kutsamadığın bir kaseye uzanmasın elim.


 
Ormanda_Gece%5B1%5D.jpg




Ben burada erkek kardeşim dağ ve kız kardeşim denizin arasında oturuyorum.

Biz üçümüz yalnızlıkta biriz ve bizi birbirimize bağlayan sevgi derin, güçlü ve gariptir. Hatta bu sevgi, kız kardeşimden daha derin, erkek kardeşimden daha güçlü ve benim deliliğimden daha gariptir.

İlk gri şafak bizi birbirimize görünür hale getirdiğinden beri, sonsuzluklar üstüne sonsuzluklar geçti; her ne kadar pek çok dünyanın doğumunu, tamamlanmasını ve ölümünü görmüş olsak da, hala istekli ve hala genciz.

Genciz ve istekliyiz ve hala yalnızız ve terk edilmişiz. Ve bozulmamış bir şekilde sarılarak birbirimize uzanmış olsak da, rahat değiliz. Ve denetlenen arzu ve gemlenen tutkuyla kim rahat olabilir ki? Ateş-tanrı kız kardeşimin yatağını ısıtmak için nereden gelecek? Ve sel-tanrıça erkek kardeşimin ateşini söndürmeye yetecek mi?

Gecenin sessizliğinde kız kardelim ateş-tanrının bilinmeyen adını mırıldanır ve erkek kardeşim uzaklardan soğuk ve ulaşılmaz tanrıçaya seslenir. Fakat ben uykumda kime sesleneceğimi bile bilmiyorum.


* * * * *

Burada erkek kardeşim dağ ile kız kardeşim deniz arasında oturuyorum. Biz üçümüz yalnızlıkta biriz ve bizi birbirimize bağlayan sevgi derin, güçlü ve gariptir.
 
Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk'ı soran sizler, Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim, açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir?
Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi, beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam'dan ve Ölüm'den, Yaşam'dan daha acayip, Ölüm'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum.
Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi :
"Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür."

Yiğit bir genç karşılık verdi :
"Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar."

Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi:
"Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir. Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler."

Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki :
"Aşk Şafak'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır."

Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi :
"Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir."

Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
"Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir."

Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu :
"Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir; yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar."

Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi :
"Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır. Yaşam'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar."

Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi :
"Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir."

Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki:
"Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı."

Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak.
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum:
"Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk'tır."

Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim :
"Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap...
Tanrım beni kutsal ateşine at..."

Cibran - Aşk
 

yüzü çizilmiş lekeli bir sokaktır şimdi içim

karanlığı yırtan naralarıyla birazdan
kendini paralayan sözler geçecek üzerimden
üfleyerek kapatacak lambalarını dilim
demli bir yaş akacak kalemimin ucundan
ve özlem ıslaklığı mendiller düşecek gözlerimden




saçlarını kirpiklerimle taradığım
sevgiliye dair kelimeler
ve dizlerini karnına çekmiş
hüzünlü cümleler
ardımdan ağlamasın!




ellerimi başımda kavuşturmuş
satır arası bir ötenaziye duruyorum
giyotine bırakıyorum can hıçkırığı parmaklarımı
sipere yatmış kurşun asker telaşından
kendimi vuruyorum
beni kimse anlamasın!






eyy! yazılmayan öyküm
ve incilerini nakaratında taşıyan türküm
sesi gür
vicdanı hür
adımlarını nergislerin ayak bileğinden koparan şiirlerim
ruhumla bedenim arasında tek aynasınız
kervan yükü dert yüklediğim sayfalarım
hoşçakalın!
şimdi çıplak bir gecede kirli bir ay suretine astığım
kendim kadar yalnızsınız!






tren katarlarıyla el sallayıp giderken harfler
erdemin muhtırasında can çekişiyor satırlarım
gün tenini
gece rengini
başım gövdesinden diz(e) lerini kaybediyor
duyulmayan bir göçük altında ‘imdat’ sesi avazım
önce solduğumu
sonra öldüğümü anlatıyor ah’larım
ve geride kırık bir cam endişesi kadar ıssızlığım yankılanıyor




belki;
dilencisi olurum sonra mahçup bir bağışlanmanın
hatta bir ağaç dikerim ömrüm yeterse
dal büyür
kalem olur
ve belki sayfayla öpüşür yeniden severse




-şimdi her şey biraz yarın-
-ve her şey biraz yarım-




hoşça kal çocuk hüznüm
doğmayan yüzüm
hoşça kal sevgilim
hoşça kal şiir! Faik Danışman
 
2c933d65ec68dbca625b3ff77c0267e8_1271837512.jpg



yerine bir avuç Deniz

bir de Karanfil bırakabileceksen
içimde ki cenazeyi kaldırabilirsin




yırtılıp saçılan tesbih taneleri gibi dağıldı mürekkebi ömrümün
sabretmek çatlayan teniyle saçları ağarmış zamana kaldı
hangi şehre sığınsam sönük lambalarıyla gecesi oldu her günümün
ardına düşüp güneşine dokunmak baştan yalan bir masaldı
ne vakit geçmişine bir sus payı içirsem de süngerine gönlümün
kara cübbeleriyle yas tekrarı saatler zafer tefleriyle kapımı çaldı







yorgunum ağırlığı kadar dünyanın
say ki hiç doğmadım
annemin karnında çırılçıplak üryanım
kesik yolları bütün avuçların
kaybolan çizgileri karanlığa ben boğmadım
delik cebimden çoktan düşürdüm ömrümü
her yeni yaşıma yokluğunun zehrini kattım






düşün ki gökkubbenin altındayım
ayaklarım su çekiyor
su ayaklarımı çekiyor
yarım bir ay çengeline takıyorum iplerimi
kapatınca gözlerimi ısınıyor göğsüm
göğsüm ısına kapatıyor gözlerimi
anlıyorum ki yanındayım
ayaklarımı biraz daha seviyor kalbim
ağaçlar her yeşile çaldığında vaktidir ölümün
dökene dek her yaprağını yas’ındayım







nerede yarım bir öykü bulsam içine sızıp üzerime mutsuz roller giydirdim
ağlamak öykümün önsözünü yarım yamalak raflara bırakanlarla doldu
tebessümlerime güneş indiren hiçbir ışığı kara sularıma çekemedim
çektikçe ölüm oltalarını sana yaklaşan saatlerim biraz daha çoğaldı
budadım yüreğimin ağaçlarını sana benzeyen hiçbir gölgeyi sevemedim
kanat takmış cümleleri giyinmiş kuşanmış yüzleriyle öksüz bayramlar aldı






her yirmi üç nisanda yüzler gülüşlerine yeni bir yurt bulurken
ben bütün tören alanlarında çocuk ölürdüm
yeşil bir bayrak örterdi üzerimi gözlerinden
yapraklar kavuşur yeşiline tuzlu yağmurlar içerken
sayfalara adını bırakır kendi içime düşerim
bir daha gelmeyecek solgun bir iklim artığı olurum
şiirimi alır mutsuz biten bir kitabın son mısrasına eklerim






bitkinim sıkılganlığı kadar bir çocuğun
üzerimde istemekten çelik yelek
dilencisiyken düş yorgunu yolculuğun
üzerimde pas tutmuş kederinde yırtık bir sevmek
gözyaşı duvarıyım yürüyen her durağın






düşün ki buz tutmuş bir göl yüreğim
üzerimde derin çizikler bırakıyorsun
ben suyun altı
sen üstüsün bütün camların
buğusuna isimlerini yazıyorum nefesimden bütün ölümlerin
boynuma taktığım harflerle gece yarısı kesiliyor şahdamarım




eyy saçları deniz kokan sevgili!
dudaklarımı bıraksam avuçlarına
gözlerinde ki Haziran’a içimdeki cenazeyi gömebilir misin?
Faik Danışman
 
swiss-alp-gregory-allen-page.jpg


Alp’in Defteri

bir organ nakli gibi sevmiştim seni
çürük gözlerine bağışlanan ellerim
yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim
darmadağın kadınların darmadağın ettiği erkekler gibi
çok tehlikeli bir sırrı saklar gibi sevmiştim seni!

çok eskimiş bir aşkın hatırlanması
sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması
aslında işin açıkçası
rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi
fırtınanın camı çerçeveyi indirmesi gibi
hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi
geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi sevmiştim seni!

ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi bir deniz gibi!
neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi
ortalık yerde durup dururken sevmiştim seni!

atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı!
mızraklar kırıldı, kalkanlar delindi, ganimetler paylaşıldı!
kasaba meydanında birbirini dövmekten yorulan iki kovboy gibi
bir tabancayla tetiği gibi
bir tabancanın kabzasıyla ibiği gibi
kendisinden farklı, kendisinden ayrı
bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi
aynı bedene sıkılacak iki el kurşun gibi
katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşta sevmiştim seni!
 
Ağır Bir Parfüm Reveransı
Senden Sonraydı..

hayvansız kalmış bir orman
gibi ağlamaklıydı kainat;
Senden Sonraydı..

hangi dağda ateş yansa
o yana ağlardı atlar,
ve bir kartal
bir kartala dayıyorsa başını
aşk
çağrıldığı her randevuya
geç kalmış demekti!

Senden Sonraydı..
gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı
ah onun zarif parmaklarına dolanmış kuğular,
ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu
yeryüzünde,
ümit: kurugül çocuk! ümit: aksigül çocuk!
hayat! beni ılık ılık esir al!
diye bağırıyordum çakal karasında
hançer nefesinde!

çünkü
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine
aşağı gölde kıyıya vuran genç nilüfer
ağzında bir başka genç nilüferle
ölmekteyse, ve akşamüstü
bir annenin çocuğunun üstünü örtüşü gibi
örtüyorsa sancıyı ve ölümü,
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine!
çünkü
uyuyacak kurt soyunur
üstünden dağları çıkartırdı!
dağlar, kokarcalarına alevcesine sokulurdu
dağlar, sularına alev içercesine dokunurdu
dağlar, dağlarına dürüsttü
dağların namluya sürülü
kurşunu yoktu!
dağların mor avı çoktu dağların zor avcısı çoktu
dağlar, dağlara bir kez daldı mı
kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi
dağların grevi borandı, çıyandı, yabanıl ottu

dağlara sinsi bulutlarla inen eşkıya baruta
kuytu, postal niyetine haysiyet giydirirdi!

hele mermi bir kez müstehzi bir ifadeyle
savurduysa tunç buhardan yelelerini,
atların toynaklarına kan gibi menzil
bakışlarına menzil gibi kan otururdu!

atlara dağ kaldırmışlığı karanlığın
o şen nallarda rakseden yosma şavkın gerdanı
altına batırılmış isyanın şakırtısıyla tutuşurdu!
tutuş benim yağız yılanımı puşi gibi sarıp da
tutuş benim delioğlan fırtınamı
ağzında ağıt gibi yakıp da
dumanıyla
isiyle,
dermanıyla
iniyle,
inlenen ismine nakış gibi işlenen kahpe fermanıyla
kapına dayanan tanrı misafiri sevdam, aşkımla
belalanan dağım! belalı dağlım!
dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de!

bakma! dağını emziremedim
siyah sütümde zehir şıngırdar!
kızma! dağına bir taş da ben koyamadım
kumumda tuz var!

ama senin kulağına eğilip
DAĞ diye fısıldayan bu dudak
bir gün ya elinden ya ayağından
ya eteğimden ya da alnından
öfkelenme, öpmeyecek,
sadece şehit düşmüş bir hayalet nehir gibi fışkırıp
başka
bambaşka dağlara at sırtında dörtnala kan olup akacak!
Küçük İskender
 
yol+bolsin.jpg


Bir veda hazırladım ikimize..
Evet sevgilim, hala ikimiziz ayrılırken bile..
Binde bir ihtimal gibi sevdim seni..
Gözlerinden kendimi aşağı bıraktığımda artık çok geçti!
Gözlerin, içine bir sürü aşk park etmişti.....
Sen yeşil ışık yakarken tüm kadınlara,
Ben kötü sollama sonucu tam solumdan vurdum kendimi..
Kaza gibi sevmiştim seni..

Dilim di’li geçmiş zamana asılı kalmıştı sanki,

Sen gidiyorum dediğinde..
Şimdiki zamanın ölme halindeydim..
Zaman seni benden aldı diye,
Bir elime geçirebilseydim
Yelkovanı idam edip, akrebi kendi ellerimle zehirleyecektim!

Bu şiir sana yazıldı sevgilim..

Biraz ellerimi bıraktım sana, biraz saçımı..
Biraz neşter kokuyor bu şiir,
Biraz da aşırı dozda acı..
Tam adet dönemine denk geldi gidişin, kan kusuyor kelimelerim..
Bu şiire pul gerekmez..
Gidişini görüp inansınlar diye, gözlerimi yapıştırdım sevgilim..

Tanrı soracak sana, neden bırakıp gittin?

İyi ezberle! Sevmiyordum diyeceksin..
Tanrı bana soracak, niye bu kadar sevdin?
Duyma söyleyeceklerimi, unut gitsin!
O’nu avuç içlerimde bile saklayabilirdim, kimse görmesin diye..
Bir cami avlusunda bulmuştum O’nu..
Ben büyütmüştüm!
Öyle çok sahiplenmiştim ki,
sonra O başka kadınlarda aradı gerçek ailesini..
üzülmüştüm!
Anladım ki ben O’nu gözümde fazla büyütmüştüm!

Sonra Tanrı yaz kızım diyecek!

Adamın gözlerini çözün, kadının ellerini..
Sevgilim artık her cami avlusuna yetim aşklar bırakacaksın!
Merak etme!
Ben de bir sürü p.ç yalnızlıklar doğuracağım..
 
aslan.jpg

Cam Makas

temmuz yırtılıyor yazın ortasında
küçük padişah ölmüş. ağlıyor alkolik lalası.
bach dinliyor benim karanfilim
dürbünlü tüfeğimin kabzasında verlaine'in
parmakizleri.
düşürüp kırıyorum cam makasımı.
hüzünlü bir şeyler çalıyor akordeonla eski mevsim.
polisiye bir aşk bizimkisi
polisiye bir caz dinlediğimiz
erken yaşlanır terkedenler
erken ölür ellerini ellerden alıp da gidenler
yakışmaz ayrılık
yakışmaz ihanet
sarıl bana
sarıl bana
beni sana davet et!

temmuz yırtılıyor yazın ortasında
gümüş çocukların birbirlerini seyretmekten
utandıkları bir yerlerde. sen! bana artık
rimbaud deme! büyük bir buz kalıbı içinde
sonsuz uykusunda köpek yüreğim!
arkama bakmadan öleceğim.

bir melek tıraş edecek saçlarımı
bir cin yıkayacak beni özsuyuyla
tertemiz entarilerimi giydirecekler sonra
gitmeme izin verme!
vals bitiyor
çiftler öpüşüyorlar usulca
usulca pelerinini açıyor sis
usulca dönüyor baş
zehirli içkimi uzatıyorum karşımdaki
satranç ustasına.
bir tarot destesinde buluyorum vesikalık resmimi
hangi kaderle çıkıyorsun karşıma
-karşım: nedir ki ellerim-
nasıl bir mutluluk mutluluğun
nedir senin sevdalarının kılavuzu
ödüllü bir hanımefendi gibi giriyorsun düşüme
talan ediyorsun
yakıyorsun
rüyalarım yanıyor
o zaman
ben de düşürüp kırıyorum cam makasımı

yalızlar bahçesinde
çiçeğiburnunda çiçeği topluyorum
peradaki bütün ampuller kırmızı
tramvaya binmiyor sokak sokak kendi
çocukluğumun troleybüslerini arıyorum

bir satyr'le sevişmemle başlıyor
çağımın gerisinde kalan hatıralarım
o zaman
bach dinliyor benim karanfilim

temmuz yırtılıyor yazın ortasında
başkalarının aşk mektuplarında buluşuyoruz.
yoruluyorum seni sevmekten
düşürüp kırıyorum cam makasımı.
 
I%C5%9F%C4%B1k-Y%C3%B6n%C3%BCne-Gidi%C5%9F.jpg



**Gidiyorsun işte! Bir kenti terkediyorsun. Belki de sonsuza kadar
virgul.gif
sonsuzluk neyse
virgul.gif
ne halta yararsa
virgul.gif
sonsuza kadar terkediyorsun belki de. Kaybolan farlara
virgul.gif
stop lambalarına şöyle seslenmek geliyor içimden:





images

KOTU YOLA DUSMUS GECELERDEN GELIYORUM
KUSURA BAKMA GOZLERIM BIRAZ KIRLI.



fotohbrlove5647.jpg


**Oysa birbirimize aynı mezara gömülmüş iki ceset nedenli yakın ve onlara nedenli mecbur olsak bile Ağlama! Ne yazık
virgul.gif
elele tutuşamaz ki yanyana yatan ölüler ve tutuşmaz ki alevi ayrılığın.

 
Demsiz bir kahvaltı tadında
Hey! Akşama görüşürüz..
Sizinle başbaşa kalmaya..
Ve yeniden
Ve yine ikilem..
Çözüm: Yazmak gerekçeydi
Gerekçemiz yazmak

muhteşemsin hayatım ,teşekkürler (:
 
3799d71fd8d10da95917ada232f51bde_1275945905.jpg



Üvey Arkadaş

İlk kurşunu alnına sıkacağım. İkincisini karnına; sonraki kurşunlar sırasıyla omuzlarına: Böylece ıstavroz çıkararak öleceksin. Ne mutlu sana! Bana bir kadeh şampanya ısmarlamak için ne bekliyorsun? !

İpi boynuna kravat şeklinde bağlayacağım. Asılırken kibar ve efendi görüneceksin. Ne mutlu sana! Her yanım tereyağı içinde, bana biraz havyar sürmek için ne bekliyorsun? !

Sana saplayacağım bıçakla tanışmanızı istiyorum; çok eski dostumdur. Birlikte çok iş başardık, çok badireler atlattık. Keskin bir dili vardır. Yani bir ülkeyi bile bölebilir. Öyle keskin bir dil! Ne mutlu sana! Bana şurdan bir kilo tecavüz tarttırmak için ne bekliyorsun? !

Susadığın için boğarken seni ben, su sporlarına yeni bir branş kattığını düşün. Alnına neşterle God yazacağım. ***ik harflerle, yeni dalga akımının etkisi altında, biraz Chaplin'i taklit ederek. Biraz kafası karışık bir Richard Brautigan'ı taklit ederek. Biraz enseyi omurgaya almış bir berberi taklit ederek. Ne mutlu sana! Aramızdaki sinir haplarını toplayıp zorla konu komşuya yutturmak için ne bekliyorsun? !

Bizim senle hukukumuz var. Avukatımız var. Suçumuz var.

Bizim senle bir ömrü paylaşmaya andımız, bu andı çiğneyip içyüzümüzü ifşa eden ihanetlerimiz, birbirimizi kolayca harcamanın lüksü, bu lükse sığan baş önde boş boş oturuşlarımız var. Konuşamayışlarımız, hiçbir şeyi açıklayamayışlarımız, kaçıp gitmeyi erdem sayışlarımız var. Umutmuş, bir şans daha vermeklermiş, özürlermiş, lütfen unutlarmış: Zaaf Zaaf! Bunlar evrim zaafı! Ben kin tutmayı aşktan daha yüce bilirim. Aşk acısı silinir, kin mezara kadar! Sadece hümanist olacak kadar düşük değil IQ seviyem!


Bu gece alkolle sabahla; ona de ki: Ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.

Bu gece hüzünle sabahla; ona de ki: Ben bedendeki mıknatısın büyüsünü bozdum.

Bu gece iğrenç bir korku filmiyle sabahla; ona de ki: Kabuslarımın orta yerindeki tek güzel mabedin kapısına sıçtım.

Bu gece imla kurallarına uyulmuş edebi bir intihar mektubu ile sabahla; ona de ki: Farkındayım, ölsem, cesedimi gerçekten teşhis edebilecek tek insan odur; ceset de olsam, hainim hâlâ.


Ne mutlu sana!
Küçük İskender
 
**Vazgeçmeler vazgeçmekten vazgeçti. Söyle saçlarında öldüğüm.. Bir geri gidiş kaç günde gelirdi?





2723465se3.jpg


[size=large]**sanmaki adını ağzıma alıyorum diye seni seviyorum.. dudak tiryakiliği benimkisi seni içime çekmiyorum.[/SIZE]





4617737-lg.jpg



[size=large]** avazın çıktığı kadar yalnızsın aslında.avazın
çıktığı kadar alkole batır
virgul.gif
esrara batır
virgul.gif
kokaine
virgul.gif
eroine batır

gövdeni;yine de kurtulamazsın temennimden:sen benim kucağımda
vereceksin son nefesini ve ben alıp o son nefesi bir kavanoza
koyacağım;nesiller boyu sergileyeceğim o aşksızlık
virgul.gif
ihanet
virgul.gif
vicdansızlık

kokan nefesini.”
[/SIZE]




kar22.jpg


[size=large]**durunuz!
kaç yerimden vurdunuz!
kaç yerimde artık sorumsuz kuş yaraları var!
sorarım
kaç yerimde yerimden ettiniz beni!
kaç yerim şimdi lapa lapa kanar!
[/SIZE]
 
Geri
Üst